Veriler bu yöndeydi ama Kahn aşırı iyimserlik havası yaymıyordu.
Kahn, işsizlik sorununun kolay aşılamayacağını söylerken, temkinli oluşunun nedenini de açıklıyordu. İşsiz gezen bir insana krizin gerilediğini söylediğinizde inandırıcı olamazdınız.
Kahn haklıydı.
Başbakan Tayyip Erdoğan örneğin, bir gün önce üniversite diplomasının iş garantisi gibi görülmemesi gerektiğini söylerken de işsizlikten söz etmişdi.
Etmişti ama bir farkla. IMF Başkanı bunu, “kriz, en geniş kitleler tarafından işsizlik olarak hissedildiği sürece iyimser bir sonuca varamayacağız” demek için söylemişti.
Başbakan Erdoğan ise, tam tersine. İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada “Gençler, bakınız her üniversiteyi bitiren ve tüm halk iş sahibi olur diye bir kaide yok.” Derken, bunun ekonomik krizle ilgili bir kriter sayılamayacağını anlatmak istiyordu. Dolayısıyla da kötümserliğe gerek yoktu.
İŞSİZLİK EN BÜYÜK SORUN
ON
Diasporanın yayınlarını izliyorum. Diaspora ayakta.
Ermenistan Yönetimi’ni, Ermeni halkının tarihi mücadelesini satmakla suçluyorlar.
Türkiye ile imzalanacak olan “Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına dair Protokol Taslağı” ile “İlişkilerin geliştirilmesine ilişkin protokol taslağı”nı tam bir teslimiyet belgesi olarak yorumluyorlar.
Türkiye’de de muhalefetin eleştirisinin yoğunlaştığı noktalardan biri de bu mesele.
Diaspora protokolde Kars Antlaşması’na atıfta bulunulduğu gerekçesiyle kıyamet kopartıyor, Türkiye’de muhalefet ise Kars Antlaşması’ndan açıkça söz edilmediği için karşı.
KARS Antlaşması’na atıfta bulunulmaması Türkiye’nin Ermenistan ile sınırları belirleyen Kars Antlaması’ndan vazgeçtiği anlamına mı geliyor. Daha doğrusu protokolde Antlaşmaya gerçekten atıf yok mu? Ermenistan ile diplomatik ilişkilerin kurulmasına ilişkin protokol taslağında, “iki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı tanındığı” ifadesi var.
İki ülke arasındaki sınırı belirleyen Kars Atlaşması’ndan başka antlaşma olmadığına göre, protokolde başka bir antlaşmaya atıfta bulunulmadığı aşikar.
Bir başka eleştiri noktası da, Türkiye’nin Nahcivan bölgesi için garantörlüğünü düzenleyen Moskova Antlaşması’nın aşındırıldığı. Türkiye’nin garantörlüğünün sulandırılacağı ileri sürülüyor.
Ekonomik krize karşı bütün dünyada işsizlikle mücadeleye öncelik verildiği bir dönemde, ülkenin büyük bir grubunu batırmak için gösterilen bu ısrar niye?
Madem bu kadar büyük hatalar, bedeli milyarlık teminat gerektiren yanlışlar vardı, zamanında neden uyarı yapılmadı?
AKP iktidarı uzun süre ülkeyi başı boş mu bıraktı? Hesapları kimse denetlemedi mi?
Bunun siyasi sorumlusu yok mu?
Vatandaş bunu sormaz mı?
* * *
HUKUKTA ölçü çok önemlidir. Ölçüsüz ceza olur mu?
Çocuk eğitimi gibi.
Rusya ilk kez ABD’nin yaptırım kervanına katılma çağrısına olumlu bir yanıt vererek, İran’ın arkasındaki desteğini gevşetiyor.
Ama bu açıklamayı bir başka noktayı da vurguladığı için önemli buluyorum. Moskova ile Washington arasındaki dengede işbirliği kefesi artık ağır basmaya başlıyor. Her iki ülke de rekabet yerine işbirliğinin öne çıkacağı bir döneme hazırlanıyorlar.
Bu gelişmeden en fazla etkilenecek ülkelerden biri de Türkiye. Ben ABD ile Rusya arasındaki rekabetin bölücü, kışkırtıcı ve çatışmaları besleyici etkisinin azalmasıyla hatta ortadan kalkmasıyla en fazla bu rekabetin yoğunlaştığı bölgelerin rahatlayacağını düşünüyorum.
Türkiye sadece Soğuk Savaş sırasında değil, Soğuk Savaş sonrası da Rusya ile ABD arasındaki stratejik rekabet bölgesinde yer aldı.
Enerji rekabeti Kafkasya’nın kaderi kadar Türkiye’yi de etkilemedi mi?
Bu yüzden Obama-Medvedev açılımının Kürt meselesinden, Demokrasi ve Ermenistan açılımına kadar Türkiye’nin açılım süreçlerini de kolaylaştıracağı bir gerçek.
* * *
ANCAK
Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin müzakere sürecini donduracak bir karar alması beklenmese de belirsiz ve gergin bir dönemin işaretleri gelmeye başladı.
Brüksel, vereceği yanıtı tartışmaya, Türkiye’ye telkinler yapmaya başladı.
Rum Ulusal Konseyi, geçen hafta üç gün süren toplantılarında kararlar aldı.
Limanları açmaması halinde Türkiye’nin AB üyelik sürecinin engelsiz ve yaptırımsız ilerleyemeyeceği vurgulandı.
Bu mesele hakkaniyetten öylesine uzak bir tabana oturuyor ki, Türkiye’nin tehditlerden etkilenmesi zor. Aslında bunu Avrupa’da konuyu izleyen çevreler de biliyor.
Zaten Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunu yaptırım ve engellerle döşediler.
Söz verip tutmayan Türkiye değil.
Kıbrıs’ta, Annan Planı müzakereleri başladığından beri verdiği sözleri kim tuttu derseniz kimi görürsünüz. Türkiye’yi ve KKTC’yi.
Kadın haklarıyla ilgili metinleri bilgisayardan indirdiği ve arkadaşları arasında dağıttığı için önce ölüm cezasına ardından da 20 yıl hapse mahkum edilen Afganlı genç gazeteciyi Devlet Başkanı Karzai zar zor affetti.
Bir yandan seçim dönemiydi ve kadınları şeytan, kadın haklarını da şeytana tapınma gibi gören Talibancı kafaların tepkilerinden çekiniyordu. Ama öte yandan uluslararası toplumun büyük baskısı ile karşı karşıyaydı.
Sonunda gayet gizli şekilde Pervez hapisten çıkartıldı.
O, bayramı özgür kutlasa da, savunduğu Afgan kadınlarının da aynı özgürlüğü paylaştığı anlamına gelmiyor.
* * *
LÜBNA Hüseyin de bayrama özgür giriyor. Pantolon giydiği için Sudan’daki şeriat mahkemesinde İslam’a aykırı hareket etmekle suçlanıp kırbaç cezasına çarptırılmıştı.
Uluslararası tepki sonucu bu cezası paraya çevrildi. O ödemeyi reddetti, hapse girmeyi tercih etti. Cezaevinde 800 kadınla bir arada olması dışarıda olmasından daha tehlikeli hale geliyordu ki, Gazeteciler Cemiyeti devreye girdi ve 200 dolar para cezasını ödedi.
Lübna
Artık Esad ve ailesi, akıllarına esince otomobile atlayıp İstanbul’a gelebilecekler.
Ben de, işlerimi ayarlayınca bir otobüse binip dünyada en sevdiğim kentler listesinin ön sıralarındaki Şam’a gidebileceğim.
Rüya gibi ama gerçek.
Şam, Ortadoğu’nun melezliğini, haçlı seferleri de dahil tarihin izlerini yaşam biçimleriyle, zevkleri, tadları ile günümüze taşıyan önemli bir kent.
Şimdi artık Şam’a vizesiz gidebileceğiz. Bölgemizin en flörtçü, en tatlı dilli, nazik insanları ile daha yakın ilişkiler kurabileceğiz.
Anadolu coğrafyasına açılım gelecek.
Bir zamanlar, kapısının dibinde, “teröristi vermezsen seninle savaşırım” diye bağırdığımız komşumuzla bu gün geldiğimiz noktayı heyecan verici buluyorum ben.
* * *
Darbeleri didik didik ettik mi?
Gençlerin ideolojik kavgasının yarattığı kaos ortamına bir silah sesiyle son veren bir süreç mi sadece 12 Eylül?
Bilançoya bakıyorum tüyler ürpertici.
12 Mart’ınkiler hariç bilançoda.
Dün gibi. Ama yaşadıklarımı öylesine içime gömmüşüm ki, hatırladıkça ruhumu kaplayan ilk duygu aşağılanmışlık.
Tek başına ve topyekün.
Aklıma geldikçe utandıran, beni hikayesizleştiren insanlık dışılıkları öyle sessiz sakin, sineye çekerek gitmeye hazırım bitecek olsa... Ama bitmiyor.
İşkenceler sürüyor. Şiddet, ses tonlarından aile içine, sebepsiz cinayetlere kadar her seviyede hükmünü sürdürüyor, hiç sorgulanmadığı, ayıplanmadığı, toplum vicdanında mahkum edilmediği için.