Eyüp Can

Liverpool’dan Siirt’e akıl almaz bir cinayet

27 Nisan 2010
BİR ay sonra 3 yaşına basacaktı. Kocaman mavi gözleri ve sarıya çalan saçlarıyla annesinin ‘biricik’ oğluydu o. <br><br>Nereye gitse yanına alır hep gözünün önünde olsun isterdi.

O cuma öğle civarı alışveriş merkezine giderken yine öyle yaptı.

Oğlunu bir saniye yanından ayırmadan hızlıca alışverişini tamamladı.

En son et almak için kasaba uğradı.

İçerisi kalabalıktı, oğlunu yanına alıp sıraya girdi.

Yazının Devamını Oku

Eşimi nasıl seçtim?

25 Nisan 2010
BU soruyu hepimizin önce kendimize sorması gerekiyor...<br><br>Ben sordum... Önce “ilk görüşte aşk” dedim sonra aşk yolculuğunda yaşadığım iniş ve çıkışları düşünüp “beynimdeki robot fotoğrafa” döndüm...
Aynı soruyu karıma sordum...
Sonra yakın dostlarıma...
Kimi “kültürel” dedi, kimi “kişisel”, kimi “duygusal”.
* * *
Oysa evrimci psikolog David Buss aksini iddia ediyor.
Ona göre kadın ve erkek eş seçimlerimizi belirleyen “evrensel kurallar” var.
Buss, Harvard’da araştırma görevlisi olarak 1980’lerin ortasında fikirlerini ilk tartışmaya açtığında büyük gürültü koparmıştı.
Özetle, tercihlerimizin biyolojik evrime bağlı olduğunu, tıpkı atalarımız gibi bizlerin de eğer erkeksek “dış görünüşe”, kadınsak “sosyal statüye” bakarak eş seçtiğimizi söylüyordu.
Kıyamet koptu...
Kimi kadınları aşağıladığını, kimileri ise klişelere dayalı spekülasyon yaptığını söyledi.
* * *
Hayatı boyunca matematikle arası iyi olan Buss tüm bu saldırılar karşısında inanılmaz bir proje başlattı.
Tam beş yıl boyunca dünyanın dört bir tarafında farklı yaşlarda evli çiftlere eş seçimlerini sordu.
Uluslararası Eş Seçme Projesi böylece doğdu.
Çin’den Afrika’ya tam 33 ülkeden on binlerce veri toplandı.
Önce kadın ve erkeklerin eş seçiminde ortak vurguladıkları “nezaket” ve “temizlik” gibi özellikler ayıklandı.
Sonra “iyi yemek yapmaktan” “saç” ve “ten” rengine onlarca şık arasından kadın ve erkeğin en çok tercih ettiği özellikler sıralandı.
Sonuç çarpıcı, ister Zululu, ister Çinli, ister Alman, isterse Eskimo olsun...
Kadınların eş seçiminde en önemli kriter “maddi imkân” ve “sosyal statü”.
Erkekler için ise “dış görünüş...”
Öyle ki “açık ve yumuşak tenli” olmasından “dudak şekline” , “pırıltılı saçlardan orantılı gögüs ve kalça yapısına” dünyanın her yerinde erkekler için sıralama aynı...
Yani “Kadınlar zengin koca, erkeler sarışın sever” cümlesi zannettiğimiz kadar klişe değil.
The Evolution Of Desire’ın yazarı Buss’a göre bunun sebebi biyolojik yapımız...
* * *
Milyonlarca yıllık evrime rağmen aslında taş devrinden bu yana erkek ve kadının en iyi biçimde yeniden üremesi genetik kodlarımıza yerleşmiş tercihlere bağlı...
Kadının yumurtası sınırlı bu yüzden seçici, önceliği yumurtası için en uygun şartlar...
Ve bu yüzden kendinden uzun, yaşlı ve zengin erkek tercih ediyor...
Kadının maddi imkânının çok iyi olması bile sonucu değiştirmiyor.
Erkeğin spermi bol, bu yüzden avcı, önceliği en güzel-en sağlıklı-en simetrik beden...
Dünyanın her yerinde erkekler 20 ile 40 yaş arası kendisinden ortalama üç yaş daha genç, açık tenli, sıcak bakışlı, dolgun dudaklı, parlak saçlı, yuvarlak hatlı kadın tercih ediyor.
Yani kadının ve erkeğin beyninde eşlerinin “robot resmi” hazır...
* * *
Biliyorum böyle anlatınca çok acımasız geliyor.
Ama genetik kodlarımız ve biyolojik yapımız, farkında olmasak da eş tercihlerimizin bu
yönde olduğunu
gösteriyor.
Anlayacağınız nasıl bir kadına ya da erkeğe âşık olacağımız beyinde gizli.
İlk ve temel elemeyi biyolojik yapımız belirliyor...
Beynimizdeki “robot fotoğrafa” en çok uyan eşimiz oluyor...
Yazının Devamını Oku

Saraylar ‘tamam’ peki ya adalet?

24 Nisan 2010
“Hukuk, adalet ve ihtişam demektir. <br><br>Adam ister suçlu, isterse suçsuz olsun... Daha kapıdan girerken önünü ilikleyip saygıyla girmeli adliye binasına...”
Adalet Bakanı Cemil Çiçek 2003 yılında “adliye sarayları seferberliğini” bu sözlerle başlatmıştı.
O gün bugündür bu seferberliği dikkatle izliyorum.
İşte sizin için çıkardığım “çarpıcı seferberlik bilançosu”...
* * *
Türkiye bir yandan kıyasıya yargının siyasallaşmasını tartışıyor, diğer yandan “dünyanın en büyük adalet saraylarını” inşa ediyor...
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç önceki gün yargıya, iktidara, muhalefete ve orduya sarsıcı mesajlar verdi.
Açıkça “Bu yargı ile çağdaş hukuk devleti olamayız” dedi.
Ama tüm bu tartışmalar arasında Adalet Bakanlığı Türkiye’nin dört bir yanında adalet sarayları inşa ediyor.
Antalya’dan İstanbul’a 100’e yakın adalet sarayı ya bitti ya da bitmek üzere.
* * *
Mesela İstanbul’un 30 ayrı noktasına dağılmış adliye binalarını bir araya toplamak amacıyla üç adalet sarayı inşa edildi.
Bakırköy bitti, Çağlayan ve Kartal Adalet Sarayları tamamlanmak üzere.
“Adalet sarayda dağıtılır” fikri çok eski bir gelenek.
Bu yüzden dünyanın her yerinde adalet sarayları anıtsal özelliğe sahip ihtişamlı sembol binalardır.
Peki İstanbul’da inşa edilen üç adalet sarayının özelliği ne?
* * *
Hemen söyleyeyim...
Çağlayan Adalet Sarayı’nın önünde kocaman bir tabela...
“Avrupa’nın En Büyük Adalet Sarayı”
Kartal Adalet Sarayı’nın önünde devasa bir tabela...
“Dünyanın En Büyük Adalet Sarayı”
Bakırköy Adalet Sarayı’nın önünde henüz bir tabela yok, fakat “Referans” yazarı Şevket Sürek’in önerisini dikkate alıp bakanlık şöyle bir tabela koyabilir...
“Avrupa ve Balkanlar’ın En Çirkin Adalet Sarayı”
* * *
Şaka bir yana...
Adalet Bakanlığı’nın bu büyüklük fetişizmi Türkiye’de adalet yoksunluğunun en büyük delili olsa gerek...
Ne adalet saraylarına ne de yargının teknik altyapısının geliştirilmesine itirazım var.
Okul, hastane ve adliyelerin kalitesi bir ülkenin en önemli gelişmişlik göstergesidir.
AK Parti hükümeti 2003 yılından bu yana adalet sarayları için 2 milyar dolar harcadı.
Bu yüzden seferberliği başlatan Cemil Çiçek ve devam ettiren Sadullah Ergin’i yürekten kutluyorum...
* * *
Fakat bu “büyüklük kompleksinin” hangi “aşağılık kompleksinden” beslendiğini de merak ediyorum...
“Saraylar ‘tamam’, peki ya adalet?” sorusunu sormadan edemiyorum...
Bakırköy’de Sovyetler’den kalma “işlevsiz bir çirkinlik abidesine” imza atıldı...
Çağlayan ve Kartal’da bırakın “sembol bir eser” olmayı, adalet sarayından çok sıradan bir alışveriş merkezini andıran, hiçbir mimari özelliğe sahip olmayan binalar yapıldı...
1950’li yıllarda Sultanahmet Adliyesi yapılırken uluslararası proje yarışması yapılmıştı.
Oysa 2010 yılında Türkiye hâlâ “adaletten yoksun” sadece “büyüklüğü” ile övünen Adalet Sarayları inşa ediyor...
Yazının Devamını Oku

Sınır kapısında canavardan meleğe dönüşen şoför

23 Nisan 2010
BİR işadamı anlatmıştı...

Türkiye’den Almanya’ya doğru yola çıkan birçok TIR şoförü Edirne’ye kadar yolda bol miktarda trafik ihlali yapar.

Hatalı sollama, flaşörsüz duraklama, aşırı hız...


Ne zaman ki Kapıkule Sınır Kapısı aşılır, aynı TIR şoförü, bütün trafik kurallarına harfiyen uymaya başlar...


Ne aşırı hız, ne de hatalı sollama...


Yazının Devamını Oku

Başbuğ’a açık bedelli mektubu

21 Nisan 2010
ÜÇ yıl önce hayatımın ve kariyerimin “en kritik” aşamasında kısa dönem er olarak askere gittim. <br><br>Neden mi “en kritik”...

Yeni kurulmuş bir gazetenin yayın yönetmeniyim.

Yeni evliyim...

Eşimle birlikte yeni bir eve taşınmışız...

Ve en önemlisi henüz 5 aylık bir kızımız var...

Yazının Devamını Oku

Ankara’dan iki düğün fotoğrafı

20 Nisan 2010
HAFTA sonu Ankara’da arka arkaya iki çok ilginç düğün vardı.

Cuma akşamı Sheraton Otel’de Mehmet Bozan İzol ile Ayşegül Sazak dünya evine girdi.

Pazar günü ise Rixos’da Ahmet Mücahit Arınç ile Kübra Yeliz Asker evlendi.

Ankara’daki gazeteci arkadaşlar bence bu iki düğüne hak ettiği değeri vermedi.

Ben ikincisine davetliydim, ilkini ise katılanlardan dinledim.

Yazının Devamını Oku

Sadakat Testi

18 Nisan 2010
ECZANEDEN içeri heyecanla girdi. <br><br>Rafta duran “Hamilelik Testi” kutusuna uzandı. Sonra döndü karşı rafa doğru yürüdü...
Minik bir tereddütten sonra bir kutu da “Sadakat Testi” aldı.
Aynı gün “iki test birden” diye düşündü “biri bana, diğeri sevdiğim adama”.
Emin olmak istiyordu...
1- Hamile miyim?
2- Sevgilim “tekeşlilik genine” mi yoksa “çokeşlilik genine” mi sahip?
* * *
Bilimkurgu gibi değil mi?
Ama değil, daha doğrusu kısmen öyle...
Henüz eczanelerde sevdiğiniz kişinin sadakatini test edebileceğiniz bir ilaç satılmıyor.
Ama nöroscience “tekeşlilik/çokeşlilik genini” çoktan keşfetmiş durumda.
Anlayacağınız insanlık tarihi kadar eski “aldatmak” ve “sadakat” genetik kodlarımızla ilgili...
Aşk dahil cinsel davranış ve tercihler beynin kimyasına göre gelişiyor.
Bizleri “uslanmaz bir çapkın” ya da “sadık birer âşık” yapan şey beyinde gizli...
* * *
Bilim dünyasında şimdilerde en çok tartışılan soru şu...
“Acaba aşkın kimyasını araştıran nörologlar minik bir genetik operasyonla iflah olmaz çapkınları sadık birer eşe çevirebilir mi?”
İnanması zor ama bu sorunun cevabı bazı hayvanlar üzerinde denendi.
Sıkı durun, cevap “Evet”.
* * *
Maryland Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı birkaç yıl önce fareler üzerinde yaptıkları gözlem ve deneyde çok ilginç bir sonuçla karşılaştı.
Bozkır fareleri (prairie voles) bilim dünyasında sadakatleriyle ünlü...
Ergenlik döneminde ilk tanıştıkları eşleriyle beraberliklerini ömürlerinin sonuna kadar sürdürüyorlar.
Hiçbir dişinin aşk cilvesi erkek bozkır faresini yoldan çıkaramıyor.
Öyle ki eşini erken kaybeden bir bozkır faresi yalnız yaşamayı tercih ediyor.
* * *
Bir de sadakatsizlikleriyle ünlü, tek eşle yetinmeyen tarla fareleri (montane voles) var.
Bilim adamları bozkır faresinde tarla faresinde olmayan minik bir DNA parçası tespit ediyorlar.
İşte bu gen tekeşliliği belirliyor.
Daha doğrusu bu gen beyindeki “bağımlılık” ve “özlem” merkezlerinin çok yoğun çalışmasını sağlıyor. Yani sadakat “oxcytocin” ve “vasopressin” hormonlarıyla ilgili.
Biri sosyal davranışları, diğeri hafızayı harekete geçiriyor.
Tekeşlilik genine sahip bozkır fareleri ilk çiftleştiklerinde bu iki hormon aynı anda yoğun bir üretime geçiyor ve çiftler arasında ömür boyu sürecek bağımlılık oluşuyor.
Oysa bu gene sahip olmayan tarla farelerinde bağımlılık ve özlem merkezleri yeterince hormon üretemiyor.
* * *
Şimdi geldik en çarpıcı kısma.
Bilim adamları sadakatsizlikleriyle ünlü tarla farelerine eksik geni enjekte ediyorlar.
Ve o uslanmaz çapkın fareler bir anda sadık birer âşığa dönüşüyor...
Dahası farelerde bu genin büyüklüğü sadakatin derecesini de belirliyor.
Benzer bir gözlem şempanze ve bonobo maymunlarıyla yapılıyor.
Tekeşlilik geni küçük olan şempanzeler kafalarına göre takılırken, geni büyük olan bonobolar eşleriyle sürekli sevişen sorumlu birer âşık gibi davranıyor.
* * *
İnsanlarda tekeşlilik geni en az 17 farklı büyüklükte oluyormuş.
Kadınlarda daha büyük, erkelerde daha küçük.
Fakat vasopressin geni çok küçük kadınlar ve çok büyük erkekler de var.
Yani “Erkekler genetik olarak çokeşli, kadınlar tekeşli” ifadesi bütünüyle değil kısmen doğru, çünkü erkeklerin ortalaması kadınlara göre daha küçük...
İşte bu yüzden şimdilik bilimkurgu gibi gelse de yakında sevgiliniz eczaneden aldığı “Sadakat Testi”ni önünüze koyarsa şaşırmayın.
Eğer tekeşlilik geniniz yeterince büyük değilse arkasından “çapkınlığa elveda enjeksiyonu” gelebilir...
Vasopressin genini hafife almayın.
Emory Üniversitesi’den Thomas Insel bu çalışmalar sayesinde ebeveynleriyle normal ilişki kuramayan otistik çocuklar için ilaç geliştirmek üzere...
Aşk bir bağımlılık...
Bağımlılığımızı ölçecek Sadakat Testi pek yakında...
Yazının Devamını Oku

İşini bilenler, komşusunu gözetleyenler

17 Nisan 2010
BİRİ enerji, diğeri tekstil sektörünün en önemli oyuncusu...<br><br>Geçenlerde karşılaşmışlar, enerjici “Abi” diye hitap ettiği tekstilciye sormuş...

“Abi bakıyorum bizim sektöre giriyorsun, yatırım kararlarını nasıl alıyorsun?”

Tekstilci abi gülmüş...

“Valla çok kolay, şirketteki arkadaşlara talimat verdim, siz nereye yatırım yapıyorsanız biz de oraya yapıyoruz...”

* * *

Yazının Devamını Oku