‘SAYIN Bakanım, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giden yoldaki engelleri iyi şekilde tespit ederek ve öncelikleri belirleyip inanç ve bilinçle savunmadaki başarınız sonucu gelinen noktayı takdirle karşılıyorum. Gerek uyum yasalarının çıkarılması, gerekse Kıbrıs müzakerelerinde ekibinizle birlikte elde ettiğiniz başarılarınızdan ötürü sizi yürekten kutluyorum.’
Bu satırları bu köşede okuyan bazıları bana şöyle mesajlar yollayacak, vatan hainliğinden, ülkeyi satmaya kadar uzanan hakaretler edecek, bana iktidar yalakası diyecekler..
Ama çok üzgünüm ki, bu satırların yazarı ben değilim.
Bu satırları ölümünden beş gün önce Sakıp Sabancı yazmış. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e yolladığı mektupta. Arkasından hep birlikte ağladığımız, hayatını bu ülkenin gelişmesine adadığından kuşku duymadığımız adam.
Üstelik de çok az bir ömrü kaldığının, ölüm döşeğinde olduğunun bilincindeyken.
Yani bir insanın birilerine yaranmaya, birilerinden çıkar sağlamaya artık hiç ihtiyacının kalmadığı bir dönemde.
Giderayak. Soruyorum size, sizce Sakıp Sabancı da iktidara yalakalık mı yapıyordu, yoksa vatanı mı satıyordu. Girişte kullanılan ifadeleri vatan satmakla eş tutan ‘saldırganlara’ soruyorum. Hanginiz bu vatan için Sakıp Sabancı kadar çok şey yaptınız. Hanginizin cenazesinde gönülden oraya gelen on binler yer alacak.
Tehditçinin yazarı nasıl aldığımı mahkemede öğrenecek
SABAH Gazetesi’nin kiracısı değerli dostum Turgay Ciner ortak bir dostumuzla mesaj yolladı:
‘Altaylı’nın iki evi varmış. Bana tapularını getirdiler. Bu evleri alırken bazı avantajlar kullanmış. Beni bunları yayınlamak zorunda bırakmasın.’
Ortak dostumuz mesajı bana getirmeden Ciner’e yanıtı vermiş: ‘Hata yaparsınız Turgay Bey. O evlerden bir tane de benim var. O evler vatandaşlara nasıl satılıyorsa Fatih Altaylı’ya da aynen öyle satıldı. Hiçbir avantaj sağlamadı. Fatih zaten öyle biri değildir. İndirim yapsanız kabul etmez.’
Dostum mesajı bana iletti.
‘Ekşi yemedim midem ağrısın. Benle ilgili ne varsa adamlarına yazdırabilir. Hayatımda hiçbir namussuzluk yok’ dedim.
‘Biliyorum’ dedi.
Birkaç gün sonra Sabah’ta sahibinin sesi yazmış.
‘Altaylı bu evleri nasıl aldı’ diye.
Nasıl aldığımı mahkemede öğrenecek.
Ne zaman aldığımı, hangi gün kaç lira taksidi hangi banka kanalıyla nasıl ödediğimi ve o evleri hangi şartlarla aldığımı.
O zaman görecek benim o ‘aşağılıklardan’ olmadığımı, üç otuz para için eğilip bükülmediğimi.
Patronun tehditlerini kaleme alan ‘zavallıdan’ ve ona o yazıyı yazdırandan alacağım tazminatla da bir ev daha alacağım. Onu da Anadolu’dan gelip İstanbul’da okuyan öğrencilere tahsis edeceğim.
CİNER’E NOT:Turgay Bey, sizin basında yer almanızdan rahatsız olmadığımı defalarca dile getirmiştim. Hatta memnun bile oluyordum. Benim tek derdim bunu ‘devlet kaynaklarını ucuza kullanarak’ yapıyor olmanızdı. Ancak kullanmaya başladığınız üslup sizin ‘gerçek’ bir basın patronu olmanızı engeller. Umarım bu dost uyarısını dikkate alırsınız.
Riya başlıkları
MÜTHİŞ riyakár bir topluluk haline gelebiliyoruz. Utanmadan, sıkılmadan. Ali Aydın, bu sezon peş peşe çok kötü maçlar yönetti. O kadar kötüydü ki, bu sezon futbolun üzerine kara bir leke gibi düştü. Bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatalar koskoca bir ligi şaibeli hale getirdi. Kazananı da, kaybedeni de ‘töhmet altında’ bıraktı. Spor basını da haklı olarak infial gösterdi.
Hakem Ali Aydın hakkında yazılmadık bir şey kalmadı.
Ali Aydın da, yapabileceği en doğru ve en şerefli hareketi yaparak düdüğünü bıraktı. Düne kadar Ali Aydın’a demediğini bırakmayanlar, ligin onun yüzünden sıkıntıya girdiğini söyleyenler şimdi tam tersini haykırıyorlar.
Dün ‘Bırakmalı’ veya ‘Bıraktırılmalı’ diye manşet atanlar, şimdi ‘Ali Aydın ilahlara kurban edildi’ deyip, Aydın’ın arkasından ağıt yakar oldular. Bu nasıl bir riyakárlıktır, bu nasıl bir ikiyüzlülüktür, bu nasıl bir gazeteciliktir anlamıyorum.