Paylaş
Ne yazarım, nasıl yazarım bilmiyorum. Sen vurulduğundan bu yana telefonlarım susmuyor. Seninle dostluğumu bilen de bilmeyen de taziye sunuyor.
Bir de hafta sonu Referans’ın kapağına taşıdığımız fotoğrafın ve sözlerinden dolayı tebrik mesajları alıyorum.
‘En çarpıcı birinci sayfayı siz yapmışsınız’ iltifatını aldıkça hem mesleğim hem de dostluğumuz adına içim bir kat daha yanıyor.
Çünkü seni kaldırımlar üstünde boylu boyunca adeta ‘bir çocuk gibi uzanmış’ gösteren o fotoğrafı o gün 1. sayfaya boylu boyunca taşırken, ‘çarpıcı’ olsun diye hareket etmedim.
Ölüm haberini aldığımda yıkıldım.
İtiraf ediyorum hayatımda ilk kez böğürürcesine ağladım.
Oysa ben ağlamayı bilmezdim sevgili Hrant.
Yaşarken bana korkusuz ve hesapsız yüreğimle yaşamayı öğrettin.
Ölürken yürekten ağlamayı…
Fakat yaklaşık bir saat sonra kendime gelip o fotoğrafı gördüğümde çarpıldım.
Çöktüm kaldım!
Bir yanda cansız yatan bedenin, diğer yanda çaresiz gözlerle ‘ne yapalım?’ diye bakan, her şeye rağmen gazeteyi yetiştirmeye çalışan yazı işleri müdürümüz Sefer Levent.
Sözün bittiği yerde titrek ve ağlamaklı; ‘Hepimiz Hrant’ız’ diyebildim.
Hepimiz Hrant!
Seni altı delik ayakkabılarınla öylece soğuk kaldırım taşlarına uzanmış görünce yıllar önce anlattığın Sıvas’ta ölen Ermeni ninenin hikâyesini hatırladım.
Hani şu Fransa’da yaşayan, arada sırada hasretini çektiği köyüne gidip bir gün orada ölen ve Fransa’dan gelen kızının ‘su çatlağını buldu’ diyerek doğduğu topraklara gömdüğü nine.
Ve senin bu hikâyeyi gözü yaşlı anlattıktan sonra attığın çığlık çınladı kulaklarımda: ‘Evet, gözümüz var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için…’
Seni henüz bu çok sevdiğin, bir türlü vazgeçemediğin hoyrat vatanının topraklarına bile gömemedik sevgili Hrant.
Toprağı bile çok gördük o güzel bedenine, soğuk kaldırım taşlarına kalleşçe serdik.
Cenazen bugün. Yani sen henüz ölmedin çünkü ‘su çatlağını henüz bulmadı.’
Her zaman ki gibi tevazu yapma.
O gün Referans’ın 1. sayfasını biz yapmadık SEN yaptın.
Nasıl ki yıllarca dişinden tırnağından biriktirip tek başına bir ordu gibi bir avuç gönüldaşınla AGOS’u yarattın. O gün o şekilde ölerek Referans’ı sen yarattın.
İnan sevgili dostum cuma günü 3’ten sonra Türk medyasında hiç kimsenin söyleyecek sözü kalmadı.
O gün vicdanı olan bütün gazetelerin ‘gizli genel yayın yönetmeni’ sendin.
Yaşarken yapamadın belki ama ölürken sözü sen aldın.
Zaten şu anda da bu satırları bana sen yazdırıyorsun.
Biliyor musun o meşum günden bu yana bu millet hoyratça öldürdüğü evladına ağlıyor.
Biz ağlamayı pek beceremeyiz Hrant. Bize dalga dalga ağlamayı ölerek sen öğrettin.
Dün biricik aşkın-karın Rakel’le beraberdik.
Yüreği yangın yeri ama dimdik ayakta.
Şehrazat’ı aldı kucağına seni koklar gibi sardı. ‘Birlikte gelecektik’ dedi.
‘Biliyorum daha geçen hafta konuşmuştuk, bu hafta buluşacaktık…’ diyebildim.
‘Olsun böyle buluştuk merak etmeyin o da bizimle şimdi’ dedi.
Anladım ki o da ‘su çatlağını bulsun’ diye bekliyor.
Oğlun, kızların, torunun, 2 ay sonra doğacak Naren, hepsi seni koklayıp seni soluyor.
Yıllarca AGOS’a el atsın diye beklediğin Etyen, bugünden itibaren AGOS’ta bayrağı senin için, senin adına devralıyor.
Bir millet uyanıyor Hrant. ‘Hepimiz Hrant’ız’ diyen, ‘hepimiz Ermeni, hepimiz Türk, hepimiz Kürt…’
Doğacak çocuklarına Hrant adını vermeyi düşünen anne-babalar görüyorum etrafımda.
Biliyorsun bir kızımız oldu, Şehrazat, adını birlikte koyduk.
Ahdim olsun eğer bir gün olursa bir oğlum adı Hrant olacak.
Öyle senin gibi zorluk yaşamasın diye çift isimli Fırat-Hrant da olmayacak.
Ben ve annesi kadar Müslüman, bizim kadar Türk; ama senin kadar Hrant!
Paylaş