Eyüp Can

Bana tarzını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim

20 Şubat 2010
DAHA ilk karşılaşmamızda şöyle bir süzdü ve “Siz Contemposunuz” dedi. <br><br>Contempo? İngilizce ‘contemporary’den türetilmiş ‘güncel’ demekmiş.
Meğer Türkiye’nin en köklü markalarından YKM, Whitaker danışmanlığında bir süredir
‘yaşam tarzı mağazacılığı’ yapmaktaymış.
YKM Genel Müdürü Jaklin Güner, müşterilerinin yaşam tarzını dikkate alarak altmışa yakın mağazayı baştan aşağı değiştirmiş.
* * *
Aslına bakarsanız Amerikalı danışmanlık şirketi YKM’ye on yaşam tarzı belirlemiş.
Fakat YKM yaptığı araştırmada müşterilerinin ağırlıklı olarak dört yaşam tarzını benimsediğini görmüş.
Contempo (Güncel) % 42.5
Fashion (Moda) % 32.7
Traditional (Geleneksel) % 11
Neo Traditional (Yeni Geleneksel)
% 13.8
Göçebe ve Romantik gibi kategoriler de var ama onlar azınlıkta.
* * *
Peki beni ‘Contempo’ yapan ne?
Güner’e göre ilk bakışta kıyafet seçimim, esasında düşünme biçimim.
“Kıyafet ve marka seçiminden başlayalım...”
Koyu kahve deri spor ayakkabı
(Custom National)
Taba rengi pantolon (Dockers)
Uçuk mavi gömlek (Milimetric)
Lacivert hırka (Stefanel)
Açık kahve yıpranmış deri mont
(C.P. Company)
* * *
Renk, uyum, kesim dahil bir sürü teknik analiz...
Peki ya Contempo müşterinin
kişiliği?
Hayatta en önemli şey; kim olduğunu ve ne istediğini bilmek.
Teknoloji sayesinde sürekli iletişim ve hareket halinde, eklektik, yenilikçi ve şehirli...
İlla ‘Moda’ hayat tarzını tercih eden müşteri gibi en son trend, en gözde mekân saplantısı yok. ‘Geleneksel’ gibi kontrollü ve sürprizlere kapalı değil.
Bu arada kullandığınız parfümden tatil zevkinize, yatakta sağ ya da solda yatmaktan, beslenme ve spor alışkanlığına onlarca soru var.
Çünkü artık yaşam tarzları yaş, cinsiyet ve gelir düzeyinden bağımsız şekilleniyor.
Trendler bile yetersiz, düşünme biçiminiz
yaşam tarzınızı belirliyor.
Öyle ki yenilikçi perakendeciler
24 saatinizi bilmek istiyor...
* * *
1950’de kurulan YKM, Boyner’le birlikte Türkiye’de çok katlı mağazacılığın öncüsü.
Biri köklü, diğeri yenilikçi...
Fakat artık ne YKM’nin 1950’lerin sonunda ilk taksit uygulamasını başlatmış olması yeterli ne de Boyner’in 1990’ların başında alışveriş kartıyla sadık müşteri yaratma becerisi...
Eskinden müşteriye bol seçenek sunabilen kazanıyordu, çünkü alternatif azdı.
Şimdi o kadar çok seçenek var ki müşterinin neyi neden seçtiğini bilerek alternatifleri azaltmanız
gerekiyor.
* * *
Şaşırdınız değil mi?
Psikolog Barry Schwartz bu durumu ‘tercih paradoksu’ ile
açıklıyor.
Schwartz 2000’lerin başında ‘The Paradox of Choice’u yayımladığında sadece akademi dünyası değil perakende sektörü de ciddi dalgalanmıştı.
Eskiden bol seçeneğin bizi özgürleştirdiğine inanırdık, oysa bol seçenekli tüketim toplumunda mağazalardan eli boş çıkan müşterilerin sayısı her geçen gün artıyor.
Çünkü seçenekler arttıkça tüketici paralize oluyor.
Bol seçenek mutluluk yerine tatminsizliğe yol açıyor.
Bu yüzden perakende sektörü insanların yaşam tarzlarına uygun seçenekler üzerine yoğunlaşıyor.
* * *
YKM’nin 2 milyona yakın kartlı müşterisi var.
Bu ne demek?
Eğer bu 2 milyonun içindeyseniz Jaklin Güner size ait verilerle
çoktan yaşam tarzınızı tespit etmiş durumda.
Siz daha mağazaya girmeden o nereye yöneleceğinizi biliyor.
Baksanıza YKM kartına sahip olmamama rağmen ilk karşılaşmada sadece gözlem yaparak beni ‘Contempo’ ilan etti.
Ne kadar ‘güncel’im bilmiyorum,
size tavsiyem yenilikçi perakendecilerin her zaman sizden bir adım önde,
bir adım daha ‘güncel’ olduklarını unutmayın.
Benim gibi ‘ava giderken avlanmak’ istemiyorsanız, tarzınıza bakıp kim olduğunuza kendiniz karar verin.
Yoksa Jaklin Hanım gibi biri çıkar bir gün sizin adınıza hem tarzınıza hem de kim olduğunuza karar verir.
Yazının Devamını Oku

Bela mı arıyorsun arkadaş

19 Şubat 2010
BEN daha ağzımı açmadan o, ofisinde gün boyu izlediği televizyonun sesini kıstı ve resmen bağırmaya başladı...

“Bela mı arıyoruz arkadaş?”

“Ne belası...” diyecek oldum, konuşturmadı.

“Sabahtan beri işi gücü bıraktım yargı kriziyle ilgili haberleri izliyorum. İki toplantım vardı, birini iptal ettim diğerini kısa kestim. Nereye gidiyor bu memleket?”

Uzun zamandır tanırım, sakin ve bilge bir işadamıdır.

Yazının Devamını Oku

‘Edirne’yi sel aldı’ diye yazmayın orası Çarşamba

17 Şubat 2010
GÜNLERDİR Edirne’de sel ve sağanak yağış uyarısı yapılıyor. <br><br>Fakat Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi hafta sonu çıkıp; “Şehirdeki 24 mahallemizde bir sıkıntı yok, ekili arazilerin bir kısmı sular altında, lütfen Edirne’yi sel götürdü diye yazmayın” diyor.

Tamam, yazmayalım “Edirne’yi sel götürmedi” peki ne oldu Edirne’de?

Söyleyeyim ‘göz göre göre lades’.

* * *

Aslında bu sorun Edirne’ye özgü değil.

Yazının Devamını Oku

Atlatıldığım halde habere neden sevindim

16 Şubat 2010
‘ATLATMA haber’ bizim mesleğin en keyifli yanıdır. <br><br>Bir haberi herkesten önce verme arzusuyla yanar gazeteciler.

Bazen atlatırsınız bazen de atlatılır...

Tatlı bir telaştır, kimi zaman üzer kimi zaman sevindirir.

Dün ‘atlatıldığım’ halde hiç ‘üzülmediğim’ hatta ‘sevinç’ duyduğum bir habere imza attı Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş.

Neden mi gelin anlatayım...

Yazının Devamını Oku

Evinizin duvarında nasıl bir resim olsun istersiniz?

14 Şubat 2010
HER şey 10 Aralık 1993’te Indiana’da başladı.

Sovyetler Birliği döneminde ülkeyi terk eden iki çılgın Rus ressam Vitaly Komar ve Alexander Melamid, yanlarına aldıkları uzman bir ekiple, bir telefon santralının başına geçip Amerikalılara şu soruyu sordular:

“Evinizin duvarında nasıl bir resim olsun istersiniz?”

Aslında 11 gün süren 102 soruluk ‘renkten şekle, soyuttan somuta, eskiden yeniye, tabiattan insana’ birçok soruyu barındıran çok detaylı bir anketti bu.

Amerikalıların sanat zevkini duvarlarında ‘en çok görmek istedikleri ve hiç görmek istemedikleri resimler’ üzerinden anlamaya çalışan.

 

Sonuçlar öylesine şaşırtıcıydı ki Komar ve Melamid ellerindeki verileri kullanıp New York’ta ‘Halkın Seçimi’ başlıklı bir sergi açmaya karar verdiler.

Sadece iki resim olacaktı salonda.

Sorulara verilen cevaplar doğrultusunda hazırlanan iki resim.

Yazının Devamını Oku

‘O uydurma haberi getiren içinizden bir grup’

13 Şubat 2010
O gün kocası Ayşe’ye birlikte sefere çıkmayı önerdi. <br><br>Ayşe sırasını bekleyen çocuklar gibi heyecanla “Evet” dedi.

Büyük bir kafile çöl sıcağında Beni Mustalik kabilesine karşı yola çıktılar.

Dönüş yolunda herkes yorgun ve perişandı.

Buna rağmen gün ağarmadan toplanma emri verildi.

* * *

Yazının Devamını Oku

Adalet Bakanı’nın vicdanını sızlatan dava

12 Şubat 2010
ADALET Bakanı Sadullah Ergin aradı. <br><br>“Bir kere de ciddiyet ilan etsek Sayın Bakan” başlıklı yazım onu hem tebessüm ettirmiş hem de vicdanını sızlatmış.

Ne diyordu Mektebi Sultani’nin efsane hocası Sakallı Celal?
“Tanzimat ilan ettik olmadı, meşrutiyet ilan ettik olmadı, cumhuriyet ilan ettik olmadı, bir kere de ciddiyet ilan etsek, ne dersiniz?”
* * *
“Ben şahsen Hrant Dink davasını başından beri ciddiyetle takip ediyorum...” diyerek başladı söze Ergin.
Peki ya üç yıldır yargı sürecinde yaşanan ciddiyetsizlikler?
“Yargılaması süren bir dava ile ilgili konuşmak istemem ama cinayet ve sonrasında yaşananlar kamu vicdanını nasıl yaralıyorsa benim vicdanımı da aynı şekilde sızlatıyor...”
Ergin’i tanırım.

Yazının Devamını Oku

Bir kere de ciddiyet ilan etsek Sayın Bakan

10 Şubat 2010
KOMİK diyeceğim değil.<br><br>Trajikomik desem Hrant’ın ruhuna saygısızlık.

Fakat üç yıldır bir arpa boyu yol alamayan Dink cinayeti davasının önceki gün görülen son duruşmasına bakınca söyleyecek başka bir söz bulamıyorum.

Buradan adil yargılanma konusunda hassasiyetini bildiğim Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e sesleniyorum.

Sayın Bakan bu dava bu şekliyle hiçbir yere gitmez.

Çok fazla neden sıralamaya gerek yok, davanın görüldüğü duruşma salonuna bir kez gitmeniz yeterli. * * *

Bütün dünyanın gözü bu davanın üzerinde...

Brüksel’den Paris’e birçok baro temsilci gönderiyor.

Fakat herkesin gözü önünde bir tiyatro sergileniyor.

Dün Cengiz Çandar patladı.

Yazının Devamını Oku