Birkaç gün içersinde bana ulaşan e-postalardan anlaşılıyor bu.
Üç yıl önce Kars’ta tanımış olduğum iş kadını Hatice Güvensoy, Ankara’dan CHP aday adayı.
Kendi kurduğu inşaat şirketinin başında olan Güvensoy “siyaset benim için bir gönül işi, çıkar işi değil” diyor.
“Daha adil, daha özgür, daha gelişmiş bir toplum için sorumluluk üstlenmek istiyorum” diye ekliyor.
Bu ülkenin “demokratikleşme” ve “AB’ye katılma” süreçlerinden alınacak ders var.
Bask sorunu karşısında izlediği politikadan da.
TÜSİAD’ın önceki günkü “21.Yüzyılda Devlet ve Birey” oturumunda, önce İspanya eski Savunma Bakanı Narcis Serra, ardından eski Başbakanı Felipe Gonzalez, İspanya’nın nereden nereye ve nasıl geldiğini son derece anlaşılır bir dille özetlediler.
TÜSİAD oturumunda yanımda emekli diplomat Akın Özçer vardı.
“Bask Sorunu” kitabıyla tanıdığımız Özçer iyi bir İspanya ve AB uzmanı.
Özçer’e göre, saçlarına ak düşmüş Felipe Gonzalez, İspanya’nın demokratikleşme sürecinin en önemli oyuncularından biri.
Rusların yapacağı reaktörün özellikleri nelerdir?
Daha önce aynı teknoloji hangi ülkelerde uygulanmış?
Nasıl sonuç alınmış?
Bunlar aklımızı kurcalayan ama hiçbir yetkilinin ortaya çıkıp doyurucu bir yanıt vermediği sorular.
Öyle bir hayal ki bu gerçekleştiği takdirde müzikle Türkiye’deki on binlerce yoksul çocuğun hayatını değiştirebilir.
Eczacıbaşı ve Kocabıyık’ın peşinde oldukları hayalin adı Venezuela Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrası.
Dünyada giderek ünlenen genç şef Gustavo Dudamel’in yönettiği Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrası birazdan açıklayacağım “El Sistema” sayesinde hayat bulmuş.
“El Sistema” 1975 yılında Venezuelalı piyanist, kompozitör, ekonomist ve politikacı Jose Antonio Abreu tarafından kurulmuş.
Bir dönem Kültür Bakanlığı da yapmış olan Abreu’nun amacı, gecekondularda yaşayan, suça bulaşmış gençleri müzikle tanıştırarak yepyeni ufuklar kazandırmak.
Bakın şu sözleri ne anlamlı:
“Yoksulların en büyük talihsizliği ekmek bulmamak değil, kişi olarak önemsizliklerinin bilincinde olmalarıdır. Müzik sayesinde onlar da kendilerini daha iyi hissediyorlar”.
2007 yılında yayınlandığında epey gürültü kopartmıştı.
Akbank Uluslar arası Danışma Kurulu’nun üyesi olan Stern, son kitabı “Yaşanabilir Bir Gezegen Projesi”nin Doğan Kitap’tan piyasaya çıktığı günlerde İstanbul’daydı.
Onunla son kitabını konuştuk.
Stern bu kitabında iklim değişikliğinin kaçınılmaz olduğunu ve insanlığın buna yaşam tarzıyla, ekonomisiyle, yatırımlarıyla adapte olmak zorunda olduğunu söylüyor.
Yani “düşük karbon emisyonlu” bir hayata geçiş yapmak zorundayız.
Antalya’daki ilk turizm yatırımlarından birini yapan Lykia Grup’un sahibi Burhan Silahtaroğlu’nun kızı.
Berlin Turizm Fuarı sırasında Zeynep Silahtaroğlu Baykal ile sohbet Türkiye’nin kısa bir geçmişe sahip turizm tarihine bir yolculuk tadında.
1976 yılında Silkar şirketinin kurucusu olan Burhan Silahtaroğlu esasında sanayici.
1980’lerin başında Turgut Özal, Silahtaroğlu’nun aralarında bulunduğu birkaç girişimciyi turizm sektörüne girmeye teşvik ediyor.
Silahtaroğlu hiç bilmediği bir sektörünün içinde buluyor kendisi.
Küçüklüğünden beri tarımla haşır neşir olmuş.
Dolayısıyla GDO’lardan böcek ilaçlarına kadar her şey ilgi alanına giriyor.
Kuzeni genç yaşta Parkinson’a tutulunca, babasının ortağı ise karaciğer kanserinden ölünce gazeteci Marie-Monique Robin kolları sıvamış.
Robin, bir süre önce, aynı zamanda dünyanın önde gelen böcek ilacı üreticisi olan Amerikan GDO devi Monsanto’yu araştırdığı “Monsanto’ya Göre Dünya” kitabını yayınlıyor.
İlgilenenler için Monsanto’nun tüm sırları bu kitap ve aynı adı taşıyan belgesel filmde.
Fransız gazetecinin, 24 Mart’ta piyasaya çıkacak 450 sayfalık kitabının adı ise “Günlük Zehirimiz”.
Bu kez yediklerimizle nasıl zehirlendiğimizi anlatıyor Robin.