Ferai Tınç

Bombalar kimin işine yarıyor?

21 Temmuz 2006
İSRAİL’i örnek almak mı? İş lafa gelince, Kurtlar Vadisi atmosferini pompalayıp kahramanlık madalyasını ucuza kapatmak kolay ama nereye kadar?

Hayat, televizyon dizisi değil. Kalem her zaman senaristin elinde olmayabiliyor.

Örnek alınan İsrail’e bakın, kuruluşundan bu yana şiddetle huzuru bulmaya çalışan bu ülkenin 58 yıllık tarihi, şiddetin yeterli olmadığını ortaya koymuyor mu?

PKK’nın Kuzey Irak’ı üs olarak kullanıp Türkiye’yi terörle tehdit etmesine göz yumulamaz. Ama bu yeni bir olgu mu? Hayır. PKK birinci Körfez Savaşı’yla birlikte Kuzey Irak’a yerleşti ve bir daha oradan çıkmadı.

Sınır ötesi sıcak takip operasyonlarına, Barzani peşmergelerinin sınır köylerine yerleşmeye çalışan PKK’ya karşı silahlı mücadelesine rağmen, bu terör örgütü bölgeden sökülüp atılamadı.

Üstelik, daha önceleri Kuzey Irak’ta üslenen Saddam karşıtı, dinci terör örgütleri gibi PKK da, Irak savaşıyla birlikte Irak siyaset sahnesinde etkili olacak iklimi buldu. Değişik adlar altında siyasi partiler kurarak seçimlere bile girdi.

Bu durumdan birinci derecede sorumlu olan Irak hükümeti midir sizce? Bence değil. İşgal altındaki bir ülkede ulusal hükümetin hükümranlığından söz edilemez.

Demek ki Irak’taki PKK varlığının Türkiye’yi tehdit etmesinden birinci derecede sorumlu olan o ülkenin gerçek efendisi durumundaki işgalci güç, yani ABD’dir.

Türkiye, PKK terörünün durdurulması için ABD’yi, sadece ABD’yi muhatap almaya devam etmeli.

Kendi güvenlik önlemlerini sürdürürken, diplomatik fikri takibi elden bırakmamalı.

Ama, İsrail’i örnek alıp savaş tehditleri savurmak bana göre ucuz kahramanlık taslamaktır.

Güçlü bir hükümet, şehitlerinin acısıyla canı yanan halkın yaralarını saran hükümettir. Bu de etkili siyaset ile olur hamaset ile değil.

Çocuklarını ateşe atmayan, teröristi yalnızlaştıran, terörü etkisizleştiren siyaseti sabırlı ve kararlı biçimde sürdürme dirayeti göstermek zor ve siyasetçi için pahalıdır. Ama bu gerçek bir ulusal caydırıcılıktır.

En derin ve kalıcı caydırıcılık siyasi sorumluluk üstlenmektir. Şiddete daha büyük şiddetle yanıt vermek, Kurtlar Vadisi ruhunu serinletir ama ateşi söndürmez.

Bush Yönetimi’nin teröre karşı mücadele stratejisinin çıkmazı örnek olsun.

* * *

BUSH
Yönetimi ve Amerikan siyaset sınıfının bir kısmı, İsrail’in Hizbullah’a ağır bir ders verdiğini düşünüp seviniyor olabilirler. Ama Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora durumu farklı değerlendiriyor.

Lübnan’daki Suriye işgaline karşı çıkan, suikaste kurban giden eski başbakan Hariri’nin yakını olan Sinyora, dün İtalyan Corriere Della Sera Gazetesi’ne verdiği demeçte, "Bir an önce ateşkes sağlanmalıdır" çağrısında bulunuyor ve devam ediyor:

"Bugün İsrail bombaları sadece bir tek şeye yarıyor. En karşı olanlar arasında bile Hizbullah’a sempati artıyor."

* * *

SİNİORA
’nın sözlerini okuyunca iki ay önce gittiğim Lübnan gözlerimin önüne geldi.

Bu seyahatim sırasında yıllar süren savaşların yaralarını sarmakta olan umutlu bir ülke ile karşılaşmıştım.

Müthiş bir inşaat hamlesi dikkat çekiyordu. İç savaşta harabe olan Beyrut’un elde kalan eski güzellikleri onarılıyor, Beyrut sokakları yeniden yasemin kokulu aylaklık gecelerine açılıyordu.

Hariri’nin yaptırdığı barlar sokağında geç saatlere kadar, Lübnan’ın her din ve etnik gruptan vatandaşı kadın erkek bir arada eğleniyordu.

Orta sınıf güçleniyor, sivil toplum Lübnan demokrasisinin temelini örmeye başlıyordu.

Ve Hizbullah’ın Bekaa vadisi dışında kitle desteği kalmamıştı. Baalbek harabelerinin görkemli gölgelerindeki iki küçük hediyelik eşya satan dükkanda üzeri Hizbullah yazılı birkaç tişört ve yol boyu tek tük rastlanan sarı Hizbullah bayrakları görmüştüm. Ya şimdi? Lübnan’da umutlar söndü ve Hizbullah geri döndü. Kimin sayesinde?

İsrail, iyi bir örnek değil.
Yazının Devamını Oku

Kıyamet senaryosuna oynamak

17 Temmuz 2006
İSRAİL, oynanacak en son senaryoya kıyamet senaryosuna oynuyor. Hizbullah karargahını vurma bahanesiyle Lübnan’ı bombalıyor. Bağımsızlığın kırılgan yolunda adım adım ilerlemekte olan bu savaş yorgunu ülkenin limanlarını, yollarını, elektrik santrallerini hedef alıyor.

Zavallı Lübnan. İç savaşın tüm güçleri gibi Hizbullah’a da parlamentoda söz hakkı vererek barışı inşaa etmeye uğraşırken yine savaşın içinde buldu kendisini.

Arap Birliği Lideri Amr Musa, önceki gün Arap ülkeleri dışişleri bakanları toplantısından sonra, "Ortadoğu barışı öldü" dedi.

Barışın cenazesini kim kaldıracak?

Bu soruya verilecek yanıt, bölge kaderinde belirleyici rol oynayacak.

Arap Birliği’nden sonra dün G8’ler toplanısından da çıkan sonuç, bu tehlikeli tırmanışta ortak tavır belirlemenin çok zor olacağını gösteriyor.

Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’ın İsrail kadar, olaylardan Hizbullah’ı da sorumlu tutmak istemesine, bazı Arap ülkelerinin karşı çıkması ortak tavır belirlenmesini engelledi.

Kimi Hizbullah’ı doğrudan karşısına almaya çekindiği için, kimi ise rejime yönelik baskılara karşı Hizbullah’ı koz olarak kullanmak istediğinden.

Zengin ülkeler zirvesinden de büyük bir uzlaşma çıktığı söylenemez. Bush ile Blair İsrail’in arkasında dururken, Avrupa daha orta yolcu bir pozisyon ile Hizbullah kadar İsrail’in de kınanmasını istedi.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in ise İsrail’in niyetinin askerilerini kurtarmanın ötesine geçtiğini söyleyerek daha da ileri gitti.

* * *

ORTADOĞU, sonu nereye varacağı belli olmayan bir tırmanışı yaşıyor.

İsrail, kendisine yönelik saldırıların ardında El Kaide terörü ve onun bölgedeki destekçileri bulunduğu iddiasını şiar edinerek ABD’nin teröre karşı savaşta, Sireyi ve İran’ı da tehdit eden Ortadoğu’daki eli rolünü üstleniyor.

Bu İsraili için olduğu kadar bölge için de çok tehlikeli bir rol. Ortadoğu barışını destekleyen kitle temeline en ağır darbeyi vuracak olan şey İsrail’in böyle bir role soyunmasıdır. Şiddet kusan bir İsrail, Müslüman dünyası kamuoyunda radikalizmi pompalayacak ve ılımlı rejimleri zora sokacak.

İsrail’in caydırıcılığını koruma çabası, bölgemizdeki silahlanma yarışını, tabii bu arada nükleer silahlanma çabalarını da tırmandıracak.

Girişimler etkisiz kalacak. Böyle bir ortamda İran’ı kim durdurabilir?

* * *

GEÇEN
hafta İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Laricani, Brüksel dönüşü Şam’a giderek Devlet Başkan Yardımcısı Faruk El Şara ile görüştü.

Şara, "İsrail işgali, Lübnan ve Filistin halkına karşı en büyük provokasyon nedenidir. Lübnan ve Filistin’in ulusal direnişi bunun sonucudur" dedi, görüşmeden sonra basına yaptığı açıklamada, Hamas ve Hizbullah’a açık destek vererek.

Laricani ise İsrailli askerlerin kaçırılmasıyla ilgili olarak, "Yüzlerce Filistinli kadın ve çocuk İsrail cezaevlerinde, iki İsrail askeri için o kadar ses çıkarken neden bu tutuklular insan hakları meselesi haline getirilmiyor?" diye sordu.

Bu yaklaşım, bugün tahminlerden de geniş bir kesim tarafından paylaşılıyor. İsrail, kıyamet senaryosundan vaz geçmedikçe de İran-Suriye rejimleri, ezilenlerin sözcüleri olarak hak etmedikleri ama haklı bir desteğe sahip olacaklar.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın söylediği doğruysa

16 Temmuz 2006
BAŞBAKAN Erdoğan, önceki gün Ardahan’daki AKP Kongresi’nde bir şey söyledi dikkat ettiniz mi? "İsrail’e ’Biz bu onbaşıyı bulup, sizlere teslim edeceğiz, (Filistin Devlet Başkanı) Abbas da bunu istiyor. Başbakan Haniye de bunu istiyor’ dedik. Ama bütün bunlar dinlenmedi" dedi Başbakan.

Demek, HAMAS askeri vermeye yakındı. Demek işler yumuşuyordu.

Krizin neden tırmandığını, Lübnan’ın nasıl hedef tahtasına oturduğunu anlamak için geriye dönüp ayrıntıların altını çizince ilginç sonuçlar çıkıyor.

10 Temmuz’da HAMAS’ın siyasi lideri, politbüro başkanı Halid Meşal’in, Şam’da yaptığı basın toplantısı, bir dönüm noktası oluşturduğunu sonradan göreceğimiz kritik bir olaydı.

Başbakan Erdoğan’ın danışmanlarından Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Şam’da kendisiyle görüşmesinin ardından Meşal’ın El Cezire, El Arabiya ve Suriye devlet televizyonu kameralarının önüne geçerek dünyaya seslenmesi krizin tırmanacağının ilk işaretiydi.

Bu girişim, o güne kadar HAMAS-İsrail arasındaki çatışmada sessiz kalmış olan Şam Yönetimi’nin, HAMAS’ın siyasi liderliğine topraklarını açtığının ilk kez resmen kabulü anlamına geliyordu.

O güne kadar Meşal’in Suriye’deki varlığı resmen kabul edilmezken, HAMAS’ın siyasi liderinin aniden Şam’dan dünya kamuoyu önüne çıkması önemliydi.

Belki de bu, İsrail uçaklarının, devlet başkanı Beşar Esad’ın Lazkiye’deki yazlık sarayının üzerinden uçurulmasına verilen siyasi bir mesaj, bir meydan okumaydı.

Bu meydan okumadan hemen önce ise HAMAS-İsrail çatışmasında bazı kanallardan yumuşama sinyalleri gelmeye başlamıştı.

***

İSRAİL’li askerin kaçırılmasından sonra İsrail’in krizi sürekli tırmandırması ve Gazze’deki insanlık dramı karşısında Amerikan basınında Bush Yönetimi’nin HAMAS ve Suriye ile doğrudan temas kanallarını kapatan politikasının ABD’yi Ortadoğu’da etkisizleştirdiği yorumları yapıldı. Bu iddialara, İsrail’den eski Dışişleri Bakanı Yossi Beilin de katılıyor, eskiden bu gibi durumlarda Amerikalı bir bakanın ya da bir bakan yardımcısının, HAMAS ile görüşeceği ve Suriye’ye gidip Esad yönetimine kendi mesajını vermiş olacağını söylüyordu.

Ama bu kez Mısır ve Türkiye devreye sokuldu. Mısır’ın girişimleri sonuç vermedi.

İsrail ve ABD Yönetimi’nin İsrailli askerin serbest bırakılması için Davutoğlu’nun Meşal ile görüşmesine sessiz onay vermesi aslında çözüme kapı aralamak isteği değil de neydi?

İşte bu sırada bir şey oldu.

Filistin Başbakanı Haniye, ateşkes istedi. Ama İsrail hükümeti bir yandan arabuluculuk kanallarını zorlarken, öte yandan Filistin Başbakanı Haniye’nin bu isteğini reddetti.

Yeni hükümetin siyasi beceriksizliği olarak mı yorumlanmalıydı bu tavır? Belki de bazı güçler İsrailli askerin iadesi bahanesiyle HAMAS yönetiminin yıpratılmasını, Filistin’de hükümet değişikliğine gidilmesini istiyorlardı.

Cuma günü Erdoğan’ı "olanların insani boyutu" yok dedirten isyanı bu sorunun ipuçlarını da taşıyordu.

***

BAŞBAKAN Erdoğan’ın
dedikleri doğruysa, çözüme o kadar yaklaşılmışken fırsat kaçırıldıysa İsrail’de çatışmaları sürdürmekten yana olan güçlerin ağır bastığı görülüyor.

Ani saldırılara hedef olabileceğini hisseden Suriye’nin de bu duruma karşı, hazırlıksız yakalanmaktansa kontrollü kriz tırmandırma yolunu seçtiği görülüyor. Önce Meşal’in çıkışı, ardından Hizbullah’ın sahneye girişi bunun işaretleri.

Ne yazık ki hem İsrail, hem de Suriye kriz kontrol etme kapasitelerini çok ciddiye alıyorlar. Bu gidişle Ortadoğu’da kontrol krizlerin, çatışmaların eline geçecek.
Yazının Devamını Oku

İsrailli bakandan önemli açıklamalar

14 Temmuz 2006
Irak doğumlu İsrailli Altyapı Bakanı Benyamin Fuad Ben Eliezer, İsrail uçakları Lübnan’ı bombalarken İstanbul’daydı. İşçi Partisi’nin şahinlerinden, Lübnan işgalinin mimarlarından olan Eliezer’i, Şaron hükümetinin savunma bakanı olarak da tanıyoruz.

Eliezer’in geliş nedeni Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının açılışına katılmaktı ama İstanbul’daki görüşmemizde sohbetimizin odak noktası Ortadoğu’daki son gelişmelerdi. /images/100/0x0/55ea4264f018fbb8f8747b0f

MEŞAL İLE GÖRÜŞMEYİ KİM İSTEDİ?

Başbakan Başdanışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Meşal ile görüşmesini İsrail’in istediği söyleniyor doğru mu?

BEN ELİEZER:
Hayır biz istemedik. Ama Başbakan Erdoğan tarafından yapılan tüm girişimlere son derece saygı duyuyoruz. Şunu bilmenizi istiyorum ki onun İsrail’de çok sıcak bir yeri vardır. İsrail halkı ona çok büyük saygı duymaktadır. Bizim bu başbakan ile çok özel bir ilişkimiz var. Onu çok saydığımızı da söylemek istiyorum. Kesinlikle söyleyebilirim ki onun bu son girişimine de çok saygı duyduk ve bir sonuç çıkmasını bekledik. O, imkansızı yapmaya çalıştı.

Meşal ile görüşmeye ABD ve İsrail’in yeşil ışık yaktı söyleniyor. Doğru değil mi?

BEN ELİEZER: Herkes istediğini yapar. Kimseyi durduramayız. Ama önemli olan nasıl bir sonuç alındığıdır.

BİR PARÇA TOPRAĞIMIZ VAR ONU SAVUNACAĞIZ

Lübnan sınırındaki tırmanma olmasaydı, son günlerde Filistin hükümeti ile İsrail arasında yumuşama beklendiği haberleri gelmeye başlamıştı. Doğru mu?

BEN ElİEZER:
Gerçek bir yumuşamadan söz etmek doğru olmaz. Biz Hamas tarafından kaçırılan askerimizin iadesini istiyoruz. Başka da bir şey söyleyemem. Ben Hamas’a bir şans verilmesini savunan kişiydim kabinede. Ama artık böyle düşünmüyorum.

İsrail’in saldırganlığı tırmandırması sorunu içinden çıkılmaz hale getirmiyor mu? Şiddetin çözüm olmadığı görülmedi mi?

BEN ELİEZER:
Bugün Hizbullah hükümette. Hizbullah ile Hamas, Suriye, İran ve El Kaide arasında ilişki var. Dünya bizi eleştirmeden önce bu ilişkinin farkına varmalı. Bu gidişatın, hem bölgesel hem de küresel sorunlara yol açabileceğini görmeli herkes. Bizim bir parça toprağımız var onu savunmak için ne gerekirse yapacağız.

Lübnan’ı işgal etmenin İsrail’i savunmaya yetmediğini, geçmiş deneyimler ortaya koymadı mı?

BEN ELİEZER:
Biz Lübnan’ı geri dönmek için terk etmedik. Ama bu son olaydan sorumlu olan Lübnan hükümetidir. Hizbullah Lübnan hükümetinin üyesi. Bize saldırıldı, askerlerimiz öldürüldü, iki askerimiz kaçırıldı. Bunun anlamı şudur: Lübnan bize savaş açtı. Ne yapmamız gerekir? Bir kenarda oturup bekleyebilir miyiz? kendimizi savunmak meşru hakkımız. Savunmak için ne gerekirse yapacağız. Lübnan 30 yıl önceye gitmek istiyorsa gideceğiz. Biz bu işlerde deneyimliyiz.

Bu kan gölünü kurutacak formülünüz var mı?

BEN ELİEZER:
Nasıl sona erdireceğimizi bilmiyoruz. Hiçbir zaman kan dökmenin bir seçenek olduğuna inanmadık. Ama askerlerimizi eve getirmeye kararlıyız.
Yazının Devamını Oku

Hayalden gerçeğe Bakü-Ceyhan

10 Temmuz 2006
ÇOK büyük mücadelelere neden oldu, savaşlara yol açtı, darbeler hazırladı, kelleler götürdü, düzenleri altüst etti, gecikti, geciktirildi ama sonunda Hazar petrolü, Akdeniz’e indi. Hazar’dan çıkan petrole Azeriler "Denizin teri" diyorlar.

Petrol, insanoğlunun dikkatini çektiğinden bu yana ona ya taşın teri denmiş ya da denizin.

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı için az ter dökülmedi gerçekten de.

Hazar petrolü haziranın ortasından beri Ceyhan’dan tankerlere yükleniyor.

Ama bu hafta, yani 13 Temmuz’da hattın resmi açılışı yapılacak.

Bu açılışa katılacaklar kadar katılamayan fakat Bakü-Ceyhan’a en başından beri inanan, hattın gerçekleşmesi için savaş vermiş olan birçok insan var.

Kimseyi dışarıda bırakmak istemediğim için ben isim saymıyorum ama bu sürece emek vermiş olan herkesi şükranla aklımdan geçiriyorum.

Bu hat, Rusya’dan çıkıp Orta Avrupa’ya uzanan Druzhba’dan sonra dünyanın ikinci en uzun petrol boru hattı. Bakü-Ceyhan sayesinde dünya petrol üretiminin yüzde 8’i Türkiye’den pazarlara ulaşacak.

Günde 1 milyon varil petrolü dünya pazarlarına sevk edecek olan bu hat, Türkiye’ye yılda 300 milyon dolar bırakacak.

Petrolün sırrı büyüktür. Kolay çözülemez.

Petrol bağımlısı dünyada, petrolle ilgili hiçbir rakkam tam olarak doğruyu yansıtmaz, hiç bir söz, son söz olmaz.

Petrol yüzünden darmadağın edilmiş bir imparatorluğun mirasçısı olmamıza rağmen, bizim petrol kültürümüz o kadar yoktu ki, son on yılı biz bu sırrı çözmeye çalışmakla geçirdik.

Bakü-Ceyhan bizim petrol kültürümüzün başlangıcı oldu. Bu deneyim, Türkiye kamuoyunun enerji konularına daha titiz, daha dikkatli ve daha bilinçli yaklaşmasında etkili bir açılım sağladı daha da sağlayacak.

* * *

BU
hat başlangıçta Bakü-Ceyhan güzergahını hedefliyordu. Daha sonra Rusya’nın Kafkasya’daki gücünü korumak için çeşitli manevralara girdiği fark edilince Gürcistan da eklendi.

Eğer Karabağ sorunu çözülmüş olsaydı, Mutlaka Ermenistan da bu güzergahta yerini alacak ve Kafkasya’nın bu önemli zenginliğine ortak olmuş olacaktı. Ermenistan, bu fırsatı kaçırdı.

Ancak geçen ay çok önemli bir gelişme oldu. 16 Haziran’da Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev ile Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev anlaşma imzaladılar.

Kazakistan, Bakü-Tiflis-Ceyhan’a petrol verecek.

İlk başta mütevazi bir miktar, bu yıl üç milyon ton Kazak petrolü BTC’den geçecek. Orta vadede 7.5 milyon tona çıkacak. Kazakistan’ın taahhüdü yılda 25 milyon ton.

Ama olsun. Bu hattın ekonomik olabilmesi için Kazak petrolü çok önemliydi. Rusya’nın baskısı nedeniyle Kazakistan Hazar havzasından çıkardığı tüm petrolü Novorossisk’e yolluyordu. Yıllar süren müzakereler sonucunda Nazarbayev taahhüdünü yerine getirdi.

Artık Bakü-Tiflis-Ceyhan’a Kazak petrolü de akacak. BTC ileride Kazakistan’a da açılacak. O zaman gelecek petrolün miktarı da artacak.

Hattın talibi çok. İran da Hazar’daki petrolünü bu hat ile Akdeniz’e çıkartmayı teklif etti, İsrail, Aşkelon-Elot boru hattı ile BTC’yi Akdeniz’den Kızıldeniz’e uzatmayı böylece Hint ve Çin pazarlarına açmayı öneriyor.

* * *

DÜNYA
enerji yollarının çeşitlenmesi ve şeffaflaşmasında önemli bir adım olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Türkiye’yi de enerji aktörleri sahnesine taşıyor.

Bu sahnede büyük oyunlar oynanıyor. Hem yazıp hem oynayan kazanıyor.
Yazının Devamını Oku

Biz yabancıyı sevmez miyiz

9 Temmuz 2006
AVRUPA’da son yıllarda ırkçılık ve ayrımcılığın yükselişini izlerken ve eleştirirken, kendimizi nasıl gözden kaçırdığımızı yapılan son anketler ortaya koyuyor. Pew araştırma şirketinin Avrupa’da Müslümanlar konulu anketine göre Türkler, Hıristiyanların kendilerine düşman olduğuna inanıyor. Bu oran Avrupa’da yaşayan Müslümanlarda daha az.

Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Ersin Kalaycıoğlu ile Doç. Ali Çarkoğlu’nun birlikte yaptıkları Türkiye’de sosyal tercihler araştırmasında da benzer sonuçlara rastlanıyor. Örneğin ankete yanıt verenlerin yüzde 67’si nesiller arası çatışmanın temelinde "gençlerin Batı’ya özenmelerinin yattığı" görüşünü savunuyor. Türkiye’de Müslümanlık dışındaki dinlerin yayılmasına karşı çıkanların oranı yüzde 69.

Türkiye’de Batı karşıtlığı sadece dinsel değil, aşırı milliyetçi çizginin güçlenmesiyle el ele gidiyor.

Eurobarometre araştırmasında Türkiye’de AB desteğinin yüzde 43’e gerilemesinde de görebileceğimiz gibi, bu İslamcı ve milliyetçi içe kapanmanın güçlenmesinin iç ve dış nedenleri var.

Türkiye için en önemli iki dış neden Irak savaşı ve Avrupa Birliği süreci.

ABD’ye olumsuz bakanların oranı 2002’de yüzde 50 iken bunun bu yıl yüzde 69’a yükselmesi kimi şaşırtabilir ki?

Irak savaşının sonuçları ortadayken, ABD karşıtlığının yükselmesi sürpriz sayılamaz. Bu ortamda, Pew anketine yanıt veren dört kişiden üçünün anti Amerikancı olmasından, yüzde 44’ünün Hamas’a sempati duymasından, yüzde 53’ünün İran’ı desteklemesinden daha doğal ne olabilir ki?

Avrupa Birliği süreci de benzer duyguları besliyor. Özellikle Avrupa Birliği’nin Kıbrıs’a yaklaşımı Türk insanının adalet duygusunu zedeliyor.

Ezenlere karşı ezilenlerin yanında yer almak istiyen insanların, doğru siyasi yönlendirme eksikliği nedeniyle sonuçta kendi dininden olmayana düşman, inancından olmayana kuşkulu ve milletinden olmayana kapalı bir toplum olmasına giden yol bu.

***

ERTUĞRUL
Özkök’ün 7 Temmuz tarihli yazısında yaptığı "felakete gidiyoruz" uyarısı çok ciddi. Türkiye tek tipleşiyor, farklı olana tahammül azalıyor, farklılıklar çatışmalara yol açıyor. Bunlara karşı ciddi bir entegrasyon siyaseti geliştiren hiçbir parti yok.

Kışkırtıcı dış dinamikler var fakat, gelişmeleri yönlendirecek iç dinamikler mevcut değil.

Eğer Türkiye’de etkili bir sol parti olsaydı demokrasiye inancın yüzde 44’lere gerilemesi mümkün müydü?

CHP, artık solu temsil etmiyor çünkü solun temel değerlerini savunmuyor.

***

21 HAZİRAN
’da Fransa’da müzik bayramı vardı. Eski kültür bakanlarından Jack Lang’ın Fransa’ya hediyesiymiş. Müzik bayramında Strasbourg’daydım. Her sokaktan ayrı bir müzik yükseliyordu.

Afrika müziği ile Ortadoğulu müzisyenlerin şarkıları birbirine karışıyor, aryalar susunca birkaç sokak ötedeki pop konseri duyuluyordu. En işlek caddelere davul zurna hakim oluyor, zılgıtlar halaylarla resmi geçit yapıyordu.

Afrikalılar, Türkler, Araplar, Asyalılar. Kimdi bunlar?

Dünyanın her tarafından gelip bu ülkenin bir parçası olmuş bu insanlar, günümüzün Fransızları, bugünün Fransa’sı.

Avrupa’nın en merkezci, en ulusalcı ülkesindeki bu farklılık zenginliğine imrendim.

Fransızların kendilerinin bile pek bilincinde olmadıkları bu gerçeğin üzerinde herkesin bir kez daha düşünmesi için ben de bugün kupayı Fransa’nın almasını diliyorum.

Fransızların, "kazanırsak Hac’ca gideceğim" diyen Ribbery’i, gururla Kabe’ye uğurlayışlarını görmek istiyorum.
Yazının Devamını Oku

Stratejik vizyon

7 Temmuz 2006
GERÇEK adı çok uzun. "Türk Amerikan Strtaejik Ortaklığının İlerletilmesi için Ortak Vizyon ve Planlı Diyalog Belgesi." ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın nisan ayında Ankara’ya yaptığı ziyaretten önce gündeme gelen ve o sırada somutlaşan ortak vizyon belgesi Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Washington temaslarında sonuçlandırıldı.

Bu belge bir anlaşma değil. Ama tezkere kriziyle gerginleşen ilişkilerin yeniden rayına oturtulmasını amaçlayan önemli bir adım.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler ve işbirliğinin soğuk savaş döneminde aşikar olan çerçevesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan yeni koşullara kendisini uydurmakta zorluk çektiği için yeni bir ray döşeme ihtiyacı ortaya çıktı.

İki kutuplu dünyada tehdit algılaması, yani dost ve düşman tanımlamaları net, dostların birbirlerinden bekledikleri ise belliydi.

Tezkere krizi, yeni dönemde algılamaların ve beklentilerin farklılık göstereceğinin ilk değil, ama önemli bir işareti oldu.

İşte bu uzun isimli belge Türkiye ve ABD’nin, iki eski dostun, ilişkileri yeniden gözden geçirme ve gelecekle ilgili beklenti ve görüşlerini birbirine yakınlaştırmayı amaçlıyor.

Belgenin anlamını en iyi Matt Byrza özetlemişti. Rice’ın Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu yardımcısı olan Byrza, Gül’ün ziyareti öncesinde Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada, iki ülke ilişkisinin zaten çok yakın ve zengin olduğunu, bu yüzden aslında böyle bir belgeye ihtiyaç bulunmadığını söyledikten sonra yine de bunu dosta düşmana göstermek için bazen bu tür girişimlerin iyi olacağını belirtiyor.

Byrza, belgenin gerekliliğini anlatırken, "bürokrasilere ikili ilişkilerde önceliklerin anımsatılması"nı da amaçlardan biri olarak gösteriyor.

***

BELGE
iki kısımdan oluşuyor. Ortak vizyon ve planlı diyalog.

Birinci kısımda Türkiye ve Amerika’nın bölgesel ve küresel hedeflerinde aynı vizyonu paylaştıkları belirtiliyor. Yani "barış, demokrasi, özgürlük ve refah"ın artırılması.

Bu nedenle de iki ülkenin karşılaşacağı sorunlar ve fırsatların ortak olacağı sonucuna varılıyor ve bunlara karşı ortak çaba gerektiği belirtiliyor.

Ortadoğu ile başlayan ortak sorunlar sıralamasının başında Filistin-İsrail sorunu bulunuyor. Bunun çözümünde görüş birliği zaten var.

Irak’ın toprak bütünlüğünün altı çizilerek, "Birleşik Irak’ta istikrar, demokrasi ve refahın yerleşmesi için işbirliği" öngörülüyor.

Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya ve Afganistan da ortak politikaların geliştirilmesi öngörülen bölgeler arasında sayılıyor.

İşte burada biraz durmak gerekiyor. Bu coğrafya, Rusya faktörünün dikkatle hesaba katılması gereken bir bölge. ABD ile ortak vizyon bu bölgede her zaman sağlanamayabilir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD ile Rusya arasındaki işbirliği alanı artarken enerji yolları sorunu ciddi bir kırılma noktası olarak öne çıktı.

Nitekim, enerji yollarının çeşitlendirilmesi ve güvenliği konusunun altı çiziliyor.

Buna karşılık, belgede Kıbrıs ve PKK konusunda Türkiye’nin hassasiyetleri dikkate alınıyor.

Kıbrıs Türkleri üzerindeki izolasyonun sona ermesinden söz ediliyor ama bunun KKTC’nin tanınması anlamına geldiği sanılmasın. Çünkü BM çerçevesinde çözüm kapsamında Kıbrıslı Türklerin tecritten kurtulmalarının amaçlandığı vurgulanıyor ortak vizyon belgesinde.

Bir ayrıntı daha. Terörle mücadelede sadece PKK değil, "uzantılarından" da söz ediliyor. Bu ifade öncelikle Irak’ta kurulmuş olan PKK’ya bağlı örgütleri kastediyor.

Bundan önce onların Irak’ın siyasi partileri olduğu söylenirdi. Demek bu noktada ortak vizyon oluşturulmuş.

***

MÜTTEFİKLER
arasında ortak vizyon belirlenmesi, bunun uzun tartışmalarla ortaya çıkması önemli. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Planlı diyalog çerçevesinde, Siyaset Planlama Danışmaları bölümünde şöyle deniyor:

"Eğilimleri, trendleri ve gelişmeleri stratejik açıdan analiz etmek ve gerekirse izlenecek siyasetler ve kullanılacak araçlar tavsiye etmek amacıyla Siyaset Planlama Birimleri arasında düzenli toplantılar yapılacaktır."

Eşit güçler arasında, karşılıklılık esasına dayalı olduğu sürece denecek bir şey yok,.
Yazının Devamını Oku

Telefondan İsrail’e destek çıktı

3 Temmuz 2006
HAFTA sonu Başbakan Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı George Bush arasındaki telefon konuşması sayesinde Washington’un son krizle ilgili tavrı netleşti. ABD, İsrail’e destek verdi.

Bu telefon konuşması, ABD Güvenlik Konseyi sözcüsü tarafından açıklanana kadar İsrail saldırılarıyla ilgili olarak Washington’dan yapılan açıklamalarda daha orta yolcu bir çizgi vardı.

Ama şimdi öğreniyoruz ki Bush, "İlk hedefimiz İsrailli askerin serbest bırakılmasını sağlamak olmalıdır. Krizin sonuçlandıracak anahtar budur" diyor.

Bush’un Erdoğan’a söyledikleri İsrail’e cesaret vermekle kalmıyor, AKP hükümetinin arabuluculuk girişiminden ne beklendiğini de açıkça ortaya koyuyor.

Yani durum, bize yansıtılandan biraz farklı.

***

BAŞBAKAN
Cumartesi günü İsrail’e tepki koyuyor, saldırıların Birleşmiş Milletler kararlarını ihlal ettiğini söylüyor ve bir askere karşı bakanların tutuklanmasının eşit bir tepki olmadığını vurguluyor.

Sonra da Bush ile konuşuyor ve görüşmenin çok olumlu geçtiği, Erdoğan’ın İsrail’li askerin serbest bırakılması için Filistin’e zaman tanınmasını istediği açıklanıyor. ABD Başkanı Bush’un da çabaları çok önemli bulduğu ve soruna çözüm için ortak çabanın sürmesini istediğini öğreniyoruz Başbakanlık kaynaklarından.

ABD’den gelen mesajlar ile burada duyduklarımız birbirini tutmuyor.

ABD Başkanı Bush’un söylediklerini ABD Güvenlik Konseyi sözcüsünün açıklamasından öğreniyoruz da, bu koşula bizim ne yanıt verdiğimiz belli değil.

Bush ile aynı görüş paylaşılıyor mu paylaşılmıyor mu?

Bu tutarsızlık AKP’nin HAMAS ile bu kadar dirsek temasında olmasından kaynaklanıyor. Ve bu durum sanıldığının aksine, Türkiye’nin gerçekten bu olayda oynayabileceği aktif rolü olumsuz etkiliyor.

***

BİR
asker kaçırıldı diye neden İsrail bu kadar şiddeti tırmandırıyor?

Ya Gazze’yi yeniden işgal edeceğiz ya da HAMAS liderlerini öldüreceğiz diye resmen açıklamalar yapılıyor. Ve bunları blöf olsun diye yapmadığı gözü karalığından anlaşılıyor.

Çünkü HAMAS, İsrail ordusunu test ediyor.

1994 yılından bu yana hiçbir İsrail askerinin kaçırılmamış olması İsrail ordusunun gücü ve caydırıcılığının örneği olarak gösteriliyordu.

Şimdi bir İsrail askerinin içlerinde HAMAS üyeleri de bulunan Filistinli gruplar tarafından kaçırılması bu caydırıcılığa kafa tutma olarak değerlendiriliyor.

Bu bir bilek güreşi. İsrail ile Filistin arasında değil. İsrail ile HAMAS arasında.

Gazze’de insanlar acı çekiyor. Hastalar, çocuklar, yaşlıların yardıma ihtiyacı var. Filistinliler yine köşeye sıkıştırılmış durumda, HAMAS hükümeti iktidara geldiğinden beri zaten hiçbir şey veremiyor halka.

Ama şimdi İsrail’in şiddetli tepkisi HAMAS’ın işine yarıyor.

Daha bir hafta öncesine kadar El Fetih ile çatışan HAMAS, şimdi ortak düşmana karşı El Fetih ile beraber. Halk HAMAS’ın arkasında.

HAMAS bu bilek güreşinde, kolay geri adım atmaz. İsrail de öyle.

İsrail’in şiddete baş vurması, Suriye semalarını ihlali gibi saldırgan hareketleri de bölgede HAMAS’ın arkasındaki güçlerin sadece tezlerini güçlendirmekle kalmıyor, hükümetlere kamu oyu desteği de sağlıyor.

Bu güç oyununda biz ne yapabiliriz. Gerçekleri konuşmaktan başka.
Yazının Devamını Oku