Ferai Tınç

Tam da bugünler için insan hakları

4 Temmuz 2008
KARS’a giderken uçakta İnsan Hakları Örgütü Uluslararası Yürütme Komitesi üyesi Levent Korkut ile yan yana oturuyoruz. Bana hiç bilmediğim bir şeyi söylüyor. Uluslararası Af Örgütü, 1972 yılında Türkiye’deki işkenceler üzerine ilk raporunu yayınlama kararı alıyor. Bu karara genç bir kadının tanıklığı neden oluyor. Adını yazmıyorum, yakın bir arkadaşım S.E.

Ne darbeler, ne darbecilere anlayışlı olmam mümkün değil.

Otuz yıldan beri Türkiye darbelerle yatıyor, darbecilerle kalkıyor. İşin acısı, darbelere karşı darbecilerin yöntemleriyle mücadelenin hálá onay alması.

Hem darbe girişimlerini açığa çıkartan hem de darbeyi desteklediği iddia edilenler aynı yöntemlerle susturuluyor.

İktidar tepişmelerinde ilk darbe ifade ve düşünce özgürlüğüne indiriliyor.

Önce basın kuşatılıyor.

* * *

ERGENEKON
operasyonuyla ilgili olarak gazetecilerin gözaltına alınması, daha önce alınan gazetecilerin tutukluluk sürelerinin aylardan beri devam etmesi sadece düşünce özgürlüğüne değil insan haklarına da aykırı.

Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi’nin 19. maddesi "Her bireyin fikir ve fikirlerini açıklama hürriyeti vardır. Bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını da içerir" diyor.

Fikirlerini açıklamak gibi, onları yaymak da bir insan hakkıdır.

Bir yandan demokrasiden, özgürlüklerden söz ederken öte yandan karşıt görüşleri susturmaya çalışmak ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Darbeci çeteleşmeleri mahkum etmek, darbeci zihniyeti teşhir ve mahkum etmekten çok daha kolay ama darbe tehditlerini ortadan kaldırmaya yetecek tek yöntem değil.

Düşüncelere karşı mücadele ancak düşünce ile olur.

* * *

HÜRRİYET’
in 60’ıncı kuruluş yıldönümü ve İnsan Hakları Bildirgesi’nin ilanının 60’ıncı yılı nedeniyle yola çıkan trenin ilk durağı Kars’tı.

On yılda bütün yurdu demir ağlarla örmüş ama sonra unutmuş gitmişiz. Hürriyet’in insan hakları projesine inanarak destek veren Devlet Demir Yolları Müdürü Süleyman Eken’den, 1950’den 2004’e kadar sadece bin km’lik bir yenileme yapıldığını öğreniyoruz. Halbuki o döneme tam üç darbe sığdırmışız.

Bir yandan operasyonla ilgili haberleri izliyor, öte yandan Karslıları dinliyorum.

İnsan hakları ihlallerinin en büyüğü yoksulluk. Herkesin ortak derdi.

İnsan hakları Örgütü’nün çocuklarla yürüttüğü çalışmalara göz atıyorum.

İhtiyaçlarını pusulalara yazmış çocuklar. Okula gitmek isteyen kız çocukları çoğunlukta.

Bir tanesi var ki, içim burkuluyor. "Herkese bir şans verilsin!"

İnsanlara bir defa bile şans verilmediğini düşünen kaç çocuk var acaba bu ülkede?

İnsan hakları bilinci yaygınlaşmadan, bu ülke darbe heveslerinin, zorbaların gölgesinden kurtulamayacak, bu ülkenin çocukları da hayalini kurdukları insanca yaşam şansını yakalayamayacaklar.

İnsan Hakları değerlerini hayatın içinde yeniden gözden geçirmenin tam zamanı.
Yazının Devamını Oku

Dağlıca’dan Karabük’e köprü

30 Haziran 2008
HEM bir edebiyatçı çağırıp "konuş" diyeceksin hem de söylenenleri beğenmeyince konuşmaktan men edeceksin. Karabük’te düzenlenen bir festivalde konuşmacı olan Latife Tekin’i susturan AKP’li Belediye Başkanını kızdıran sanayileşen kentler ve edebiyatla ilgili konuşması gerekirken yazarın tutup enerji politikasını eleştirmesi olmuş.

Bu politikaya "aşağılık" demiş. Biz onu siyaset konuşsun diye çağırmadık diyor Başkan.

Nükleer santral yapımına karşı çıkmayıp alkışlasaydı siyaset yapmış sayılacak mıydı yine de?

Ya da AKP’nin hazırladığı yasada temiz enerji kullanımının teşvik edilmeyişine "son derece yerinde bir karar" deseydi?

O zaman " büyük sanatçı" olacaktı hem de "iyi bir edebiyatçı."

Kimilerinin yeni modernizmi bu oluyor. Periferden merkeze gelen ezilmişler edebiyatına sadık kaldığın sürece muhteşemsin, ama eleştiri getirmeye başladığında "in aşağı oradan!"

Doğruya doğru. Bu sadece AKP’ye mahsus değil.

Ne yazık ki demokrasi kültürü bir türlü geliştirilemediği için, eleştiriler her kesimde tepkiye yol açmakla kalmıyor, üstelik bunlara karşı hep aynı kalıplarla yanıt veriliyor.

Her eleştiri hakaret, her sorgulama "yıpratma" amaçlı.

Hep bir "kasıt" aranıyor.

* * *

TARAF
Gazetesi’nin Dağlıca olayının önceden bilindiği haberi yalanlanmadı.

Ama Genelkurmay Başkanlığı bu gizli belgeyi sızdıranlar hakkında dava açıldığını açıkladı.

Bu meselenin sadece bir yönü. Tabii ki bir vatandaş olarak bu da beni ilgilendiriyor.

En önemli güvenlik kurumunda güvenliğin gözden geçiriliyor olması rahatlatıcı.

Ama beni esas ilgilendiren konu açıklık kazanmıyor.

Genelkurmay açıklamasında gizli belgenin uyarı amaçlı olduğu ve saldırının asıl amacına ulaşmasının engellendiği söyleniyor. Mahkeme sürecinin sonucunun beklenmesi isteniyor.

Kamuya ulaşan bu bilgilerin yıpratma amaçlı olduğunu söylemek tabii ki akıllara takılan sorulara yanıt değil.

Hrant Dink’in öldürüleceğinin bilip de engellenmemiş olması nasıl benim güvenlik meselemse ve bu noktadaki hataların bir daha tekrarlanmaması için bütün ayrıntıların ortaya çıkmasında ısrarcıysam, Türkiye’yi savaşın eşiğine getiren, ABD’yi terörle mücadelemizde olduğundan daha önemli bir aktör haline sokan Dağlıca olayına da ilgisiz kalamam.

Kalınamaz, kamuoyu bu sorulara bugün ve yarın her zaman yanıt aramaya devam edecek. Çünkü kim ne derse desin o, bir dönüm noktası olarak ileride de karşımıza çıkacak.

* * *

ELEŞTİRİLENLERİN
dönüp ilk eleştirdikleri ise her zaman medya oluyor. Hata yok mu, var. İyi gazetecilik yapmak her zamankinden daha zor ama her zamankinden daha gerekli. Fakat bu tek taraflı bir şey değil.

Genelkurmay açıklamasında, Taraf Gazetesi’nin yayınladığı bir başka belgeyle ilgili olarak medya eleştiriliyor. "Kendilerine ulaşan her belgeyi doğru kabul ederek yayınlayan anlayış" etik, demokratik ve yasal değildir deniyor.

Bir duyumu haber haline getirmeden birkaç kaynaktan araştırmak, öncelikle de ilgili kaynağa sormak gazeteciliğin alfabesidir.

Ama askerle ilgili haberlerde bugün kaç gazetecinin her hangi bir askeri kaynağa ulaşma şansı vardır? Basın toplantılarında bile sübjektif tercih yöntemiyle gazeteci seçen bir kurumun, kendilerine ulaşan her belgeyi doğrulatmadan yayınlıyorlar diye kızması haklı bir şey midir?

Doğrulatmadan yayınlanan belgeler "kasıtlı" girişimlerdir diyebilmek için haber alma özgürlüğüne uygun, ayrımcı olmayan bir basınla iletişim mekanizmasının da kurulması gerekir.
Yazının Devamını Oku

Bölünme eskisi kadar korkutucu değil

29 Haziran 2008
BİR zamanlar böyle güzel mekanlar yoktu kuzeyde. İlk yıllarda bir tek Kıbrıs Aşı vardı. Bir çokları gibi şeftali kebabını ben de ilk orada tatmıştım. Şimdi gidecek çok yer var. Mekanlar çoğaldı çoğalmasına ama konuşulan şey hep aynı. Kıbrıs sorunu. Annan Planı’ndan sonra yaşanan sessiz dönemin sonuna geldik. Temaslar, yazışmalar, buluşmalar ve demeçler dönemi yeniden başlıyor.

Cuma günü Rumlarla bu yeni mekanlardan Çaparik’te bir araya geldik.

KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın isteği üzerine düşünce kuruluşu ASAM’ın düzenlediği gezinin ikinci günü Rum siyasetçi, diplomat, iş adamı ve akademisyenlerden oluşan grubun görüşlerini dinledik.

Yeni görüşme süreci başlarken adanın her iki tarafına da koyu bir güvensizlik duygusu hakim.

Kimse birbirine güvenmiyor.

Kıbrıslı Rumlar Türkiye’ye güvenmiyorlar. Kıbrıslı Türkler, barış olsa bile Kıbrıslı Rumların sözlerini tutmayacaklarını düşünüyorlar. İngiltere gibi, BM temsilcileri gibi uluslararası aktörlere ise herkes şüpheyle bakıyor.

Bu güvensizlik iklimi var oldukça çözüm için gerekli her adım, bir "dayatma" olarak algılanacak. Bu yüzden siyasi liderler çok sıkışıklar. İç kamuoyunu rahatlatmak için sürekli karşı tarafı kışkırtacak mesajlar veriliyor. Çözeceğiz derken, her adım çözümsüzlük atmosferini pompalıyor. İngiltere ile imzalanan memorandum gibi.

***

BİZİM
konuştuğumuz Kıbrıslı Rumlar, Annan Planı’na hayır demekle birleşme için bir fırsatı kaçırdıklarını düşünüyorlardı.

Ama bazıları için "taksim" bile ondan iyiydi.

Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos, "Taksim bizi korkutmamalı" diyor mesela.

Dünkü Alithia Gazetesi’nin haberine göre II. Hrisostomos, "Herkes mevcut durumun çözüm olmadığını haykırıyor. Tamam katılıyorum çözüm değil. Ama Annan Planı mevcut durumdan daha mı iyiydi? Bana daha kötüsü sunulsa kabul mu edeceğim" diye soruyor.

Emekli bir Rum diplomat da "Bölünme korkusu eskisi kadar geçerli değil artık" diyor "Türklerle tekrar karışmaktansa bugünkü durumun devamını tercih edenler var."

Bu kez de Hristofias ile Talat bu işi çözemezlerse ne olur diye sorduğumuzda, aldığımız yanıt da aynı doğrultuda: "Boşanma kaçınılmaz."

***

TABİİ
ki, yeni bir müzakere sürecine hazırlanan Kıbrıs’ta hakim olan hava bu değil. Ama bu sözleri Kıbrıslı Rumlardan ilk kez duyuyorum.

Eğer bu süreç bir yerlerde tıkanır, ya da uluslararası toplum her iki tarafın üzerine fazla giderse baskılar sadece Türkleri değil, Rumları da masadan kaçırabilir.

Öyleyse, bu yeni dönemde "çözüm" formülleri arasına, didişen ortak olmaktansa, iki iyi komşu olma seçeneğinin girdiği de fark edilmeli.

Fark edilmeli ki, Türkiye dahil yabancı askerlerin durumunun bugüne kadar konuşulanlardan değişik parametrelerde ele alınacağını, mülkiyet meselesinin çözümünde yeni öneriler düşünmek gerektiğini, bölünme durumunda iki devletin de AB üyesi olacağını bunun da garanti anlaşmalarını rafa kaldıracağını bilerek b ya da c planları hazırlanabilsin.

Bu hiç de kolay değil. Daha masadaki A planı bile belli değil. KKTC’de bu belirsizlik sıkıntı yaratıyor. Muhalefet liderleri Serdar Denktaş ve Tahsin Ertuğruloğlu, "Bilgilendirilmiyoruz.. Endişeliyiz" diyorlar.
Yazının Devamını Oku

Sıcak adadan sıcak haberler

27 Haziran 2008
AKDENİZ’in en güzel adalarından birinde, masmavi kıyılarda hayat cıvıl cıvıl değil. ’Ne zaman öyleydiki’ diyeceksiniz. Haklısınız.

Buraya yirmi yılı aşkın bir süredir geliyorum. Her gelişimde bir cam tavanla karşılaşıyorum. Hayatı "pause"ye alan donduran bir cam çadır. Parçalanır parçalanmaz hayat cıvıl cıvıl olacak umudunu saklayan cam bir kavanoz.

Kıbrıs.

Annan referandumunun etkisi, sonuçları, hatta planın kendisinin izleri tamamen solup gitmiş buralarda.

İbre yeniden Türklere ve Türkiye’ye dönmüş. "Çözüm için bir şeyler yapın!"

Kıbrıs bu yazı yeni bir sürece hazırlanacak geçirecek.

Annan Planı’na götüren o yıllar süren görüşmeler al baştan. Bu kez Talat ile.

Farkı, bizim henüz fark etmemiş olmamız.

Kıbrıs’tayız.

Bu kez ASAM’ın düzenlediği bir araştırma gezisini izlemek için gelen bir grup köşe yazarı, akademisyen ve konunun uzmanı diplomat ile.

* * *

KIBRIS
’ın iki lideri Talat ve Hristofyas 1 Temmuz’da buluşacaklar. Sonra büyük bir olasılıkla 23 Temmuz’da tekrar bir araya gelip eylülde görüşmelere başlama kararı alacaklar.

Eylül demek, görüşmelerin gelecek yıla sarkması demek.

2009 Kıbrıs Türkleri ve Türkiye üzerinde baskı yaratacak dinamiklerin harekete geçirilebileceği bir yıl.

Avrupa Birliği, Türkiye’nin Kıbrıs bandıralı gemilere limanları açmamasını gözden geçireceği ve 8 başlığın bloke edilmesi kararıyla ilgili raporunu hazırlayacak 2009’da.

Hristofyas, daha şimdiden Avrupa Birliği ve dünya kulislerinde Kıbrıs Türklerini değil, esas olarak Türkiye’yi muhatap alan bir siyaset izleyeceği işaretlerini veriyor.

Türkiye’deki siyasi belirsizliği sık sık gündeme getirerek bu durumda görüşmelerin yürümesinin zor olduğunu söylüyor, adanın işgal altında olduğunu, bu durumun çözüme engel olduğunu anlatıyor.

Bu yüzden de Kıbrıslı Türklerin "tam teşekküllü görüşme süreci" dedikleri görüşmelere başlamadan önce Ada’nın askersizleştirilmesi ve garanti meselesini gündemin başında tutuyor.

Eski garantörlerin yerini Avrupa Birliği’nin alması gerektiğini savunuyor.

* * *

GÖRÜŞME
ve çözümden söz ediliyor ama her iki tarafın da "çözüm" sözcüğünü bolca kullanmalarına rağmen ciddi bir hayal kırıklığı var Türk tarafında.

Nasıl olmaz? 23 Mayıs’ta Birleşmiş Milletler Temsilcisi’nin de katıldığı görüşmeden çıkışta her iki liderin iki taraflı, iki toplumlu iki kurucu devletli çözümden yana olduğu açıklanırken İngiltere Rum Yönetimi ile o meşhur memorandumunu imzalamaya hazırlanıyormuş.

Üstelik Türkiye ile İngiltere’nin stratejik işbirliği anlaşması imzalamasından bir ay sonra.

Çözüm için görüşmelere hazırlanan Türk tarafı için tam bir sürpriz.

Bu memorandumda İngiltere iki devlet mevlet yok, iki egemenlik de yok diyor. Ayrıca, bundan sonraki müzakerelerin Avrupa Birliği müktesebatı temelinde yapılacağı anlayışı da memorandumda yansıyor. İngiltere bu anlaşma ile Rum yönetiminin görüşlerine destek veriyor. Çözüm sürecinde kolaylaştırıcı taraf olduğu iddiasındaki İngiltere düpedüz taraf tutuyor.

Talat’a bunu sorduğumuzda, hayal kırıklığını açıkça ortaya koyuyor. Tepki de veriyorlar ama Talat, "Çözüm bizim yararımızadır. Biz çözüm için çalışacağız" demeye devam ediyor.

Türkiye’nin tepkisini bilmiyorum. Ya benim bile duyamadığım kadar hafif, ya da Ankara bu işlerle pek uğraşmıyor artık.

Kıbrıs’ta hava sıcak, deniz sıcak, haberler de sıcak. İlginç bir dönem başlıyor.
Yazının Devamını Oku

Kerkük planı kimseyi memnun etmedi

23 Haziran 2008
KERKÜK sorunu yeni bir dönüm noktasına doğru ilerliyor. Aralık 2007’de yapılması planlanan referandumun son ertelenme tarihi önümüzdeki hafta doluyor.

Irak Kürtleri, Haziran sonuna kadar bir çözüm planının önlerine gelmesini bekliyorlardı.

Birleşmiş Milletler Irak misyonunun hazırladığı ve BM Genel Sekreteri’nin Irak Özel Temsilcisi Steffan de Mistura’nın 5 Haziran’da Irak Hükümeti’ne sunduğu plan kimsenin hoşuna gitmedi.

Bu ilk denemeydi. Özel Temsilci’nin iki alternatif önerisi daha olacak.

Kürtler, BM önerisinin anayasanın 140’ıncı maddesine aykırı olduğunu ileri sürdüler.

Tartışmalı bölgelerin kaderinin referandum ile belirleneceğini bekliyorlardı. BM, bu bölgelerin yönetimini Irak Kürdistan Yönetimi ile merkezi hükümet arasında paylaştırarak, Kürt yönetiminin etki alanını sınırlamış oldu.

Araplar ve Türkmenler de öneriye farklı bir açıdan karşı çıktılar.

Türkmenler ve Araplar, Kerkük’te yönetimin paylaşılmasını istiyorlar. Talabani’nin kabul ettiği yüzde 32’lik temsil hakkı için uzun zamandan beri mücadele veren Arap ve Türkmenler, BM önerisinde, bölgesel yönetim planlarının Sünni Arapların boykot ettiği 2005 seçim sonuçları dikkate alınarak düzenlenmesini doğru bulmadılar.

* * *

BİR
sorun çözümsüzlüğe gittikçe, çözüm önerilerindeki teknik ayrıntılar o kadar karmaşıklaşır ki içinden çıkılmaz hale gelir.

Çözüm için tarafların tümünde aynı siyasi irade olmayınca devreye giren arabulucuların herkesi memnun etmek için ürettikleri karmaşık önerilerin hayata geçme şansı da pek yoktur aslında.

Kerkük de şimdi böyle sıkıntılı bir aşamadan geçiyor.

Bunun yakında çözümü de mümkün görünmüyor. Kürdistan Yönetimi çıtalarını o kadar yüksek tuttu ve halka öyle vaatlerde bulundu ki, çözmek istese bile atacağı her geri adım, kendi siyasi rakiplerinin eline güçlü kozlar verecek.

Ama tersi de mümkün değil. Dünya petrol rezervlerinin önemli miktarının yer aldığı bu coğrafya bütün Irak için önemli. Ama en çok da bu toprakları ana vatan olarak bilen insanlar açısından hayati bir sorun.

Zaten BM önerisini reddederken Türkmenler, Şii ve Sünni Arap gruplar, sorunun herkesi memnun edilecek biçimde çözülmemesi durumunda bölgede istikrarın mümkün olmayacağını açıkça söylüyorlar.

* * *

KERKÜK
’e birkaç yıldır gitmiyorum. Benim savaş öncesi ve sonrası gördüklerim arasında büyük fark vardı. Savaş öncesi, yeşil bahçeler içindeki evlerde, yoksul ama görmüş geçirmiş bir hayatla karşılaşmıştım. Saddam’a karşı gizli bir nefret ve korku dolu bir hayat.

Savaş sonrasında ise her şey toprak rengine bürünmüştü, yıkıntılar, yoksulluklar ve yoksullar Amerikan askerlerinin dikenli telleriyle çevreledikleri sokaklarda ilk gözüme çarpanlar olmuştu.

Şimdi gelen haberler daha da kötü. Savaştan ve Kerkük’ün yağmalanmasından sonra bölgeye getirilen Kürtler hálá çadırlarda mülteci konumundalar. Yerleşik olanların da onlardan farkı yok. Kerkük. her gün yeni sorunlar ve gerginlikler yaratıyor. Ne sonuç vereceği henüz belli değil ama önümüzdeki günlerde çözüm arayışlarının ve baskıların yoğunlaşacağı kesin.
Yazının Devamını Oku

Bu da benim futbol yazım

22 Haziran 2008
ANLAMADIĞIM şeylerle ilgilenmem diye bir şey yok. Ofsaytı o kadar çabalamama rağmen bir türlü sökemedim mesela. Ama Avrupa kupalarını çok severek izlerim. Her ülkenin oyun tarzını, tepkilerini, takımın kendi içinde ve dışa karşı ilişkisini, formalarında tercih ettikleri ayrıntıları, seyircilerin zafer ve yenilgi karşısındaki tavırları ilgimi çeker.

İsviçre izleyicisinin yenilgiyi ne kadar derin bir içine çekilme, ağır bir hüzünle karşılayışı çok dikkatimi çekmişti mesela.

Kederde ve sevinçte kendini kolayca dışa vuran bir coğrafyanın insanı olarak önceki gece penaltılarda artık hepimiz ayaktaydık. Rüştü’ye önce biraz kızdık. Zaten hep dışarıda gezinir bu çocuk! Birbirimizle dertleştik tanıdık tanımadık.

Sonra, penaltıları harika biçimde kucakladıkça bağrımıza bastık. Tanıdık tanımadık birbirimizle "çak"laştık.

* * *

KIRMIZI
formalı o genç çocukların birbirinden estetik, hesaplı, güçlü penaltıları en anlamayanı bile kendinden geçirecek bir son an gösterisiydi.

Evet bu işten pek anlamam ama, önceki gece sahadaki göğüs göğüse mücadele karşısında saygı ile eğilmeme engel değil ki cehaletim.

Hırvatların hiç de kolay lokma olmadığı bilgisi neredeyse genetik hafızamda kayıtlı çünkü.

İşte bu oyun, onun sonucu millilerimizin kazandığı zafer, zaferi sokaklarda birlikte kutlayışımız, birlikte sevinmemiz, birbirimizi kucaklamamız içime aktı.

Sevinmeyi, kendimizi sevmeyi ne kadar özlemişim.

* * *

SIRRI
ne?

Bayrağın rengi, Türkiye’nin "T’si mi?

İçin için ettiğimiz dualar, en şahsi büyülerimiz mi? Yeter mi?

Takım performansının, direnmenin, dayanmanın ve kazanmanın sırrı ne?

Çok mu karmaşık? Hayır. Bunun sırrı iyi yönetmek. Oyunu herkesin yeteneğini en iyi biçimde kullanacağı ortak payda üzerine kurmak.

Ve tabii ki iyi oynamak, takımı başarıya götürmeye kilitlenmek.

Hayatın en şeffaf biçimde ortada olan ama algılanması en zor temel sırları bunlar.

Bu sırları çözümlemeyi, üzerinde düşünmeyi bırakıp, itip kakarak, yok etmeye çalışarak sadece kendi oyunlarımızı kurarak takım bir şey becerebilir mi?

* * *

LAFI
nereye getireceğim belli.

Avrupa kupasında, adım adım yükselişleriyle bize bir şeyler anlatan Türkiye milli takımına kulak kabartalım.

Öyle Viyana önlerinde bilmem kaçıncı fetih şişinmelerini bir kenara bırakıp, oyunun nasıl kurulduğuna, bu kurgunun ruhuna, oyuncuların yetenekleriyle rollerini nasıl zenginleştirdiklerine bir bakalım.

O takım omuzlarına hepimizi almış koşuyor.

Sokaklarda tanıdık tanımadık birbirimizle kucaklaşmamızı sağladıysa, bu hediyeyi başucumuza asalım ve her zaman hatırlayalım.

Biz, hepimiz, aynı takımın çocuklarıyız.
Yazının Devamını Oku

Hamas ile ateşkes

20 Haziran 2008
HERKES birbiriyle gizli görüşüyor. Ama bu görüşmeler o kadar açıktan, dünya kamuoyunun gözleri önünde yapılıyor ki pek ciddiye alınmıyor. İki gün önce Belgrad’da karşılaştığım biri İsrailli diğeri Lübnanlı iki kadın gazeteci arkadaşım gibi ben de dudak bükerken, öyle gelişmelerin haberlerini alıyoruz ki, bir şeyler olabilir demeye başlıyoruz.

Belki de İsrail-Suriye arasındaki arabuluculuk süreci, karşılıklı görüşmelere tahminlerden önce olanak sağlayabilir.

Filistin’de Hamas ile El Fetih barış görüşmelerine birlikte katılabilir.

Ortadoğu barış treni ağır ağır yola koyulur.

Olabilir mi? Şu anda bunu düşünmek bile kolay değil.

Ortadoğu barışıyla ilgili haberleri ciddiye almamaya o kadar alıştık ki önemli bir gelişmenin ayak seslerini kolaylıkla gözden kaçırabilecek bir ruh hali içindeyiz artık.

Dün yürürlüğe giren ve Hamas ile İsrail arasındaki çatışmaları durduran ateşkes de, "göstermelik" denip kesip atılacak bir şey mi, yoksa gerçekten Hamas, Ortadoğu sorununu çözmek için kurulan denklemlerde yer almaya mı başlıyor?

Tahminler çeşit çeşit.

* * *

HAMAS
-İsrail ateşkes sürecinde arabulucu Mısır. İsrail, pazar gününe kadar bekleyecek, eğer ateşkesin süreceğine emin olursa, bir yıldan beri çok sıkı ambargo altında olan Gazze nefes alacak.

Akla gelen soruyu biliyorum. Bu girişim, İsrail-Filistin barışının uluslar arası tanınmışlığa sahip aktörü Abbas’ı zorda bırakmayacak mı?

Bırakmayacak. Çünkü Abbas da Yemen’in arabuluculuk çabaları sonucu, 4 Haziran’da Hamas ile görüşeceğini açıkladı. Oysa daha çok kısa bir süre öncesine kadar, Gazze’nin derhal iadesi gibi ağır koşulları vardı Filistin Devlet Başkanı’nın.

Abbas’ın, bu açıklamadan sonra desteğinin yüzde 50’yi geçecek biçimde artması, kararının isabetli olduğunu gösteriyor.

Sorunlar elbette bugünden yarına çözülmeyecek ama en azından halka yeni bir umut simidi uzatılıyor. Abbas için de aynı şey geçerli. Uzun zamandan beri İsrail ile barış görüşmelerinin sonuç vermemesi yüzünden gerilemeye başlayan halk desteğini yeniden kazanıyor Abbas böylece.

Önümüzdeki dönemde Hamas’ın barış denklemine giriyor olmasını, Abbas’ın ABD’ye mesajı olarak yorumlamak da mümkün. Sürece daha fazla sahip çıkması için Washington’a verilen bir mesaj bu.

* * *

ÖNCE
El Fetih’in çağrısını, ardından İsrail ile ateşkesi hesaba katarak bölgede dengelerin yerine oturduğunu söylemek için henüz erken.

Bu kırılgan bir süreç, ama dikkatle izlenmesi ve desteklenmesi gereken siyasi gelişmeleri de gözden kaçırmamak lazım.

Lübnan’da devlet başkanlığı seçimlerinde sağlanan uzlaşmanın da etkisi var bu gelişmelerde.

O da bir başka kırılgan süreç.

Ortadoğu’nun diplomasi kanallarında trafik bugünlerde çok yoğun.

Ne olur, sonuç alınır mı, Ortadoğu sorunu çözüm yoluna girer mi, hiç ama hiç belli değil.

Ama silahların susması, ölümlerin, cinayetlerin durması bile iyi bir şey. En azından tutunacak bir umut ışığı bulabiliyor insan.
Yazının Devamını Oku

Tadiç’ten Kosova sitemi

16 Haziran 2008
İNSAN Hakları Deklarasyonu’nun 60’ıncı yılında Uluslararası Basın Enstitüsü, yıllık Kongresi için Belgrad’ı tercih etti. Son üç yıl içinde üç gazetecinin öldürüldüğü, 90’lı yılların en aşağılık insanlık suçlarının işlendiği bu coğrafyada değişime destek vermek için.

Dün sabah Kosova Parlamentosu, yeni anayasasını kabul edip şartlı da olsa bağımsızlık yolunda ilk adımlarını atarken Belgrad’da, Sırbistan parlamentosundaydık.

Genç bir sopranonun seslendirdiği ve bestesini Slovenyalı bir müzisyenin yaptığı Sırp ulusal marşından sonra Sırbistan Cumhurbaşkanı Tadiç’i dinledik.

"Arnavutların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı göstermemize rağmen, güney eyaletimiz olan Kosova’nın sözde bağımsızlık ilanını kabul etmemiz zor. Birlikte bir çözüm için anlaşmalıyız. Ne oradaki Sırpların hakları ne de Arnavutların kendi kaderlerini tayin hakları tehlikeye atılmalı. Yoksa istikrarı sağlayamayız, ayrıca benzer sorun yaşayan birçok ülke için de Kosova’nın sözde bağımsızlık ilanı tehlikeli bir örnek oluşturacak diyor Tadiç bize seslendiği Meclis kürsüsünden.

Yanımda oturan Kosovalı genç gazeteci ise kulağıma eğilerek Türkçe fısıldıyor: "Çok geç kaldı!"

* * *

KOSOVA
’nın bağımsızlığının, Teraziya Meydanı’ndaki birkaç küçük grubun gösterisi dışında büyük dalgalanmalar yaratmamasının nedeni Balkanların, ortak geleceklerini Avrupa’da görmelerinden.

"Güneydoğu Balkanlarda istikrar, AB’ye tam üyelik ile güvence altına alınacaktır. Size söz veriyorum Avrupa yanlısı bir hükümet kuracağız ve demokratik değerlerde ısrarlı olacağız. Bu, Balkanlar’da yeni bir dönüm noktası olacaktır" diyor Tadiç.

* * *

DÜN
Sırbistan Meclisi’nde Tadiç ile konuşma fırsatı buldum.

"Bağımsızlık ilanından iki hafta önce Türkiye’ye ziyarete geldim. Ve hem Cumhurbaşkanı Gül hem de Başbakan Erdoğan ile görüşerek, tanımamalarını istedim" diyor.

Anlaşılan bu görüşmelerde ona hiçbir şey söylenmemiş, açık davranılmamıştı ki, Türkiye’nin Kosova’yı tanıması Tadiç’i şaşırtmıştı.

"Cumhurbaşkanı Gül’ü kısa süre önce Makedonya’da gördüm ve bunu kendisine de söyledim."

"Ziyaretim sırasında Türkiye ile ortak serbest ticaret bölgesi kurmayı konuşmuştuk. Bu bizim için olduğu kadar Türkiye için de çok önemliydi. Ayrıca burada Boşnaklar yaşıyor. Partimde ve kurulacak hükümette Boşnakları da alacağız. Bu, Sırbistan’da ilk kez olacak. Bütün bunlar biliniyordu, Türkiye’nin kararını izah edemedim" diyor Tadiç.

Ve ekliyor, "Tabii bunların bir sonucu var."

İşte bu cümle, neden Sırbistan Cumhurbaşkanı’nın yeni atanmış olan Türkiye Büyükelçisi’ni kabul etmediğini ortaya koyuyor. Tanıma sitemi.

Belgrad’daki sıkıntı nedeniyle olsa gerek, Türkiye Kosova’yı ilk tanıyan ülkeler arasında olmasına rağmen, oraya da hálá büyükelçi göndermediği için bu kez Kosova’da da sıkıntı yaratmış durumda. Bölgeden gelen haberlerde açıkça bu dile getiriliyor. "Nerede kaldınız?" deniyor.

Yine kimseye yaranamamış bir görüntüsü var Türkiye’nin. Eğer amaç bu olsa, ne kadar başarılı bir dış politika diyeceğim, hedefe tam isabet.

Ama tabii ki amaç bu değil. Hesapsızlığın sonucu.

Sırbistan Cumhurbaşkanı’nın yanından ayrılırken, "Her şeye rağmen Türkiye ile bu dönemi kısa sürede aşacağımızı umuyorum" diyor "ilişkileri yeniden rayına oturtacağız inşallah!"
Yazının Devamını Oku