Ferai Tınç

Kültür farkı dedikleri

10 Mayıs 2004
UYUM sağlamak için çok ileri adımlar atılabiliyor ama iş kadın haklarına gelince kafalara kramp giriyor. Cumartesi günü Dış Haberler Müdürümüz Ayşe Özek Karasu, pozitif ayrımcılık ve kota meselesini yazdı. Bunun eşitliği sağlamak için geçici bir ‘ince ayar’ olduğunu belirten yazısında, bu sayede Afrika dahil birçok ülkede cinsler arası eşitlik bilincinin bizimkinden daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Seçim öncesi, ‘kadınlar siyasete gelmiyor, gösterecek aday bulamıyoruz’ diye yakınanlar, bu durumu düzeltmek için ‘elden bu kadar geliyor’ diye hayıflanmasınlar. Daha yapılabilecek çok şey var. Şimdi sıra seçim yasasında. Bu yasada da değişiklik gerekiyor. Konu ele alındığında ya da alınmadan önce, kadın örgütlerinin de girişimiyle seçim yasasına pozitif ayrımcılıkla ilgili bir madde eklenebilir. Ayrıca, siyasi partiler kendi içlerinde alacakları bir kararla kota uygulamasına gidebilirler. En iyi olanın kendini gösterebileceği gerçek rekabet ortamına ulaşmak, ancak eşitlik bilincinin gelişmesiyle mümkün. Avrupalıların, bugünlerde ‘kültür farkı’ diye anlatmaya çalıştıkları da bu bize. Avrupa bu konuyu aştı mı? Hayır ama onlar, cinsiyet eşitliğini, kadın haklarını ‘bir şeyler yapılması gereken önemli sorunlar’ gündemine alıyor. İşte kültür farkı burada. * * * BUGÜN Avrupa Birliği’nin yeni ve eski üyelerinde Avrupa günü kutlanıyor. Aslında dündü ama pazar gününe rastladığı için kutlamalar bugün yapılıyor. Amaç, Avrupa Birliği projesini geniş kitlelere anlatma. Esasında buna bugün, her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Çünkü Avrupa kamuoyu genişlemeden hiç de memnun değil. Avrupa’nın amacı, benzerler arasındaki farklılıkları aşmak, çıkar ortaklığı yaratarak aralarındaki savaşlara son vermekti. Bunu da başardı. Oysa artık Avrupa, kendisine benzemeyenle bir arada olmak zorunda. ‘Doğu’dan gelen yoksul üyeler, Türkiye ile ilişkiler ve mültecileri artık tüm gerçekliğiyle Avrupalı’nın karşısında. Avrupa’nın en büyük ikilemi burada. 2050 yılında Avrupa’da yaş ortalaması 52.7’ye ulaştığında, bazı araştırmacılara göre, örneğin Hollanda’da orta öğretimdeki çocukların çoğunluğu Müslüman kökenli olacak.* * * AVRUPALI siyasiler, ‘farklılıkların birlikteliğini’ kendi kamuoylarına anlatmak ve bunun geçici bir durum olmadığını fark ettirmek zorundalar. Bu çerçevede yeni politikalar üretilmeli. Ama bu mesele çok yönlü ve ciddi bir sorun olarak bizim de karşımıza çıkıyor. ‘Türkiye’nin kültür olarak Avrupalı olmadığı bu yüzden Birlik içine alınamayacağı’ iddiası her geçen gün daha kuvvetleniyor. Bu, ‘yasalarımızı değiştirdik, tüzüklerimizi hazırladık, genelgelerimizi uyarladık’ demekle olacak iş değil. Bu benim, ayakkabılarını dairesinin kapısının önünde çıkartıp orada bırakan ve yolumu tıkayan birileriyle aynı apartmanı paylaşmak istememem gibi bir şey. Bu benim, kadınlara eşit gözle bakmayan bir insanla arkadaşlığı tercih etmemem gibi bir şey. Kültür ve eğitim, Cumhuriyet projemizin temel taşlarından biriydi. Eğer bu iki alanda devrimci adımlar atılmamış olsaydı biz bu projeyi ne kadar sürdürebilirdik? Avrupa’nın ileri sürdüğü ‘kültür farklılığı’ gerekçesini hafife almadan, ciddi biçimde tartışmamız lazım. Ortak kültür aynı dini paylaşmak demek değildir. Bu bir eğitim meselesidir.
Yazının Devamını Oku

Şimdi de kamuoyu kriteri

9 Mayıs 2004
SEPETÇİLER Kasrı’nın yüksek tavanlı salonunda bir buçuk gün Avrupa’nın önde gelen gazetelerinin yazarları ile ‘ne olacak bizim halimiz’i konuştuk. Sirkeci’den Boğaz’a açılımın en güzel noktasının tüm baştan çıkartıcılığına karşın, ne Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen gazeteciler ne de biz tartışmaları bırakıp dışarıya çıkamadık. Bu kez, ‘ne olacak bizim halimiz’ sorusunu hayıflanarak yanıtlamaya çalışan Avrupalı gazetecilerdi. On yeni üyeye kapılarını açtıktan sonra şimdi sıranın Türkiye’de olduğu gerçeği, bugünlerde Avrupa’nın kafasını en fazla kurcalayan sorun. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ulusal programın öngördüğü en zor adımlardan biri olan Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırıldığı gün yapılan bir toplantıda Avrupalı meslektaşlarımız artık bize Kopenhag kriterlerine uyup uymadığımızı sormadılar.Bugüne kadar her toplantının esas konularından biri olan Kıbrıs’ta da söylenecek söz kalmamıştı. Bu kez mesele başkaydı.Avrupa kamuoyu.Son zamanlarda, en üst seviyedeki siyasi ağızlardan, çeşitli Avrupa ülkelerinden gazetecilere kadar herkesten duyduğumuz yeni gerekçe bu. Avrupa kamuoyu Türkiye’yi istemiyor. Çünkü İtalyan meslektaşımın dediği gibi, ‘Avrupa, Müslüman Osmanlı’ya karşı ittifakların temelinde gelişmişti. Toplumsal bilinçaltında Türk korkusu hálá taze’ydi. * * *ALMAN, Hollandalı ve Avusturyalı gazeteciler de, ülkelerindeki Türk işçilere bakılarak Türkiye hakkında karar verildiğini söylüyorlar, ‘Kentlerimizi paylaştığımız ve bir türlü bize benzeyemeyen bu insanların 65 milyonu ile bir arada olmayı’ kamuoyumuza hiçbir siyasetçi anlatamaz diyorlardı. Ve neredeyse Avrupa kamuoyunu ikna etme görevini de Türkiye’nin üslenmesini istiyorlardı. Avrupa kamuoyu gerekçesinin altında, son zamanlarda herkesin açıkça ifade ettiği kültür farklılığı meselesi var. ‘Farklı kültürlerin insanlarıyız.’ ‘Siz Müslümansınız, size aramızda yer yok’ işin esası bu. Entelektüel seviyelerine yakıştıramayanların düşünüp de söyleyemedikleri, ama artık çok daha fazla kişinin açıkça itiraf ettiği bir gerçek. Avrupa, Müslümanlarla iç içe yaşıyor ama nüfusunun çoğu Müslüman olan bir Türkiye’nin, kulübe dahil olmasıyla kendi kimliğini yitirmekten korkuyor. Meseleye böyle yaklaşmaya devam ettikçe, sonunda kendisini o geri dönülemez sanılan ‘ırkçılığın tehlikeli sınırlarında’ bulacağını hesaplamadan. * * *TÜRKİYE ile müzakerelere başlama kararı, Avrupa Birliği’nin iki önemli tarihi arasına denk geliyor. Avrupa Parlamentosu için Haziran’da yapılacak seçimler ve 2005’in başında Avrupa Anayasası’nın kabulü. Bunun için referanduma gidilmesi söz konusu. ‘Türkiye ile müzakere başlattıktan sonra, bu referanduma kimse evet demez.’ Avrupalı meslektaşlarımızın görüşü böyle. Bu nedenle Avrupalı siyasetçiler Aralık’ta, Türkiye’ye olumlu bir yanıt vermek isteseler bile bunu net bir biçimde yapamayacaklar, ‘yapıcı bir ara taktik formül’ geliştirilecek. Avrupa’dan gelen rüzgarlar böyle. Avrupa ilk kez Türkiye’nin üyeliği ile yüz yüze. Bu konu ilk kez ciddi biçimde tartışılıyor. Önümüzdeki dönemde, sinirlerimizi tepemize çıkartacak bir sürü gerekçe duysak da Avrupa’dan, bence bu tartışmaların sonu iyi gelecek. Çünkü bir Avrupalı gazetecinin dediği gibi ‘Türkiye Avrupa’nın yüzüne ayna tutuyor’. Bu aynada gördüğü gibi kalmak istemeyecek Avrupa. Kendi değişimimizi gerçekleştirme görevine şimdi bir yenisi de eklendi, Avrupa’yı değiştirmek. Avrupa’nın zihniyetini değiştirmek de bize düştü, Türkiye’ye.
Yazının Devamını Oku

Avrupa değil işte şimdi kendimiz için

7 Mayıs 2004
NE diyorlardı? Avrupa Birliği şart koştuğu için değil, biz kendimiz için demokratikleşme adımlarını atmalıyız.Ne diyorlardı?Avrupa’dan olumsuz yanıt alırsak, biz de onlara İstanbul kriterleri der yolumuza devam ederiz. Hani nerede? Avrupa Birliği istediği halde bile adımlar bir türlü atılamıyor. Çünkü yollar zihniyet engelli. Anayasa’nın kadın erkek eşitliği maddesi, Meclis’teki ilk oylamada en fazla ret oyu alan madde olduysa eğer, bu kafalarla kendi kendimize herhangi bir konuda adım atmamız mümkün mü? CHP kadın milletvekilleri bugün, kadın örgütlerinin de desteklediği önergeyi yeniden Meclis’e getiriyorlar. Kabul edilen metinde, ‘devlet, kadın erkek eşitliğini yaşama geçirmek ile yükümlüdür’ deniyor. Kadın örgütleri ve CHP kadın milletvekilleri, buraya bir cümlenin daha eklenmesini istiyorlar. ‘Bu amaçla alınacak geçici önlemler ve yapılacak düzenlemeler ayrım ve imtiyaz sayılmaz.’Neden bu kabul edilmez, neden bu direnç, anlamak mümkün değil? Kadın İnsan Hakları Vakfı, Anayasa’da böyle bir cümlenin yer alması konusunda neden ısrarcı olduklarını şöyle açıklıyor: Kadınların parlamento ve siyasette temsil olanaklarını genişletmek;Kadınların devlet kadrolarında çalışma olanağını genişletmek; Kadınlara iş hayatında erkeklerle eşit fırsat sağlamak; Kız çocuklarına eğitimde fırsat eşitliği yaratabilmek, Kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasaların değiştirilmesi içi gerekiyor bu ek. Meclis’in kabul ettiği metinde, devlet bunları yapmak için ‘fiili önlemler’ almakla yükümlü kılınmıyor. Bu maddeye direnenler, ‘Devlet yükümlü kılındı ya, hem zaten uluslar- arası anlaşmalara da uymak zorundayız. Bu maddeye gerek yok’ diyorlar. Madem cinsiyet eşitliğine karşı çıkmanın yakışıksız bir şey olduğunun farkındasınız, neden ‘taahhüt’ten kaçınıyorsunuz öyleyse? * * * KADIN kuruluşları ayakta. İstanbul Kadın Kuruluşları Başkanı Nazan Moroğlu, ‘Her ne kadar eşitliğin fiilen yaşama geçirilmesi Türkiye’nin 1985 yılında onayladığı uluslararası sözleşme ile ve 2002 yılında onayladığı ek ihtiyari Protokol ile teminat altına alınmış olsa da, milletvekillerini gerçek demokrasinin yaşama geçirilmesinin en temel kriteri olan kadın erkek eşitliği konusunda bu son fırsatı kullanmaya çağırıyoruz’ diye sesleniyor Meclis’e. Demokrasinin temeli eşitlik, eşitliğin temelinde ise haklar var. Haklar ve eşitlik konusunda duyarlılık ise cinsler arası eşitlikten başlar. Eğer kafalarımızdaki kireçlenmeleri kırmaya buralardan başlayamazsak, Avrupa istedi diye yaptığımız bazı değişikliklerin bile bir anlamı kalmaz. Avrupa’nın ‘uygulama’ ile neyi kast ettiğini, ‘taşralılıktan kurtulun beyler’ dediğini asla anlayamayız. * * * CHP’li milletvekili Oya Araslı, doğrudan erkek milletvekillerine seslendi. ‘Sizden istiyoruz’ dedi. Çünkü bu eşitliği sağlayacak ve güçlendirecek olan Meclis’teki çoğunluğun -yani erkeklerin- oylarına bağlı. Bugün kadınlar için önemli bir gün. Erkekler için de. Eşitlik duygusu, üstünlük, gurur, böbürlenme, hırs ve en önemlisi hak yeme ve daha nice kötülük eğilimlerine karşı en yüce insani değer. Demokrasinin temeli. Böyle bir değeri Anayasallaştırmalıyız. Birlikte. Hem de gerçekten kendimiz için.
Yazının Devamını Oku

Kadınsız Avrupa ve kotanın önemi

3 Mayıs 2004
KADINLAR lehine pozitif ayrımcılığın, Anayasa değişiklik metninden son anda çıkartılmasına ‘Ne var bunda? Siz de çok feminist oldunuz’ diyenler, lütfen Avrupa Birliği’nin genişleme fotoğrafına baksınlar. Cumartesi günü, yeni Avrupa’nın liderleri Dublin’de fotoğraf çektirdiler. Sizi bilmiyorum ama bu fotoğraf beni çok rahatsız etti. 28 ülke liderinin mutlu mesut gülümsediği o fotoğrafta sadece iki kadın vardı. İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese ve Letonya Cumhurbaşkanı Vike Frieberga. Avrupa Birliği, kadın erkek eşitliği konusunda bunca yıldır çalışıyor olmasına rağmen, birçok ülkede kadının siyasete girmesini sağlamak amacıyla kotalar yürürlükte iken Avrupa’nın zirveleri hálá kadınsız. Avrupa politikaları, kadın bakış açısından kesinlikle etkilenmiyor. Azınlık haklarını olmazsa olmaz kriterler arasına almış olsa bile, Avrupa ‘güçlünün sözünün geçtiği’ bir platform. Avrupa bir erkekler kulübü. Tüm politikaları da erkek egemen. Bu ortama giren az sayıda kadın, ayakta kalabilmek için derhal erkek oyununu (hakim güç anlamında kullanıyorum bu sözcüğü) oynamaya başlıyor. Hatta onlardan daha rekabetçi, daha iktidar bağımlısı, azınlıklara karşı daha duyarsız hale geliyor sonunda. Avrupa’nın genişleme resmine iyi bakın. Orada, Kıbrıs Türkleri için dökülen timsah gözyaşlarının nedenini göreceksiniz. * * * AVRUPA, azınlıklara karşı pozitif ayrımcılık kavramının en fazla tartışıldığı platform olsa bile, asırlar içinde kemikleşen bakış açılarını aşmanın ne kadar zor olduğunun kanıtı. Bir sınıf, ırk ya da cinsin bakış açısının egemenliğindeki toplumlardan azınlığa karşı duyarlılığı nasıl bekleyebiliriz? Eşitsizliği doğal karşılayan, onun içinde yaşayan bir insan, eşitlikle ilgili bir kararı nasıl verebilir. Verse bile bu karar ne kadar doğru olabilir? Kadın bakış açısının hayata yansıması bu nedenle çok önemli. Dış politikadan ekonomi politikalarına kadar bu bakış eşitliği sağlanmadıkça, birileri her zaman bir yerlerde dışarıda bırakılacaktır. Kıbrıslı Rumlar, Ada’da Türklerle eşit haklara sahip oldukları temeli üzerinde inşa edilen çözüm planını reddettikten bir hafta sonra, fişeklerle Avrupa’ya kabul ediliyorlar. Bununla da kalmıyor, Kıbrıs Türklerinin temsili ve ticaretin denetimi Rumlara bırakılıyor. Her köşede timsah gözyaşları dökülüyor, o da Türkler ‘evet’ dediler diye. Bir de hayır deselerdi üzerlerine çıkıp tepineceklerdi herhalde. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusundaki kaypaklığını, ‘bir Avrupalılık özelliği, ırk karakteri’ olarak açıklamak yeterli olabilir mi? O zaman Azerilerin duyarsızlığını neye bağlayacağız?İşte pozitif ayrımcılığın önemi burada ortaya çıkıyor. Çoğunluğun karşısında azınlığın haklarının korunması için artı önlemler almadan eşitliği sağlamak mümkün değil çünkü. * * * BURADA sözü tabii ki Meclis’teki Anayasa değişikliği paketine getireceğim. Kadınlar lehine pozitif ayrımcılık maddesi son anda, AKP’li milletvekilleri tarafından paketten çıkartıldı. Korktular. Bu korku, kadını erkeğin üç adım arkasından yürüten feodal zihniyetin ürünü. Kadının ikinci sınıflığını ve onun her türlü sembolünü özgürlük gibi sunmak isteyen zihniyetin direncini aşmak için CHP ve AKP’li kadınlar harekete geçti. Meclis, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde atılan adımların içtenliğini kanıtlamak için bu eksikliği düzeltmeli. Toplumdaki zihniyet değişikliği için, öncülük yapabilmeli. Kadın erkek eşitliği, eşitlik mücadelesinin en zoru ve en ağır ilerleyeni. Avrupa’nın genişleme resminin de gösterdiği gibi.
Yazının Devamını Oku

Türkiye olmadan

2 Mayıs 2004
NE seninle ne de sensiz. Dünden itibaren 25 üyeli bir geleceğe adım atan Avrupa’nın, Türkiye’ye bakışı tam da böyle ‘ne seninle ne de sensiz.’ Dün sabaha karşı on yeni üyenin katılması nedeniyle düzenlenen görkemli törenleri Avrupa televizyonlarından izlerken, Türkiye’nin adı geçmeyen tek bir konuşma, tek bir toplantı görmedim. Daniel Cohn Bendit, Fransız televizyon kanalının bir programında, Avrupa’daki ‘Türkiye polemiği’nden söz ediyordu. Evet, Türkiye tam bir polemik konusu. Özelikle siyasi yelpazenin merkezi ile sağ ve sol uçlara giden çizgide yer alan görüşler arasında. Türkiye tartışılırken iki görüş ortaya çıkıyor. Birincisi, AB Komisyon Başkanı Romano Prodi gibi düşünenler. Yani, ‘Türkiye’ye samimi davranalım. Avrupa hiçbir zaman kapılarını Türkiye’ye açamaz’ diyenler. Bunlar, görüşlerini savunurken ilginç iddialar ortaya atıyorlar. Fransa’nın eski AB Bakanı Sosyalist Pierre Moscovici, çeşitli bahaneler üreten Türkiye karşıtlarına, ‘Kendinizi kandırmayın, meselenin derininde din farklılığı yatıyor’ diye yanıt veriyor. * * * GENİŞLEYEN Avrupa, yeni sorunlarla karşılaşacağını hissettikçe Türkiye tartışması alevleniyor. Önümüzdeki ay yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri, bir iç politika sorunu haline geldikçe bahaneler, Türkiye karşıtı kampanya halini alıyor. Fazla söze gerek yok. Dün sabaha karşı, Fransız devlet televizyonundan yayınlanan tartışmayı izlerken notlar aldım. İşte itirazlar: . Eğer Türkiye’yi alırsak, Avrupa’nın sınırı Kürdistan’ın ortasından geçecek. Buna razı mıyız?. Türkiye gerçekten laik bir ülke değil. Asker zoruyla laiklik korunuyor. . Bütün devlet dairelerinde kadınlar başörtüsü takıyorlar. . Ermeni soykırımını tanımıyorlar.. Türkiye, yıllar önce Avrupa Ekonomik Topluluğu ile anlaşma imzaladı. Avrupa Birliği başka bir süreç. Türkiye’nin burada yeri yok. . Türkiye gelirse, Avrupa Parlamentosu’nda en fazla sayıda sandalyeye sahip olacak ve tüm kararlarımızı etkileyecek. Kimi doğru, kimi yalanlara dayalı bahaneler bunlar. Ama hem içte hem dışta, anlayışları etkileyecek, kafaları değiştirecek gerekli düzeltmeleri yapmak çin üzerlerinde düşünmeye değer. * * *‘AVRUPA’nın kapıları ilke olarak Türkiye’ye açıktır’ diyenler de aslında birincilerden çok farklı değil. Bu yıl aralık ayında tam üyelik müzakerelerine başlanması gerektiğini savunuyorlar. Ama hemen arkasından ekliyorlar, ‘Hiç merak etmeyin Türkiye’nin tam üyeliği on, on beş yıldan önce gerçekleşmez.’ Kim demiş? Biz de onları ürkütmemek için olsa, bu tahmine sarılıyor ve neredeyse on beş yıldan önce müzakereleri tamamlayamayacağımıza dair güvence veriyoruz. Hatta, işi daha da ileri götürenler var. ‘Türkiye ile müzakere açmak, bundan vaz geçilmeyeceği anlamına gelmez’ diyorlar. Bütün bu kıvranmaların anlamı şu; Türkiye’nin tam üyeliğini düşünmek istemiyorlar ama Türkiyesiz olamayacağını da biliyorlar.* * *AVRUPA’nın kafası Türkiye konusunda karışık. Anlaşılan o ki, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik yolunun önündeki, zihniyet engellerini yine biz aşacağız. Avrupa’yı, değerler alanı haline getirecek olan sürecin ancak Türkiye ile mesafe alacağını Avrupa kamuoyuna anlatmak yine bizim işimiz olacak.
Yazının Devamını Oku

Cinayetlere indirim vizesi

30 Nisan 2004
<b>FRANSA </B>Cumhurbaşkanı <B>Jacques Chirac </B>dünkü konuşmasında, <B>‘Türkiye’nin üyeliği uzun vadeli bir istek’ </B>sözleriyle Avrupa kamuoyunun içini ferahlattı. Chirac, ‘Avrupa’nın sınırı Türkiye’ye kadar’ demedi. Neyse ki kapıyı kapatmadı ama ‘Bugünkü koşullarda’ Türkiye’nin üyeliğinin mümkün olmadığını söyledi.

Haksız mı?

Namus adına kadınlarını, genç kızlarını birbiri peşi sıra kendi elleriyle boğan babaların, ağabeylerin yaşadığı bir ülke bu sözü edilen.

‘Yasal değişiklik yapıldı, yapılacak, cezalar artırıldı artırılacak’ diye boşuna bekliyoruz.

Türkiye bir yandan Avrupa yolunu açmak için uğraşırken, örümcekli kafalar, ‘gelenek-görenek’ gerekçesinin ardına sığınarak, bu cinayetlerin önüne geçecek etkinlikte, caydırıcı düzenlemelerden kaçınıyorlar.

TCK Kadın Platformu son cinayetin ardından yaptığı açıklamada, ‘Gerek yürürlükteki yasada, gerekse halen Meclis Adalet Alt Komisyonu’nda görüşülmekte olan TCK Yasa Tasarısı’nda, kan gütme amacıyla işlenen cinayetlere en ağır cezalar öngörülürken, konu namus cinayetleri olunca yetkililerin sergiledikleri çekimser tavrı anlamak mümkün değil’ diyor.

‘Haksız tahrik’ maddesinin gerekçesinde, ‘namus cinayeti failleri haksız fiil hükmünden yararlanamaz’ ifadesine açıkça yer verilmesini istiyorlar. Ama bu da yetmiyor, ‘Nitelikli insan öldürme’ maddesinde sayılan ağırlaştırıcı haller arasına ‘namus saikiyle’ ifadesinin eklenmesinde de ısrar ediyorlar.

Alt komisyonda bile kabul görmeyen bu değişikliğin şansı, yakında tasarı Meclis’e gelince daha mı fazla olacak?

Kadın sayısının bu kadar az olduğu bir Meclis’ten umutlu değilim ben. Hele de Anayasa değişikliğindeki eşitlik maddesinde, kadın kotasını AKP ile CHP’nin birlikte engellediklerini öğrendikten sonra...

KIBRIS YANITI ZAYIF

EVET Kıbrıs’a dönelim. Avrupa Birliği’nin, KKTC’nin çözüm yolunda gösterdiği iyi niyete verdiği yanıt çok zayıf. Avrupa, hukuki açıdan hızlı adımlar atamıyor. Geçen yıl Nisan ayında Kıbrıs’ın tam üyeliği kabul edildiği zaman hazırlanan tüzükte çok fazla bir değişiklik yapılamamış. Yeşil Hat, AB’nin dış sınırı değil ama, buradan insan ve mal geçişinde Rum kesimi kontrol noktaları kurmak zorunda. Yeşil Hat AB’nin dış sınırı konumu kazanmakta. Hukuken değil tabii, uygulama olarak.

Ticaret, Rum kesimi üzerinden yapılacak. Ama Kıbrıs Türk Ticaret Odası’na ya da başka bir kuruma ticaret için sertifika düzenleme yetkisi AB Komisyonu’na bırakılıyor. Bu ileri bir adım sayılabilir ama ‘Kıbrıs Cumhuriyeti ile anlaşma sonucu’ şerhi düşülüyor. Eski maddede, sertifika düzenleme yetkisi, merkezi hükümete yani Rum Yönetimi’ne aitti.

Bir diğer maddeye göre, tüzükte AB Komisyonu’na değişiklik yapma hakkı tanıyor ama ‘Kıbrıs Cumhuriyeti ile anlaşma’ koşuluyla.

Kıbrıs Hükümeti de Yeşil Hat düzenlemesinde değişiklik yapma hakkına sahip olacak. Tabii ki Komisyon’a danışarak. Bir ay içinde yanıt gelmezse istediği değişikliği yürürlüğe koyabilecek.

Aslına bakarsanız, ambargolar kalkmıyor. Rum Yönetimi üzerinden AB ile ticaret imkanı tanınıyor.

Tüzükteki belki en olumlu nokta, insan dolaşımıyla ilgili olanı. Güneye gelen turistler, kuzeye geçebilecekler. Bu turizmi gerçekten canlandırabilir. Kuzeyden girenler de, Schengen vizesine sahiplerse, güneye geçebilecekler.

Hukuki nitelikteki bu metin önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı incelenecek ve tartışılacak.

Avrupa, yine hukuki zorluklardan şikayet ediyor. ‘Siyaseten desteğimiz tamdır’ gibi laflar duyuyoruz. Hukuki zemini etkilemekten aciz bir siyasi destek fazla bir şeye yaramıyor? Ama, en azından şimdi Türk tarafının her konuda söyleyecek sözü var.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs Türkü ödülünü bekliyor

26 Nisan 2004
<B>GİRNE<br><br>DÜN</B> sabahtan itibaren Kıbrıs’ta hava değişti. Geldiğim günden beri yağan, yağmasa da çiseleyen yağmur yerini berrak bir gökyüzüne bırakırken, Kıbrıslı Türklerin havasında tam tersi bir değişiklik oldu. Yıllardan beri çözümsüzlük suçlamasıyla köşeye sıkıştırılmış, ambargolanmış bir toplumun havası, kendisinden istenen ‘evet’i dürüst bir duruşla vermiş olmasına rağmen, karşı tarafın ortak bir cumhuriyet kurmaya yanaşmaması nedeniyle dün sabahtan itibaren, ‘parçalı bulutlu’.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Dün sokaklarda en çok karşılaştığım soruydu bu. Şimdi ne olacak?

1 Mayıs’tan itibaren Kıbrıs, Rum Yönetimi tarafından temsil edilen bir ülke olarak Avrupa Birliği üyesi olacak.

Bu karar sayesinde ada, Avrupa eliyle bölünecek mi? Kuzey Kıbrıs’ta birçok kişi Avrupa’nın ‘bölmemek’ uğruna, sadece Rum tarafını dikkate almaya devam etmesinden ve bunun adada gerginliği artırmasından kaygılı.

Eğer Türkler de ‘Hayır’ deseydi daha mı iyi olacaktı? Hayır. Kıbrıs yine AB üyesi olacaktı. Üstelik Avrupa’nın vicdanı rahatlayacak ve Türklerin itirazlarını dikkate almayacaktı. Ama şimdi, Türkiye de Kıbrıslı Türkler de ellerinde ’evet’in kozu ve çözüm çabalarıyla seslerini daha fazla dinletme imkanına sahip Avrupa Birliği’ne.

KOLAY OLMAYACAK

Kıbrıs Türk Ticaret Odası, 1958’de kurulduğu için uluslararası tanınmışlığa sahip tek sivil toplum örgütü KKTC’de. Oda Başkanı Ali Erel’e göre Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Tayvanlaşma Modeli beklendiği kadar kolay olmayacak. ‘Bundan sonra diplomasi ile birlikte yürütmemiz gereken bir hukuk mücadelesi dönemi açılıyor önümüze. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri tam bir birlik içinde olmalıyız ve Avrupa Birliği’nin dilini kullanarak yürütmeliyiz bu mücadeleyi’ diyor Erel.

Avrupa Birliği, Kıbrıs ile ilgili bazı tüzük ve yasa taslaklarının hazırlanmasında Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nı taraf olarak kabul ettiği için Erel, hangi noktalarda sıkıntı yaşanacağını biliyor:

‘Kıbrıs AB üyesi olunca kuzeyde müktesebat uygulanmayacak ama, 1 Mayıs’tan itibaren Kıbrıs’ın tümü yani Kuzey’i de Avrupa Birliği üyesi olacak. Tüm Kıbrıs vatandaşları da AB üyesi olacak. Eğer AB hukuki önlemler almazsa ciddi sorunlar yaşayabiliriz.

YEŞİL HAT’TIN KONTROLÜ

Her ne kadar Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen, Kuzey ile Güney’i ayıran sınır olan Yeşil Hat’tın Avrupa Birliği’nin de dış sınırı olabileceğini söylese de, 1 Mayıs itibarıyla Yeşil Hat bir iç sınır. Ve denetimi Kıbrıs devleti olarak kabul edilen Rum Yönetimi’ne bırakılmış durumda. AB kararı olmadıkça, hukuki bir önlem alınmadıkça bu durumun lafla değişmesi mümkün değil. Limanlarla ilgili yönetmelikler de öyle. Ticaret, Ada’nın tümünde Kıbrıs devleti üzerinden geçiyor. ‘Eğer, Brüksel bunun önlemini hukuken almazsa çok sıkıntı çekeriz’ diyor Erel; ‘AB Komisyonu, bizim taraf için 2003’te bir yardım paketi hazırlamıştı. Rum Yönetimi uygulanmasını engelledi.

AB’den Türkler lehine güçlü bir karar çıkması ise Yunan vetosu ile karşılaşabilir. Fransa gibi Türkiye’yi AB’den uzak tutmak isteyen bazı ülkeler, bu gerekçenin arkasına saklanarak, Türkler lehindeki önerilerin sulandırılmasına neden olabilirler.

MÜLKİYET DENGESİ

Kıbrıslı Türklerin bir diğer endişesi de, toplumun bölünmesine yol açabilecek olan bir girişim. Rum Yönetimi Türkler için bir paket hazırlıyor. Eğer güneyde mülkleri olan 40 bin Türk’e bunları elden çıkartma olanağı tanınırsa, çözüm önerilerinde yer alan mülkiyet dengesi dağılabilir.

CEZALANDIRMAYACAK AMA

Brüksel’den yapılan açıklamalar, Türklerin çözüm isteklerinin cezalandırılmayacağı yolunda.

Tamam da, bu açıklama ‘ödüllendirilme’ anlamına geliyor mu? Çünkü Kıbrıslı Türkler onu bekliyor. Erel’e göre ‘bunu Avrupalılar da bilmiyor.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ın itici gücü Türkler

25 Nisan 2004
<B>Lefkoşa<br><br>SON </B>iki gündür yağan yağmur dün yerini masmavi bir gökyüzüne bıraktı. Kıbrıs’ın güneyinde ve kuzeyinde insanlar sakin bir havada, iyimser bir ruh haliyle ‘evet’ ile ‘hayır’ arasında kararlarını versinler diye midir nedendir bilemem. Ama burada artık çok iyi bildiğim bir şey var. Bugünden itibaren Kıbrıs’ın itici gücü Türkler olacak. Kıbrıs, Türklerin çözüm arayışının yarattığı atmosfer ile modernizme açılacak.

Dünkü referandumda ‘evet’ten yana tavır koyan Rum DİSİ Partisi’nin Genel Başkanı Nikos Anastasiadis’in, Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox’a bir mektup göndererek Rum Yönetimi Lideri Tasos Papadopulos’u şikayet etti. Anastasiadis, Cox’a gönderdiği mektupta, ‘Papadopulos’un referandumda verecekleri kararı etkilemek için Rum memurlara baskı yaptığını ve kendi görüşlerini duyurmak amacıyla devlet radyo ve televizyonlarını kullandığını’ belirtti. Bu şikayete Rum kesimindeki gazetelerden bir kısmından gelen tepkiler, bir hafta sonra Avrupa Birliği üyeliğine adım atacak olan bir ülkenin bilinç seviyesini kesinlikle yansıtmıyordu.

Birçoklarına göre bu girişim, ‘rezillik’ti. Mahi Gazetesi, Anastasiadis’i ülke içindeki sorunları Avrupa Platformuna taşıyarak, kendi ülkesini teşhir etmeye çalışmakla suçluyordu.

* * *

KIBRIS Türkleri, Türkiye’nin de desteği ile ilk kez çözümden yana sonuna kadar samimi bir çaba harcayarak Rumların ezberini bozdular.

Avrupa Birliği üyeliğinin şemsiyesi ve Türklerin uzlaşmazlığının rahatlığı içinde kendi derslerini de çalışmadılar. Avrupa Birliği ile ilişkiler seçkinler düzeyinde sürdürüldü. Halk AB normları, Kopenhag kriterlerini öğrenemedi. Bugün ben eminim Kıbrıs Türklerinin Avrupa ile ilgili bilgileri Rumlardan daha ileri bir düzeydedir.

Kıbrıs Türk tarafı, barış istediği ve kendi durumundan memnun olmadığı için özeleştirisini yapabildi. Kendisini sorguladı. Haklılığını kanıtlamak için eksiklerini konuştu.

Ama Rum tarafı bunu yapmadı. Rum siyaset sınıfı, halkını böyle bir sürece yöneltmedi.

Kıbrıs Rum halkı, adada aynı acıların her iki kesimde de yaşandığı gerçeğini fazla konuşmadı. Kendisi Türk askerinden korktuğunu söylerken, 1958’de topraklarını terk etmek zorunda bırakılan Türkleri ve ENOSİS sürecini hatırlamak istemedi.

Dünya da, Rumların mutlak bir haklılık zemini üzerinde durmalarına yardımcı oldu.

Şimdi ilk kez bu zemin çatırdıyor. Ve değişim dinamiğini yakalamış olan Türklere bu süreçte, barış kültürünü yayma işi düşüyor.

* * *

KIBRIS Türkleri bu sorumluluğu yüklenebilir. Ama burada Avrupa Birlği ve ABD’den gelecek işaretler çok etkili olacak. Referandum öncesinde, Avrupa Birliği yeterince güçlü bir mesaj veremedi. Ne oyun bozanlık yapacak tarafın yaptırımları ne de verdiği sözü tutan tarafa verilecek destek konusunda hiç açık ve net bir mesaj çıkmadı.

Sadece bir kez Verheugen, Rumların üyeliği konusunda Helsinki belgesine atıfta bulundu. O belgede tam üyelik için kesin karar verilirken çözüm konusunda tarafların durumunun gözden geçirileceği maddesi yer alıyor. Bu güçlü bir ifadeydi. Ama yetersizdi.

Avrupa Birliği, Kıbrıs Türklerinin gösterdiği tavrı, Türkiye ile telafi etmeyi kesinlikle düşünmemeli. Kıbrıs Türkleri çözümden yana tavır gösterdi, onlar için kendi ülkelerinde hak ettikleri önlemleri alamıyoruz, Türkiye’yi tam üyelik müzakereleri ile ödüllendirelim yaklaşımına gitmemeli. Kıbrıs Türkü, bugüne kadar içine itildiği yalnızlıktan mutlaka kurtarılmalı, dünya ile bütünleşmeli. Tanınması için her şey yapılmalı.

Avrupa, kollarına aldığı sorunlu Kıbrıs’ta barışın kapılarını ancak Türklerle birlikte aralayacağını aklından çıkartmamalı.
Yazının Devamını Oku