18 Ekim 2007
SON 15 yıldır Milli Takım’ı bu kadar kişiliksiz, şahsiyetsiz ve aciz oynarken görmedim. Fatih Terim kriz yaratırken, krizin göbeğine düştü. Şimdi bir tek alternatif kaldı; Norveç’i yenmek. Yener miyiz? Yeneriz. Ama böyle bir oyunla değil. 90 dakika poziyonları saydım, dakika 65’ti Yunan takımının 11 tane kaçırdığı gol vardı veya Volkan’ın kurtardığı... Bizim pozisyonlar mı hak getire... Gören varsa söylesin. Moldova’da taçtan gol yiyoruz. Duran toptan pozisyon yiyoruz. Hem Moldova’da, hem dün gece taş devrinden kalma ofsayt taktiği yapıyoruz. Adamlar, gol attıkları pozisyonun kopyalarını golden evvel 4 tane denediler ve kaçırdılar. Ve biz akıllanmadık.
Bunları Fatih Terim mi uygalattırıyor yoksa futbolcular kendi kafalarına göre mi yapıyorlar? Eğer Fatih ’yapın’ diyorsa Yunan takımını iyi tanımıyor, yok futbolcular yapıyorsa o zaman onlar Fatih Terim’i sallamıyorlar.
Alıştı çocuk koluna
Rakibin defansında 5 tane uzun var. Gökhan’la Ümit’i kucaklarına aldılar, bebek gibi oynadılar. Bir tane çizgiye inip, sıfırdan orta yapamadık. Orta alanda Emre hiç yok. Düşünün Milli Takım Kaptanı’nın aldığı kart, topla elle oynama. Çünkü, bu çocuk eliyle koluyla oynamaya alıştı. Çünkü federasyon da izin veriyor teknik direktör de. Hatta ödüllendiriyorlar.
Tuncay derseniz, Britanya’da kalmış. Oyuna Tümer giriyor, bir tane boşa çıkıp aldığı top yok. Gerisin geriye 30 metre koşup, defansın ayağından topu alıp sonra hücuma kalkmaya çalışıyor. Tümer kendi takımında oynamıyor ya, Fatih Terim kendi takımlarında oynamayanları Milli Takım’a alarak oynatan, dünyada literatüre geçecek tek Milli Takım antrenörü.
Kaleci Volkan’da son zamanlarda bayağı bir düzelme var. O ukala tavırlarını bırakmış, kendini maça veriyor. Tabii şansı da var. Başka bir milli takımda rakiple ve topla bu kadar haşır neşir olamaz. Yani oyunun her alanında ısınmış durumda. Çocuk soğuyamıyor, hep oyunun içinde.
Rakibe hücum etmeye kalktık dönen bütün topları onlar aldı. Kalemizi savunmaya kalktık, dönen bütün topları yine onlar aldı. Yani, kısaca Yunan Milli Takımı önünde "Ne olur topu biraz da bana ver" diyen dilenci durumuna düştük. Allah var, adamlar da çok fazla baskı kurmadılar. Dilenciye ara sıra kıyak yaptılar. Aslında beraberliğe razıydılar. Ama bu kadar aptalca maçı ikram edersen onlar da zorlan "eh hadi bakalım sizi bir yenelim" dediler.
Macar hakem de yok
Maçın hakemine söylenecek bir şey yok. Keşke Macar maçının hakemi olsaydı!
Türkiye’de yıllarca maç anlatarak futbolu sevdiren Halit Kıvanç, half-time’da dedi ki, "Polonya’da 8-0 yenildiğimiz milli maçı ben anlattım. O takım bundan daha iyi mücadele ediyordu."
Fatih Hoca, oyunu iyi okuyamıyor. Futbolcular da kitabı iyi okuyamıyorlar. Peki, kim o zaman ders verecek? Merak ediyorum. Ders ala ala profesör olduk. Bir de vereni bulsak. Ama hala bir Norveç maçı var. Ders mi alırız, ders mi veririz bilmiyorum ama futbolda sürprize inananlardanım. O gün şemsiye belki ters döner, biz finallere gidebiliriz. Yani şansımız son zamanların moda kelimeleri, inşallahlarla, maşallahlara kaldı. Finallere gideriz inşallah, Milli Takım ve teknik adamlarına da maşallah...
Demek ki, Fatih Terim önündeki son ve tek şansını iyi kullanacak. Norveç’te ya olacak, ya olmayacak. Kimse de Türk milletini artık uyutamayacak...
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2007
FATİH Terim, Milli Takımlar Sorumlusu. Yani, Fatih Terim, "Eti de benim kemiği de benim" prensibiyle çalışıyor. Kayıtsız şartsız. Bu tarz çalışma belki 30-40 sene önce geçerliydi. O zamanki şartlar şimdiki gibi değildi. Ama Fatih Terim hala, "Ben yaptım oldu" diyor. Ünder ve Avcı niye gitti?
Disiplinin olması güzel bir şey, tamam. Ama senin yanındaki kurmayların arada sırada hatta bazen sıkça, "Bir dakika arkadaş, yaptığın yanlış, böyle olmasın" hatta daha ileriye gidip, "Eğer böyle olmaya devam edecekse ben giderim" diyebilmeli ve gitmeli.
Çünkü başarı o zaman gelir. Yoksa, sen oturmadan önce gelip oturacağın koltuğu temizleyen veya gol attıktan sonra tekme tokat vuracağın yardımcıların olursa sonuçlar iyi olmaz. Bakın Norveç’i Norveç’te yenersek veya Yunanistan’ı burada yenip Norveç’le berabere kalırsak finallere gideceğiz.
Fakat, finallere gitsek bile bu federasyonun, teknik heyetin veya futbol takımımızın bir havası, karizması var mı? Cevap kesinlikle hayır. O yüzdendir ki, şu anda kötü durumdayız.
Dikkatinizi bir şey çekti mi, Fatih Terim’in yanında Bülent Ünder varken Terim daha doğru işler yapıyordu. Bülent’i iyi tanırım, yıllarca karşı karşıya oynadık.
Ketum biridir, inandığını sonuna kadar savunur ve kesinlikle de bunları dışarıya sızdırmaz. Ama bugün Fatih Terim’in yanında yok. Başkaları var...
Şöyle bir bakın, yardımcılarından hangisi Fatih Terim’in fikrini çelebilir veya "Hayır" diyebilir veya inandığı konuda onunla tartışabilir hatta kavga edebilir. Bence hiçbiri. İşte Milli Takım’da şu andaki geriye gidişin en büyük nedeni budur.
Kendini çok sever
Mesela Fatih Terim geldiğinde Abdullah Avcı alt yapıdaki milli takımlarda oldukça başarılıydı. Gidişatı gayet iyiydi. Nitekim o da milli takımlarda barınamadı, kaçtı. Şu anda da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde iyi işler yapmaya devam ediyor. Bunlar tesadüf mü, değil.
Fatih Terim kendini çok sever. Ve hep dikensiz gül bahçesi ister.
İşimiz duaya kaldı!
YUNANİSTAN’ı Pire’de yendik, maçtaydım. O günkü skor 4-1 aleyhimize de olabilirdi. Bugün, "İnşallah başarılı oluruz"dan başka bir cümle düşünemiyorum. Ama maalesef işimiz inşallahlara kaldı.
Nasıl olsa dualar ülkesi olduk; yağmur dualarına çıktık. Maçtan yarım saat evvel 30 bin kişi Ali Sami Yen’de galibiyet duası ederiz. Belki Allah bizi duyar, kabul eder.
Yalnız, aman dikkat, gelecek hakem İspanyol. Sert futbola müsaade eder ama tekmeye asla. İtirazı da hiç sevmez.
Aptalca oyundan atılırsak işte o zaman facia olur. Çünkü biz Avrupa’da bizim hakemlere göre oynuyoruz. Bizimkiler gariban... Dayak da yeseler ağızlarını açmıyorlar. Örnekleri mi, çok. Daha üç hafta önce oldu.
Merkez Hakem Kurulu’nun da sesi çıkmıyor, hakemlerin de. Veya UEFA’ya bir dilekçe verelim; Macaristan maçındaki hakemi isteyelim. Belki de o gün havlu atmıştık, o hakem olmasaydı.
En büyük sensin hocam!..
MOLDOVA Milli Takımı Teknik Direktörü Igor Dobrovolski ile milli maçtan 1.5 saat önce sohbet etme fırsatı bulmuştum. Milli Takımımız’ı çok iyi etüt etmiş, bütün söylediklerini sahada uyguladı. Bizi çok rahat da yenebilirlerdi. Ama bakmayın, belki biz adamları küçük gördük ama sahaya çıkan takımdan, kaleci hariç hepsi yurt dışında futbol oynuyorlar.
Adamın dört tane oyuncusu sakat, ikisini de bazı özel (!) sebeplerden dolayı bu maçlık kadroya almamış. Peki biz ne yaptık, hiçbir şey. Hani bizde büyük oyuncular vardı?
O zaman bizim şunu tartışmamız lazım, bizim futbolcular ne kadar iyi oyuncular? Bulundukları yeri, aldıkları parayı hak ediyorlar mı? Niye Avrupa’ya çıkınca yok oluyoruz; hem kulüp hem Milli Takım bazında.
Adamlar bizi 90 dakika ahtapot gibi sardılar, kanımızı emdiler, sonra gücümüz bitince bir kenara bıraktılar.
El bombaları
Milli Takım’da ön libero Mehmet Aurelio oynuyor. Mehmet Aurelio Fenerbahçe’de de ön libero oynuyor, Edu ile Lugano’nun önünde. Ama Milli Takım’da zaman zaman hatta çokça arka liberoya geçiyor.
Çünkü maçın içinde öyle pozisyonlar oluyor ki, Gökhan Zan’la Servet’in bir el bombası gibi ne zaman patlayacaklarını iyi hesap ettiğinden onların arkalarını da kapatıyor. Senin zaten orta sahanda Arda, Emre Belözoğlu, Tuncay var... Top onlara gelince eh biraz varlar ama rakipten almaya gelince yoklar.
Biz adam değil miyiz?
Mehmet Topuz gibi bir silahı, hem de çok etkili bir silahı sağ tarafta öldürüyorsun, sonra da diyorsun ki, "Sağ bek oynatacağım adam yok." Ama kendi takımlarında forma giymemiş adamları kadroya alıp oynatıyorsun. Ben Türkiye liglerinde sağ bekte top oynasam, topyekün birleşir Fatih Terim’e bir soru sorarım, "Biz adam değil miyiz?" diye.
Ama dedim ya, Fatih Terim’le tartışacak, kavga edecek bir yardımcısı yok. O hep, "En büyük sensin Fatih hocam" diyenleri yanına almış. Zaten dikkat edin, Fatih Terim yardımcılarının hepsini dört büyük takımdan seçti, fazla toz kaldırmasınlar diye.
Futbol Federasyonu uçak alıyor
MİLLİ Takım hayati maçlarından birini oynamak için Moldova’ya gidiyor. Kamp yeri Riva’da olduğu için uçak Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan kalksın isteniyor. Ama maalesef bu uçağın pilotları trafik sorununu bahane ederek 2.5 saat sonra Yeşilköy’den Sabiha Gökçen’e ulaşıyorlar. Kalkacak uçak da THY uçağı. Kalkan uçak Türkiye’nin şerefi, gururu. Daha da önemlisi reklamını yapan bir grup.
Haluk Ulusoy’un bu dönemki başkanlığında bütün devlet kuruluşları Milli Takım’dan sponsorluklarını çektiler. Acaba diyorum, bu olayda bir kasıt var mı? Özellikle mi işler yokuşa sürülüyor? Milli Takım yabancı bir havayolu şirketinden daha ucuza bir uçak kiralayıp gider mi, gider. Ama şık olmaz.
Bu işler Haluk Ulusoy’u bezdirmiş olmalı ki, 3-4 aydır federasyon 200 kişilik bir uçak alma konusunda ciddi araştırma yapıyor. "Gerektiğinde Milli Takım gidecek, lazım olduğunda kulüplere kiralayacağız, hatta bir özel havayolu şirketine kiralayıp boş zamanlarını değerlendirebiliriz" diyorlar.
Motivasyon ile dolmuşu birbirine karıştırmayın!..
MİLLİ Takım selam durdu... O kadar selam duracaklarına, Moldova’dan 3 puan alsalardı daha faydalı olurdu. Ama bizim futbolcuların elleri kolları bacaklarından daha fazla çalışıyor. Bazıları ne demişti Emre’ye, hem de görevlilerden; "Ellerine sağlık Emre. Senin öbür koluna da bant takalım." Bu takım Avrupa Şampiyonası finallerine gidemezse kimlerin nerelerine bant takacaklar, o zaman göreceğiz.
Biz motivasyonla dolmuşu karıştırıyoruz. Motivasyon, mantıklı havaya girmektir, eğer dolmuşa binersen; ecele gidersin. Zaten biz hem şoför mahalli olsun hem 2 lira olsun isteriz ama işte gördüğünüz gibi adama yedirmezler. Ama olsun, şimdi bütün bu yazılarımızı teknik heyeti alır; Yunanistan ve Norveç maçından önce Milli Takım futbolcularının önüne atar ve motive yapar.
NOT: Eğer Avrupa Şampiyonası’na gidemezsek, krizin babası çıkar. Bunu da önlemenin bir tek yolu vardır, federasyon ve milli takımlar topyekün istifa ederler.
O golü nasıl yedik?..
SORUYORUM; Hakan Arıkan’ın taçtan gelen topta yediği golde; A) Moldova takımının bu özelliği bilinmiyor muydu? B) Biliniyordu da, futbolculara üstünkörü mü anlatıldı? C) Biliniyordu da futbolcular mı sahada uyudu? D) Hiçbiri (Yoksa aptallık mı?).
Doluya koyuyorum olmuyor, boşa koyuyorum olmuyor. Cevap verirlerse, biz de anlarız. Çünkü, o pozisyonda bu olay futbolculara anlatılmış gibi gelmedi bana.
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2007
MOLDOVA’daki Beşiktaş Kulübü’nün sahibi olan Tarkan adındaki eski bir hakem arkadaşımla stada geldim. Maçın başlamasına daha 1 saat vardı ve Moldova Teknik Direktörü Igor Dobrovolsky tek başına stadın dışında duruyordu. Rica ettim, konuştuk. Diyor ki: "Bugün hava soğuk ama Türk Milli Takımı bu statta inanılmaz derecede ısınacak. Bugün biz bu sahadan mağlup ayrılmayacağız. 6 futbolcum yok. Öyle olmasına rağmen ben bugün 3-6-1 sistemiyle oynayacağım. Orta alanı kalabalık tutup, ayağa pas yaparak Türk Milli Takımı’nın top oynamasına izin vermeyeceğim."
Kendisinin bir uğuru varmış. O, maç başlamadan 25 dakika önce soyunma odasına girip iki kelime konuşarak çıkarmış. Dünkü 90 dakikaya baktığımızda, rakip teknik direktörün takımı aynen bütün söylenilen her şeyi yaptı. Peki buna karşı biz ne yaptık? Hiçbir şey. Moldova takımının daha önceki maçlarını bizim teknik ekipten kim izledi bilemem. Onların en büyük özelliklerinden biri uzun taç atışı. Golü de taçtan yedik. Eğer bunun önlemini biz alamıyorsak, o zaman finallere gitme şansımız da olmaz. Böyle bir taç atışında öncelikle kalecinin çıkıp o topu alması, defansına bırakmaması lazım. Eğer alamayacaksa, o kalecinin ceza alanı içindeki elleri kolları bana niye lazım ki?
Tuzağa düştük
İkinci yarı bu sefer yine duran bir toptan bir gol pozisyonu daha buldular. 90 dakika boyunca oyun anlayışları bizden çok daha iyiydi. Yani maçtan önce planladıkları her şeyi tıkır tıkır uyguladılar. Özellikle bizi kenarlara hiç sokmadılar. Hep ortaya hapsettiler. Biz de bu tuzağa düştük. Attığımız tek gol yandan gelen bir ortadan oldu. Yani 90 dakikaya baktığımızda Moldova takımını zorlayamadık bile.
Hani bizde büyük futbolcular vardı? Eğer biz Moldovalı topçular kadar koşsaydık, mücadele etseydik ve onlar kadar canı gönülden oynasaydık, o zaman bizim iyi futbolculuğumuz meydana çıkardı.
Moldova polisi ilk defa bir maçta kask taktı. Aslında bu kaskı bizim futbolculara vermek lazımdı. Çünkü boyları daha kısa olan Moldovalı oyuncular bile bizim uzunlardan kafa topu aldılar. Onların altında ezildik. Bu sefer hakem bahanemiz de yok. Onlara da bir şey söyleyemeyeceğiz. Ama bir şeyi halledemiyoruz. Buraya 3 yıl evvel geldiğimizde Almanlar bunlara otobüs hediye etmişti. Şimdi de Yunanistan otobüs hediye etti. Ama ne hediye edilirse edilsin, bizim bu Moldova’yı burada yenmemiz gerekirdi. Sonunda onlar otobüse bindiler, biz dolmuşa bindik.
Tuncay’ı niye görmedi?
Fatih Hoca çok can alıcı bir yerde değişiklik yaptı. Bence bu yanlış bir değişiklikti. Tümer’i alabilirsin ama Arda’yı çıkarmak, hele ki oyunun o anında yanlıştı. Çünkü bizde bire bir adam eksilten bir Emre vardı, bir de o. 90 dakika hayaleti oynayan Tuncay’ı neden göremedi anlamak mümkün değil. Şimdi Yunanlıları yenmeye oynayacağız. İşin kötü tarafı da bu olacak. Çünkü bu Yunan takımının üstüne gidersen ekmeğine yağ sürersin.
Biz teknik, taktik ve bireysel olarak bu Moldova takımını çözemedik. Ama onlar bizi iyi ezberlemişler. Eğer maçtan önce teknik direktörleri Igor Dobrovolsky ile konuşmamı kameraya çekip yüz ifadesini size izletebilseydim, adamın neticeyi maçtan evvel gördüğünü sizler de görürdünüz.
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2007
MİLLİ Takım çok zor iki maç oynayacak. Sakatlar fazla. Ama, işin daha kötüsü Milli Takım teknik heyetiyle basının arası da iyi değil. Milli Takım kaptanı tribüne kolunu sokuyor. Basın, "Bu nasıl kaptan" diye yazıyor. Bazıları, "Emre’nin öteki koluna da bant takalım" diyorlar. Doğrudur, yanlıştır. Toplumda çok şey konuşuluyor. Ama maalesef, kamuoyu bu tip kavgalardan bunalımlardan, krizlerden son derece bezgin halde. Zaten toplumun canı burnunda. Geçim derdinde. Herkes birbiriyle kavga etmek için fırsat arıyor.
Tablo böyleyken, bizim teknik direktörümüz krizden en fazla hoşlananlardan birisi. Eğer kriz yoksa veya çıkmazsa perişan oluyor. Çünkü ondan besleniyor. Çünkü o krizi, futbolculara karşı silah olarak kullanıyor. Hep aynı numarayla hep aynı senaryolarla milli maçlardan önce basınla futbolcuları karşı karşıya getiriyor. Sonra maça çıkarken soyunma odasında futbolcuların önüne o gazeteleri atıyor mu, bilemem. Ama bu kimseye fayda sağlamıyor.
Geçici başarılar kazanırsınız, bir iki maç alırsınız. Ama Milli Takım’ın hedefi turnuvalarda kalıcı olmak. İsviçre ile İstanbul’da oynadık. Çıkan olaylar yüzünden dünyaya rezil olduk. Oradaki baş sorumlu kimdi...
Eğer öyle finallere kalacaksak hiç kalmayalım. Fatih Hoca, Macaristan maçından sonra yaptığı açıklamada, "Grup maçları bitene kadar konuşmayacağım" diye bir şart koydu. Kabul edilir bir şey değil. Benim Milli Takım teknik direktörüm, Türk insanına hesap verecek. Çıkacak, konuşacak. İyi olduğu zaman da konuşacak. Kötü olduğu zaman da . Tenkit edildiği zaman da konuşacak, edilmediği zaman da.
Bakmayın Avrupalı diyoruz. Onlar da aynı haltı yapıyorlar. Misal mi? İşte Tigana. Benimle bir sorunu vardı. En az 3 basın toplantısında beni sebep göstererek konuşmadı. Ne alaka? Beşiktaş taraftarının, camiasının günahı ne? Sonra hatasını anladı. Ve doğruya döndü.
Fatih hocanın da en kestirme yoldan hatasından dönmesi gerekir. Çünkü bilgi vermemeye ve konuşmamaya Türk Milli Takım Teknik Direktörü olarak yetkisi de hakkı da yoktur. Ama, "Ben kendimi Türk milletinin üzerinde görüyorum" derse, hata yapar. Çünkü, inanın bu ülkede maalesef ama maalesef, Fatih hoca başarısız olsun diye görevli olduğu takımların mağlup olmasını isteyenler var. Bu Milli Takım bile olsa. Maalesef bu böyle. Çünkü, ben halkın içinde geziyorum. Fatih Hoca’nın da bunların hepsini iyi tartarak, doğruyu yapması gerektiğini düşünüyorum..
NOT: Hiçbir basın mensubunun Milli Takım başarısız olsun fikrinde olacağını düşünmek dahi istemiyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Çünkü hiç kimse, bindiği dalı kesmez.
Müthiş organ pankreas
SEYİRCİSİ ona küfür etti. Rakip takım ona küfür etti. O hiç kimseye yaranamadı. Eski basketbolcuydu. Ama, her şeyden önce kendi aleyhine yazılan sütunları bile hoşgörüyle karşıladı. Hatta telefon açıp tartıştı. Sonuna kadar sportmence mücadele etti. Şimdi onu, hastanede rakipleri de ziyaret ediyor, dostları da düşmanları da.
Bizim spor aleminde düşman sözcüğü yoktur ama bazı basın mensubu arkadaşlarımız dahil, düşmanca yazı yazarlar, düşman gibi davranırlar. "Düşman" kelimesi dillerinden ve kalemlerinden düşmez. Ama Özhan Başkan, son rahatsızlığıyla bunların hepsini hizaya getirdi. Allah kimseye hastalık vermesin ama sen nelere kadirmişsin ey pankreas. Ne müthiş bir organmışsın.
Türk futbolundaki mafya, hakem, şike söylentileri ve küfür olaylarına set çekerek herkesi hizaya getirdi.
Demirören’in yumruğu
FUTBOL takımı disipliniyle, kulüp disiplininin hiçbir farkı yoktur. Veya ordu disipliniyle, ev disiplini veya siyasi parti disiplini. Bir grubun başına ne gelecekse çeneden gelir. Çünkü o kadar çok konuşmaya meraklı yetkili var ki, yetki sıralarını bilmedikleri halde konuşarak batıyorlar.
Bu örneğe en güzel misallerden birisi Beşiktaş. Başkan Demirören, konuşuyor. Menajer Sinan konuşuyor. Antrenör Ertuğrul konuşuyor. İstifa edip giden eski yönetici Celal Kolot da konuşuyor ve olan Beşiktaş’a oluyor.
Konuşurlarken, birisi doğru söylüyor. Diğerleri yanlış. Matematikte iki doğru olmaz. Ama Türk futboluna bakarsanız, 100 tane de doğru olabilir.
Bence, Celal Kolot doğru söylüyor. Yıldırım Demirören, masaya yumruğu vurup, Futbol Federasyonu’na gürleyeceğine, önce başkan olduğu kulüpte masaya vursun, sonra başkalarının masasına.
Hesabını sorarlar
SARIGÜL, kırmızıgül... Neyi çağrıştırdıklarını bilemem. Özellikle kırmızı gül için güzel şey söylerler. Kırmızı gül, aşk demek, Sarıgül de sıcak sevgi demek. Ama maalesef Sarıgül denildiğinde, benim aklıma sakat maçların hakemi geliyor. Bu arkadaşımız hangi maçta arzıendam etse tuhaf şeyler oluyor, olaylar oluyor.
Bundan evvelki Levent Bıçakcı federasyonu bir kararla, hiçbir gerekçe göstermeden, "Senin kaşın üzerinde, gözün var" diyerek Sarıgül’e maç vermeme kararı almıştı. Haluk Ulusoy döneminin gözbebeği bu hakem, Ulusoy yönetimi gelir gelmez yine sahalarda arzıendam etmeye başladı.
Ulusoy ve ekibi bu hakemi o kadar seviyorlar ki ona gözleri gibi bakıyorlar. Düşünün, bir federasyonun gözü gibi baktığına, diğeri kırmızı çizik atıyor.
O zaman bu iki federasyonun birinin yaptığı doğru, diğerinin yanlış. Ulusoy federasyonu anlaşılıyor ki Sarıgül’üne lügatta olduğu gibi hem sevgiyle, hem de sıcak değil, sımsıcak bakıyor. Allah o mutlu beraberliklerini devam ettirsin ama, öbür tarafta ne canlar ne ocaklar yanıyor. Öteki dünyada bunun hesabını, sonra insanlardan sorarlar.
Sorun Kezman değil
FENERLİ bazı idarecilerin, futbolu teknik olarak bizlerden daha iyi bildiği muhakkak. Çünkü, zaman zaman televizyonlara çıkıp ahkam kesenler oluyor. Ama, şu bir gerçekki F.Bahçe’deki sorun, Kezman değil. F.Bahçe bazı maçları ve özellikle yurt içi maçları çift santrforla oynamadığı müddetçe bu sıkıntı sürüp gidecek. Eğer böyle giderse bırakın Azizsilin’i, 3 litre penisilin yapsan Fener düzelemeyecek hale gelecek.
Güzel kura
GALATASARAY bence UEFA Kupası’nda güzel rakipler çekti. Çok tehlikeli rakipler yok. Gruptan da 3 takım çıkacağına göre özellikle Galatasaray’ın hem deplasmanda hem de içeride değişik şekil ve yerlerde oynatacağı oyuncuları var. Sarı kırmızılı futbolcular için en büyük tehlike, Türk hakemlerinin aciz idareleri karşısında görmedikleri kartları, Avrupa’da görmeleri olur.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2007
NE bir tempo var, ne bir heyecan, ne gol pozisyonları, ne güzel hareketler, ne de futbol... Böyle bir maçı yorumlamanın ne kadar kötü, ne kadar zor olduğunu kabul edersiniz herhalde. Türkiye’deki rakipleri, Fenerbahçe’nin kadro yapısından, isminden artık çekinmiyorlar. Diğer takımlar için Fenerbahçe, Türkiye’de çok kolay bir takım. Çünkü o Fenerbahçeli futbolcular, yerli ligde mücadele etmiyorlar. Yarın bir gün Avrupa’da taca çıkarlarsa, Türkiye’deki farkı kapatabilirler mi? Bence hayır. Özellikle şunu belirtmekte fayda var. Fenerbahçeli futbolcular topa, tekmeye, baskıya karşı koyamıyorlar. En ufak bir tepkide pozisyonu kabul ediyorlar.
Kezman ileride tek başına. Sonunda o da isyan ediyor. Hiç pozisyon yokken atılıyor. Kezman, kaleci Bülent’e basmadan üzerinden atlayabilir mi? Evet. O zaman niye basıyorsun? Bu, şunu gösteriyor. Fizik olarak ve beyin olarak hazır değilsin. Veya senin yerine birini alacaklar ve yabancı kontenjanını senden boşaltacaklar. Bunu duydun, ondan sinirlisin ve tepki koyuyorsun.
Bileti kesmek için erken
Manisaspor ne yaptı? Çok mu pres yaptı? Hayır. Çok mu mücadele etti? O da hayır. Kendi futbolunu oynadı, o kadar. Yarı alanında oyunu biraz daralttı. Ne de olsa Fenerbahçe üzerine gelene kadar mevsimler geçiyor.
Sarı lacivertlilerin attığı gole bir bakın. Tamamen tesadüf. Peki, 90 dakika Fenerbahçe’nin hak edilmiş, hazırlanmış kaç tane tehlikeli hücumu var? Yok. Sahadaki futbol mantığına kim daha yakın oynuyor? Manisaspor. Yani sonuç çok normal ve doğal. Peki bütün bunları çözecek insan kim? Zico.
"Fenerbahçe Avrupa’da başarılı" diyorlar. Tamam. Orada buradan daha iyi oynuyor. Ama bileti kesmek için çok erken. Yarın gruptan Fenerbahçe çıkamazsa ne olacak? Onun için Türkiye’de şampiyon olamazsan, Şampiyonlar Ligi’ne gidemezsin. Fenerbahçe şu andaki görüntüsüyle bu sonuca en yakın takım.
Giray Bulak’ın takımı kendi mücadelesini yaptı. Hafif önlem aldı. Rakip de zaten bir şey yapmayınca, berabere kaldı. Aslında bu Fenerbahçe’yi yenemeyen takımı falakaya yatırıp dövmek lazım.
Yazının Devamını Oku 5 Ekim 2007
DÜN gece Galatasaray başlama vuruşu yaparken, sahanın içinde geçen seneden 4 oyuncu vardı. Arda çıktı, Hasan Şaş girdi. Sonra Lincoln çıktı Nonda girdi. Yani adet değişmedi. Bu şu demektir; Yedi tane yeni oyuncuyla oynuyorsun sahan kapalı, ligde lidersin, özellikle de iyi futbol oynuyorsun. Eğer yanılmıyorsam Galatasaray, önemli bir başlangıcın eşiğinde. Eğer ahenkleri bozulmaz, ağızlarının tadı kaçmazsa.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Dün gece Galatasaray takımındaki bütün futbolcular tek bir beyinden düşündüler ve tek bir vücutla mücadele ettiler. Nereye kadar? Kalli’nin ısrarla oyuncu değiştirmeme kompleksine kadar. Ümit Karan, Hakan, Lincoln çok yoruldular. Nitekim, Lincoln’de sigorta attı. Oyun 4-0 olmuş Nonda hala ısınıyor. Ya Kalli’nin kafasında bir şeytanlık var, ya da oyuna daldı.
Dün gece Galatasaray’da kötü oynayan oyuncu yoktu özellikle mücadele etmeyen. Ama Uğur’u Song’u Linderoth’u ve Arda’yı ayırmak lazım. Lincoln, mükemmel kumaş. Arda ile ikisi oyun içinde birbirlerini çok kurtarıyorlar. Çünkü rakip Lincoln’e gidiyor, Arda boş kalıyor. Arda’ya gidiyor, Lincoln boş kalıyor. Orta alanda yüzde yüz markajla oynayamayacaklarına göre, o zaman Galatasaray bu ikiliden müthiş faydalanacak.
Kulübeye kaçtı
Yalnız özellikle birkaç cümle Orkun için yazmak istiyorum. Dün inanılmaz büyük hatalar yaptı. Belki bunlar gol olmadı ama Avrupa’da ve ligde şampiyonluğa oynayan bir takımın kalecisinin bunları yapmaya hakkı yok. Özellikle kendi arkadaşları rakibiyle mücadele ederken, yani düello ederken pozisyona giremezsin. Kaza kurşunu yersin, ölürsün. Bir de takımını öldürürsün.
Bir çift cümle de Galatasaray ilk golü attıktan sonra tribünde meşale yakan ve bunlardan bazılarını sahaya atan geri zekalılar için. Eğer bu geri zekalıları tribünlerden temizlemezsek, başımız çok büyük bir cezaya girecek.
İsviçre takımının teknik direktörü 3-0 olana kadar hakemle, rakiplerle, seyirciyle oynamaya kalktı. Dördü yiyince yedek kulübesine kaçtı, kafasını çıkaramadı. Ağzından gaz lafını düşürmeyen Sion Başkanı tahmin ediyorum o teknik direktörün ve futbolcuların gazlarını almıştır.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2007
ŞAMPİYONLAR Ligi maçı oynuyorsun, Avrupa’nın bir kısmı, hatta dünyanın bir kısmı seni seyrediyor. İyi oynarsın kötü oynarsın, yenersin yenilirsin ama daha hala geri kalmışlıktan kurtulamıyoruz. Sonra da ya FIFA’yı suçluyoruz ya UEFA’yı. Milli Takımımız seyircisiz oynama cezası yemiş. Türkiye Ligi’ndeki 4 büyük takımdan ikisinin de akıbeti aynı. Dün gece Beşiktaş, vasat bir Avrupa takımıyla maç yapıyor. Belki de sahanın en iyi adamı hakem. O hakem, Beşiktaş Teknik Direktörü’nü en az üç defa gelip, sözlü ikaz ediyor. Sonunda da oyun alanından dışarı atıyor. Şampiyonlar Ligi organize edildiğinden beri, acaba kaç teknik adam oyundan atıldı? Bir bakın...
Beşiktaş galip gelmiş veya mağlup olmuş, beni hiç ilgilendirmiyor. Beni bir Türk olarak, Türkiye’yi tanımayan ama maçı televizyondan izleyen insanların düşüncesi ilgilendiriyor.
Çünkü, Türkiye’yi temsil eden takımlarından birinin teknik direktörü oyundan atılıyor. Sonunda da 90+ bilmem kaçta gol yiyip taca çıkıyorsun. Ama senin teknik direktörün taca da çıkmamış. Oyundan atılmış.
El de var sıfır
Sonunda da mağlup olmuşsun. Bu da çok doğal. Çünkü sen daha yarışma adabına uymuyorsun. Sportmenliğe uymuyorsun. Şimdi Beşiktaşlı yöneticiler tekrar çıkarlar yumruğu masaya bir vururlar UEFA titrer. Öyle titrer ki, UEFA’yı yönetenler zatürreden ölürler.
Higuian diye bir oyuncu alıyorsun. Kaçıncı dakikada oyuna sokuyorsun? 69’da. Peki, o zaman bu adamı niye alıyorsun, veya bu adamı kim alıyor? Beşiktaş’ta yabancı oyuncu kaç tane var? Veya çevirip şöyle söyleyeyim; ithal oyuncular Beşiktaş’ın çehresini değiştirmiş mi? Bence hepsi hayır. Bir tek Tello var. Peki bu kulübü idare edenlerin mi sorunu yoksa teknik adamların mı? Maçın yorumunu yapacaktım, 3-4-1-2 yok, 4x4=16 yok. Hepsi hikaye. Ama şu bir gerçek. Beşiktaş yönetilmiyor, Beşiktaş’ın yönetiminin sistemi de teknik sistemi de "sıfır’a sıfır elde var sıfır". İşte siyah beyazlıların son yıllardaki taktiği... Maalesef ama gerçek.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2007
YABANCI yabancı diyorsun, al sana yabancı. Hem de futbola yabancı. Rakibinde fazla bir şey yok. Bir de gol bulmuşsun, adamın seyircisi de doğru dürüst yok. Kucağına geliyor. İki uyutacaksın, bir vuracaksın, tur garanti. Sakın bunları argo lisanı ile çok basit olarak yazdığımı düşünmeyin. Eğer biraz futbol oynamışsanız bunu görürsünüz. Ama Edu diye bir futbolcu çıkıyor, bir defa hata yapıyor, iki defa hata yapıyor, üç defa yapmaya fırsat kalmıyor, çünkü rakipte onu zorlayacak hal yok.
Ondan sonra da çıkıyorsun, 11 yabancı istiyorsun. 11 tane Roberto Carlos alırsan veya eşdeğerini tamam. Ama aklı başında yabancı ile düzgün yerliyi birleştirirsen, takılmazsın. Dün gece gruptan çıkmak çantada keklikti, zora soktun. Zico, Avrupa'da bu maçı da kaybetmedi. Ama Zico hala takım içindeki futbol rekabetini ateşleyemediği için suçludur. Dünkü maçta hangi futbolcu olursa olsun, eğer risk alıp değişiklikler yapabilseydi, -Bu 10. dakikada da olabilir, 50. dakikada da- bu CSKA Moskova burada geçilirdi.
Çünkü CSKA dün gece takımı, teknik adamı hatta seyircisi de dahil şaşkındı. Balık kaçtı. Ama Zico herhalde heyecanı seviyor. Önündeki maçlara bıraktı. Şu bir gerçek, Şampiyonlar Ligi'nde oynayacak futbolcular kaliteli olacak. Her yabancıya saldırırsan, dün geceki gibi olursun.
Maharet yöneticilik
Bizim yöneticilerin şuna takılmaması lazım, "Her kaliteli yabancı çok para değildir" Maharet, yöneticilik, "Az para ile çok iş yapmaktır" özellikle futbolda. Çünkü burada metrekareye ihale olmaz. Yani futbolcunun metrekaresi yoktur.
NOT: Allah'tan hakem sorunu da olmadı. Çünkü Türkiye'de futbolcuları ve yöneticileri onlar kurtarıyor. Avrupa'da da batırıyorlar.
Yazının Devamını Oku