Sıkı bir
‘‘sivil toplum’’ önderi.
Çağlayan'a geçtiğimiz haftalarda
Deniz Baykal'dan
‘‘Siyasete gir’’ önerisi geldi.
Ankara'da Gölbaşı'nda bir restoranda buluştular.
Çağlayan'ın yanında tertemiz bir başka işadamı, bir dostu vardı.
Çağlayan düşündü taşındı.
Bir türlü karar veremedi.
Ama sonunda bir açıklama yaparak
‘‘Girmeyeceğim’’ dedi.
Bunun, onun gönlünde yatan karar olduğunu zannetmiyorum.
Ama karar vermeye çalışırken, neler düşündüğünü tahmin edebiliyorum.
Bir tarafta rahatı yerinde.
Kurulu bir işi, Türkiye'nin çalkantılarına rağmen yürüyen bir düzeni var.
Siyasetin vereceği güce ihtiyacı yok.
Zaten öyle bir gücü kullanma niyeti de yok.
Siyasete girerse işine ayırdığı zamandan çalacak.
İşini devredebileceği biri de yok.
Siyasetteyken işi kuvvetle muhtemel zorlanacak, hatta bozulacak.
Hatta seçimi kazanamazsa, taraf olduğu için rakip partilerin de şimşeklerini üzerine çekecek.
Yarın öbür gün işini yürütmekte zorlanacak.
Böyle bakınca,
‘‘Ne işi var siyasette’’ demek mümkün.
Diğer taraftan da, kapasitesi, bilgisi, deneyimi, reel sektörün sorunlarına hakimiyeti, dürüstlüğü, kimsenin adamı olmaması, çağdaş düşünceleri ile de Türk siyasetinin ihtiyaç duyduğu insan profiline tam uyuyor.
Bütün bunları eminim ki o da hesapladı.
Sonunda önünde ikiye ayrılan bir yol kaldı. Siyasete girmeyecekti.
Ama benim çocuğumun, komşusunun çocuklarının,
Deniz Baykal'a birlikte gittiği arkadaşının çocuklarının geleceğini düşünüyorsa o zaman siyasete girecekti.
O tercihini kendi çocuklarının geleceğinden yana kullandı.
Kızabilir miyiz?
Hayır.
Türkiye'de on binlerce
‘‘işe yarar adam’’ aynen böyle düşünüp siyasetten kaçıyor.
Ama sonra kalkıp siyaseti eleştirme hakkını da kaybediyor.
Zafer Çağlayan da, bundan böyle siyaseti eleştirme hakkını kaybetti.
Çağlayan benim geçen yıl Galatasaray yönetimine,
‘‘kulüp yöneticiliği yapmaya bayıldığım için’’ mi girdiğimi düşünüyor?
Sağlık haberi sorumluluk ister
SABAH Gazetesi,
‘‘Ecevit'i ayağa kaldıran doktor’’ diye bir manşet patlatmış.
Sonra da
‘‘büyük bir cehalet’’ örneğiyle her biri ayrı uzmanlık dalı gerektiren çok önemli hastalıkların tümünü tek bir doktora, bir ortopediste
‘‘iyileştirmiş’’.
Bu haberden söz konusu doktor
Mücahit Pehlivan'ın bile çok rahatsız olduğunu düşünüyorum.
Nörolojinin, geriatrinin, endokrinolojinin alanına giren komplike pek çok sorunu, bir ortopedistin
‘‘çorap giymek için eğilmemesini’’ sağlayarak tedavi ettiği gibi bir hava yaratılıyor.
Belli ki, haberle doktorun alakası yok.
Adam ne bir tek kelime etmiş, ne fotoğraf çektirmiş.
Fotoğrafları bile yolda yürürken çekilmiş.
Ama haber yakışıksız.
Çünkü tıp palavra değil.
Binlerce insanı yanlış yönlendirmek, kulaktan dolma bilgilerle tedavi uydurup yazmak iş değil.
Genelkurmay: Geleneğin dışına çıkılmadı
GENELKURMAY Başkanlığı, dünkü yazım üzerine hemen aradı.
‘‘Bu yılki 30 Ağustos törenlerinde geçmiş yıllardan farklı herhangi bir uygulama yapılmamıştır’’ mesajı iletildi. Her yıl olduğu gibi, TRT'nin törenler için
‘‘sabit’’ kamerasını kurduğu ve bu kameranın görüş açısı içindeki her şeyin ekrana yansıtıldığı, bunun dışında bir görüntü alınmasının geçmişte de vuku bulan bir şey olmadığı söylendi.
Tayyip Erdoğan'ın karargáha gelmesinden kaynaklanan bir rahatsızlığın, bunun görüntülenmesini engellemek için özel bir önlemin söz konusu olmadığı vurgulandı.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bizi seven ve güvenen insanların iyi niyetlerini yalanlarla sömürmediğimiz zaman.