Tam aksine, her gazetecinin bu konuda bana destek vermesi gerek.
Sonuçta bu para
‘‘halkın’’ parası ve gazetecinin görevi halkın çıkarlarını korumak.
‘‘Sabah gazetesi batmamalı’’ diyorlar. Yüzde bin katılıyorum. Sabah batmasın. Değil Sabah hiç kimse batmasın. Herkes işini yapsın, kimse işsiz kalmasın.
Ama Sabah'ın batmamasının formülü milletin parasının üzerine oturmak mı?
Ben de Sabah batsın demiyorum ki.
Sabah yaşasın. Yaşasın ki, borcunu ödesin diyorum. Hani
Dinç Bilgin'in hapisten çıktığı gün söz verdiği gibi.
Dinç Bilgin, şirketleri batmak üzereyken, kendi bankasını boşaltırken bir yandan da dünyanın değme zengininde olmayan yatlarla gezmesini, kendine özel uçak filosu kurmasını biz mi söyledik ki, onun bu
‘‘zevklerinin’’ ceremesini biz, yani bu millet çeksin.
Ben diyorum ki:
‘‘ATV maşallah para kazanıyor. Sabah da iyi yönetilirse kazanır. Kazanın ve devlete olan borçlarınızı ödeyin.’’
Bunda rahatsız olacak ne var.
Ama anladığım kadarıyla siz bu borçların üzerine yatmak, borçlu şirketleri boşaltıp işi başka şirketler üzerinden yürütmek ve Türk halkının 1 milyar dolara yakın parasının üzerine bir çizik attırmak peşindesiniz.
Ayıptır.
Patronunuz bunu yapmak istese bile, siz meslektaşlarımın karşı çıkması lazım.
Sizin
Dinç Bilgin'e gidip,
‘‘Patron bu yaptığımız ayıp. Siz böyle yaparsanız biz nasıl başkaları hakkında yazı yazarız. Birisi çıkıp da ‘Ele verir talkını, kendi yutar salkımı' demez mi! Şu borçları ödeyelim. Şerefli bir mesleğe leke düşürmeyelim’’ demeniz gerekmez mi?
Elbette Sabah yaşamalı. Ama namusuyla, şerefiyle, onuruyla. Halka borcunu ödeyerek.
Haklı olduğunuz bir yer var, Sabah hepimize lazım.
Ama bu şekliyle değil.
BDDK uyuyor, RTÜK uyumuyor
MARMARA TV üzerinden ATV'nin içinin boşaltılarak devlete olan borçlardan kurtulma operasyonu yapılabileceğini yazmış ve
‘‘hortumlanan’’ bankaların paralarını kurtarmakla görevli BDDK'yı uyarmıştım. BDDK'dan ve Tahsilat Dairesi'nden bir yanıt gelmedi. Gelmesi de beklenmezdi. Çünkü zaten onlar Tahsil Etmeme Dairesi gibi çalışıyorlar ve umut vermiyorlar. Ancak Türkiye'de işini büyük bir ciddiyetle yapan kurumlar da var. Benim geçen hafta yaptığım uyarı üzerine harekete geçen bu kurumlardan biri de RTÜK oldu. Benim hassasiyetimi ihbar kabul eden RTÜK, hemen konuyu incelemeye almış. Dün RTÜK Başkanı
Fatih Karaca arayarak geniş bilgi verdi.
Karaca, ATV'nin sahip olduğu frenkansların Marmara TV veya bir başka televizyon kanalına devrinin mümkün olmadığını çok net bir biçimde söyledi.
Karaca 3984 sayılı kanunun çok açık bir şekilde buna izin vermediğini ve bu frekansların devredilmesine göz yummayacaklarını belirtti. RTÜK Başkanı, Marmara TV'ye verilen
‘‘Ulusal Yayın Yapma Hakkı’’nın Danıştay'ın aldığı bir karardan kaynaklandığını, ancak bu ulusal yayının il merkezlerini değil, 47 küçük ilçeyi kapsadığını ve bunların dışında bir yerde Marmara TV'nin yayın yapmasının mümkün olmadığını anlattı. RTÜK Başkanı
Karaca bu konuyu çok önemsediğini de belirtti.
‘‘Yerel televizyonlara Danıştay kararı nedeniyle verilen bu hak, birileri için kazanç kapısı olmasın. Çünkü bu hakkı paraya çevirmek isteyenler olacaktır. Bir tür dolandırıcılık hesabı yapanlar olabilir. Kimse bu kanalların büyük kıymet arz eder hale geldiğini düşünmesin’’ dedi. ATV'nin frekansları konusunda hassas olduklarını ve bu yolla devletin zarara uğratılmasına izin vermeyeceklerini de söyleyen
Karaca, ‘‘Gelişmeleri izliyoruz. Yazılarınız da bizim için uyarıcı oluyor. Çünkü yazdığınız meselede işin bir de BDDK yönü var. Kamuyu zarara uğratacak hiçbir şeye izin vermeyiz’’ dedi.
Karaca bunun kamuoyuna duyurulması konusunda da çok hassas davrandı ve
‘‘Lütfen bunları yazın’’ diye bitirdi sözlerini.
Kaza ‘geliyorum’ der
BİR halk otobüsü aşırı sürat yaparken bir büfeye girdi. Can kaybı olmaması mucize. Böyle bir kazanın meydana gelmemesi ise mucizeden de öte bir şey olurdu. Olamadı.
Çünkü mucizeler zırt pırt meydana gelmiyor.
Şoförün iddiası ise bir yolcunun cep telefonunun açık olmasının kazaya sebebiyet verdiği.
Cep telefonu böyle bir kazaya neden olmaz. Herkes biliyor.
Halk otobüsleri uzun süredir İstanbul sokaklarında terör saçarak ilerliyorlar. Bir zamanlar İstanbul'un korkulu rüyası olan minibüs şoförleri vardı. Onlar şimdi daha tehlikeli, çünkü altlarında halk otobüsleri var. Birbirlerinin önüne geçmek için müthiş sürat yapıyor, trafik kuralı falan dinlemiyorlar.
Geçen gün bir tanesi Mecidiyeköy'de ortalığı birbirine katıyordu. Yetişip kırmızı ışıkta yanında durdum. Camı açıp otomotik kapısına vurdum elimle.
Kapıyı açtı. İçerde gençten bir oğlan. Ehliyeti var mı, yok mu şüpheli.
‘‘Kullandığın aracın boyuna posuna bak ve doğru düzgün git. Milleti ezeceksin’’ dedim.
‘‘Ha s....r lan’’ deyip kapıyı kapadı.
Bunları denetlemek trafik polisi kadar Büyükşehir Belediyesi'nin de işi ama denetleyen olmadığına eminim.
Ne araçlar, ne şoförler.
Yarın öbürgün bir halk otobüsü faciası ile karşılaşırsak kimse şaşırmasın.. ‘‘
Bu yazıyı geçen hafta yazdım. Yayınlamak kısmet olmadı. Ama olan oldu.
Ercan Arıklı gibi biri halk otobüsü altında kaldı.
Hem de yaya geçidinde.
Türkiye'yi Türkiye gibi olmaktan kurtarmaya çalışan bir adam tam bir Türkiyeli gibi öldü.
İnanılmaz. Bende ve pek çok gazetecide büyük emekleri vardı. Ondan çok şey öğrenmiştik. Komplekssiz, rahat, çalışanları ile dost bir patrondu.
Yöneticiliğin yumuşak bir yüzle nasıl yapılacağını bana öğreten iki kişiden biri de oydu.
Tek tesellim, yaşadığı hayatın hakkını vermiş olması.
Nur içinde yatsın.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Başarılı bürokratlardan rahatsız olan çıkar grupları, onları yemek için bahane üretmeye çalışmadığı zaman.