Ferai Tınç

Gürcistan'ı rahatlatan güvence

14 Ekim 2001
DİKKATLERİN Afganistan'a odaklandığı sırada, Kafkasya kaynıyor. Putin'in Washington ile terörizme karşı ittifakının ardından ABD ile Rusya arasında yaşanan bahar havası, Gürcistan nedeniyle bulutlandı. ABD, üç gün önce Rusya'yı, ‘‘Gürcistan'ın toprak bütünlüğü konusunda hassasız’’ diye uyardı. İttifak sonrası ilk pürüz. Gürcistan ile Abhazya arasındaki bölgede çıkan çatışmalar üzerine Rusya'nın ‘‘güçlendirme’’ gerekçesiyle Gürcistan sınırına asker göndermesi alarm zillerini çaldırdı.Gürcü birliklerinin Abhazya'daki Gürcü köylerini korumak üzere harekete geçmeleriyle de gerilim tırmanışa geçti.Türkiye, yine bir krizle karşı karşıya.Ortam alevlenince Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Gürcistan Dışişleri Bakanı İrakli Menagarişvili'yi cuma günü İstanbul'a davet etti. Türkiye Gürcistan'a askeri, ekonomik ve siyasi destek konusunda güvence verdi, ama bin Ladin ile ilişkileri olabilecek Çeçen savaşçıları da topraklarından temizlemesini istedi. * * *GÖRÜŞME fırsatı bulduğum Gürcü Bakan'a, bölgedeki olayları izleyenlerin aklından geçen soruyu yönelttim:‘‘Kafkasya'da gelişmeler, Afganistan operasyonu için gerekli ittifakı tehdit ediyor mu? ’’Bakan, Türkiye'den aldığı mesajların ve Washington'un tutumunun bu tırmanışı engelleyebileceği umudunda.‘‘ABD ve Türkiye'den güvence aldık. Bu bizi rahatlattı. ABD ekonomik ve siyasi desteğin yanı sıra güvenlik desteğini de arttıracak’’ diyen bakan, Türkiye, Gürcistan ve ABD arasında anlaşmaya varılan güvenlik işbirliğinin hayata geçeceği garantisini aldığını ve bundan memnun kaldığını söyledi.‘‘Böylece, Gürcistan’’a güçlü bir mesaj ile dönüyorum'' dedi.İşbirliği çerçevesinde, Gürcistan'a birkaç hafta önce Türkiye'nin verdiği iki helikoptere ilaveten önümüzdeki günlerde Türkiye'den altı, ABD'den sekiz helikopter Gürcistan'a gönderilecek. Gürcü pilotlar, Amerikalı ve Türk pilotlar tarafından Türkiye'de eğitim görecekler.Bakanın içi rahat etmiş. Gürcistan'ın gözden çıkartılamayacağı mesajlarını inandırıcı bulmuş. * * *MENAGARİŞVİLİ'ye göre, gerginliğin Afganistan operasyonu başlar başlamaz tırmanması tesadüfi değil. ‘‘7 Ekim'de, Abhazlar ile uzun zamandır sürdürülen barış görüşmelerimiz çerçevesinde bir toplantımız vardı. Aniden iptal ettiler. 8'inde bir BM helikopteri düşürüldü. 9'unda Rus uçakları Gürcistan topraklarını bombaladı. Bizce kriz bilinçli olarak tırmandırıldı. Eski Başbakan Yardımcısı Boris Nemtsov, 'Eğer ABD Afganistan'a saldırırsa, Çeçen teröristleri barındırdığı için Rusya'ya da Gürcistan'a saldırma hakkı doğar' demişti. Biz, bu bölgede bir şeyler olabileceği konusunda eylül sonunda herkesi uyarmıştık.’’Onlar uyardı ama kimsenin umurunda olmadı. Oysa umursanmalı. Gürcistan'dan dün de gelen çatışma haberleri dikkatle izlenmeli. Bin Ladin, ya da onun gibi karanlık güç odaklarının, uluslararası ittifakın zayıf noktalarına mayın döşemelerine izin verilmemeli.
Yazının Devamını Oku

Orta Asya'da yeni dönem

8 Ekim 2001
WASHINGTON, Doha'da bu hafta yapılacak olan İslam Konferansı toplantısını beklemeden Taliban mevzilerini bombalamaya başladı. Oysa, İslam Konferansı'nın da olurunu alarak bu saldırının İslamiyete karşı bir hareket olmadığını kanıtlamak istediği yorumları yapılıyordu. Bu da Taliban rejiminin ne kadar yalnız kaldığının göstergesi. Aslında ne kadar geç. Ben, kadınların işe gitmelerinin, evden çıkmalarının Taliban rejimi tarafından yasaklandığı gün dünyanın ayağa kalkmasını ve bunun dünya istikrarını tehdid eden terörist zihniyetin göstergesi olarak kabul etmesini isterdim.

11 Eylül gerekti ve bugünlere gelindi. Acıyı çeken yine Afganistan halkı.

* * *

BÜYÜK bir çatışma yaşıyoruz. Bu, dinler savaşı değil bazılarının görmek istediği gibi.

Sovyetler Birliği'nin arka bahçesini korumak için giriştiği savaşa da benzemiyor.

Buna, meşru ile meşru olmayan arasında. Sistem ile sistem dışının çatışması demek daha doğru olur.

Bugün, başkasının teröristlerini destekleyen ülkeler bile bu sistem dışı dünyanın tehdidi altında olduklarının farkına vardılar.

Bin Laden kim? Bir maskot o. Bu sistemin maskotu. Bu maskota karşı düzenlenen operasyon, uzun bir mücadelenin sadece bir yönü. Bir başlangıç.

Önümüzde uyuşturucuya karşı, kara paraya karşı, terörizmin tüm maddi ve sosyal kaynaklarına karşı mücadele var. Bu daha zor. Bu ittifak, köklü siyasi değişimleri de gerektirecek.

Uyuşturucuya karşı mücadelede, yerel ve uluslararası mafya işin içine girecek. Güç odakları etkilenecek.

İşte bu mücadelede, işbirliği rekabetin önüne geçecek.

* * *

ABD Başkanı Bush, terörle mücadele ittifakından söz ederken sürekli aynı nokta üzerinde duruyor: 'Müttefiklerimiz kendi olanakları ölçüsünde katılacaklar. Kimi operasyonlar açık yapılacak, kimileri gizli.'

Tabii ki, her ülkenin kendi özel koşulları var ve katkısı bu koşullarla sınırlı. Ama Tahran bile bu ittifakın içinde.

Topraklarını açmıyor ancak kendi topraklarından geçen Afganistan bağlantılı uyuşturucu trafiğine karşı ortak mücadele için önlemlerini alıyor.

İran, geçen hafta Moskova ile, sınırlarını korumak için gerekli malzeme ve silah alışverişi konusunda anlaşma imzaladı. İstihbarat paylaşımı anlaşması da yapıldı gelen haberlere göre.

Putin'in 11 Eylül'den sonra Bush ve Blair'in ardından uluslararası politika sahnesinin ön saflarına çıkması, bazı çevrelerde 'Eyvah Türkiye Rusya ile rekabetinde geride kaldı' yorumlarına yol açtı.

Ben bu tip karşılaştırmaları ve rekabeti temel alan yorumları doğru bulmuyorum. Herhangi bir ülkenin bir bölgede etki alanı yaratmasına dayalı anlayış artık günün gerçeklerine uymuyor.

* * *

11 Eylül, Orta Asya coğrafyasını yeniden biçimlendiriyor.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra devlet olmaya çalışan Orta Asya cumhuriyetleri, ekonomik ve sosyal sorunlarının yanı sıra güvenlik sorunlarıyla da Batı'nın gündemine giriyor. 11 Eylül, bu coğrafyadaki güvenlik sorunlarının Washington'a kadar uzanan bir etki alanı olduğunu dünyanın gözleri önüne serdi.

Orta Asya'nın güvenliği, artık Rusya için olduğu kadar NATO açısından da önemli.

Orta Asya'da işbirliği dönemi açılıyor. İşbirliğinde ise üç isim öne çıkıyor: Türkiye, ABD ve Rusya.
Yazının Devamını Oku

Hediye vermesini beceremediler

7 Ekim 2001
HEDİYELİK eşya sektörü gelişmemiş bir toplumun parlamentosu da halkına güzel bir hediye vermeyi beceremez. Ne ilgisi var demeyin.Geçen hafta sonu, bir kongereye katılmak üzere Kapadokya'daydım. Toplantılardan kalan sınırlı zamanda, her gittiğimde hayran olduğum o kozmik dünyayı Ürgüp, Göreme ve çevresini hızla gezerken hediyelik eşya tezgahları dikkatimi çekti.Olamaz böyle bir şey. Hindistan, Uzakdoğu ya da Ortadoğu'daki birçok sıradan turistik hediyelik eşya tezgahları doldurmuştu.Yerel olan pek az eşya vardı. Onlar da peri bacaları replikaları, mitolojik kahramanların kopyaları gibi, çok çirkindiler.Hıristiyan ve Türk İslam kültürünün geliştiği bu mekanın verdiği ilham nasıl olur da hediyelik eşya tezgahlarına yansımaz? Binlerce yıldır toprağa biçim veren ustaların yetiştiği bu bölgenin, ışıklarıyla, renkleriyle, bağları, şaraplarıyla harmanlanan, metafizik atmosferi ile beslenen estetiği nasıl oluyor da kendisini bu kadar derinlere gömebilir?Hediyelik eşya tezgahlarındaki estetik fukaralığına, son yıllarda Türkiye'nin her yerinde rastlıyorum.Sırrı çağrışımlarda gizli. Estetik sözcüğünün çağrışımı, kırışık düzeltme operasyonları ile sınırlanınca sonuç böyle oluyor. Sahip olduğu değerlere uygun estetik üretme ve tüketme yeteneğini kaybetmiş toplumlarda davranışlar da ‘‘hatır hutur’’laşıyor. * * *ŞİMDİ bu yapılır mıydı? Tam Türkiye'nin ihtiyacı olan Anayasa değişikliklerini- yeterli ya da yetersiz başka bir tartışmanın konusu- gerçekleştirmişsin, kuyruğuna maaş önergesini eklemenin ne alemi vardı?Davranış estetiği, anlamı etkiler.Demek ki Avrupa Birliği standartlarında demokratikleşebilmenin de bir faturası varmış.Halk olarak şimdilik bu kadar verebildik-kusura bakmayın malum sıkışığız- karşılığında Anayasa değişikliğini aldık.Şu ekonomik kriz olmasaydı da, Genelkurmay Başkanı'nın maaşını biraz aşabilseydik anayasayı bile değiştirebilirdik demek. * * *SON zamanların moda deyimiyle hiç ‘‘şık olmadı’’ milletvekillerimiz.Mesele sadece temsilcilerimizin, işsizlikle maaş indirimi arasında tercih zorunda kaldığımız böyle bir dönemde, kendi dertlerine düşmeleri değil. Uluslararası para kaynakları önünde Türkiye'nin hırpalanmasının acısını yüreklerinde hissetmemeleri. İşte bu çok çirkin. Estetikten uzak. Hatur hutur.
Yazının Devamını Oku

Kalıpları parçalayan karar

1 Ekim 2001
BİRLEŞMİŞ Milletler Güvenlik Konseyi'nin Cuma gecesi geç saatlerde aldığı karar, tüm üye ülkeleri yepyeni bir savaşa hazırlıyor. Bu savaşı, ne İkinci Dünya savaşı konseptleri, ne de soğuk savaş kalıpları ile anlamak mümkün.BM kulislerinde, geleneksel inanç ve kalıplar sistemini yıkan 'Kopernik Devrimi' ne benzetilen bu karar, BM üyesi tüm ülkeleri terörizme karşı mücadeleye mecbur ediyor.ABD Büyükelçisi tarafından teklif edildikten 24 saat gibi rekor bir hızla ve oy birliği ile Güvenlik Konseyi'nde kabul edilen karar, Birleşmiş Milletler'in tüm üye ülkelerinde köklü yasal değişikliklere de yol açacak.'Bunlara uy' diyor karar üye ülkelere, 'yoksa cezalandırılırsın.'.Terörizme destek olan kişi ve kuruluşların hesaplarına ve mal varlıklarına el koy..Terör hücrelerini ve onları besleyen kanalları yok et..Teröristleri koruyan, finanse eden, destekleyenleri barındırma..Teröristlerin bir ülkeden bir ülkeye geçişlerini engellemek için sınır kontrollerini arttır..İstihbaratını paylaş.Banka hesapları üzerindeki gizliliği kaldır. Bu kararlara uymamanın yaptırımı ne? İttifakın askeri müdahalesi. Karar, BM Sözleşmesinin 7. Maddesi çerçevesinde hazırlandığı için, uyulmaması halinde kuvvete baş vurmanın yolunu da açıyor.Hidifteki ilk BM üyesi ülke Afganistan tabii ki. BM kararıyla terörist olduğu bir kişiyi barındırıyor ve terörizme karşı mücadeleye yanaşmıyor. İşte böylece Bush Yönetimi, Birleşmiş Miletler'den Taliban rejimini devirme vizesini de almış oluyor. İbre Bin Ladin'den Taliban'a kayıyor. * BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri Çin ve Rusya'nın da itirazsız kabul ettiği bu karar, bir pazarlığın sonucu. ABD, tek başına hareket etmeyecek. Terörizmi destekleyen ülkelere karşı tek başına askeri harekata kalkışmayacak. Uzlaşma, Washington'u tek başına hareket etmekten alıkoyuyor. Bunun karşılığında, BM üyesi ülkelerin terörizme karşı mücadele kararına uyup uymadıklarını denetlemekle görevli bir uzmanlar komitesi kuruluyor. Bu komite hemen harekete geçecek ve üye ülkelerin karar uymak için neler yaptıklarını 90 gün içinde Güvenlik Konseyi'ne rapor edecek. Ve denetimleri kesintisiz devam edecek.İnsanlık, kendi kendini gözaltına alıyor. * KİMİLERİ, 'terörizmden ne kast edildiği tam açıklığa kavuşmadan alınan bu önlemler, insan haklarına aykırı uygulamaları meşru kılacak' diyor.Baskıcı yönetimlerin, her türlü muhalefet hareketini 'terörizm' damgasıyla bastırma yoluna gidebilecekleri ileri sürülüyor. Sanmıyorum. Bütün bu hazırlıklar, yeni Talibanlar, yeni Saddamlar yaratmak için yapılmıyor.
Yazının Devamını Oku

Felaket anı haberciliği

14 Eylül 2001
ÜÇ gündür televizyon başındayım. Amerikan ve Avrupa kanalları arasında fır dönüyor, bizimkileri tarıyorum. Her yönüyle incelendiğinde, yeni bir dönemle karşı karşıya olduğumuzu gösteren bu feci saldırı, medya konusunda da derslerle dolu. Böyle büyük bir felaket karşısında, o büyük karmaşa arasında medyanın izlediği sorumlu tavır sadece dikkat çekici değil, benim için imrendiriciydi de. Kamu görevlilerinin işlerini zorlaştırmamaya dikkat eden, özenli bir haber alma disiplini ilk gözüme çarpan şeydi.İkincisi ise, halkta panik ve yılgınlığa yol açmamak için gösterilen titizlik.Haber toplamayı adam kaçırma haydutluğuna vardıranların, bu canhıraşlığı rayting kaygısı diye yutturdukları bir camianın üyesi olarak, düşen uçaklarda bulunanların listesini, ölü sayısının açıklanmasını ilk 24 saat sabırsızlıkla bekledim. Acılı bir ana, bağrı yanık bir baba röportajı getirecek muazzamlıkta bir medyacıları bile yok muydu acaba?Ölenlerin yakınları ile, facianın şokunu üstlerinden atana kadar kimse konuşmadı Değil ölü sayısı, tahminler bile dile getirilmedi televizyonlarda ve gazetelerde. Her konuda, resmi kaynaklardan verilen bilgiler aktarıldı. Ancak üçüncü günün sabahı öğrenebildik, ilk tahmini. Fox televizyonu 30 bin kişinin ölmüş olabileceğini söyledi. * * *BİZDE bazı usta gazetecilerimiz, ' Amerikan istihbaratındaki kaynaklarına' dayanarak, daha ilk saatlerde suçluyu açıklarken, BBC, CNN, Fransız ve İtalyan televizyonlarında bu konuda hiçbir yorum, tahmin yoktu. Belki de bizim arkadaşlarımız kadar güçlü kaynaklara sahip olmadıkları için Amerika'nın CNN'i, İngiltere'nin BBC'si, Fransa'nın devlet televizyonu TV 5'i 'nal topladılar'. Bilemiyorum. Dünyanın en büyük bütçeleriyle televizyonculuk yapan bu kanallar, uzun bir süre olay yerini uzaktan göstermekle yetindiler. Ne bir ölü görüntüsü, ne kopan uzuvlar, ne kan gösterdiler. Hiç mi acar bir muhabirleri yoktu, kulelerin dibine kadar sokulup enkaz altında röportaj yapacak? Merak ettim. Ama ille de yorumlar. O geyik muhabbetleri, yaratıcı kafaların engin hayal güçleriyle sabahlara kadar tartıştıkları senaryolar. Ona da rastlamadım kanallarda.Esas olarak haberciler vardı ekranlarda. Muhabirler, sorumluluk bölgelerindeki haberleri, basın toplantılarını uzun uzun aktarıyorlardı. Uzmanlar, yorum yapıyor ama eldeki verilerden yola çıkarak kısa tahlillerle yetiniyorlardı. Varsayımlara dayalı, geyik muhabbetleri yoktu. CNN'in sunucusu, CIA'nın eski başkanına, 'Nedir bu olanlar? Sizce kimler yapabilir bunu?' diye sorduğunda, 'Elimde, yorum yapacak kadar veri yok' yanıtını aldı.* * *BU madalyonun bir yüzü, diğeri ise, halkı bilgilendirme sorumluluğu içindeki kamu görevlilerinin tutumuydu. New York valisi, belediye başkanı, emniyet müdürü, o karmaşada, o moral çöküntü içinde çok kısa aralıklarla basın toplantıları düzenleyerek bilgi verdiler, halkı yapılması gerekenler konusunda yönlendirdiler. Yedikleri darbenin ağırlığına rağmen, Washington'da devletin tüm kurumları basını bilgilendirme toplantılarını düzenli bir biçimde sürdürdü. Hem de sade suya tirit toplantılar değildi bunlar. Televizyonları başındaki halk, teskin edici sözler değil, yapılan çalışmalarla ilgili açıklamaları dinledi. Gelişmeleri izledi. Avrupa televizyonları, daha geniş bir perspektif içinde, ABD dışındaki gelişmeleri de duyurarak izledi olayları. Hükümetlerin tepkileri, planları, NATO toplantısı, sonuçları televizyonların kendi muhabirleri tarafından en ince ayrıntılarına kadar verildi. Habercilik, gazetecilik ne kadar sorumluluk isterse, kamuoyunu bilgilendirme, habersiz bırakmama, gerçeği öğrenmesini engellememe de o kadar sorumluluk istiyor. Hele bundan sonra. Globalleşen teröre karşı en etkili savunma kalkanının ancak bilgi ve eğitim ile sağlanabileceği önümüzdeki dönemde. Felaket anı haberciliği ÜÇ gündür televizyon başındayım. Amerikan ve Avrupa kanalları arasında fır dönüyor, bizimkileri tarıyorum. Her yönüyle incelendiğinde, yeni bir dönemle karşı karşıya olduğumuzu gösteren bu feci saldırı, medya konusunda da derslerle dolu. Böyle büyük bir felaket karşısında, o büyük karmaşa arasında medyanın izlediği sorumlu tavır sadece dikkat çekici değil, benim için imrendiriciydi de. Kamu görevlilerinin işlerini zorlaştırmamaya dikkat eden, özenli bir haber alma disiplini ilk gözüme çarpan şeydi.İkincisi ise, halkta panik ve yılgınlığa yol açmamak için gösterilen titizlik.Haber toplamayı adam kaçırma haydutluğuna vardıranların, bu canhıraşlığı rayting kaygısı diye yutturdukları bir camianın üyesi olarak, düşen uçaklarda bulunanların listesini, ölü sayısının açıklanmasını ilk 24 saat sabırsızlıkla bekledim. Acılı bir ana, bağrı yanık bir baba röportajı getirecek muazzamlıkta bir medyacıları bile yok muydu acaba?Ölenlerin yakınları ile, facianın şokunu üstlerinden atana kadar kimse konuşmadı Değil ölü sayısı, tahminler bile dile getirilmedi televizyonlarda ve gazetelerde. Her konuda, resmi kaynaklardan verilen bilgiler aktarıldı. Ancak üçüncü günün sabahı öğrenebildik, ilk tahmini. Fox televizyonu 30 bin kişinin ölmüş olabileceğini söyledi. * * *BİZDE bazı usta gazetecilerimiz, ' Amerikan istihbaratındaki kaynaklarına' dayanarak, daha ilk saatlerde suçluyu açıklarken, BBC, CNN, Fransız ve İtalyan televizyonlarında bu konuda hiçbir yorum, tahmin yoktu. Belki de bizim arkadaşlarımız kadar güçlü kaynaklara sahip olmadıkları için Amerika'nın CNN'i, İngiltere'nin BBC'si, Fransa'nın devlet televizyonu TV 5'i 'nal topladılar'. Bilemiyorum. Dünyanın en büyük bütçeleriyle televizyonculuk yapan bu kanallar, uzun bir süre olay yerini uzaktan göstermekle yetindiler. Ne bir ölü görüntüsü, ne kopan uzuvlar, ne kan gösterdiler. Hiç mi acar bir muhabirleri yoktu, kulelerin dibine kadar sokulup enkaz altında röportaj yapacak? Merak ettim. Ama ille de yorumlar. O geyik muhabbetleri, yaratıcı kafaların engin hayal güçleriyle sabahlara kadar tartıştıkları senaryolar. Ona da rastlamadım kanallarda.Esas olarak haberciler vardı ekranlarda. Muhabirler, sorumluluk bölgelerindeki haberleri, basın toplantılarını uzun uzun aktarıyorlardı. Uzmanlar, yorum yapıyor ama eldeki verilerden yola çıkarak kısa tahlillerle yetiniyorlardı. Varsayımlara dayalı, geyik muhabbetleri yoktu. CNN'in sunucusu, CIA'nın eski başkanına, 'Nedir bu olanlar? Sizce kimler yapabilir bunu?' diye sorduğunda, 'Elimde, yorum yapacak kadar veri yok' yanıtını aldı.* * *BU madalyonun bir yüzü, diğeri ise, halkı bilgilendirme sorumluluğu içindeki kamu görevlilerinin tutumuydu. New York valisi, belediye başkanı, emniyet müdürü, o karmaşada, o moral çöküntü içinde çok kısa aralıklarla basın toplantıları düzenleyerek bilgi verdiler, halkı yapılması gerekenler konusunda yönlendirdiler. Yedikleri darbenin ağırlığına rağmen, Washington'da devletin tüm kurumları basını bilgilendirme toplantılarını düzenli bir biçimde sürdürdü. Hem de sade suya tirit toplantılar değildi bunlar. Televizyonları başındaki halk, teskin edici sözler değil, yapılan çalışmalarla ilgili açıklamaları dinledi. Gelişmeleri izledi. Avrupa televizyonları, daha geniş bir perspektif içinde, ABD dışındaki gelişmeleri de duyurarak izledi olayları. Hükümetlerin tepkileri, planları, NATO toplantısı, sonuçları televizyonların kendi muhabirleri tarafından en ince ayrıntılarına kadar verildi. Habercilik, gazetecilik ne kadar sorumluluk isterse, kamuoyunu bilgilendirme, habersiz bırakmama, gerçeği öğrenmesini engellememe de o kadar sorumluluk istiyor. Hele bundan sonra. Globalleşen teröre karşı en etkili savunma kalkanının ancak bilgi ve eğitim ile sağlanabileceği önümüzdeki dönemde.
Yazının Devamını Oku

Hala aydınlık mı?

3 Eylül 2001
'BİR gölden çıkıyorsun, bir göle giriyorsun, gözlerin siyah bir bantla örtülü, ama sen etrafı hala aydınlık sanıyorsun.'Henri Michaux GARİH cinayetinin soruşturmasıyla ilgili hiçbiri haberi dinlemiyor, okumuyorum artık. O çocuklar dışında. Çünkü gerçek olan tek şey onlar. Yüzümüze tutulan birer ayna gibi. Gazetelerde, televizyonlarda hoyratça deşifre ettiğimiz tinerci çocuklar, üç beş kuruşa önlerine çıkan adamlarla sevişen küçük kızlar, bu soruşturmanın tek gerçeklikleri. Hayatın kenarına tutunabilmek için kendilerine uzatılan can simitlerine ne kadar kirli, ne kadar tehlikeli diye bakmaksızın sarılan bu çocukları nasıl bu kadar rahatça harcayabiliyoruz?Onları televizyonlarda sorguya çekebiliyor, vücutlarını satarak geçinen küçük kadınları hoyratça ortalara saçabiliyoruz. Bununla da kalmıyor ailelerini, annelerini, teyzelerini, babalarını karşımıza oturtup anlattırıyoruz da anlattırıyoruz. 'İçeriden çıksın onu öldüreceğim' dedirtene kadar. Kendini başkasının yerine koyma, sakınma, üzülme, insanlık, sorumluluk... Nerede bıraktık reflekslerimizi? Deşip deşip bırakıyoruz, ya yapmamız gerekenler? Onları konuşmuyoruz. Dışişleri Bakanlığı'nın parlak genç diplomatlarından Engin Soysal'ın Türkçeye kazandırdığı 'Açı Direkleri' adlı aforizmalar kitabında Henri Michaux bu, kendini kendi içinde kaybetme durumu için söylüyor yazının girişine koyduğum alıntıyı. 'Bir gölden çıkıyorsun bir göle giriyorsun, gözlerin siyah bir bantla örtülü, ama sen etrafı hala aydınlık sanıyorsun.'* * *GLOBALLEŞMENİN en büyük sorunlarından biri insan ticareti. Özellikle de çocuk ve kadın ticareti. Bu konu, Güney Afrika'nın Durban kentinde Cuma günü başlayan 'Irkçılığa Karşı Dünya Konferansı'nda da ele alınıyor. Her ne kadar konferans, esir ticareti yapan ülkelerin Afrika'dan özür dileyip dilememesi, ya da İsrail'in Filistin'e karşı izlediği politikalar nedeniyle ırkçı ilan edilip edilmemesi noktalarında dikkat çektiyse de, insan ticareti, kadın ve çocuk fuhşu gündemde önemli yer tutuyor.İnsanların daha iyi yaşam koşulları umuduyla çıktıkları yolculuk, global suç şebekelerine ve bunların en kolay kurbanları kadın ve çocukların global biçimde sömürülmelerine fırsat tanıyor.Türkiye bu toplantıya, ABD ve İsrail gibi alt düzeyde katılıyor. Avrupa öyle değil, onlar ciddiye alıyor. Almanya yüzleşiyor. Dışişleri Bakanı Fischer, geçmişte yapılanlar için özür diliyor. * * *ULUSLARARASI Hukukçu Kadınlar Federasyonu'nu Cumartesi günü İstanbul'da İnsan Ticareti, özellikle de kadın ve genç kız ticareti konulu bir toplantı düzenledi. Cumhurbaşkanı Sezer ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ü dinledik toplantıda. Her ikisi de konuyu insan hakları çerçevesinde ele aldılar.Bakan Türk, 'insan haklarını herkes için yaşanan bir kavram haline getirmek herkesin görevi' derken, dışarıda 1 Eylül Dünya Barış Günü'nü kutlamak için izinsiz gösteri yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alınan HADEP'lilerin sayısı yüzlerle ifade ediliyordu.* * *BİR gölden çıkıyoruz bir göle giriyoruz. Gözlerimiz siyah bantla örtülü, ama biz etrafı hala aydınlık sanıyoruz.Mezarlarlıklarda vücutlarını satan genç kadınları, tinerci çocukları, bizden olmayanları, ötekileri bir çırpıda harcayabilecek kadar yok farz ederek. Bencilliğin karanlığını fark etmeden.
Yazının Devamını Oku

Sıra siyasi reformlarda

20 Ağustos 2001
<B>TÜRKİYE </B>yarından itibaren, kaderiyle ilgili çok önemli bir sürece giriyor. 'Yarından itibaren' diye bir tarih koymamın nedeni, Anayasa değişikliğinden önceki son MGK toplantısının yarın yapılacak olması.

Türkiye'nin zirvesi yarın ya bir ileri iki geri gelenekselliğini kırarak değişim için kararlı bir biçimde düğmeye basacak ya da Avrupa treni ile makasları açacak.

Ekonomik reformlar konusunda önemli adımları kısa zamanda atma başarısını gösteren Türkiye, aynı başarıyı siyasi reformlar konusunda gösterebilecek mi?

Yarınki MGK toplantısı, bu açıdan önemli işaretler taşıyacak.

* * *

DÜNKÜ yazımda sormuştum, acaba Mesut Yılmaz bu toplantıda ulusal güvenlik konusunu tartışmaya açacak mı diye?

Fikret Bila'nın Milliyet'te dün yayınlanan yazısından, Yılmaz'ın Anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak konuşacağını öğrendik.

Önemli olan da bu nokta zaten. Avrupa Birliği'nin Kopenhag kriterlerini bir an önce hayata geçirecek yasal zeminin hazırlanması.

Yoksa, ulusal güvenlik tartışması afaki bir çerçeve. Yılmaz konuşmalı. Aslında o toplantıda Dışişleri Bakanı Cem de bulunacak büyük bir olasılıkla ama Cem, Avrupa Birliği sürecinin sadece 'dış ilişkileri' ile kendisini sınırladığından, Türkiye'nin atması gereken adımlar konusunda tamamen sessizliğe gömülmüş durumda.

Yine de Avrupa Birliği'nin, sonbaharda tamamlayacağı Türkiye ile ilgili ilerleme raporunun önemini anlatacaktır herhalde.

* * *

KENDİMİZİ kandırmayalım, eğer Avrupa Birliği bugüne kadar Türkiye'ye 'ne yapıyorsunuz' demediyse bu, Brüksel'in işi aceleye getirmeme eğiliminden kaynaklanıyor, yoksa Türkiye'de her şeyin çok iyi gitmesinden değil.

Kamuoyuna yansımadı ama Brüksel, Cem ve Yılmaz'ın temasları sırasında Kürtçe yayın yapan televizyon ve radyolar konusunda verdikleri rakamların doğruluğunu yeniden araştırıyor.

Kıbrıs da büyüteç altında.

Böylesine kritik bir dönemde MGK toplantısı önem kazanıyor. 'Atılacak adımların ulusal güvenlik ve ulusal bütünlük açısından bazı olumsuz gelişmelere yol açabileceği' endişeleri, demokratikleşme cesaretine ağır basmamalı. Yoksa Meclis'i üzerine düşen MGK gölgesinden kurtarmak zor olacak. Bugüne kadar olduğu gibi.

***

BU toplantı, herkesin içyüzünü ortaya koyacak. Ulusal güvenlik gerekçeleri ardına sığınarak Türkiye'nin Avrupa Birliği ile entegrasyonunun engellendiğini söyleyen ANAP lideri, inandığı gerçek için bakalım ne yapacak?

Helsinki kararıyla övünen Başbakan ağırlığını koyacak mı?

Resmi açıklamalarında Avrupa Birliği hedefine bağlı olduklarını her fırsatta yineleyen MGK'nın askeri kanadı da, ipoteğini kaldırıp Türkiye'ye Avrupa Yolunu açacak mı?

Ya Cumhurbaşkanı? Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da olduğunu söyleyen Sezer, değişimin arkasında ne kadar duracak?

* * *

DAHA fazla oyalamayın Türkiye'yi. Halkın sesine kulak verin. Anketler, Türkiye'de Avrupa Birliği'nden yana olanların yüzde 70'lere çıktığını gösteriyor. Modernleşme ve değişim istiyor bu ülkenin insanları.

Bu talebi hayata geçirmek için devletin kolları sıvadığı mesajı çıkmalı yarınki MGK'dan.

Emin olun bunun sonuçları ekonomiyi de etkileyecek. Dolardaki histeri krizlerini, yabancı sermayenin çekimserliğini kırmanın en sağlam yolu bu. Bu, ulusal güvenlik yolu.
Yazının Devamını Oku

Sıra siyasi reformlarda

20 Ağustos 2001
TÜRKİYE yarından itibaren, kaderiyle ilgili çok önemli bir sürece giriyor.'Yarından itibaren' diye bir tarih koymamın nedeni, Anayasa değişikliğinden önceki son MGK toplantısının yarın yapılacak olması. Türkiye'nin zirvesi yarın ya bir ileri iki geri gelenekselliğini kırarak değişim için kararlı bir biçimde düğmeye basacak ya da Avrupa treni ile makasları açacak.Ekonomik reformlar konusunda önemli adımları kısa zamanda atma başarısını gösteren Türkiye, aynı başarıyı siyasi reformlar konusunda gösterebilecek mi?Yarınki MGK toplantısı, bu açıdan önemli işaretler taşıyacak.* * * DÜNKÜ yazımda sormuştum, acaba Mesut Yılmaz bu toplantıda ulusal güvenlik konusunu tartışmaya açacak mı diye? Fikret Bila'nın Milliyet'te dün yayınlanan yazısından, Yılmaz'ın Anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak konuşacağını öğrendik. Önemli olan da bu nokta zaten. Avrupa Birliği'nin Kopenhag kriterlerini bir an önce hayata geçirecek yasal zeminin hazırlanması. Yoksa, ulusal güvenlik tartışması afaki bir çerçeve. Yılmaz konuşmalı. Aslında o toplantıda Dışişleri Bakanı Cem de bulunacak büyük bir olasılıkla ama Cem, Avrupa Birliği sürecinin sadece 'dış ilişkileri' ile kendisini sınırladığından, Türkiye'nin atması gereken adımlar konusunda tamamen sessizliğe gömülmüş durumda. Yine de Avrupa Birliği'nin, sonbaharda tamamlayacağı Türkiye ile ilgili ilerleme raporunun önemini anlatacaktır herhalde. * * *KENDİMİZİ kandırmayalım, eğer Avrupa Birliği bugüne kadar Türkiye'ye 'ne yapıyorsunuz' demediyse bu, Brüksel'in işi aceleye getirmeme eğiliminden kaynaklanıyor, yoksa Türkiye'de her şeyin çok iyi gitmesinden değil. Kamuoyuna yansımadı ama Brüksel, Cem ve Yılmaz'ın temasları sırasında Kürtçe yayın yapan televizyon ve radyolar konusunda verdikleri rakamların doğruluğunu yeniden araştırıyor. Kıbrıs da büyüteç altında.Böylesine kritik bir dönemde MGK toplantısı önem kazanıyor. 'Atılacak adımların ulusal güvenlik ve ulusal bütünlük açısından bazı olumsuz gelişmelere yol açabileceği' endişeleri, demokratikleşme cesaretine ağır basmamalı. Yoksa Meclis'i üzerine düşen MGK gölgesinden kurtarmak zor olacak. Bugüne kadar olduğu gibi. *** BU toplantı, herkesin içyüzünü ortaya koyacak. Ulusal güvenlik gerekçeleri ardına sığınarak Türkiye'nin Avrupa Birliği ile entegrasyonunun engellendiğini söyleyen ANAP lideri, inandığı gerçek için bakalım ne yapacak?Helsinki kararıyla övünen Başbakan ağırlığını koyacak mı?Resmi açıklamalarında Avrupa Birliği hedefine bağlı olduklarını her fırsatta yineleyen MGK'nın askeri kanadı da, ipoteğini kaldırıp Türkiye'ye Avrupa Yolunu açacak mı? Ya Cumhurbaşkanı? Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da olduğunu söyleyen Sezer, değişimin arkasında ne kadar duracak? * * *DAHA fazla oyalamayın Türkiye'yi. Halkın sesine kulak verin. Anketler, Türkiye'de Avrupa Birliği'nden yana olanların yüzde 70'lere çıktığını gösteriyor. Modernleşme ve değişim istiyor bu ülkenin insanları.Bu talebi hayata geçirmek için devletin kolları sıvadığı mesajı çıkmalı yarınki MGK'dan.Emin olun bunun sonuçları ekonomiyi de etkileyecek. Dolardaki histeri krizlerini, yabancı sermayenin çekimserliğini kırmanın en sağlam yolu bu. Bu, ulusal güvenlik yolu.
Yazının Devamını Oku