4 Mart 2011
“ACINIZ, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır. Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi, güneşi görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz. Acılarınızın çoğu sizin tarafından seçilmiştir. Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu “acı” ilaçtır. Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için; çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri “görülmeyen”in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.
Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da, o’nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır.”*
Nedenini bilmediğim ama çok acı çektiğini gördüğüm bir arkadaşıma bu cümleleri söylerken bir yandan da “ağlama” diyordum ? ağlayan insanların gözyaşı onların yüzüne değil benim içime akar bilmezler.-
Gözleri acı çikolata renginde olan arkadaşım “Ben ağlamıyorum ki” dedi “bedenim ağlıyor farkında değilim.”
AŞI VAZİFELİ SIKINTILAR
Acı ilk olarak beyinde başlıyor farkında mısınız?
Beyinden boyundaki damarlara oradan nefes borusuna, omurilik, sırt, ciğerler, kalp, mide, böbreklere, kasıklarınıza asit gibi yakan, kavuran bir sıvı tüm organları geziyor, geçtiği yerleri kavuruyorsa acıdır hissettiğiniz...
Her organın yerini çok iyi biliyor, öğreniyorsunuz siz acırken.
Gerçekten iç organlarınız da dahil olmuyorsa acıya gerçek bir acı değildir yaşadığınız, birkaç gün en fazla bir hafta sonra unutursunuz yaşadığınız her neyse. Gerçek acılarla daha kolay başetmek için bir aşı vazifesi görür bu küçük sıkıntılar...
Peki gerçek bir acıysa...
Onu yok saymak, alt etmenin en kolay yolu görünse de nereye gömdüğünüzü hatırlamadığınız bir mayın gibi bir gün karşınıza çıkar ve patlar...
TOPRAĞA KATILMIŞ GÜBRE GİBİ
Acınızı toprağınıza katılmış gübre gibi kullanmaktan başka çareniz yok. Yamaçlarında dev buzulların sarktığı verimli topraklar gibi.
Her acı kötü birşey yaşadığınız anlamına gelmez çünkü. Yaşamanız gerektiği için yaşarsınız birçoğunu.
Daha dürüst olmak için, daha kararlı olmak için, hayatınızı tamamıyla değiştirmek için, hayatın ne kadar değerli bir armağan olduğunu anlamak için, daha fazla hata yapmamak için, kınadığınız insanları, diğerlerini anlamak için, daha iyi bir insan olmak için, bazı erdemleri kazanmak, gelecekte iyi bir anne, baba olmak için yaşarsınız çoğunu...
Schopenhauer’ın Aşkın Metafiziği kitabında; “varlığımızın dolaysız amacı acı çekmek olmasaydı, yeryüzünde bulunuşumuzun hiçbir nedene dayanmadığını kolayca söyleyebilirdik. Çünkü, hayatın derinlerinde yatan ve sefilliğimizden doğarak dünyayı dolduran acıların, gerçek bir amaç değil de rastlantı olduğunu ileri sürmek saçmadır. Tek tek ele alındıklarında, her mutsuzluğun bir kuraldışılık olarak görülmesi kabildir, ama genel olarak ele alındığı zaman, mutsuzluk ve acı, kural dışı değil kuraldır” der.
Siz seçersiniz acıları aslında, çekersiniz.
İhtiyacınız olana ulaşmak için...
*Halil Cibran
Yazının Devamını Oku 25 Şubat 2011
“CİNSEL açlığın yaygın ve kadına ulaşmanın zor olduğu durumlarda, sürekli olarak uyarılan erkek, -haram gibi normlara sahip değilse- fırsatını bulduğunda kendisini uyaran -tahrik eden- kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır.” Aslında şöyle bir devam cümlesi gelmeliydi ama hayal kırıklığına uğrattı beni bu satırların sahibi:
“Tek amacı neslinin devamını sağlamak olan erkek, bazı durumlarda çiftleşmeden sonra dişiyi ensesinden ısırıp öldürebilir, bunun sebebi bilimadamlarınca henüz tam olarak tespit edilmemiştir.”
Çünkü belli ki bu zat, erkeği hayvan, kadını da kurban yerine koyarken National Geographic’ten öğrendiği cinselliğin etkisinde kalmış.
Hatırlarsanız geçen hafta kendisine tıpkı Enver Ziya Karal, İoanna Kucuradi ya da John Nash gibi profesör unvanı verilmiş Orhan Çeker’in dekolte giyene tecavüzü caiz gören akıl dışı beyanlarına bir gazeteci Ali Bulaç’tan destek gelmiş...
“Tahrik, tecavüz suçunun mazereti veya gerekçesi değildir ama sebebidir” diye eklemiş.
İslam dininden, Kuran’ dan alıntılar yapıp, psikolojik, fiziksel çözümlemeler yapmış bu zat.
Üstüne üstlük bir de dindarların ifade özgürlüğünün var olup olmadığına bakacakmış Çeker hakkında başlatılan inceleme sonucuna göre.
Ne alaka?
Kendi abuk sabuk, hastalıklı fikirlerini bir de bilim ve dinin arkasına sığınarak yaymaları yok mu, en dayanılmazı bu işte.
Bu beyinler, bu marazi fikirlerini yaymaya devam ettikleri sürece bu ülkede kadınlara bırakın insanca yaşamayı, yaşam hakkı yok.
Giyilsin mi giyilmesin mi?
2011 Türkiye’sinde konuşulması bile kulaklarıma kadar kızartan bir olay...
İzmir’in Tire ilçesinde kızlar okula etekle gitsin mi gitmesin mi?
Pantolon giyilmesi kararı, velilerden tepki alınca, beş gün süren uygulama, eteklerin diz altında olması kaydıyla geri çekilmiş.
Çocukların eteğine kafayı takmış hastalıklı bünyeler, düşün artık kadınların yakasından.
Ya da tedavi olun, hepinizin masrafını karşılamaya hazırım ?gerekirse gece çıkıp taksi şoförlüğü yapacağım-.
Aynı enerjiyi, okula gidemeyen, sağlıklı beslenemeyen, dayak yiyen, aile içi, dışı tacize?tecavüze uğrayan, satılan, geleceğin katili, hırsızı, tecavüzcüsü olmaya aday olacak şekilde hazırladığınız yeni nesile, pırıl pırıl çocuklarımıza harcayın. O kadar çok şey değişecek ki bu canım ülkede.
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2011
Görüntüleri izlediğimde gözlerime inanamadım. Önce bir komedi dizisinin çekimi ya da bir şaka programı olduğunu düşündüm.
Sonra cep telefonuyla çekilmiş olduğunu görünce “hangi ülkede olmuş acaba” diye düşünüp acıdım o ülkede yaşayanlara...
“Kapıyı kapat, havalandırmayı aç” şeklinde seslenenleri duyunca dehşete düştüm, korktum...
Üstünde üniforma bir gurup polis –gerçek polis, emniyetimizi sağlamakla görevli insanlar- yol kesmiş, bir otobüsü copluyor ve içindekileri taşlıyor...
Bildiğiniz maganda... bildiğiniz yol kesen haydutlar gibi...
Otobüstekiler de olayı cep telefonuyla görüntülüyor...
KORKUNÇ SAVUNMA
Geçen hafta Çarşamba günü Manisa Turgutlu’da oynanan Göztepe maçı sonrasında İzmir’e dönmek üzere yola çıkan taraftarların otobüsü, Turgutlu çıkışında durduruluyor ve otobüs taşlanıyor...
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2011
OLMANIZ gereken yeri ya da nereye ait olduğunu düşünür müsünüz siz de bazen? Küçük bir çocukken bu duyguyu çok sık yaşardım ben.
Sanki başka bir yerde doğmuş olsam daha mutlu bir çocuk olacağıma, daha çok sevileceğime, kendimin ve yeteneklerimin daha fazla takdir göreceğine ve keşfedileceğine inanmıştım o çocuk aklımla.
Dünyanın burdan çok uzak bir ülkesinde benimle oyun oynamak için sabırsızlanan maceracı, özgür arkadaşlarım bekliyordu beni. Sevmek için can atan bir aile, saatlerce tepesinde asılı kalacağım meyve ağaçları, parklar o uzak ülkedeydi...
“Bizim çocuğumuz değilsin aslında seni sütçüden aldık” diye yapılan şakalara ağlayan tüm çocukların aksine ben “İşte bu!” derdim “Biliyordum, biliyordum” diye sevinç çığlıkları atardım insanların şaşkın, sitemkar bakışlarında.
Ya da işi iyice abartıp, ailemin beni karşısına alarak “Artık gerçeği açıklamanın zamanı geldi, sen aslınd...” diye başlayan konuşmalar yapacağını hayal ederdim.
Aslında olmayan o ülkeye, arkadaşlara, aileye özlem duyardım.
Büyüdüğüm bir yere ait olmanın nasıl bir duygu olduğunu bir gün hissedeceğime inanarak.
Tuhaf şekilde tam anlamıyla hissedemedim. Ama ne olduğunu öğrendim. Kapattığınız kapının ardındadır ait olduğunuz yer...
Ya da değildir, asla olmamanız gereken yerdir.
Bunu nerden bileceksiniz ama haklısınız.
Açılan kapıdan adımınızı attıktan sonra, kapıyı kapatana kadar geçen sürede...
Bulabilirsiniz, gerçekten hissedebilirsiniz orada olup olmamanız gerektiğini...
Eğer dünyanın tüm kötülükleri demirden bir kale kapısına çarparak geride kalmış gibi hissettiriyorsa, adımınızı attığınız o yer, sizin ait olduğunuz yerdir. Dünyanın en güvenli en huzurlu yeridir sırtınızı dayadığınız o kapı...
İçinizi sıkıntıya bulanmış bir kasvet, kaçıp gitme duygusu sarıyorsa olmanız gereken en son yer bile değildir o dayandığınız kapı.
Kapalı kapılar ardına sırtınızı dayamanız yeterlidir bunu anlamak için.
DEKOLTE GİYENE TECAVÜZ CAİZ MİDİR HOCAM?
“Tecavüz hakkımız söke söke alırız” diye resmi ağızdan bir açıklama yapılsa şaşırmayacağım artık.
Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün sözünü hatırlatan olağanüstü akıllı beyan Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker’den geldi.
“Dekolte giyene tecavüz ederler!”
İtiraf edeyim ilk duyduğumda Hıncal Uluç söyledi diye düşünmüştüm mahcup oldum.
Bunu söyleyen bir profesör ve ne yazık ki insan yetiştiriyor bu kimliğiyle.
Genel yargılamalar öznel dışavurumlardır.
Bu beynin açıklamasını, “Din hocasıdır, icazet veriyor demek ki dekolteliye tecavüze” şeklinde algılayan binlerce cahili kim zapteder, insanları suça azmettiren bu cümlenin sahibi nasıl iyileştirilebilir bilmiyorum ama kendisi hakkında suç duyurusunda bulunuyorum ben.
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2011
KARŞI çıkanların “ Hangi yuzy..., insan hakl..., seriat geli...” diye çığlıklar attığı yasa teklifi tartışılıyor. Teklif şöyle;
“(7) türk ceza kanununun 102 nci maddesinde tanımlanan cinsel saldırı suçundan, 103 üncü maddesinde tanımlanan çocukların cinsel istismarı suçundan veya 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasında tanımlanan reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun nitelikli hâlinden hapis cezasına mahkum olanlar, cezanın infazı sırasında ve koşullu salıverildikleri takdirde, denetim süresi içinde;
a) testosteron etkisini önemli ölçüde azaltıcı tedaviye tabi tutulabilirler,
b) tedavi amaçlı programlara katılmakla yükümlü kılınabilirler,
c) suçun mağdurunun oturduğu ve çalıştığı yerleşim bölgesi dışında başka bir yerde ikamet etmekle yükümlü kılınabilirler.”
Evet fikriniz?
Tecavüzden bahsediyoruz bakın...
Birden fazla kez aynı suçu isleyen ve bunu yaşam şekline dönüştüren bu çeşit organizmayı siz nasıl ıslah edersiniz?
Bu kisilerin bahsedilen yöntemle hadım edilmesi topluma ne kaybettirir?
Kimsenin satırla bir yerinin kesildiği falan yok, üreme yeteneği ortadan kaldırılmıyor, sadece belirli bir süre servis dışı bırakılıyor çok kıymetli suç aleti.
Nedir bu koparılan yaygara ?
Erkeklerin kadın ve çocuklara karşı işledikleri taciz, tecavüz gibi cinsel suçlar son derece yaygın bu ülkede.
Her 10 kadından 4’ü cinsel şiddet de dahil olmak üzere erkeklerin şiddetine maruz kalıyor, her 5 çocuktan 1’inin istismar gördüğü düşünülüyor.
Önce tedavi edin toplumu, ensesti, çürümüş gelenekleri, tabuları, adaleti, kokuşmuş ahlakı sorgulayın, cinsel devrim yapın ki sağlıklı bireyler yetişsin diyenlere sonsuz destek veriyorum.
İyi de bunun için hadi şimdi desek 50 yıl geçecek sağlıklı nesillerin yetişmesi için. O 50 yıllık sürede mahvolacak hayatların sorumluluğunu alabiliyor musunuz siz ?
Bu insansıların haklarını olduğu kadar korkunç travmalar yaşayan mağdurların haklarını savunsanız bir de.
Bu adamların aynı şeyi yeniden yapacağını bile bile önleyici bir tedaviye karşı çıkmak hangi akla, vicdana sığar ?
Küçük çocukların çığlıklarından daha mı önemlidir bu adamların kontrol altına alınması?
Klavye başında adalet dağıtan sözde insan hakları savunucusu beyinler, teklifi savunanları nasıl yaftalayacaklarını düşüneceklerine bir çözüm üretsinler bakalım biz de tartışalım.
Ha bu arada dilerim düşündükleri süre içersinde de kendileri ya da yakınları bir tecavüz olayına maruz kalmazlar.
Bugün 14 Şubat elbette unutmadım
14 Şubat öykü günü...
Mahalle baskısıyla da olsa aşka dair de yazmak isterdim ama kalpli yastıklar, ayıcıklar ve kokmayan güllerle dolu vıcık vıcık sevgi sözcüklerinin tüketildiği günler benim harcım değil. Bugün için size çok kısa bir öykü...
Ünlü bir sanat merkezinde gezen bir adam çok değerli bir tablonun önünde durur ve tabloyu kendisi için çok değerli birine almak istediğini söyler... tabloyu yapan ressam adama tablonun fiyatını söyler... Adam ise bütün yıl boyunca çalışarak biriktirdiği paraları cebinden çıkarır ve masaya koyar...
Tüm servetini... başka parası yoktur...
Ressam gülümser, parayı alır ve resmi herkesin şaşkın bakışları arasında paket yapıp adama teslim eder...Yaptığı bu çılgınlığın nedenini soran arkadaşlarına döner “ evet bu resme milyonlarını verecek birçok insan bulabilirdim ama tüm servetini verecek birini bulmam imkansızdı “ der...
Tanık olanınız var mı çevrenizde gerçek sevgiye ya da bunu gerçekten yaşayan ?
Sizin için hayatındaki en değerli şeyleri düşünmeden verecek kimseniz varsa ne mutlu size... Sıkı sıkı tutunun O’na...
Herkesin yalnızca bir hakkı varmış ? bulabilirse- bu dünyada...
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2011
Vietnam´da jet pilotu olarak savaşan bir asker, Birleşik Devletler Deniz Kuvvetleri’nde genç subaylara öğretmenlik yapıyordu.
Bir uçuş sırasında uçağı yerden fırlatılan bir füze ile vurulmuş, son anda uçaktan atlayan adam paraşütle yere inmiş ve yıllar sonra deneyimlerini öğrencileriyle paylaşıyordu.
Bir gün bir lokantada eşiyle birlikte yemek yerken bir yabancı ona yaklaştı ve kendisini hatırlayıp hatırlamadığını sordu. Cevap vermesine fırsat bırakmadan konuşmasına devam etti:
“Siz bir pilottunuz, uçağınızı vurmuşlardı.”
Kendisine şaşkınlıkla bakmaya devam eden adama gülümseyerek “Paraşütle atlayarak kurtulmuştunuz, sizin paraşütünüzü ben katlamıştım, umarım paraşütünüz sizi sıkıntıya sokmadan hemen açılmıştır” dedi.
Büyük bir minnetle yabancıya bakan adam “Evet, siz olmasaydınız bugün hayatta olmazdım” dedi.
Yabancı, gözlerinin içi gülerek adamın elini sıktı ve izin isteyerek kendi masasına döndü.
Adam o gece uyuyamadı. Hep o yabancıyı düşündü. Bir paraşütün katlama biçimi bir insanın ölüm kalım meselesi olacak kadar önemli ve incelikli bir işti. Hayatında yeri olmayan, önemsiz bir dekor gibi varlığından bile haberdar olmadığı bir yabancıya borçluydu aslında hayatını.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2011
Sİziİ hayal kırıklığına uğratmak istemem ama ne yazık ki çok küfür bilirim ben. Bilirim ama kullanmam.
Kullanırım belki kabul.
Ama yalnızken.
Ya da beni bu halimle de seven insanların yanında.
Nerden geldi şimdi aklıma bilmem ki...
Her neyse...
«Defne öldü.. Onun için her şey bitti..
Ama bu genç adam yaşayacak.. 18 aylık bebeği ile yaşayacak..
Yarın o bebek aklını başına toplayacak yaşa geldiğinde “Baba bana annemi anlat” diyecek?..
Ne anlatacak İlker Yasin?.
Bunu bana kimse kabul ettiremez. Ben mahalle baskısından da korkmam. Kafamı kesseler düşündüğümü söylerim..»
Bugüne kadar asla kişilere dair ve isim kullanarak yazmadım. Polemik yaratarak okunmaktansa okunmamayı tercih ettim çünkü. Ama yukardaki satırları okuduğumda beynim uyuştu, midem bulandı, tuvalete gidip kustum. -Gerçek anlamıyla kusmaktan bahsediyorum özür dileyerek-
Rahmetli Defne Joy´ un ölümü, nedenleri, ihtimaller üzerine ben de düşündüm elbette ama bunları olumlu ya da olumsuz kimseyle paylaşmadım, O´nu taşa tutan yazılara acıdım. Fakat çok okunan bir gazetenin köşe yazarının bu acımasız, kin, nefret dolu satırlarından sonra, ölmüş ve savunmasız bir kadın için yazmamayı günah saydım.
Kime ait olduğunu hatırlamadığım bir karikatür - çizerinden özür diliyorum bu nedenle-
Gerdek gecesi, gelin damat...
Gelin, “sana bir şey itiraf etmem lazım” diyor. Damat yüzü allak bullak, yıkılmış durumda.
Gelin: ”ben birini öldürdüm!”
Damat derin bir ‘oh’ çekiyor, “Ben de bakire olmadığını söyleyeceksin zannettim..”
Toplumsal değer yargılarını cinselliğe indirgeyen bir ahlak ikiyüzlü bir ahlaktır...
Dilinden ahlakı düşürmeyenler ise bunu kendine siper ederek yaşayan en büyük ahlaksızlardır çoğunlukla.
Ve biz ne yazık ki yüzlerce yıl, ahlak kavramının beynimize bu şekilde empoze edildiği bir toplum olarak en büyük ahlaksızlıkları ve ahlaksızları bilerek ya da bilmeyerek içimizde barındırdık, en yüksek payeleri verdik.
Ben ahlak diyorum, siz lütfen aynı zamanda vicdan olarak algılayın.
Hangi inanç, din, anlayış, insanlığın adının olduğu hangi yerde -kimsenin konuşmaya hakkı olmadığı- bir ölünün ardından namus, ahlak dersi verilebilir ki ?
Bunu yapmaya kimin hakkı vardır ?
Hiç kimsenin.
Bunun için hem ahlaksız hem kötü yürekli olmak lazım.
Kötü yüreklilik, ki ahlaksızlıktan daha çok yaralar beni.
“Mahalle baskısından korkmam” diyerek, sanki kendisini feda edip çok önemli bir başarıya imza atmış bu kötü ruhlu adamın zavallı yazısı -ismini yazarak sayfayı kirletmemeye kararlıyım- ikiyüzlü ahlak dersleri adı altında yeni yetişecek temiz kuşaklara okutulsun.
En azından ahlakı değil, ahlaksızlığın ne olduğunu öğrenirler çocuklarımız.
Ne diyordum bu arada, küfrederim ben ama yalnızken...
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2011
BİR ülkede, değerli bir usta ressam, genç ressamları yetiştiriyormuş... Bir gün, en iyi öğrencisinden o güne kadar yaptığı en güzel tabloyu yapmasını istemiş...
Bu son sınav olacakmış ve bu sınavı geçerse artık mezun olabilecekmiş genç ressam...
Elinden gelenin en iyisini yapmış ve hocasına götürmüş... Hocası ondan resmini şehrin meydanına asmasını ve altına “hata gördüğünüz yerlere bir x koyunuz” yazan bir tabela ve bir fırça bırakmasını tembih etmiş.. genç ressam da bunu aynen yapmış. Bir haftasonra, resmi bıraktığı yerden almaya gittiğinde resmin tamamen çarpılarla dolu olduğunu görmüş ve çok üzülmüş. Hocasına, utanarak resmi götürmüş. Hocası ondan bir resim daha yapmasını istemiş. Genç ressam yine günlerce uğraşmış ve bir resim daha yapmış. Hocası yine resmi şehrin meydanına asmasını istemiş. Ama bu kez altına başka bir not koydurmuş.
“Hata gördüğünüz yerleri düzeltiniz” yazıyormuş yeni notta.. Altında da boya ve fırçalar...
Bir hafta sonra, genç ressam resmini almaya gittiğinde resminin olduğu gibi durduğunu görmüş...
* * *
Dün akşam, siyasetçilerin birbirlerini eleştirirken kullandıkları üslubu sorgulayan bir programda, sokaktan geçen vatandaşlara soruluyordu:
“Sizce eleştiri nasıl olmalıdır, bu tavrı doğru buluyor musunuz?”
Yazının Devamını Oku