Ferai Tınç

Irak muhalefeti garanti istiyor

21 Aralık 2001
<B>IRAK</B>, hedef tahtasına adım adım taşınıyor. Önceki gün Amerikan Kongresi'nin terörizme karşı mücadele konusunda kabul ettiği tasarılardan biri, Irak ile ilgiliydi. Kararda, ‘‘Irak'ın, silahlarının denetimine izin vermemesi ABD'ye, müttefiklerine, uluslararası barış ve güvenliğe yönelik giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır’’ deniliyordu.

Aynı gün, Birleşmiş Miletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Irak'a saldırıya karşı çıkarken, bir başka şey daha yapıyor, Bağdat'ın, denetçilere kapıları açmasını istiyordu.

Bununla da kalmıyor Irak'ın tavrının olumsuz olduğunu açıklıyordu. Geçen ay görüştüğü Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri'den ‘‘denetçilere izin yok’’ yanıtı aldığını söylüyordu.

Bu tartışmalara yanıt, dün New York Times Gazetesi'nden geldi. Adnan İhsan Sait Haydari adlı Iraklı bir mühendis, aralarında Saddam'ın sarayı ve Bağdat Hastanesi de olmak üzere 20 ayrı yerde gizli biyolojik, kimyasal ve nükleer silah depolarının bulunduğunu açıklıyordu.

CIA, bir süredir mühendisi, gizli bir yerde sorgulamıştı.

* * *

IRAK'a karşı operasyonun kılıfı hazırlansa da önemli bir engel hálá aşılabilmiş değil. O da muhalefetin engeli.

Washington, Saddam'a karşı muhalefeti henüz sağlayabilmiş değil.

Görüştüğüm Kürt, Şii ve Türkmen muhalefet kaynakları hep aynı nokta üzerinde duruyorlar.

Washington Saddam'ı devirmekte ciddi mi değil mi?

Eğer Körfez Savaşı'nda olduğu gibi, Saddam koltuğunda kalacaksa kimse riske girmek istemiyor.

Çünkü muhalefet 1991'in anısını unutmuyor.

Washington'un ‘‘ayaklanma’’ çağrısı yaptığı 1991'de 14 vilayetin ayaklandığını anımsatan muhalefet çevreleri, ‘‘Saddam'a helikopter kullanma izni verilince katliam oldu. Aynı hataya bir daha düşmeyiz’’ diyorlar.

Güvence almadan, topraklarına karşı bir operasyonu, zaten perişan bir halkın daha fazla perişan edilmesini kabul etmiyorlar.

* * *

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın, Ankara'ya geldiği zaman da belirttiği gibi, ‘‘Washington, Saddam rejimini hemen hedef almayı planlamıyor.’’

Ama süreç ilerliyor. Hem de birkaç kanaldan adım adım.

Muhalefet ile temas halinde, Saddam sonrası nasıl bir Irak sorusuna yanıt araranıyor.

Irak'ın toprak bütünlüğü konusunda güvence verilse de, Kürtler, Şiiler, Araplar'ın yanı sıra Türkmenlerin de kendilerine ait bir bölgeye sahip olacakları federal Irak modeli ağır basıyor.

Müttefikler, operasyon nedeniyle zarara uğramayacakları konusunda ikna edilmeye çalışılıyor.

Birleşmiş Milletler kanalıyla da Saddam köşeye sıkıştırılıyor.

Önce silahların denetimi, sonra insan hakları denetçileri, en sonra ise Saddam'ın gidişi.

Karar verildi bir kez. Artık herkes, Saddam sonrası için kendi güvencesini arıyor.
Yazının Devamını Oku

Torino'dan Laeken'e

17 Aralık 2001
<B>KADER</B> ağlarını ördü bir defa. Artık geri dönüş yok. Kendimiz bile tam olarak inanmadık ama Türkiye adım adım Avrupa'ya yaklaşıyor. Zaman tünelinden bugüne baktığımda bu yolu daha belirgin görüyorum.

1995'de Torino da, Hükümetlerarası Konferans'ın başladığı karlı bir mart sabahını anımsıyorum.

Toplantı, FİAT'ın ilk fabrikasında, daha sonra büyük bir konferans merkezine dönüştürülen Lingotto'da yapılıyordu. Avrupa, kendisini genişlemeye hazırlıyordu.

Toplantının son günü olan Cumartesi adaylarla bir toplantı yapılacaktı.

Daha tam üyelik görüşmeleri başlamamıştı. Aday ülkelerin devlet başkanları bayramlık giyisiler içinde, birer ikişer kapıda belirdiler.

Cumartesi sabahı Lingotto bomboştu. Esas ülkelerin heyetleri Torino'dan ayrılmış sadece İtalya Dışişleri Bakanı Bayan Agnelli kalmıştı. Adaylar ile o görüşecekti.

Türkiye o toplantıda yoktu.

Fasulyeden bir toplantıydı aslında ama en alt katta aday ülkelerin bayrakları arasında Türkiye'ninkini göremeyince burkuldum.

Kendini eşit gördüğün bir yerde, dışlanmışlığın duvarlarına çarpmak gibi bir şey.

Zaten, uluslararası toplantıları izleyen gazetecilerin durumları en doğru göstergedir.

Etkili uluslar, basın merkezlerinin en iyi yerlerini işgal eden kalabalık ekipleriyle hemen dikkat çekerler.

Torino'da bir cumartesi sabahı aday ülkelerin gazetecileri, üzerinde bayrakları bulunan odalarda basın toplantılarına katılırken, ben kendi odamı boşuna arıyordum.

Altı yıl önce durum buydu.

* * *

‘‘TÜRKİYE siyasi kriterlere uymada başarı sağlamıştır. Böylece tam üyelik müzakerelerinin vadesi daha öne gelmiştir.’’

Cumartesi günü Laeken Zirvesi'nden çıkan bu sonuç, Türkiye'nin tam üyelik görüşmeleri için ilk ışıktır. Evet bu bir tarih değil, somut bir hedef değildir. Ama ilk kez Avrupa belgesinde tam üyelik görüşmelerinin yakınlaştığı kayda geçmiştir.

Türkiye'yi Avrupa hedefinde cesaretlendiren bir adımdır.

Kopenhag kriterlerine uyum konusunda hızlanmanın, Avrupa hedefinde ileri adımlar atmanın mutlaka karşılığı olacağını gösteren bir gelişmedir bu.

Avrupa Birliği'nin geleceğini belirleyecek olan AB Konvansiyonu'na diğer adaylarla eşit statüde katılması kararı da alındı bu zirvede.

Bir ay önce Avrupalı yetkililer buna hazır görünmüyorlardı. Eşit statü yerine eşit olmayan statüler üzerinde duruyorlardı.

Katılım öncesi stratejisinin yeni bir düzeye çekilmesi teklifini de hesaba katarsak, istendiği ve gerekli adımlar atıldığı takdirde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne daha da hızlı yakınlaşabileceği belli olmuştur artık.

Bu konuya emek veren herkese alkışlar.

Türkiye, 2004 yılına kadar tam üyelik görüşmelerine hazırlanmalı.

Altı yıl önce, Avrupa Birliği geleceğini düşünürken Türkiye'yi hesaba katmıyordu.

Bugün ise, Türkiye'siz bir gelecek olmadığını ilan ediyor.

Altı yıl sonra, durum çok daha iyi olacak.
Yazının Devamını Oku

Velfecri okuyan gözler

16 Aralık 2001
<B>BİN Ladin</B>'in kasetini dikkatle birkaç kez izledim. Hiç şüphem yok. O kasette tanıdık öyle çok şey vardı ki. Suudi Şeyh<B> Süleyman El Hamdi</B>'nin gözleri örneğin. O gözleri, hepimiz iyi tanırız. Sahibinin sözleriyle taban tabana zıt, velfecri okuyan gözleri.<br> Bizim hayatımızda hep vardır onlar. Bazen üfürükçü bir hoca, bazen bir politikacı, bazen ideolojik bir ajitasyon ustasında çıkarlar karşımıza.

Kurnazlığın cahil pırıltıları.

Gözler bir kenara, Bin Ladin'in sağında oturan kişinin sürekli ayağıyla, bacağıyla oynaması bile tanıdıktı.

Ama en tanıdık olanı kasetin kendisi, yani amacı.

Cemaat içinde dağıtılmak üzere hazırlanan propaganda kasetleri de yabancımız değildir bizim.

Kimi zaman ağlayan bir şeyhi, kimi zaman laik kafirlere sövenlerini izlemiştik yakın geçmişte.

* * *

TÜYLER ürpertici bu kasedin, El Kaide örgütünün Afganistan, Ortadoğu ve dünyanın başka yerlerindeki üyeleri için hazırlandığı anlaşılıyor.

Bir propaganda kaseti. Amacı ise, Afganistan için gönüllü toplama.

Muhtemelen operasyon öncesi ya da ilk günlerinde çekilen bu kasetin bazı yerlerinde Suudi Şeyh Süleyman El Hamid, Bin Ladin ile konuşmasını kesiyor ve kameraya bakarak bazı mesajlar veriyor.

1. 11 Eylül, amacına ulaşmıştır. İnsanlar akın akın İslamiyete gelmektedir. Hollanda'da din değiştirenlerin sayısı patlama yapmıştır.

2. Bu hareketin sonuçlarını sonuna kadar savunmak lazımdır. Allah, zaten rüyalarda da saldırıların kutsal olduğunu birçoklarına malum etmiştir. Şimdi müminler bu cihada katılmalı, Afganistan'a gelmelidir.

3. Amerika ininden çıktı. Onu bir kere vurduk. Gelecek sefer inananların kolları ile yine vuracağız...Allah bizi şereflendirdi. Bu ramazan ayında daha başka zaferler bağışlasın Allah bize.

Bu mesajlar verilirken, bir yandan da Suudi Şeyh, Bin Ladin'i Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Osman, Hazreti Ali'ye benzeterek ona halifelik atfediyor.

* * *

KASEDİN Müslüman ülkelerdeki tepkilerini dikkatle izlemek gerekiyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri kasedin gerçek olduğunu açıkladılar. Mısır devlet televizyonu da aynı kanıyı paylaştı. Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi ‘‘Video, kendi dininin ilkelerine saygı göstermeyen bir caninin insanlık dışı ve vahşi yüzünü sergiliyor’’ derken, Birleşik Arap Emirlikleri, ‘‘Bin Ladin'in sorumluluğunun kanıtı’’ açıklamasını yapıyor.

Bazı İslamcı örgütler ve sokaktaki muhalefetin görüşleri farklı. Onlar kasetin, CIA yapımı olduğuna inanmak istiyor. Ama resmi açıklamalar önemli. İslam dünyasının önde gelen devletleri, bu şeyhlerle kendi aralarına mesafe koyuyor.

Düne kadar, irtica örgütleri ile dirsek temasında olan ve onları kendi amaçları için ellerinin altında tutmayı yeğleyen iktidarlar zorlanıyor.

Bu yüzleşme, dinde reform sürecine yol açacak dinamikleri taşıyor.

BİR ANI

On yıl önceydi, Tokyo'da bir tapınağı gezerken, kocaman bir tütsü kazanı önünde insanların ellerini başlarına, kalplerine götürdüklerini gördüm. Rehberime ne yaptıklarını sordum. ‘‘Dilekte bulunuyorlar.’’ Ben de tütsünün üzerinde elimi gezdirip sağıma soluma sürdüm. Sonra rehberime dönüp, ‘‘Bak cebime de sürüyorum’’ dedim. ''Neden?'', '' Allah para versin diye.'' Adamın halini görmeliydiniz. Kızgınlıktan kendisinden geçti. ‘‘Nasıl yapabilirsin? Manevi bir dünyada, nasıl maddi bir şey istersin. Akıl iste, sağlık iste, şans iste. Sonra her şey olur.’’

Bu sözler aklımdan hiç çıkmadı. Bayramınızı kutluyorum size sağlık, şans ve akıl diliyorum. Velfecri okuyan gözler, manevi dünyanızı gölgelemesin.
Yazının Devamını Oku

Arap dayanışması fos çıktı

14 Aralık 2001
<B>FİLİSTİNLİ</B> meslektaşım<B> Muhammed S.</B>nin sesi hayal kırıklığını yansıtıyordu. Araplar da <B>Arafat</B>'ı yalnız bıraktılar. İslam Konferansı Örgütü'nün önceki günkü toplantısından hiçbir şey çıkmadı. ‘‘Biz zaten bir şey beklemiyorduk. Çünkü onların gerçek yüzlerini biliyoruz. Arap ülkelerinin yöneticileri sadece kendi güvenliklerini düşünürler.Artık yapayalnızız.’’

Bush
Yönetimi'nin, geçen hafta meydana gelen intihar saldırılarından sonra Şaron'a tam destek çıkmasının ardından Avrupa Birliği de perşembe günü yaptığı açıklamada intihar saldırılarını ‘‘terör eylemi’’ olarak niteledi. Avrupa bunu, ilk kez söylüyordu.

Ardından, İslam Konferansı Örgütü'nden de ciddi bir sonuç çıkmadı. Filistin Yönetimi, İslam ülkelerinin ABD'yi uyarmasını bekliyordu. Bu olmadı. 11 Eylül sonrası hiçbir İslam ülkesi Bush Yönetimi'ne kafa tutmayı düşünmedi.

Artık Filistin toprakları İsrail Hükümeti için bir Afganistan, Arafat da Bin Ladin'dir.

* * *

ORTADOĞU'da, barış psikolojisinin yerleşmemesinde Arap ülkelerinin katkısı çok büyüktür. İsrail devletinin yaşama hakkını savunan liderlerin arkasında gerektiği gibi durmadılar. Üstelik radikal örgütleri her zaman ellerinin altında tutmayı yeğlediler. Radikalizmi besleyen yoksulluk ortamının üstesinden gelemediler. Yolsuzluk ve baskı rejimlerini sürdürebilmek için radikal örgütlere göz yumdular, besleyip, desteklediler.

Şimdi, hem ABD'nin yanında yer almak hem de bu örgütlerle içli dışlılığı örtbas etmek için her şeyi yapmak durumundalar. İktidarlarının bir nevi garantisi bu.

* * *

ŞARON Hükümeti'nin Arafat'ı artık muhatap olarak görmeme kararı ne anlama geliyor?

Filistinli meslektaşım hattın öteki ucunda sorumu yanıtlıyor:

‘‘Bundan sonra üçüncü kişiler aracılığıyla görüşülecek. Filistin Yönetimi'nden hiç kimse İsrail'in muhatabı değil artık.’’

‘‘Arafat, Hamas ve İslami Cihat'a karşı etkili olamıyor mu?’’

İsrail Hükümeti ısrarla, Arafat'ın yeterince çaba göstermediğini söylüyor. Bir yetkili, ‘‘Arafat elinden geleni yapmıyor. Bu örgütlerin liderlerini değil, alt kademelerindeki isimleri tutukluyor’’ demişti.

‘‘Hayır Arafat elinden geleni yapıyor. Ama burada, İsrail şiddeti arttıkça halkın da Hamas ve İslami Cihad'a desteği artıyor.’’

* * *

İSRAİL'de insanlar, terör korkusuyla artık sokağa çıkamaz hale geldiler. Filistin ise tamamen kuşatma altında. İsrail askerleri ev ev aramalara başladılar.

Bölgede durum o kadar tehlikeli bir dönemece girdi ki, ABD ve Avrupa'yı tavır değiştirmek zorunda bıraktı.

ABD Dışişleri Bakanı'nın bölgede bulunan temsilcisi Burns, ‘‘Filistin halkının lideri Arafat'tır. Bizim muhatabımız O'dur’’ dedi.

Avrupa Birliği de bu sese katıldı. ‘‘Filistin Yönetimi'ni maddi olarak da desteklemeye devam edeceğiz’’ dedi Brüksel.

Araplar mı? Onlar yine durumun ne kadar kritik olduğuna dikkat çektiler.
Yazının Devamını Oku

11 Eylül ve elden giden demokrasi

10 Aralık 2001
<B>'TERÖRİZME karşı mücadele için hazırladığımız yeni yasa tasarılarını eleştirenler, teröristlere yardım ediyorlar.'<br><br></B>Bu sözler, Türk ya da İsrailli bir generale ait değil. ABD Adalet Bakanı söylüyor bunları. 11 Eylül sonrası güç ve şiddet dengesine dayalı bir çözüm anlayışının yaygınlaşarak, Afganistan'daki 'başarı' ile güven kazandığı bu yeni ortamda, ABD Adalet Bakanı Bakanı John Ashcroft, Senato Adalet Komitesi'nde böyle konuşuyor. Anti-terör yasalarını böyle savunuyor:

'Hükümetin tasarılarına karşı çıkanlar teröristlere yardım ediyor. Amerikalıları göçmenlere karşı; Yurttaşları yurttaş olmayanlara karşı kışkırtanlar, Amerika'nın barış sever halkını özgürlük elden gidiyor diye korkutanlar, benim size mesajım şu: Sizin taktikleriniz sadece teröristlerin işine yarar. Çünkü, bu eleştiriler bizim ulusal birliğimize zarar verir ve kararlılığımızı azaltır. Bu tartışmalar Amerika'nın düşmanlarının eline malzeme verir ve dostlarını hareketsizleştirir.'

* * *

ABD terörizm zanlısı yabancıları, muhtemelen ülke dışında ( Küba'daki Amerikan askeri üssü Guantanamo'nun adı geçiyor) kurulacak olan askeri mahkemelerde, gizli celselerde yargılamaya hazırlanıyor. Terörizme karşı mücadele için gerekli yasal değişiklikler karşısında muhalefet rahatsız ama suskun, basın gidişata dikkat çekiyor. İnternational Herald Tribune'da yayınlanan karikatür, durumu çok güzel özetliyor.

ABD Adalet Bakanı Ashcroft, başında siyah bir sarık, elinde tahta çekici, mahkeme başkanı makamında oturuyor ve terörizme karşı mücadele yasa tasarılarını alt alta sıralıyor: 'Seni 7 gün gözaltında tutabilirim; Avukatınla görüşmeni dinleyebilirim; Hatta avukat tutmana izin bile vermeyebilirim; Seni gizlice yargılar ve gizlice mahkum edebilirim; Seni, temyiz hakkı tanımadan mahkum edebilirim!'

Köşeden başını uzatan bir beyaz Amerikalı, 'Eğer sırf yabancılara uygulanacaksa okey' diyor. Karikatürün tepesinde bir başlık: Molla Ashcroft. Yeni Taliban.

* * *

YÖNETİMİN yaklaşımını, 'ABD Anayasasının ihlali ve hukuk devleti ilkesinin çiğnenmesi' olarak niteleyenlere karşı Yönetime yakın çevrelerin yanıtı bana göre şok edici.

'Teröristler Amerikan Anayasası'nın vatandaşlara sağladığı haklardan yararlanamazlar. Onlar yasaları çiğnedikleri için Anayasa'nın korumasını hak etmiyorlar.'

11 Eylül Avrupa'yı da zıvanadan çıkartıyor. Birkaç örnek size.

Fransa İçişleri Bakanı, telefonların dinlenmesi, özel otomobillerin aranması (Fransa'da yasaktı) gibi önlemleri 'Ortak güvenlik, bireysel özgürlüklerin düşmanı değildir' diye savunuyor. Almanya'da, bir zamanlar Kızıl Ordu liderlerinin avukatlığını yapmış olan İçişleri Bakanı Otto Schily, 'Özel evrak ve kayıtların dokunulmazlığı terörizme karşı mücadeleyi engellememelidir' gerekçesiyle telefonların dinlenmesi, banka hesaplarının kontrolü ve elektronik mesajların izlenmesini kolaylaştıran yasal değişiklik istiyor.

İspanya, ETA'nın siyasi kolu Herri Batasuna'yı ABD ve Avrupa Birliği'ne 'terörist örgüt' olarak kabul ettirmeye uğraşırken, İngiltere yeni hazırladığı anti-terör yasasına, yabancı terör zanlılarının mahkemeye çıkartılmadan sonsuza kadar gözaltında tutulmasını sağlayacak bir madde eklemeye hazırlanıyor. Sadece Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonuna değil, Magna Carta ve Habeas Corpus'a da aykırı. Ama İçişleri Bakanı David Blunkett, 'Kamuoyu benden yana. Noel'e kadar bu tasarı yasalaşacak' diyor.

Güvenlik öne çıkıyor, özgürlüklerden taviz veriliyor. Neden? Verilen yanıt Amerikalıların tabiriyle 'interesting.'

Teröristlerin hedef aldığı, Batı'nın değerler sistemini, tolerans kültürünü ve hukuk devletini korumak için.
Yazının Devamını Oku

Ecevit'ten önce Peres söylemişti

9 Aralık 2001
<B>BAŞBAKAN Ecevit</B>'in, önceki gün düzenlediği basın toplantısında, <B>Arafat</B>'ın gözden çıkartıldığı açıklaması ortalığı karıştırdı. Ama Ortadoğu'yu yakından izleyenler bilecekler, Ecevit'den önce İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres, 4 Aralık'ta Bükreş'teki AGİT toplantısında aynı endişeyi dile getirmişti.

Peres, ‘‘Eğer Başbakan, Arafat'ı siyaset sahnesinden dışlarsa hükümeti terk edeceğini’’ söylemişti.

Geçen hafta, pazar günü Kudüs'te patlayan bombalardan sonra İsrail Başbakanı Şaron'un, savaş ilanı bu niyeti gözler önüne serdi.

Arafat, teröristleri barındırıyordu. Afganistan'a yapılan Filistin topraklarında da tekrarlanmalıydı.

Arafat durumun farkında. İsrail'in kendisine ilettiği teröristler listesinde yer alan 36 kişiden 17'sini yakaladığını açıklamasına rağmen, Şaron'u memnun edemedi.

* * *

GEÇEN hafta Washington'dan vize alan Şaron, gözü kara saldırılara devam ediyor.

ABD'nin, açıkça Şaron'dan yana tavır koyması, Afganistan'dan sonra ABD'nin Ortadoğu'da aktif olacağını gösteriyor. Şimdi İsrail-Filistin sorunu, taraflar birbirlerini öldürmekten bıkınca çözülecek.

İddia edildiği gibi Arafat, İsrail'e yönelik terör eylemlerini engellemek istemiyor mu, yoksa gücü mü yetmiyor?

Arafat muhalefete eskisi kadar hakim olamıyor. Onun liderliğindeki Filistin Yönetimi, yolsuzluklar ve yiyicilik hikayeleriyle çalkalanıyor. Yönetimin itibarı yok.

Halkın sorunlarına çözüm bulunamıyor, bir yandan İsrail Ordusu'nun dipçiği, diğer yandan yönetimin baskıları radikalleri güçlendiriyor.

HAMAS liderinin tutuklandığı evin önünde 3 bin kişinin toplanması küçümsenecek bir olay değil. Bir komplo değil bu. Gerçek bir muhalefet tepkisi.

* * *

ORTADOĞU, sistem dışı büyük para transferleri ve iktidar alanları yaratmak için Müslümanlığı ideolojik gerekçe olarak kullanan güçleri besleyen coğrafya.

Eğer terörizme karşı mücadele gerçekten sonuna kadar gidecekse, mutlaka burada da, şeffaflık ve demokrasi var olacak. Daha şimdi değil.

Önümüzdeki günlerde Filistin ve İsrail, savaş yorgunu bir biçimde masaya otururken, bölgede kimsenin daha fazla kayba uğramaması için Türkiye'nin şimdiden devreye girmesi gerekmez mi?

Gerçi, Başbakan Ecevit'in, Arafat ile ilgili sözleri bir uyarı.

Ama yetersiz. Afganistan'a operasyon tartışmaları sırasında Dışişleri Bakanımız İsrail'e gitmişti. Ziyaretin nedeni pek anlaşılamamıştı.

Oysa şimdi, aktif biçimde devrede olmanın tam zamanı.

Dünya Ortadoğu'yu kaygıyla izliyor. Ama kimse kıpırdamıyor. Hem İsrail hem Filistin yönetimlerine, ‘‘şiddete son ver’’ çağrısı yapmanın zamanı.

İsrail F-16'ları, Filistin topraklarını bombalamaya devam ettikçe, Konya'da ortak hava tatbikatı düzenlemek geçen yılki kadar kolay olmayabilir.
Yazının Devamını Oku

Herkes acı çekti

7 Aralık 2001
<b>DENKTAŞ</B> ve<B> Klerides</B>, hep şaşırtırlar. Onları Amerika'da New York yakınlarında Trautbeck'te izledim. İsviçre'de Glion'da da. Aralarından su sızmıyor gibi görünüyorlardı.

Peşlerinde birçok ülkenin ve BM'nin Kıbrıs özel temsilcilerinden oluşan bir ordu. Onları atlatıp başbaşa konuşmayı tercih ederlerdi. Herkesi şaşırtırlardı.

Çünkü, ‘‘Ne zaman anlaşmaya yaklaşılsa, dışarıdan bir müdahale olur ve işler bozulur’’ inancı vardır her iki tarafta da.

Bu kanıya Yunanistan'da da rastladım.

Yakınlaşmak için ortak düşman arayışı da diyebilirsiniz.

Şimdi iki lider, yine peşlerinde koşanları şaşırttı, başbaşa görüşmelerin yolunu açtılar. Nasıl oldu?

Yıllardan beri müzakerelerde yer almış olan KKTC'li bir tanıdığa göre bunun nedeni her iki tarafın da acı çekmeye başlaması.

Her iki taraf üzerindeki baskılar artıyor.

Afganistan operasyonu ile Orta Asya'nın güvenliği garanti altına alınırken, Ortadoğu'da istikrar düzenlemesi Kıbrıs'tan başlıyor.

* * *

AVRUPA Birliği, ‘‘Kıbrıs çözüm olmasa da birliğe ilk katılacak adaylar arasında yer alacaktır’’ diyor. Ama kolay değil.

Avrupa, Kıbrıs Rum Yönetimi'ne tam üyelik statüsü tanıma kararı alsa bile üyeliğin başlayabilmesi için bütün üye ülkelerin parlamentolarının onayı gerekiyor.

Sorunlu bir Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyesi olması zor.

Kıbrıs'ta çözüm baskıları her iki taraf üzerinde de yoğunlaşıyor.

Çözümsüzlüğün acısını, gerçekten iki taraf da çekiyor.

Denktaş'ın, 4 Aralık'ta BM Genel Sekreteri'nin temsilcisi De Soto'ya verdiği belgede yer alan sözleri de bunu gösteriyor.

‘‘Gelecek nesillerin bizim yaşadığımız kötü deneyimlerden geçmemeleri için, Klerides ve benim için gerekli inisyatifleri almanın zamanı geldiğine inanıyorum.’’

Birinin kazanması için mutlaka diğerinin kaybetmesi gerekmiyor.

Kıbrıs'ta yeni dönem, bu gerçeğin her iki tarafta da kavrandığını ortaya koyuyor.

Demek ortak acı çekmeden samanlık seyran olmuyor.

* * *

KIBRIS değil sadece, Türkiye de bir eşiği aşıyor. Ama son günlerde Kıbrıs'tan iyimser haberler gelirken Türkiye'deki tartışmalar moral bozuyor.

Her köşede vatan haini arayan, yurtseverlik ile ırkçılığı düpedüz karıştıran anlayış pençesini böğrümüzden çekmeli artık.

Salkım Hanım'ın Taneleri'nde Müslüman olmayan bütün Türkleri, ‘‘şüpheli yabancılar’’ kategorisine itiveren zihniyet ile Türkiye'nin uygarca bir Medeni Kanun'a kavuşmasına izin vermeyen kafadan söz ediyorum.

Aynı zihniyet dün de, Avrupalıların ulusal programı eleştirdi diye Kemal Derviş'i neredeyse vatan haini ilan ediyordu.

Bilmeden konuşan, anlamadan yargılayan, kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımayan zihniyet ile ne Türkiye'de, ne de Kıbrıs'da bir yere gidebiliriz.
Yazının Devamını Oku

Herkes acı çekti

7 Aralık 2001
DENKTAŞ ve Klerides, hep şaşırtırlar. Onları Amerika'da New York yakınlarında Trautbeck'te izledim. İsviçre'de Glion'da da.Aralarından su sızmıyor gibi görünüyorlardı. Peşlerinde birçok ülkenin ve BM'nin Kıbrıs özel temsilcilerinden oluşan bir ordu. Onları atlatıp başbaşa konuşmayı tercih ederlerdi. Herkesi şaşırtırlardı. Çünkü, ‘‘Ne zaman anlaşmaya yaklaşılsa, dışarıdan bir müdahale olur ve işler bozulur’’ inancı vardır her iki tarafta da. Bu kanıya Yunanistan'da da rastladım.Yakınlaşmak için ortak düşman arayışı da diyebilirsiniz.Şimdi iki lider, yine peşlerinde koşanları şaşırttı, başbaşa görüşmelerin yolunu açtılar. Nasıl oldu? Yıllardan beri müzakerelerde yer almış olan KKTC'li bir tanıdığa göre bunun nedeni her iki tarafın da acı çekmeye başlaması.Her iki taraf üzerindeki baskılar artıyor. Afganistan operasyonu ile Orta Asya'nın güvenliği garanti altına alınırken, Ortadoğu'da istikrar düzenlemesi Kıbrıs'tan başlıyor. * * * AVRUPA Birliği, ‘‘Kıbrıs çözüm olmasa da birliğe ilk katılacak adaylar arasında yer alacaktır’’ diyor. Ama kolay değil.Avrupa, Kıbrıs Rum Yönetimi'ne tam üyelik statüsü tanıma kararı alsa bile üyeliğin başlayabilmesi için bütün üye ülkelerin parlamentolarının onayı gerekiyor. Sorunlu bir Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyesi olması zor.Kıbrıs'ta çözüm baskıları her iki taraf üzerinde de yoğunlaşıyor.Çözümsüzlüğün acısını, gerçekten iki taraf da çekiyor. Denktaş'ın, 4 Aralık'ta BM Genel Sekreteri'nin temsilcisi De Soto'ya verdiği belgede yer alan sözleri de bunu gösteriyor.‘‘Gelecek nesillerin bizim yaşadığımız kötü deneyimlerden geçmemeleri için, Klerides ve benim için gerekli inisyatifleri almanın zamanı geldiğine inanıyorum.’’ Birinin kazanması için mutlaka diğerinin kaybetmesi gerekmiyor.Kıbrıs'ta yeni dönem, bu gerçeğin her iki tarafta da kavrandığını ortaya koyuyor.Demek ortak acı çekmeden samanlık seyran olmuyor.* * * KIBRIS değil sadece, Türkiye de bir eşiği aşıyor. Ama son günlerde Kıbrıs'tan iyimser haberler gelirken Türkiye'deki tartışmalar moral bozuyor. Her köşede vatan haini arayan, yurtseverlik ile ırkçılığı düpedüz karıştıran anlayış pençesini böğrümüzden çekmeli artık. Salkım Hanım'ın Taneleri'nde Müslüman olmayan bütün Türkleri, ‘‘şüpheli yabancılar’’ kategorisine itiveren zihniyet ile Türkiye'nin uygarca bir Medeni Kanun'a kavuşmasına izin vermeyen kafadan söz ediyorum.Aynı zihniyet dün de, Avrupalıların ulusal programı eleştirdi diye Kemal Derviş'i neredeyse vatan haini ilan ediyordu. Bilmeden konuşan, anlamadan yargılayan, kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımayan zihniyet ile ne Türkiye'de, ne de Kıbrıs'da bir yere gidebiliriz.
Yazının Devamını Oku