Harıl harıl bir şeyler karalarken telefon çalıyor ve gayet nazik bir ses, beni ülkemizde bulunan ve kendisine Ferran Adria’nın veliahtı gözüyle bakılan Adam Melonas ile birlikte bir yemeğe davet etmek istediklerini, ancak Melonas’ın kısa bir süre için burada bulunduğunu, eğer mümkünse ertesi gün bir akşam yemeği ya da kahvaltıda bizi bir araya getirebileceğini anlatırken sözünü balla filan değil, nalıncı keseri gibi kesiyor ve ‘Mümkün değil’ diyorum.
Kısa ve acısız...
Bu arada da Adam Melonas’ın kim olduğunu düşünüyorum. Yok.
Bu arada nazik ses biraz duraksadıktan sonra gene aynı nezaketle, isterseniz size kendisi hakkında biraz bilgi yollayayım, olur da vaktiniz olursa... diye devam ediyor. Gene nalıncı keseri: Olur, bir mail atın isterseniz.
Atıyor. Okuyorum.
Birinci satır: 1981 yılında Avusturalya Canberra’da doğdu, 15 yaşında mutfağa girdi, 19 yaşında Londra’nın ünlü restoranlarından OTTO’s da şef statüsünde çalışmaya başladı...
İlk cümle bu. 19 yaşında Ottos’da... Şef olarak ha?
Mehmet Aksel ile sohbetimiz sırasında laf döndü dolaştı THY’nin başlatacağını açıkladığı ‘Uçan şef’ uygulamasına geldi. Bundan birkaç yıl önce bir grup yeme içme yazarı, THY’nin ikram hizmetini üstlenen DO&CO şirketinin davetlisi olarak, ikramlardaki değişikliği gözlemlemek için İstanbul-New York uçuşuna davet edilmiştik. Bu uçuş DO&CO şirketi sahibi Atilla Doğudan’ın baştan sona değiştirmek istediği ve THY’yi, diğer havayolu şirketleri arasında öne çıkaracağına yürekten inandığı ikram mönüsünün ilk denemesiydi. Bizlerden de ikramın beğendiğimiz ve eleştirdiğimiz yönlerini öğrenmek istiyordu.
İşte o uçuşta, kafasında kukuletasıyla bir Avusturyalı şef de vardı. Ben şefin orada bulunmasının biraz da o sefere özel olduğunu düşünmüştüm. Şimdi anlıyorum ki Atilla Bey’in aklında daha o günlerde böyle bir uygulamayı hayata geçirmek varmış da zamanını kollarmış.
O uzun yolculukta, birbiri ardına harika yemekler yemiş ve eğer yanlış hatırlamıyorsam puf böreği dışında hiçbir şeye itiraz etmemiştik. Çünkü puf böreğinin, uçak mutfağında hangi teknikle pişirilirse pişirilsin, yeterince leziz olmayacağını düşünüyorduk. Nitekim o gün tattığımız hemen her yemek daha sonra THY mönüsüne girdi. Puf böreğine gelince; ya bana denk düşmedi ya da Atilla Bey bize hak verdi, bilemeyeceğim.
Şu son dönemde, işim gereği ayın bir bölümünü yurt dışında geçiriyorum. Bu da sık sık THY ile uçuyorum demek oluyor. Hem de çok uzaklara.
Ancak çoğu kez gittiğim yerlerde, iç seferleri de kullanarak başka bir şehre uçmak zorunda kalıyorum. Kimi zaman da bir noktaya kadar THY ile uçuyor, ötesini THY uçuşu olmadığı için gideceğim ülkenin havayolu şirketi ile yapıyorum. Birinden inip diğerine biniyorum anlayacağınız. Art arda farklı iki havayolu şirketiyle uçmasam, aradaki farkı sıcağı sıcağına gözlemleme şansım olmasa, belki de bu kadar keskin bir laf etmezdim ama şimdi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki THY ile pek çok havayolu şirketi arasında muazzam bir fark var... İnsan gururlanmadan edemiyor.
THY, kim ne derse desin dünyanın en iyileri diye bildiğimiz havayolu şirketleriyle yarışıyor artık. Diğerlerine ise bir de değil, birkaç tur fark atmış durumda. Bunu söylerken inanın milliyetçi duygularım şahlanmış filan değil. Bu farkta ikramın olduğu kadar, servisin ve filoya katılan yeni uçakların sağladığı konforun da payı var.
Bir de inanmayacaksınız ama temizliğin.
Meğer ben ne çok kıyas severmişim: Ülkeleri kıyasla, caddeleri kıyasla, evleri kıyasla, bahçeleri, mahalleleri, lokantaları, fiyatları, insanları kıyasla…
Bir kıyas bir kıyas ki, sormayın gitsin.
Oteller de bu kıyas cinnetinden payına düşeni alıyor elbette.
Hangi otele gidersem gideyim, lobiye adım attığım andan itibaren içimdeki kıyasçı şahlanıp onun osu iyiydi bunun busu iyi diye liste tutmaya başlıyor. Sonunda iş gelip bizimkiler ve onlarınkilere dayanıyor tabii.
Bu yetmezmiş gibi bir de gizli gizli yarıştırıyorum onları. Kaldığım bütün hip oteller, butik oteller, küçük oteller, beş yıldızlılar, yıldızsızlar birer birer aklıma düşüyor ve ben sözde en hakkaniyetli halimle onlara ciddi ciddi notlar veriyorum. Birincilere gizli taçlar takıyor, zaman içinde çaptan düştüğünü gördüklerimin yıldızını söküyorum.
Şurası kesin ki, son yirmi yılda dünyada otelcilik anlayışı çok değişti, çok farklılaştı. Türkiye’de de öyle.
Gezen ve yolculuk eden insan sayısı artıp farklılaşınca, eskinin bilindik zincir otellerinin yerini yeni tür oteller almaya başladı. Sundukları hizmet ve lüks anlayışı birbirine benzemese de hepsi iyi hizmet veren lüks oteller bunlar. Bir şehre iki gece kalmaya gelen bir işadamıyla, şehrin gürültüsünden uzak kafa dinlemeye gelen yaşlı bir çiftin beklentisi aynı olamayacağına göre bu çok da doğru bir gelişme.