Doğum yeri için de öyle...
İki komşu, ha bire kendine mal ediyor. Biri onun için bizim toprakların çocuğudur diyor, diğeri hayır öz be öz bizim evladımız...
Ama serpildiği yerin Buenos Aires varoşları olduğu kesin.
O dönemde varoşların bataklıklarda kurulduğu bilindiğine göre, kendisine bataklık gülü diyebiliriz o zaman.
Batakhane gülü mü demeliyiz yoksa? Çünkü tango üzerine araştırmalarıyla tanınan büyük yazar, onun ‘prostibulos’larda yani genelevlerde doğduğunu söylüyor.
Kim mi o?
Bildiniz, tango!
Arjantin’e gitmeden önce, Seyyan Hanım’ınkiler de dahil olmak üzere hemen her taş plağı, belgeyi, besteyi bulup çıkaran ve konuyu girdisiyle çıktısıyla bildiğini bildiğim Fransız bir arkadaşımla tango üzerine konuşuyoruz uzun uzun. Neler neler anlatmıyor ki... Sadece anlatmakla da kalmıyor, yüzlercesi arasından birini seçip bana bugüne kadar hiç dinlemediğim cızırtılı tangolar çalıyor.
Bir tür uygulamalı tango tarihi dersi.
Hayatımda ilk kez o gün Enrique Discepola’nın bir tangosunu dinliyorum mesela.
Arjantinliler’in El rey del tango (tangonun kralı) diye taçlandırdıkları Carlos Gardel’den gene bir tango tutkunu olan Borges’in hiç mi hiç haz etmediğini, özünde neşeli ve oynak olan bu müziğin onunla birlikte hüzünlü ve karamsar hale gelmesinden yakındığını öğreniyorum mesela...
Parçaların başlangıçta bir flüt, bir gitar, bir keman ve kimi zaman da bir arpın eşlik ettiği üç dört kişilik küçük orkestralar tarafından çalındığını, ilk tangoların yedi düvelden gelen göçmenlerin beraberlerinde getirdikleri farklı ezgiler barındırdığını mesela...
Tangonun alıştığımız tınısına, bir Alman’ın icadı olan bandoneonun okyanusu aşıp Rio de la Plata kıyılarına ulaşmasından sonra kavuştuğunu mesela...
İlk güftelerin prostibulos’ların dili olan argoyla yazıldığını, bitirimlerin, pezevenklerin, sermayelerin hikayelerini anlattığını mesela...
Yayılmasında Podesta Kardeşler’in düzenlediği geceler gibi halk eğlencelerinin payının olduğunu mesela...
Buenos Aires yüksek sınıfının bu edepsiz müzikten nefret ettiğini, olur da çalınır diye okula giden çocuklarının kulaklarına pamuklar tıkadıklarını mesela...
Tarihin belki de en dokunaklı tangosu El Chocolo’nun bestecisi Alfonso Villaldo’nun Paris’e gitmesiyle Avrupa’yı da bir tango çılgınlığının sardığını mesela...
Gene aynı bestecinin Barselona’da kendisine eşlik eden askeri orkestrayla kaydettiği plağın Avrupa’da kaydedilen ilk tango olduğunu mesela...
1916’da Montevideo’da bestelenen, bizim düğünlerin değişmez parçası El Cumparsita’nın aslında bir okul şarkısı olduğunu mesela...
Doğru olup olmadığı bilinmeyen bir söylenceye göre, Che’nin babasının bir tartışma sonrasında Gardel’i vurduğunu mesela...
Uruguaylı mı Arjantinli mi olduğu bugün bile tartışılan ünlü baritonun trajik ölümünden sonra Fransa’nın Toulouse kentinde doğduğunun ortaya çıktığını mesela...
Kolombiya’nın Meddelin kentinde düşen uçağında kendisiyle birlikte bütün parçalarının bestecisi ve yakın arkadaşı Alfredo le Pera’nın da öldüğünü mesela...
Bütün bir ülkeyi yasa boğan ölümünün ardından mezarının başında her gün kimin yaktığı bilinmeyen bir puro yandığını mesela...
Bunun gibi yüzlerce mesela daha... Tango konuşulur da laf Piazzola’ya gelmez mi? Ona da geldi elbette.
Bandeneonu nasıl farklı çaldığına, koyu bir caz tutkunu olmasına, kendisi de ünlü bir tangocu olan karısı Mercedes Baltar’a, babasının ölümünün ardından yazdığı müthiş ağıt Adios Noninos’a, en ünlü bestesi Libertango’ya, oradan Grand Tango’ya yaptığı film müziklerine ve elbette Sur’a geldi.
Ondan sonra da aldı başını gitti... O gün hayatımda ilk kez tangonun içime yerleştiğini hissetim.
Tangoyu sevmez miydim? Hayır, severdim ama o gün ilk kez kanıma girdi, telimi titretti ve yüzyılı aşkın bir zamandır neden eskimediğini, peşinden neden milyonların gittiğini, tango öğrenmenin ilk koşulunun onu hissetmekten geçtiğini anlamamı sağladı.
Sonra kalkıp Arjantin’e gittim. Ve Buenos Aires sokaklarını bu duygu eşliğinde gezdim. Tango dinlerken sözlerini anlamasa bile insanı bir hüzün kaplar, biraz öyle. Dışarıdan görülmeyen bir hüzün ve Gardel’in yanık sesiyle söylediği o mısralar eşliğinde:
‘La Vergueza de haber si do y el dolor de ya no ser.’
Olduğum için duyduğum utanç, olamayacağımı bilmenin verdiği acı...
Tam da işte bu... Böyle bir duygu...
TANGO NEREDE İZLENİRPeki Arjantin’de en iyi tango nerede izlenir diye soran bir sürü mail geldi. Hemen hepsinin ortak noktası, turistik olmayan bir gösteri görmek istedikleri. Ancak şöyle bir sorun var ki, heyecana gelip bir kulüpte dansa kalkan ya da gecenin bir yarısı kaldırımlarda karşınıza çıkan bir çift dışında -yani tangoyu gösteri olarak yapmayanlar dışında- turistik olmayan bir yer bulmak zor. Bu tür gösterilere hiçbir Arjantinli’nin gitmediği göz önüne alınırsa hemen hepsinin turistik olduğu söylenebilir. Genellikle yemekli olan bu şovlar ya çok büyük salonlarda ya da daha küçük mekanlarda yapılıyor. Dans edenlerin hepsi profesyonel olduklarından insan izlemeye doyamıyor ama elbette canı çektiği için dans eden bir çiftten yayılan duygu, çatal bıcak sesleri arasından yayılmıyor. Gene de her biri farklı fiyata, farklı şovlar sunan bu gösterilerden birine gitmekte yarar var diye düşünüyorum. Tamam belki tüyler dikilmiyor ama inanın gözler faltaşı açılıyor.
DÜZELTME VE ÖZÜRGeçen hafta tam yazının ortasında bilgisayardan küt diye bir ses geldi ve ekran karardı. Her zamanki gibi yumurta kapıya dayanmış, teslim saati yaklaşmış. Kalemle kağıdı kapıp elle yazmaya başladım ve faks geçerim diye düşündüm. Bu işler karar vermekle olmuyor, bela üçlemeden gitmiyor. Tam yazı bitti, aa o da ne, faksın mürekkebi bitmiş. Telefonda okumaktan başka çare kalmadı. Öyle de yaptım ama kelimeleri nasıl telaffuz ettiysem artık bir sürü yazım hatası oluşmuş. Çağdaş müzenin Malba olan adı olmuş sana Balba, de la’lar del’leşmiş, kimi özel adların ucuna başka harfler eklenmiş. Fortabat da olmuş sana Fontelban. Dikkatli okur durur mu, uzun yıllar Arjantin’de yaşadığını söyleyen ve nazikçe yazım hatalarını düzelten bir okurumdan ardından bir diğerinden, derken üçüncü beşinci onuncudan bu konuya değinen mailler geldi. Elimde olmayan değil, tam da elimden çıkan bu hatalar için herkesden özür dilerim.