Ferai Tınç

Yunanistan’da değişim

21 Şubat 2005
<B> ATİNA<br><br>‘KKTC seçimleri, Yunanistan’da ilgi ile izlendi’</B> diyeceğimi sandıysanız yanıldınız. Türk Yunan 3. Medya Konferansı için Atina’dayız. Yunanlı meslektaşlarımızla toplantıya ara verdiğimiz her fırsatta ikili ilişkilerden çok, Yunanistan’ı çalkalayan skandallerden söz ediyoruz.

Skandaller Kilise ile sınırlı değil. Yargı da rüşvet skandalleriyle sarsılıyor.

Eski eser kaçakçılığı yapan bir papaz ile ilgili soruşturmanın ucu yargıya dayanınca, yolsuzluklar ortaya çıkıyor.

Kilise ile ilgili gelişmelerde hükümetin tavrı çok önemli. Ortaya atılan kanıtlar daha önce de orada burada basına yansımış şeyler.

Ama şimdi sanki bir yerden düğmeye basılmış gibi, bütün kirli çamaşırlar peş peşe ortaya dökülüyor.

Yunanistan Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Hıristodulos’u, Patrikhane’ye ye açtığı iktidar savaşı nedeniyle çok iyi tanıyoruz.

Ama onu, Türkiye düşmanlığı ile de biliyoruz. Vaazlarda ,Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmemesi için halka çağrı yaptığını da. Yunanlı bir gazeteci, ‘Halk, artık ruhbanlara şüphe ile bakmaya başladı. Türkiye aleyhindeki sözlerinin değerini de azaltacak bu durum’ diyor.

* * *

YUNANİSTAN
’ı sarsan skandaller arasında en ilginç olanı Karamanlis Hükümeti’nin tavrı. Düne kadar Kilise ile ilişkilerini sağlam tutmaya çalışan Başbakan ve hükümeti neden Kilise’yi korumadı.

Hatta bazılarına göre tam tersi oldu. Hükümet bu pisliklerin ortaya dökülmesini teşvik etti.

Neden?

Bazı gazetecilere göre mesele para meselesi. Kilise Avrupa fonlarından büyük paralar istiyor. Mesela, kentin en şık semtlerinden Kolonaki’ye bir otel yapmak istediğini söylüyor, ya da her köşesinden kilise fışkıran Atina’ya yeni Kilise gerektiği iddiasıyla ortaya çıkıp para taleb ediyor.

Tam da Avrupa’dan gelen paralar artık tükenirken Kilise’nin, Avrupa fonlarına göz dikmesi, ciddi mali sorunlarla karşı karşıya olan hükümetin hesaplarını bozuyor.

* * *

GEREKÇESİ
ne olursa olsun Yunanistan’ın, bugüne kadar görülmedik köklü bir değişim sürecine girdiği kesin.

Simitis döneminde Avrupalı olduğu söylenen Yunanistan, kararı vermiş ama değişimi gerçekleştirememişti.

Bu reform sürecinin, bugüne kadar Türk-Yunan ilişkilerini zehirleyen arkaik düşünce kalıplarını da parçalayacağına inanıyorum.

Bunun ilk işaretlerini, Atina’da Yunanlı meslektaşlarımızla yaptığımız iki gün süren toplantıda gördük.

Bugüne kadar politikacılar arası tartışma gibi geçen toplantıda bu kez gazeteciler arasında görüş alışveriş ortamı hakimdi.

Yunanistan Devlet Radyo Televizyon’u ERT TV’nin Genel Müdürü Kostas Spiropulos, ‘Artık birlikte eğlenmeyi de öğrenmeliyiz. Ortak eğelence programları hazırlayalım’ önerisini getiriyor. Spiropulos’un bir önerisi de Alman-Fransız Kültür Kanalı ARTE’ye benzer bir TV kanalının kurulması. ‘Bu belki zaman alır ama biz orada başarıyla yayınlanan ‘Paralel Tarih’ gibi programları birlikte yapabiliriz’ diyor.

Bu bile, Yunanistan’daki değişimi göstermeye yeter.
Yazının Devamını Oku

Bu sahneyi görmüştüm

20 Şubat 2005
<B>BİRBİRİMİZE</B> salonda kaç kişi olabileceğini soruyoruz. Masaları hesaplıyoruz. <br><br>Binin üzerinde. Cuma akşamı Haris Aleksiu ve Elefteria Arvanitaki’yi dinlemek için gelenlerle Votanikos gece kulübü ağzına kadar dolu.

Haris Aleksiu, ruhunu sesinde taşıyan sanatçılardan. Sahneye çıkınca her şeyi unutturuyor. Zaten, akıl defteri hesaplarla dolu olsa da, bu toplum unutmaya keyiflenmeye hep hazır.

Birkaç gün önce Avrupa Birliği’nden gelen, ‘harcamaları kısın’ uyarısına nispet, cümbüş devam ediyor.

Ben bu manzarayı bizde de görmüştüm. Ekonomik krizin en koyu günlerinde Türkiye’ye gelen Amerikalı bir gazeteci arkadaşımın, ağzına kadar dolu meyhanelerde insanların göbek atarak eğlendiğini görünce, ‘Siz krizi böyle mi kutluyorsunuz?’ diye sorduğunu unutamam.

Evet bizim buralarda, her şey bir arada yaşanır.

Ağlarken gülen, acı çekerken teselliyi yaratan, nefret ederken barışı arayan, masaya vurduğunda, gözü kalkan toza takılıp neden vurduğunu unutanlarız biz.

Türk Yunan Medya Temas Grubu’nun Üçüncü Medya Konferansı için Atina’dayız.

* * *

AVRUPA Birliği, bütçe açığı yüzünden Yunanistan’ı izlemeye aldı. İki yıl içinde harcamaları kısmak ve açığını yüzde 5.5’tan üçe indirmekle yükümlü. Aksi takdirde, Avro alanını ihlal ettiği gerekçesiyle mahkemeye verilecek. AB üyesi ülkelerden birine ilk kez bu sertlikte bir uyarı yapılıyor. Brüksel, Atina’dan mali şeffaflık istiyor. Bugüne kadar hesaplar karartılmış. Olimpiyatların getirdiği ağır borç yükü ve sosyal dengeyi sarsmadan çözüm arayışı içinde hükümet.

Bizim gibi Yunanistan da altı ayda bir Brüksel’e rapor verecek.

Olsun, gece kulüpleri yine tıklım tıklım.

* * *

YUNAN halkı gerçekten de başkalarının başına gelen felaketlere çok duyarlı. Tsunami felaketine yardım için büyük kampanyalar yapılıyor, yardımlar toplanıyor. Ama bir aksilik, Kilise’nin yardımını götüren gemiden kürkler, karnaval giysileri ve peruklar çıkıyor. Paketleri açanlar çok sinirlenmiş.

Sorumlusu aranıyor.

Kilise ile ilgili skandaller dillerde. Yunanistan Ortodoks Kilisesi’nin lideri Hrisostomos, gerekenin yapılacağını söylüyor.

91 yaşındaki bir papazın yatakta çırılçıplak genç bir kızla fotoğrafını mı istersiniz, bir papazın diğer papazla telefondaki seks muhabbetinin kasetini mi, antika kaçakçılığı yapan papazın marifetlerini yoksa Kilise ile yakın temasta olan bir uyuşturucu kaçakçısının Kudüs Piskoposunu nasıl seçtirdiğini anlatan nefes kesici hikayeler mi, tabii küçük çocukların taciz şikayetlerini anımsatmaya gerek bile yok. Gazeteler sayfa sütün bu hikayeleri anlatıyor. Alma mazlumun ahını derler bizde, Hrisostomos, Patrik Bartholomeos’a az mı çektirdi. Mayıs ayında yüzde 68’lerde olan itibarı, şimdi yüzde 43. Hrisostomos’un itibarı tepetaklak. Hükümet skandallerin ortaya çıkmasını engellemiyor ama ‘laikleşelim’ taleplerine, ‘Anayasa değişikliği gerekiyor’ gerekçesiyle karşı çıkıyor.

* * *

GÜNDÜZ, Amerikalı iş adamları heyetinin KKTC’yi ziyaretini, ‘uluslararası yasalara aykırıdır’ sözleriyle eleştiren hükümetin, Kıbrıs ile ilgili tavrını akşam Yunanlı meslektaşlarıma soruyorum. ‘Biz de bıktık Kıbrıs’tan’ yanıtını alıyorum ama Karamanlis Hükümeti, Papadopulos’u kontrol edecek durumda değil. Hükümet, ‘Kıbrıs’ı satıyorlar’ suçlamasından korkuyor.

Ekonomik kriz, laiklik, Kıbrıs. Bunlar konuşuluyor burada. Tıpkı bizdeki gibi.

Yoksa biz aynı dili mi konuşuyoruz?
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ın kuzeyi değil

18 Şubat 2005
<B>DÜN</B>, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ nin girişimiyle bir grup Amerikalı iş adamı,KKTC’ye gittiler. ABD’li iş adamlarıyla işbirliği olanakları bulmak, Kıbrıslı Türkler için tabii ki çok önemli ama daha da önemli olan, ziyaretin anlamı.

Bugüne kadar Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınmasına yönelik girişimlerin en masumanesine bile camdan duvarlar çeken Amerikan diplomasisi, bu ziyaretle çok önemli bir adım atıyor.

Diplomatların KKTC’yi ziyareti pek görülmüş bir şey değilse de örnekleri var. Ama Ada’ya Rum tarafından giriş yapmadan doğrudan Ercan’dan ayak basmaları hiç alışılmış değil.

Üstelik bir ayrıntıya daha dikkat çekmek istiyorum. Bugüne kadar Amerikan resmi belgelerinde ‘Kıbrıs’ın Kuzeyi’ anlamına gelen ‘Northern Cyprus’ ifadesi kullanılırken, bu ziyaretle ilgili açıklamalarda ilk kez Kuzey Kıbrıs, ‘North Cyprus’ kullanıldı.

Ziyaret, Annan Planı’nın kabulünden sonra Türklere verilen vaatleri tabii ki karşılamıyor.

Amerika’dan KKTC’ye doğrudan uçuşlar, mali yardım, izolasyonun kırılması vaatleri, Avrupa Birliği gerekçe gösterilerek hep ertelendi.

Bu adım bile Rum Yönetimi’nde alarm zilleri çaldırmaya yetiyor.

Çünkü bu ziyaret ile Rumlara, Avrupa üyeliğinin Kıbrıs sorununu çözmediği, bunun da ‘farkında olunduğu’ anımsatılıyor.

Ama mesaj tek taraflı değil.

* * *

MESAJIN tek adresi yok. Adreslerden biri de Ankara. Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld’in Irak’ta aksiliklerin baş sorumlusu olarak Türkiye’yi işaret ettiği günlerde gerçekleşen bu ziyaret, önümüzdeki döneme bir hazırlık.

Ortadoğu’nun gelişmelere gebe olduğunu söylemek kehanet değil. İran ve Suriye’ye yönelik diplomatik baskıların önümüzdeki dönemde artacağı kesin.

Üstelik bu kez, Amerika Avrupa’yı da harekete geçirmek ve ittifak cephesi oluşturmak için harekete geçiyor.

Önümüzdeki hafta ABD Başkanı Bush’un Avrupa Birliği ve NATO’ya yapacağı ziyaret bu açıdan önemli. Irak’tan sonra taraflar, ittifakın önemini kavramış görünüyor.

* * *

LÜBNAN’ın eski Başbakanı Hariri’ye karşı düzenlenen suikasttan sonra, ailesine başsağlığı dileğinde bulunmak için Lübnan’a giden Fransa Devlet Başkanı Chirac, bağımsız Lübnan çağrısında bulundu, işgalin sona ermesi gerektiğini vurguladı.

Washington ile Paris, Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesi konusunda aynı görüşteler.

Bu işbirliği çabasının ve Transatlantik ittifakı canlandırmanın amacı diplomatik baskı ile İran ve Suriye’de, reform karşıtı cepheyi dağıtmak.

Türkiye bu noktada çok önem kazanıyor.

İşte bu yüzden, Amerikalı iş adamlarının KKTC’ye yaptıkları ziyaretin mesajının ikinci adresi Türkiye.

PKK konusu, şimdilik ikinci planda kalıyor ama, Türkiye’nin en hassas olduğu Kıbrıs konusunda dostane bir adım atılıyor.

Her şey çok güzel ama ufak bir soru takılıyor aklıma. Her iki tarafa da sorulması gerektiğine inandığım bir soru.

Güçlü ittifakların bu kadar bariz biçimde havuç-sopa ilişkisine bağlı olmaması gerekmiyor mu?
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ın kuzeyi değil

18 Şubat 2005
DÜN, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ nin girişimiyle bir grup Amerikalı iş adamı,KKTC’ye gittiler.ABD’li iş adamlarıyla işbirliği olanakları bulmak, Kıbrıslı Türkler için tabii ki çok önemli ama daha da önemli olan, ziyaretin anlamı. Bugüne kadar Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınmasına yönelik girişimlerin en masumanesine bile camdan duvarlar çeken Amerikan diplomasisi, bu ziyaretle çok önemli bir adım atıyor.Diplomatların KKTC’yi ziyareti pek görülmüş bir şey değilse de örnekleri var. Ama Ada’ya Rum tarafından giriş yapmadan doğrudan Ercan’dan ayak basmaları hiç alışılmış değil. Üstelik bir ayrıntıya daha dikkat çekmek istiyorum. Bugüne kadar Amerikan resmi belgelerinde ‘Kıbrıs’ın Kuzeyi’ anlamına gelen ‘Northern Cyprus’ ifadesi kullanılırken, bu ziyaretle ilgili açıklamalarda ilk kez Kuzey Kıbrıs, ‘North Cyprus’ kullanıldı. Ziyaret, Annan Planı’nın kabulünden sonra Türklere verilen vaatleri tabii ki karşılamıyor.Amerika’dan KKTC’ye doğrudan uçuşlar, mali yardım, izolasyonun kırılması vaatleri, Avrupa Birliği gerekçe gösterilerek hep ertelendi. Bu adım bile Rum Yönetimi’nde alarm zilleri çaldırmaya yetiyor. Çünkü bu ziyaret ile Rumlara, Avrupa üyeliğinin Kıbrıs sorununu çözmediği, bunun da ‘farkında olunduğu’ anımsatılıyor. Ama mesaj tek taraflı değil. * * * MESAJIN tek adresi yok. Adreslerden biri de Ankara. Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld’in Irak’ta aksiliklerin baş sorumlusu olarak Türkiye’yi işaret ettiği günlerde gerçekleşen bu ziyaret, önümüzdeki döneme bir hazırlık. Ortadoğu’nun gelişmelere gebe olduğunu söylemek kehanet değil. İran ve Suriye’ye yönelik diplomatik baskıların önümüzdeki dönemde artacağı kesin.Üstelik bu kez, Amerika Avrupa’yı da harekete geçirmek ve ittifak cephesi oluşturmak için harekete geçiyor. Önümüzdeki hafta ABD Başkanı Bush’un Avrupa Birliği ve NATO’ya yapacağı ziyaret bu açıdan önemli. Irak’tan sonra taraflar, ittifakın önemini kavramış görünüyor.* * *LÜBNAN’ın eski Başbakanı Hariri’ye karşı düzenlenen suikasttan sonra, ailesine başsağlığı dileğinde bulunmak için Lübnan’a giden Fransa Devlet Başkanı Chirac, bağımsız Lübnan çağrısında bulundu, işgalin sona ermesi gerektiğini vurguladı.Washington ile Paris, Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesi konusunda aynı görüşteler. Bu işbirliği çabasının ve Transatlantik ittifakı canlandırmanın amacı diplomatik baskı ile İran ve Suriye’de, reform karşıtı cepheyi dağıtmak.Türkiye bu noktada çok önem kazanıyor. İşte bu yüzden, Amerikalı iş adamlarının KKTC’ye yaptıkları ziyaretin mesajının ikinci adresi Türkiye. PKK konusu, şimdilik ikinci planda kalıyor ama, Türkiye’nin en hassas olduğu Kıbrıs konusunda dostane bir adım atılıyor. Her şey çok güzel ama ufak bir soru takılıyor aklıma. Her iki tarafa da sorulması gerektiğine inandığım bir soru. Güçlü ittifakların bu kadar bariz biçimde havuç-sopa ilişkisine bağlı olmaması gerekmiyor mu?
Yazının Devamını Oku

Irak’ta en kritik dönem

14 Şubat 2005
SEÇİM sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte Irak’ta üçüncü dönem başlıyor. İlki Körfez Savaşı, ikincisi Amerikan müdahalesi ve şimdi Irak’ın yeni siyasi kaderini çizeceği ‘arayış’ dönemi.Önümüzdeki günler, Irak iç politikada en keskin ittifak arayışlarına, iktidar mücadelelerine sahne olacak. Seçim sonuçları Şiilerin oluşturduğu Irak Birleşik İttifakı’nın, oyların çoğunu aldığını ortaya koyuyor. Ama Başkan ve yardımcılarını belirleyecek üçte iki çoğunluğa ulaşmıyorlar. Irak Geçici Meclisi’ndeki ikinci büyük grup ise Kürtler. Irak tarihinde ilk kez böyle bir şey yaşanıyor. Şiiler ve Kürtler, ilk kez Irak’ta çoğunluk oluyorlar. Bu yeni bir psikoloji. Uzlaşmalara en fazla gereksinim duyulan bir dönemde zorluk yaratacağı kesin. Başbakan Allavi’nin, laik Şii adaylarla oluşturduğu listesi ise Sünniler ve Türkmenler de dahil diğer listelerden önde ve ittifak arayışlarında etkili bir konumda. Allavi, birkaç gün önce Kuzey Irak’ta Kürt liderlerle görüşerek ittifak arayışlarına girdi bile. Ama esas mücadele bugünden itibaren başlıyor.* * * SEÇİM sonrası Irak, tuzaklarla dolu bir bilgisayar oyunu gibi. Her aşamada tahmin edilebilir ve edilemez engellerle dolu. İlk adım Başkan ve iki yardımcısının belirlenmesi. Talabani Başkanlığa aday. Ancak Şiiler daha önce yaptıkları açıklamalarda, Başkanlığı bir Sünni’ye Başbakanlığı Şii bir adaya Meclis Başkanlığı’nı ise Kürtlere bırakmaktan söz etmişlerdi. Son gelen haberler ise Başbakanlıkta ısrarlı olduklarını gösteriyor. Devlet Başkanı ve Yardımcılarını seçmek için meclisin üçte iki çoğunluğu gerekiyor. İttifak pazarlıkları bu ilk adım ile başlıyor ve sonra hiç bitmiyor.Başkan ve yardımcıları belirlendikten sonra, Başbakan atanacak ve hükümet kurulacak. Hükümeti Meclis çoğunluğunun oylaması gerekiyor. Özellikle İçişleri ve Savunma Bakanlıkları’nın dağılımında sıkıntı çıkabilir. Herkes şimdiden gözünü buralara dikmiş durumda. Meclis Başkanlığı da çok güçlü bir pozisyon. Çünkü, Meclis içinden ve dışından seçilecek olan anayasayı hazırlama komitesi ile sürekli temasta olacak. * * *İKİNCİ en önemli aşama ise anayasanın hazırlanışı. Çatışmaya yol açabilecek dört önemli konu var. Kürtlerin otonomi isteğinin sınırları, Kürtler federal Irak’tan yana, Şiiler dahil tüm gruplar üniter devlet istiyor. Kürtler geçici anayasada elde etmiş oldukları veto hakkından ödüne yanaşmıyor. Kerkük sorunu nasıl çözülecek, belli değil. Ve rejim meselesi. Irak Şiilerin istediği gibi İslam Cumhuriyeti olacak mı? Diğer olasılıkları bir kenara bıraksak bile önümüzdeki sekiz ay zor geçecek. Ayrıca, Anayasa hazırlansa bile sorun bitmiyor. Meclis ekim ayında anayasayı oylayacak eğer kabul edilirse genel seçimlere gidilecek ama eğer anlaşma sağlanamazsa, her şey sil baştan. Bu süreç, gerek komşuların, gerek dünyanın Irak’a en fazla müdahale ettikleri dönem olacak. ABD’yi saymıyorum bile.İşte bütün bu nedenlerle Irak’ta en kritik süreç bu, üçüncü perde.
Yazının Devamını Oku

İstanbul, bir güneydoğu sorunu

13 Şubat 2005
<B>KAR </B>altında bir haftadan sonra, kuşlar ağaçlara geri döndü. İstanbul’da kurtlar aç kalmasın da köpeklere keçilere saldırmasın diye onlara yemek vermeyi düşünen birileri çıktı da üç bin evsiz, 40 bin sokak çocuğu için kim ne yaptı bilemiyorum. Son beş yıldan beri bağıra bağıra gelen felaket, herkesi vurmaya başlayınca Ertuğrul Özkök’ün adını koyduğu, ‘İstanbul sorunu’ ile karşı karşıya olduğumuzu fark ettik.

Bu sorunu nasıl çözeceğiz? Daha fazla polis, daha sıkı cezalar, her sokağa bir bekçi, her eve bir koruma ile mi?

Evet güvenlik sisteminin yeniden gözden geçirilmesi gerekli ama İstanbul meselesi sadece adi suçlara karşı mücadele sorunu değil. Sorun daha derinde.

Kabul edelim ki, İstanbul sorunu, aslında bir doğu ve güneydoğu sorunu.

Oraya çözüm gelmeden ne İstanbul sorunu çözülebilir ne de suç oranındaki artışta onu izleyen Ankara, İzmir, Antalya ve Bursa sorunları.

* * *

YAPILAN
araştırmalara göre kapkaç ve hırsızlık sorununun en önemli nedeni sokak çocukları.

Terörle savaşın bitiminden hemen sonra Diyarbakır’a gittiğimde, mendil satmak için her gördüklerinin etrafını saran çocuk ordusuyla karşılaşmıştım. Önceleri rastlanmayan bir manzaraydı. Daha sonra gittiğim birçok kentte karşılaştım bu durumla. Boşaltılan köylerden gelip kentlerin varoşlarına yerleştirilen ailelerin yarınları olmayan çocuklarıydılar.

Çocuklarının sayısını bile bilmeyen aileler, eğitmek bir yana doyuracak takatleri de kalmayınca onları sokaklara salıverdiler. Üç ay önce Diyarbakır’da ‘artık çocuklarını aramıyorlar bile’ diyenleri dinlediğimde, ‘bölgenin İstanbul ve diğer büyük şehirlere potansiyel suçlu ihraç ettiğini’ söyleyen Osman Baydemir’in sözlerinin ciddiye alınması gerektiğini düşünmüştüm.

Araştırmalar da Doğu ve Güneydoğu’dan İstanbul’a göç ederek sokakta yaşamaya başlayan çocukların sayısının çığ gibi büyüdüğünü ve hırsızlık ile gasp olaylarının onların arasında yaygınlaştığını ortaya koyuyor.

* * *

TERÖRİZME
karşı verilen mücadeleden sonra ne yazık ki bölge için fark edilebilecek bir hamle yapılmadı. Herkes gözünü kapadı. Kürt aydınları ve siyasetçilerinin de bu sorumluluğa ortak olduğunu düşünüyorum.

PKK’nın siyasallaşması için hummalı bir faaliyet içine girildi, ama halkın yoksulluk ve eğitimsizlikten kaynaklanan sorunlarına çözüm aramak için seferber olunmadı.

Bazı bölge belediyelerinin çabaları ise merkezi hükümetten yeterli destek görmediği için sınırlı kaldı.

Örneğin bu bölgede kadınların durumunu iyileştirmek için uğraşan örgütler, siyaset yapmadıkları için küçümsendiler, yalnız bırakıldılar. Fuhuş almış başını yürümüş, bir iki gazeteci meslektaşım dışında bölgedeki siyasilerin ya da siyasetle uğraşanların hiçbirinden bu konuda bir söz duymadım.

Dicle Üniversitesi, KAMER ve British Council’in ortaklaşa düzenlediği bir araştırmaya göre kadınların çoğu namus cinayetlerinden, ölümle cezalandırılmaktan yana olduklarını açıklıyorlar. İçinde bulundukları çarpık düzene böylesine teslim olan insanları geliştirmek, aydınlatmak, hayatın kenarında değil içinde yer almalarını sağlamaya uğraşmak varken, önceliği Öcalan’ı kurtarmaya vermek çok daha kolay.

Esas mesele siyasi iktidar alanı yaratma. Halkın durumu? Sonra...

Avrupa Birliği reformları çerçevesinde bazı hakları tanımakla, ‘üzerimize düşeni yaptık’ rehavetine kapılan merkezi yönetim açısından da durum farklı değil. Kürtçe dil kurslarını serbest bırakmak yetmiyor. İnsanlar çocuklarından kurtulmayı isteyecek kadar çaresiz.

Biz ise onlara burada, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa’da sahip çıkamayacak kadar kendi halimizdeyiz.
Yazının Devamını Oku

İstanbul, bir güneydoğu sorunu

13 Şubat 2005
KAR altında bir haftadan sonra, kuşlar ağaçlara geri döndü. İstanbul’da kurtlar aç kalmasın da köpeklere keçilere saldırmasın diye onlara yemek vermeyi düşünen birileri çıktı da üç bin evsiz, 40 bin sokak çocuğu için kim ne yaptı bilemiyorum.Son beş yıldan beri bağıra bağıra gelen felaket, herkesi vurmaya başlayınca Ertuğrul Özkök’ün adını koyduğu, ‘İstanbul sorunu’ ile karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. Bu sorunu nasıl çözeceğiz? Daha fazla polis, daha sıkı cezalar, her sokağa bir bekçi, her eve bir koruma ile mi? Evet güvenlik sisteminin yeniden gözden geçirilmesi gerekli ama İstanbul meselesi sadece adi suçlara karşı mücadele sorunu değil. Sorun daha derinde. Kabul edelim ki, İstanbul sorunu, aslında bir doğu ve güneydoğu sorunu. Oraya çözüm gelmeden ne İstanbul sorunu çözülebilir ne de suç oranındaki artışta onu izleyen Ankara, İzmir, Antalya ve Bursa sorunları. * * *YAPILAN araştırmalara göre kapkaç ve hırsızlık sorununun en önemli nedeni sokak çocukları. Terörle savaşın bitiminden hemen sonra Diyarbakır’a gittiğimde, mendil satmak için her gördüklerinin etrafını saran çocuk ordusuyla karşılaşmıştım. Önceleri rastlanmayan bir manzaraydı. Daha sonra gittiğim birçok kentte karşılaştım bu durumla. Boşaltılan köylerden gelip kentlerin varoşlarına yerleştirilen ailelerin yarınları olmayan çocuklarıydılar. Çocuklarının sayısını bile bilmeyen aileler, eğitmek bir yana doyuracak takatleri de kalmayınca onları sokaklara salıverdiler. Üç ay önce Diyarbakır’da ‘artık çocuklarını aramıyorlar bile’ diyenleri dinlediğimde, ‘bölgenin İstanbul ve diğer büyük şehirlere potansiyel suçlu ihraç ettiğini’ söyleyen Osman Baydemir’in sözlerinin ciddiye alınması gerektiğini düşünmüştüm. Araştırmalar da Doğu ve Güneydoğu’dan İstanbul’a göç ederek sokakta yaşamaya başlayan çocukların sayısının çığ gibi büyüdüğünü ve hırsızlık ile gasp olaylarının onların arasında yaygınlaştığını ortaya koyuyor. * * * TERÖRİZME karşı verilen mücadeleden sonra ne yazık ki bölge için fark edilebilecek bir hamle yapılmadı. Herkes gözünü kapadı. Kürt aydınları ve siyasetçilerinin de bu sorumluluğa ortak olduğunu düşünüyorum. PKK’nın siyasallaşması için hummalı bir faaliyet içine girildi, ama halkın yoksulluk ve eğitimsizlikten kaynaklanan sorunlarına çözüm aramak için seferber olunmadı. Bazı bölge belediyelerinin çabaları ise merkezi hükümetten yeterli destek görmediği için sınırlı kaldı. Örneğin bu bölgede kadınların durumunu iyileştirmek için uğraşan örgütler, siyaset yapmadıkları için küçümsendiler, yalnız bırakıldılar. Fuhuş almış başını yürümüş, bir iki gazeteci meslektaşım dışında bölgedeki siyasilerin ya da siyasetle uğraşanların hiçbirinden bu konuda bir söz duymadım. Dicle Üniversitesi, KAMER ve British Council’in ortaklaşa düzenlediği bir araştırmaya göre kadınların çoğu namus cinayetlerinden, ölümle cezalandırılmaktan yana olduklarını açıklıyorlar. İçinde bulundukları çarpık düzene böylesine teslim olan insanları geliştirmek, aydınlatmak, hayatın kenarında değil içinde yer almalarını sağlamaya uğraşmak varken, önceliği Öcalan’ı kurtarmaya vermek çok daha kolay. Esas mesele siyasi iktidar alanı yaratma. Halkın durumu? Sonra... Avrupa Birliği reformları çerçevesinde bazı hakları tanımakla, ‘üzerimize düşeni yaptık’ rehavetine kapılan merkezi yönetim açısından da durum farklı değil. Kürtçe dil kurslarını serbest bırakmak yetmiyor. İnsanlar çocuklarından kurtulmayı isteyecek kadar çaresiz. Biz ise onlara burada, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa’da sahip çıkamayacak kadar kendi halimizdeyiz.
Yazının Devamını Oku

Örtünme

11 Şubat 2005
<b>ÇOK</b> daha önemli sorunlar olmasına rağmen, türban meselesinin çeşitli yöntemlerle gündeme gelmesi, bu konuyu daha geniş biçimde tartışmamız gerektiğini gösteriyor.

Başbakan, Alman gazeteciyle söyleşisinin üzerine muğlaklık örtüsünü çekse de, Üniversite affının Meclis’e gelişiyle birlikte, türban konusunu yine tartışacağız. Yine birçok genç kız türbanıyla okula devam edip edemeyeceğini düşünecek, fetvalar verilecek, vaadler tekrarlanacak. Üniversitede okusunlar ama kamuda görev almasınlar formülünün çözümsüzlüğü peşimizi bırakmayacak.    

Dini açıdan bu konuyu yorumlayacak değilim. Tartışmayı bu çerçevede sürdürmeyi anlamsız buluyorum. Katolik Kilise’sinin İncil’i yorumuna göre kürtaj ve boşanma da dini açıdan yasak. Bu yasaklar uzun yıllar İtalya gibi Katoliklerin çoğunlukta olduğu ülkelerde yasalarda da yerini bulmuştu. Ama, kadın hakları ve eşitlik mücadeleleri sonucunda yasalar laikleşti. Bu sonuca dini tartışmalarla varılmadı. Kilise hálá aynı şekilde düşünüyor.

Türban meselesini de, neden kadınların örtünmesi gerektiğini konuşmadan,  bu sorunun yanıtlarını göz önüne almadan ve sadece farz mı sünnet mi gibisinden teolojik bir çerçevede tartışmak çözüm getirmeyecek.   

* * *

AMACI dünya Müslümanlığını oluşturmak olan internet sitesi Islam Online’da okuyuculardan gelen, ‘Örtünme kadınların özgürlüğünü kısıtlar mı?’ sorusuna Şeyh Muhammed Mitwelli Ash-Sha’rawi şu yanıtı veriyor:

Hicab, kadınların süslenip püslenmesini engellemek için Allah tarafından mecbur kılındı. Çünkü süslenip püslenme onları tacize maruz bırakacak ve erkeklerin güçlü arzularının kolay kurbanı haline getirecek. Bu da hicabın kadının şeref ve saygınlığının korunması anlamına gelir.

 Gerekçeyi okumaya devam edelim.

Yazının Devamını Oku