5 Aralık 2007
HASAN Şaş ile Tolunay Kafkas hakemlerin futbolu bilmemesinden şikayetçiler. Bu düşüncelerini açıkça söylediler. Ama, onlardan daha fazla şikayetçi olup da etrafta dert yanan fakat basına açıklama yapmayanlar var. Bu konuda da onlara yüzde 100 katılıyorum. Düşündüklerini kamuoyuna söyledikleri için de Hasan ile Tolunay’ı tebrik ediyorum. Çünkü bizde her şey perdenin arkasında.
Hakemlerden şikayetçiyiz, tamam. Palamut gibi iki kişi ofsayt iken golü veren yardımcılar var. Beş metre de değil, bir metre önünde kendini yere atan (Bu hafta Ali Tandoğan) futbolcunun lehine faul kararı işaret edip sarı kart çıkmasına sebep olan (Rizesporlu Kürşat o pozisyonda gördüğü sarı kart yüzünden bu hafta oynamayacak. Halbuki o pozisyonda Ali Tandoğan’ın sarı kart görmesi gerekirdi) yardımcılar da var.
Sahipsiz hakemler
Şimdi işin asıl can alıcı noktasına gelelim... Türkiye’de basının etkili kanadı 3 büyüklerden korkuyor. Veya 3 büyükleri hırpalamıyor. Veya işine gelmiyor. En kolayı hakemler. Çünkü, onların sahibi yok. Sahibi olması gereken Merkez Hakem Komitesi, sıkıyı görünce Trabzonspor-Sivasspor maçının hakemi Bülent Demirlek örneğinde olduğu gibi, hakemini yapayalnız bırakıyor, aslanların önüne yem olarak atıyor. Hakem Derneği derseniz, onlar da ayrı; arkadaşlarına sahip çıkamıyorlar, güçleri yok. Ama futbolcuların sahibi var. Onlar her türlü sportmenlik dışı hareketleri yapıyor, kimse de gıkını çıkarmıyor. Yaptıkları yanına kar kalıyor. Kimi futbolcu kendini yere atıp pozisyon dileniyor, kimi rakibine basıyor, vuruyor, çekiyor, kimi de elleriyle, kollarıyla, seyirciyi hakeme yolluyor. Bazıları üçünü birden yapıyor, bazıları birini, bazıları ikisini.
Neler yaptılar neler
Gelin, bir liste yapalım... Bu listedeki futbolcular, geçtiğimiz üç senede neler yaptılar, bir düşünün. Pozisyon olarak ne kazançlar sağladılar, ne puanlar aldılar, rakipleri neler kaybetti? Benim zavallı hakemlerim de bunları seyretti. Veya bilgisizliklerinden bunları takip edemediler, yakalayamadılar. Sizler bu listeyi okuduktan sonra artırabilirsiniz.
Ben bu listeyi iki ayda bir "Düzelenler", "Tedavi Olanlar", "Listeden Çıkanlar" veya "Listeye Yeni Giren Uyanık Geçinenler" diye yayınlayacağım. İşte benim listem:
Hasan Şaş, Ümit Karan, Serkan Çalık (G.Saray), Ali Tandoğan, İbrahim Üzülmez, Burak Yılmaz, Koray, Nobre (Beşiktaş), Lugano (F.Bahçe), Yattara, Umut, Ayman (Trabzonspor), Emre Toraman (Ankaragücü), Necati, Emre Aşık (Ankaraspor), İsmail Güldüren (Bursaspor), Sertan (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Krita (Ankaragücü), Balili (Sivasspor), El Saka (Gençlerbirliği).
Not: İtirazı olanlar varsa, açıklamalarını beklerim.
Konu sigara olunca
TÜRKİYE Sigara İçmeyenler Derneği bana şilt verdi. Teşekkür ediyorum. Kapalı yerlerde sigara içen tiryakiler kendilerini bu fotoğraflardaki duruma getiriyorlar. Maalesef bu kişiler, bencilliklerinden, küstahlıklarından ve saygısızlıklarından dolayı, kapalı alanlarda sigara veya puro içerek hem bizleri hem çocukları mahvediyorlar. Ve bu hükümet de kapalı alanlarda sigara yasağını çıkarmıyor. İşlerine geldi mi, Meclis’i toplayıp bir günde yasa çıkarıyorlar. Hele konu, maaşlarına zam oldu mu, iki saatte. Yazıklar olsun onlara.
Tepebaşı’ndan aşağı Kasımpaşa
FUTBOL Federasyonu’nu tenkit ediyorsunuz, kızıyorlar. "Doğru işler yapmıyorsunuz" diyorsunuz, tepki koyuyorlar. Ama, Türkiye’de bu yılki Kasımpaşa olayı dünyanın hangi ülkesinde olabilir? Ben Afrika’da bile olabileceğini zannetmiyorum. Şimdi kamuoyunun büyük bölümünün bilmediği olayı anlatalım...
Kasımpaşa’nın bir stadı var. Geçen yıl mükemmel yapıldı. Ama zemini suni çim. Ve bu Kasımpaşa geçen yıl İstanbul’un göbeğinde, bu suni çimde oynayarak Süper Lig’e geldi. Ama o suni çim Süper Lig standartlarına uymadığı için, küme çıktığı kendi stadında maç yapamıyor.
Kasımpaşa’yı reddettiler
Nerede antrenman yapacak? Atatürk Olimpiyat Stadı’nda. Öğleden sonra iki saatte antrenmana gidecekler, iki saat antrenman yapacaklar, iki saatte de dönecekler. Antrenman mı, eziyet mi, belli değil. Uçağa binip İzmir’e gidip idman yapsalar daha rahat. Bir kısım yabancı futbolcu ofluyor, pufluyormuş. Haklılar. O zaman da takım kapalı salona girip antrenman yapıyor.
Benim tanıdığım iki yerli antrenör bu takımı Süper Lig’e çıkaran teknik direktör Kadir Özcan’dan sonra görev kabul etmediler. Hem de 300’er bin YTL’yi geri çevirdiler. Sebebi, işte yukarıda bahsettiğimiz bu antrenman sahası meselesi. Ama Lorant balıklama atladı. Sonunda ne oldu, işte bugüne geldiler. Futbolda mucize var mı? Var... Kasımpaşa kümede kalırsa mucize olur.
Peki, Kasımpaşa’ya geçen sene o sahada oynama müsaadesi veren kim? Federasyon. Bu sene oynatmayan kim? Yine federasyon.
İzmir’in ligde takımı yok. Ligde takımı olmayan şehirleri sıralayalım: İzmir, Antalya, Samsun, Malatya, Diyarbakır, Van, Eskişehir, Zonguldak.
Peki, Kasımpaşa’nın şu anda ligde varlığı veya yokluğu Futbol Federasyonu’nun eseri değil mi? Hem de köküne kadar. Yani şu anda Kasımpaşa’nın durumu Tepebaşı’ndan aşağı Kasımpaşa.
Feldkamp, Hasan’ı herkes görsün istedi
PAZAR günü Ali Sami Yen Stadı’nda Hasan Şaş, hakeme inanılmaz hareketler yaptı. Sakın kimse bana, "Hasan yoruldu da öyle yaptı" demesin. Çünkü, 10’uncu dakikadan itibaren hakemle oynamaya başladı. Ve maalesef hakem Hüseyin Göçek, her pozisyonda Hasan’a sırtını döndü, onu görmemezlikten, duymamazlıktan geldi. Ona inanılmaz kıyaklar yaptı. Öyle bir pozisyonda attı ki, hiç kimsenin hakeme bir hata bulacak şekli kalmadı. Ama, o dakikaya kadar da Hasan hakemin bütün kimyasını bozdu. Onu darmadağın etti. Hakemi G.Saray’la inatlaşır pozisyona getirdi. Benim bu olayda kafama takılan kişi Feldkamp. Bu tecrübedeki bir teknik adam Hasan’ı oyundan çıkarmıyorsa, bunun dört sebebi vardır. Birincisi, oyunu okuyamıyordur yani sahaya hakim değildir. İkincisi, olacakları önceden kestiremiyordur, tehlikeyi göremiyordur. Üçüncüsü, Türkiye’deki hakem-futbolcu ilişkisini bilmiyordur, burayı Almanya zannediyordur. Dördüncüsü -ki bence bu şık doğru- Feldkamp, Hasan’ın durumunu görüyordur ama onu özellikle oyundan almıyordur. Böyle yaparak Hasan’ın ne olduğunu tüm kamuoyuna gösterecektir. Ve yönetim bazında alınan bazı kararların uygulanmasını kolaylaştıracaktır. Feldkamp da böylece fazlaca olayın içine girmeden, kenardan durumu sıyıracaktır. İşin aslı budur. Çünkü, o Hasan’ı görmemek için görme engelli olmak lazım. Feldkamp’ın yerine Metin Şentürk olsaydı Hasan’ı 40. dakikada oyundan alırdı.
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2007
İLK 45 dakikada Fenerbahçe'nin kesin üstünlüğü vardı, hem oyun hem de pozisyon olarak. İnsan düşünüyor, demek ki bu Denizlispor tesadüfen bu noktaya gelmiş. İkinci yarı başlıyor, bu sefer oyunda Denizlispor üstünlüğü var ama pozisyon zenginliği yok. Güvenç Kurtar 60. dakikaya kadar bütün riskleri alarak, değişikliklerini yapıyor.
Ama Zico seyrediyor. Mesela Semih'in yürüyecek hali yok. Topu rakip alanda tutamıyor. Her gelen pozisyon tekrar Fenerbahçe'ye dönüyor. Ali Bilgin gol atmış, psikolojik olarak da iyi, mücadele olarak da fena değil. Ancak Zico tutuyor onu çıkarıyor. Denizli'de Yusuf etkili olamıyor. O olamayınca da Horoz'un kolu kanadı bağlanıyor. Fenerbahçe'de Alex yok. O olunca, takımı o idare ediyor. Olmayınca yük takımın diğer oyuncularına dağılıyor. Bunun için de F.Bahçe ilk yarı daha çabuk hücuma kalkıyor gözüküyor. Hatta daha çabuk defansa geldiği de oluyor. Mesela 40. dakikada Denizli bir serbest vuruş kullanıyor, dönen topta 6 hücum eden F.Bahçeliye karşılık, 5 Denizlisporlu oyuncu var.
Ama ikinci yarı bu sefer oyun iyice Fenerbahçe aleyhine çöküyor. İşte bu noktada Alex lazım. Belki Alex'in eksileri var ama oyun kötü giderken veya aleyhine dönmüşken Alex'in takımı toparlama becerisi var. Bu her zaman tartışılacak bir konu. Ama geriye dönüp baktığında adam 150 maç oynamış 75 asisti, 75 de golü var.
Aurelio'nun KDV'si
Mehmet Aurelio tamam, rakipten top çalması mükemmel. Ancak oyuna sokması yani çaldığı topun KDV'li olarak geri dönmesi maalesef başarısız. Dün gece Volkan gol yemek için her teşebbüste bulundu, çok çalıştı ama yiyemedi. Tamam ceza alanına gelen toplarda çıkıp hakim olmak güzel bir şey. Ama çıkıyorsan, karar vermişsen topla oynayacaksın. Kendi arkadaşlarınla değil.
Fenerbahçe'de de bazen enteresan şeyler oluyor. Sol içten rakip ceza alanına depar atan Carlos'a, Deivid top atmayınca ikisinin muhabbeti 5 dakika sürdü. O sırada top oynanıyordu. Onlar bunu yaparlarsa, diğerleri ne yaparlar bir düşünün.
Bir de bizim savunma oyuncularının bir özelliği var. Ceza alanı içinde topu taca veya kornere atmıyorlar, sonra gol pozisyonu oluyor. Sanki o topu atsalar, futbolculuk değerleri düşecek. Yanlış zihniyet. Denizli'nin attığı bir gol var, tartışılan. Öyle bir pozisyon ki, kuyumcu terazisiyle ancak çıkarırsın.
Ama maalesef FIFA bazen kolaylaştırıcı değil zorlaştırıcı kararlar çıkarıyor. Futbol ayakla oynanıyor ama o ofsaytta ayaktan başka her türlü organı tartışmaya sokuyor. Elle oynama var mı, yok mu hakem bu pozisyona inanmadı. Biz de 100 metre uzaktaydık, onun kadar yakın değildik. Bakalım ne göreceğiz, ama 55. dakikada Fener defansının kalecisine verdiği top bence net kaleciye pastı.
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2007
<B>ŞAMPİYONLAR</B> Ligi maçları aynı maraton koşusu gibi. Tek maçta bir takım diğerini yenebilir.
Ama bu organizasyonda UEFA, işi sürprize bırakmıyor. Hak eden bir üst tura çıkacak. Fenerbahçe, Inter’i İstanbul’da yendi. Hatta fark bile yapabilirdi. Ama şu anki görüntüye baktığımızda Fenerbahçe’nin Inter’i yenmesine rağmen, aradaki makas Inter lehine açılmış. Bu, kalitenin, gücün farkıdır.
<B>Zorlanmadan</B>
Bazen konuştuğumuz, yazdığımız zaman futbolcu kardeşlerimiz kızıyorlar veya alınıyorlar. Ama bir tarafın santrforu <B>Semih, </B>diğer tarafı santrforu da <B>İbrahimoviç </B>olursa, kimse kusura bakmayacak. Fark da bu olur. Tamam <B>Carlos </B>var, <B>Alex</B> var ama karşı tarafta 11 tane etkili oyuncu var. İşin daha acısı Inter, hiç zorlanmadan mücadele etti. Rahat rahat oynadı.
İlk yarı Fenerbahçe kendi kalesinde 4 tane net gol pozisyonu yaşadı. Dördü de hücuma çıkarken kaptırdıkları toptan...
İlk 45 dakikada hem <B>Deivid,</B> hem <B>Gökhan Gönül </B>öyle enteresan işler yaptılar ki, bir ara ikisi de kendi sol iç yerlerinden rakibe hücum ediyorlardı. Yani komedi filmi gibi. Ve o anda iki Interli futbolcu, kendi sol açıklarında yani onların yerlerinde bomboş top beklediler. Kamera nasıl gösterdi bilemiyorum ama çıplak gözle biz bunları gördük.
Defans aynı hat üzerinde oynadı. İlk golü yiyene kadar işi idare etti. Birinciden sonra onlar da havlu attılar. Şunu çok iyi gördük; Inter tempoyu artırmadı. Bu mücadeleyi bu maça kafi gördüler. Bu Inter takımı İstanbul’da F.Bahçe’ye yenildikten sonra, dün geceye kadar hiç mağlup olmadı. Dün gece de devam ettiler.
<B>Kadrona bak</B>
Fenerbahçe, CSKA Moskova’yı yenip işi maceraya bırakmamalı. Bu yüzden CSKA Moskova’yı da rahatça geçer. Ama o akşam istemeleri lazım. Dün geceki skor Fenerbahçe açısından ahlarla, vahlarla geçen bir skor olmadı. Inter, Fenerbahçe’den daha iyi takım. Ve bu grubun en iyisi. Eğer CSKA Moskova’yı yenemeyip, bir üst tura çıkamazsan, kimseye kabahat bulmaya hakkın yok.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2007
BİRİSİ tepede, diğeri dipte... Dipte olanın büyüktür, küçüktür bakmadan her maçtan puan alması lazım, özellikle de deplasmanda. Ama maç başlıyor, Ankaraspor, Fenerbahçe’yi olduğu gibi üzerine kabul ediyor. Bu F.Bahçe takımının arka tarafını rahatsız etmezsen, kendi ceza alanı civarında oynamaya kalkarsan, yanarsın. Çünkü hepsinin top tekniği çok iyi, yaratıcı oyuncular. Tabii Türkiye şartlarında... Maç 2-0 olduktan sonra bile Ankaraspor oyun şeklini değiştirmedi. 45 dakika boyunca ne hücum ettiler, ne savunma yaptılar, arada kaldılar. İkinci yarı bu sefer Ankaraspor hücumu düşündü, F.Bahçe de laubali oynamaya başladı. Golü yediler ama şöyle bir silkindiler ve maç 4-1 oldu.
Futbol dikine oynanırsa, risk alınırsa güzel bir spor, göze hoş geliyor. F.Bahçe’nin attığı birinci golde Deivid topu sağ içe atabilirdi. Ama o risk aldı, araya soktu, gol oldu. Edu da Lugano da geriden topla çıkmaya bayılıyorlar. Kaptırdıkları zaman takımları için büyük tehlike oluyor ama hala bundan vazgeçmiyorlar. Dün gece sahada sadece Edu vardı, yine aynı şeyi yaptı. Sarı-lacivertliler, Inter’i de düşünüyorlardı ama Şampiyonlar Ligi gibi bir turnuvada üst düzey maçlar oynayınca, Türkiye Ligi onlara daha kolay gelmeye başladı. Hem fizik hem de psikolojik olarak. Tümer havaya giremedi, takıma uymuyor, daha fazla çalışması lazım.
Alex’e yakışmadı
Tribünler boştu. Acaba bilet fiyatları mı pahalı geliyor, yoksa Şampiyonlar Ligi maçları da araya girince Fenerbahçe seyircisi maçtan sıkılıyor veya daha iyisine mi gideyim diyor. Alex kendini fazla yıpratmadı, yormadı, ama 3 gol buldu. Çok iyi kumaş, mükemmel oyun görüşü var, topu iyi kullanıyor. Sahanın her tarafını adeta radar gibi görüyor. Peki, bu Alex’i Almanya, İngiltere veya İspanya Ligi’nde oynatabilir misiniz? Zaten oynasaydı gelmezdi.
Alex’e bir çift sözümüz daha var. Hem o hem de Carlos seyirciye de sempatik geliyorlar, rakibe de. Geçenlerde Carlos yardımcı hakeme su atarak ters iş yaptı. Dün gece de Alex top pozisyondan uzaklaşmışken yerde oturan Hürriyet’i tekmeledi, çiğnedi. Yakışmadı. Cüneyt Çakır görmesi gerekirken, göremedi veya görmedi. Hakemler sahaya görmek için çıkarlar. Özellikle disiplin konusunda. Ama çiğnenen Hürriyet isyan edince ona sarı kartını gösterdi. Peki o pozisyonda sarı kart alsaydı, ikinci sarı kartı alır mıydı veya kırmızı olur muydu? Cüneyt Çakır Avrupa’da da iddialı ama düdük çaldıktan sonra topu yerden alıp eve götüren futbolculara veya topa vuranlara hiçbir şey yapmıyor. Yurt dışında bunlara yaptırım uygulamazsa yanar.
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2007
FATİH Hoca, "Bana seyirci değil, taraftar lazım" demişti. Ali Sami Yen’de bu taraftarı buldu. Ama o taraftar tribünde bir kişiydi. Eline mikrofonu almış, "Haydi beyler bağırın" diye bağırıyordu. Ondan sonra da yine kendisi bağırıyordu, "Milli Takım oley.. Milli Takım oley.." Merak ediyorum Türkiye Ligi’ndeki herhangi bir maçta, herhangi statta bu tezahürat yapılsa o kulübe ceza verirler mi? Kesinlikle verirler. Böyle bir tarz Avrupa’nın ileri gitmiş hangi ülkesinde var? ben hiç duymadım. Çok iptidai..
Peki oynadığımız futbol nasıl? O da aynen böyle, yani iptidai.
Çıkarsın sahaya, sağdan soldan bindirmeler yaparsın, goller kaçırırsın, Bosna Hersek seni yener, kimse de bir şey diyemez. Ama maalesef biz böyle futbol oynuyoruz ve sonunda da bu gruptan ite kaka çıkıp finallere gidiyoruz. Şunu diyebilirsiniz, "Hedefe ulaştık, daha ne istiyorsun?" Eğer Sizler memnunsanız, bize laf söylemek düşmez.
90 dakika boyunca Bosna takımı üzerinde baskı kuramadık. Hep şahsi, biraz Emre, biraz Nihat, biraz Hamit. Yani hep Avrupa’da oynayanlar. Yerlilerden tık yok. Semih ile Arda hiç yok. Hakeme bakıyoruz, zorlanmıyor bile. Onun için fındık fıstık maçı.
İşkence çektim
Ali Sami Yen Stadı’nda basın tribünündeyim. Maçı izlerken işkence mi çekiyorum, maç mı izliyorum belli değil. Bu stat bu kadar, ama elinde imkan varken Futbol Federasyonu bu stadı tercih ediyor. Dün gece ne stattan bir şey anladım, ne de futboldan. Bir tek netice güzeldi.
Bir kısım futbol adamı, "Hatice’yi boşver, sen neticeye bak" derler. Biz de dün gece Hatice’ye hiç bakmadık, bakamadık. Belki de kabiliyetimiz yetmedi. Belki de futbolcularımızı bize fazla pompaladılar.
Bosna Hersek, çok fazla enerji sarfetmeden, çok sert oynamadan, hiç pislik yapmadan son derece centilmence, tertemiz mücadele ettti. Her pozisyonda bizim futbolcuları ellerinden tutup kaldırdılar. Yani kimse onları verdikleri mücadeleden dolayı suçlayamaz.
Helali hoş olsun
Bu sabahtan itibaren, "Vatan, Millet, Cumhuriyet" edebiyatı başlayacak. Futbolcularımıza servetler vereceğiz. Teknik adamlarımıza servetler vereceğiz. Helali hoş olsun. Ama bu kadar paranın olduğu yerde kimse de vatan, millet edebiyatı yapmasın.
NOT: Yıllarca başbakanlarımız ağladı, federasyon başkanları, teknik direktörler ağladı. Niye ağlarlar anlayamam. Ben hiç İngiltere ya da Almanya Futbol Federasoynu Başkanı’nı, "Dünya Şampiyonu" olduklarında bile ağlarken görmedim. İşte biz buyuz. Duygusal mıyız, yoksa ...(!)
Yazının Devamını Oku 21 Kasım 2007
FUTBOL artık öyle bir hale geldi ki, eskiden bizim bildiğimiz gibi zevk için oynanmıyor. Her şey para. Neredeyse sinekten yağ çıkaracaklar. Liverpool’un kaptanı Steven Gerard 18 günde 6 maça çıktı. Oynadığı bütün maçların ağırlık derecesi yüzde 100’e yakın. İngiltere’nin futbolcular derneği, "Biz ağır işçiyiz ama bu kadar da değil" diye isyan ediyor. Ama olayın diğer tarafında büyük paralar var. Peki bu paraları kim bastırıyor? Tabiiki sponsorlar. Sponsor para kazanacak, kulüp para kazanacak, futbolcuya verecek.
Ronaldo gibi olursun
Peki futbolcu oynamazsa ne olur, aynen 1998 Dünya Kupası finalindeki Ronaldo gibi olur. Basın tribününe girdiğimizde Fransa-Brezilya finalinin başlamasına 45 dakika var... Ve bize dağıtılan listelerde Ronaldo’nun ismi yok... Yarım saat kala bir gürültü kopuyor, Ronaldo oynayacakmış diye. Sebebi, Nike. "Verdiğim paraların karşılığını almalıyım" diyor ve Ronaldo’yu hastaneden getirtip maça çıkartıyor. Bunun misallerini çoğaltabiliriz.
Gelelim güzel ülkemize... Borsa’da kağıdı bulunan Beşiktaş Kulübü’nün başkanı, bir maçtan yarım saat sonra, "Önümüzdeki hafta oynayacağımız maça PAF takımıyla çıkacağız. Seyirci de gelmesin" diyor.
Aynı anda, Beşiktaş’ın 21 milyon dolarlık hissesini alan kuruluşun yetkilisi, telefon açarak hesap soruyor; "Borsa’ya açılan bir kulübün başkanı nasıl böyle konuşabilir, nasıl beni böyle bir zarara sokar" diye.
Milli takımın başına Fatih Terim geliyor... Geldikten bir müddet sonra, her zaman olduğu gibi basınla kavga etmeye başlıyor. Haliyle de Türk halkının yarısıyla.
İş o boyutlara geliyor ki, sokakta gezen insanların önemli bir bölümü, "Eğer bu Fatih gidecekse, Milli Takım Avrupa Şampiyonası’na gitmesin" diyor. Fatih hoca öyle bir Milli Takım yaratıyor ki, takımında oynamayanları, takımında sorunlu olanları, hatta sakat olanları alıp maça çıkarıyor.
Ben yaptım oldu!
Nitekim o kolay dediğimiz rakiplere inanılmaz puanlar kaybediyoruz. Yani Fatih hoca diyor ki, "Ben yaparım olur", "Ben yaptım oldu" veya "Uysa da yaptım uymasa da yaptım."
İşte burada çok önemli bir faktör ortaya çıkıyor. Biz tavırsız bir ülkeyiz. Hep arkadan konuşuruz, cepheye nadir çıkarız.
İkazı sevmez
İşte Fatih Terim’in bu saçma sapan işleri yaptığı noktalarda, ben onun yardımcılarından bir şey beklemiyorum. Çünkü Fatih kafasına göre, "Sen büyüksün hocam" diyenleri seçti. İkaz edilmeyi sevmez. Halbuki milli takımlarda yıllarca görev yapan ve çokta başarılı olan bir Ünal Karaman’ı, bir Abdullah Avcı’yı yardımcı olarak alabilirdi. Fatih hoca bunları yaparken Futbol Federasyonu’ndan da hiçbir ses çıkmadı. Ta ki, ateş bacayı sarana kadar.
Aslında Futbol Federasyonu’nundan da evvel sponsor kuruluşlardan ses çıkmasını beklerdim. "Bu kadar para yatırıyoruz, paramıza ve emeğimize günah değil mi? Bizimle dalga mı geçiyorsunuz?" demelerini beklerdim. Ama nerede? Onlar da kuzu gibiler.
Ersun Yanal, Hakan Şükür yüzünden gitti. Ersun Yanal’ı götürmek isteyenler Hakan Şükür’ü iyi kullandılar. Peki şimdi ne oldu da, ne değişti de yine Hakan Şükür yok. Eğer sorun Hakan Şükür ise niye iki senemiz boşa geçti? Nerede o Hakan Şükürcüler.
Şükür’cüler nerede?
Bakınız, bunların hepsi geride kaldı. Hepsi hataydı. Fatih hoca bunlardan ders alır mı, bilemem. Şu aşamada almış gibi gözüküyor. Ama Fatih’in sağı solu belli olmaz. Allah muhafaza, bugün Bosna bir çelme takarsa ortalık ne olur?
Futbol hayatımda büyük takımlardan hiç korkmadım, hep küçüklerden çekindim. Çünkü onlara takıldın mı, adamı kötü yapıyorlar. İşte Türk Milli Takımı’nın son durumu...
Fatih hoca, "Eğer ben ders veririm, almam" demeye devam ederse, korkarım önümüzdeki aylarda gene hüsranları yaşarız. Çünkü, Norveç maçına çıkarken de, Fatih hocanın ders almadığını gördüm... Şu sıralarda, oynadığı yerde Türkiye’de rakipsiz olan Gökhan Gönül’ü yedek soyundurup, takımında 12 dakika forma giyen ve santrhaf özellikli bir oyuncuyu sağ bekte başlatan Fatih hocaya Allah bir kere daha yardım etti.
Hiçbir futbolcunun sakatlanmasını istemem ama, İbrahim Kaş’ın sakatlanması hem Haluk Ulusoy’un hem de Fatih Terim’in sakatlanmasını engelledi.
Çin işkencesi
BİR tarafta 55 bin kişilik, akustiği güzel, soğuk havada gömlekle oturabileceğin, tuvaletleri, büfeleri gayet medeni bir stat. Diğer tarafta ne girişi giriş, ne çıkışı çıkış, ne tribünü tribün, ne tuvaleti tuvalet Ali Sami Yen Stadı.
Daha da ötesi, oynatacağı stattaki reklam tabelaları Futbol Federasyonu’nun sponsorlarının değil, rakip kuruluşların. Maçı oraya aldığın gibi, bir de Milli Takım sponsorlarına haber gönderip diyorsunuz ki, "Stattaki o rakip tabelaları örtüp, sizinkileri yazın." Yani, tam Çin işkencesi; hem seyirciye, hem sponsorlara.
Ali Sami Yen Stadı 23 bin kişi, 55-23= 32. Yani, 32 bin kişi daha maçı canlı izleyemeyecek. Sonra da federasyon çıkıyor, vatan millet ahkam kesiyor.
Vatan millet burada da, siz neredesiniz? Bugün Bosna maçını alınca belki bunların hepsi unutulacak. Zaten bu tip detayları unuttuğumuz için de bir halt olamıyoruz ya.
Açık oturum yapalım
TÜRKİYE’de son 10 yıldır Merkez Hakem Kurulu Başkanlığı yapanlar, yayıncı kuruluş Lig TV’ye gelsinler... Bir açık oturum yapalım, hatta bu toplantıya FIFA kokartı takmış eski veya faal hakemler de gelebilirler. Konuşulanları canlı canlı bütün Türkiye izlesin. Bakın neler konuşulacak, neler ortaya çıkacak?
Perdenin arkasında neler oluyor, herkes görecek. Ama, hepsinin birden bunu kabul edeceğini zannetmiyorum. Bugünkü başkan Hilmi Ok dahil, bir kişi bile hayır derse bu iş olmaz. Var mısınız hakemler, hep futbolcular maç yapacak değil.
Bu Bosna daha tehlikeli
BOSNA Hersek’le öyle bir maç oynayacağız ki, her şey konuşulacak. Rakip Norveç teşvik primi yollayacak mı? Veya daha niceleri...
Bosna’nın 5-6 tane banko oynayan oyuncusu gelmemiş. Bosna’da oynadığımız maçta da zaten 5-6 tane as futbolcusu oynamamıştı. Oynamayanlar oynayanlardan daha tehlikelidirler. Kendilerini göstermek isterler. Onun için de bu maçın son düdüğü çalmadan her şey benim bir kulağımdan girer öbür kulağımdan çıkar.
Özellikle de futbolcularımızın inanılmaz derecede bu maça motive olmaları gerekir. Çünkü, vitrine çıkacaklar. Bütün dünya onları izleyecek. Biz basın olarak, sponsorlar para olarak, Türk insanı hava olarak, Avrupa Şampiyonası’na gitmeye ihtiyacımız var. İçeride birbirimizi yiyelim ama dışarıya çaktırmayalım.
Kocaman bir yürek
LİGLERİMİZDE top oynayan futbolcularla Brezilya’yı yenemedik... Ama Ampute Milli Takımımız, Brezilya’yı yenerek Dünya Üçüncüsü oldu.
Demek ki, futbol sadece kolla bacakla kafayla oynanmıyor, kocaman bir yürek lazım. Zaten bu çocukların bütün uzuvları yürek. Ki, bu başarıyı sağlıyorlar.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2007
MAALESEF Fatih Hoca’nın bazı takıntıları bu maçın başlama kadrosunda da kendini gösterdi. Mutlak bir şeyler yapıyor. Mesela İbrahim Kaş. Senin elinde kendi takımında son zamanlarda mükemmel oynayan Gökhan Gönül var. Onu da bırakın kendi takımında bile daha henüz oynamayan İbrahim Kaş’la başladın. Ama Allah herhalde yukarıdan dedi ki, "Ya Fatih kardeşim sen bir türlü akıllanmayacaksın. Bari son defa sana bir kıyak yapayım." İbrahim Kaş sakatlandı, Gökhan girdi. Ondan sonra takım normale döndü. Bizim bu maçtaki en büyük avantajımız, beraberliğin Norveç’e yetmesiydi. O psikoloji altında ezildiler. Aslında aydan gelen toptan gol yedik. Norveç bir hata yaptı. Hep Carew’in üzerine oynadılar. Kenarlara fazla inmediler. Biz de oyunu Gökhan girdikten sonra ortaya iyi sıkıştırdık. Nihat, Hamit ve Emre boş top kullanmayınca, Norveçliler rahatsız olmaya başladılar. Ayağa top yaptığımız zaman oyundan düşüyorlardı. İlk 30 dakika çabuk çıkamadık. Bir türlü karar veremiyorduk.
Koskoca 2 yıl kaybettik
Aslında bu maçtan evvel maçtan fazla ümidim yoktu. Sebebi, biz son zamanlarda takım olma hüviyetimizi kaybetmiştik. Teknik direktörün gazetecilerle mücadelesi, kendi takımlarında oynamayan bazı futbolcuların ayrıcalıkları varmış gibi iyi de olmasalar kadroya alınıp oynatılmaları benim bütün ümidimi kırdı. Ama herhalde Futbol Federasyonu’nun son aldığı kararla yetki biçimlerinin sınırlanması, görev bölümünün yaptırılması ya da bazı futbolculardan vazgeçilmesi tekrar doğruya dönmemizi sağladı.
Milli takım bugün çıkan kadroya yakınını kurmaya Ersun Yanal döneminde iki sene önce başlamıştı. Ne yazık ki, Yanal’dan sonra tekrar yanlış yapılmaya başlandı. Koca bir iki sene kaybettik.
Bazı şeyler gözden geçmeli
Şunu çok net söylüyorum. İyi olduğumuz zaman pembe bulutların üzerine çıkmayalım. Fatih Terim, yardımcıları ve futbolcular her şeyi iyice gözden geçirmeliler. Eğer iki yıldır yaptıkları inanılmaz hataları görüp vazgeçerlerse tamam. Yoksa hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmamalı. Markus Merk’in herhalde son uluslararası maçı. Ona da fazla iş düşmedi. Bence lehimize çalmadığı elle oynama penaltıydı. İkinci yarı Emre’nin adama basması da tartışılır.
Bosna Hersek maçı bitmeden hiçbir şey garanti değil. Futbol Federasyonu’nun ve Fatih Terim’in Avrupa Şampiyonası finallerine gitsek dahi bazı şeyleri gözden geçirmeleri gerekir. Takım mı olacağız, yoksa yaz boz tahtası mı? "Ben yaptım oldu mu?" yoksa "Aklın yolu bir mi?" Hep birlikte göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2007
HAKEMLER kötü. Tamam, zaten Hilmi Ok ve kendileri hariç herkes bunu kabul ediyor. Yazılı ve görsel basında tuttuğu takımın sözcüleri var. O da tamam. Bir Futbol Federasyonu var, Trabzon’daki Sivasspor maçından sonra hakemini çarmığa geren, hedef tahtası yapan. Ama bir başka hakemine kol-kanat geren. İsterseniz bugün biraz yöneticilerden, biraz teknik adamlardan, biraz futbolculardan, biraz da hakemlerden, aynı anda ama ayrı ayrı bahsedelim.
Maçlar bitiyor, dikkat edin en kontrollü teknik adamlar konuşuyor. Hiçbiri saygısızlık yapmıyor. Maçtan hemen sonra konuşmalarına rağmen ağızlarından kötü kelimeler çıkmıyor.
Neden? Çünkü onlar futbolun temel ögelerinden biri. Yani bu alemin içinde yıllarca varlardı, bundan sonra da var olacaklar. Tenkit etseler bile, teknik cümleler kullanıyorlar. En önemlisi ayıp etmiyorlar. Bunu görmek için çok uzağa gitmeyin. Son üç haftaya bakın. En anormal maçlardan sonra bile doğru örneklerini görürsünüz.
Gelelim yöneticilere. Her kulübün bir silahşörü var. Maç onlara göre karışmışsa, bu silahşör ya eline silahı alıyor, ya da balta ile başlıyor doğramaya. Maç iyi gitmişse, başka birisi konuşuyor. Veya bazılarında tamamen başkanlar. Onlara her şey serbest. Neden? Çünkü onlar dün yoklardı, bugün varlar, yarın yine olmayacaklar. Ve onlara ceza verdiğinizde yaptırım gücünüz yok. Ceza uygulamaları komedi filmi gibi. Ama teknik adam öyle mi? Ters konuşursa sahaya bile giremiyor.
Bu yöneticiler, bazen telefon açarak menajerleri konuşturuyorlar, konuşmak istemeyenleri ise zorluyorlar. Maalesef futbolumuzdaki en çirkin yüzler bunlar. Tabii bunların yanında haza beyefendi olan, on defa düşünüp, bir defa konuşan yönetici ve başkanlar da var. Zaten bu yazıdan sonra onlar alınmazlar.
Dilenci futbolcu
DDokunduĞun zaman yere düşen, düşerken çığlıklar atan, ahlar çeken, daha yere inerken dönüp hakeme bakan, pozisyon döndüğü anda yerden fırlayıp depar atan futbolcular var. Bunlara "pozisyon dilencileri" diyorum. Allah rızası için bir penaltı ver. Çoluğunu çocuğunu Allah bağışlasın, bana bir direkt vuruş ver. Evde çocuklara götürecek param yok, ne olur bana en direkt vuruş. Kimileri var, elleriyle kollarıyla hakemi seyirciye şikayet ediyor.
Seyirci ile hakemi karşı karşıya bırakıyor. Bunlar en tehlikeli oyuncu tipidir. Ve mutlaka hakem tarafından belirlenerek bunların saha içinde başı ezilmelidir. Eğer bu futbolcuları belirleyemezsen, hakem olarak yanarsın. Bu tip oyuncuları önce ikaz edeceksin, sonra sarı kartı en kestirme yoldan kucağına koyacaksın. Elinde bomba ile o oynasın, sen değil. Çünkü sarı kart bir futbolcu için pimi çekilmiş el bombasıdır.
En son vereceğim örnek, daha da kötü. Futbol oyunu, bir spor. Sonunda ölüm yok. Bu maçlar da hep oynanacak. Yıllarca olduğu gibi. Hakemin ve yardımcılarının görmediği pozisyonda bazı oyuncular kendileri net gördükleri halde, hakemin de görmediğini anlayınca, üzerlerine koşarak onları etkiliyorlar. Bazen de bu oyuncuları attırıyorlar. Bizim bazı hakemlerimiz maalesef zeki değiller. Madem sen görmedin, madem yardımcın görmedi. O zaman görmediğini verme.
Bakınız, üç hafta evvel Trabzon’da Rüştü atıldı. Sahadaki konumu itibarıyla Rüştü’nün topa koluyla oynamadığını en iyi gören Umut. Geçen pazar da Edu’nun atıldığı benzer pozisyonda yine en iyi gören Mehmet Topuz. Bu iki futbolcu ne yaptı? Bir anda hakemin üzerine yürüyerek onu yanılttılar. Ve kırmızı kartlar çıktı. Peki bu futbolcular akşam rahat uyudular mı? Bence uyudular. Çünkü bizdeki futbol ahlakı, son derece bozuldu. 70 metre uzaklıktaki taç atışına bile, itirazlar ediliyor. Top taca çıkıyor, iki takımdan üçer futbolcunun elleri havada, "biz atacağız" diye. Ama topun kimden çıktığını biliyorlar.
Bunun adı nedir? Spor ahlaksızlığı. Pozisyon hırsızlığı. Ne oldu? Rüştü kırmızı kart muamelesi görmedi. Belki Edu da görmeyecek. Zararın bir yerinden dönüyorsun. Peki bu işlere çanak tutan Mehmet Topuz ile Umut’u Futbol Federasyonu olarak niye ceza heyetine göndermiyorsunuz?
Mahmut Uslu’nun açıklaması
Gelelİm hakemlere. Çoğu futbolu bilmiyor. Diyorlar ki, eğitim. Neyin eğitimi kardeşim. Birinci Türkiye Ligi’nde maç idare etme seviyesine gelen bir hakeme eğitim olarak ne verebilirsin ki. Hakem önce dik duracak. Sonra yürekli olacak. Sonra da cart diye çalacak. Tabi böyle hakemin de arkasında durup onu satmayacaksın.
Bazı kulüpler veya federasyon istedi diye, kıçına da bir tekme sen vurmayacaksın. Parayla satın alınarak hakemlik yapanların çok azaldığını düşünüyorum. Tamam, kabiliyetsiz hakemler çok. Veya sağı solu oynayıp, bir maçın içinde aynı pozisyona üç değişik düdük çalan hakemleri de biliyoruz. Ama Mahmut Uslu’nun son beyanatı biraz aklımı karıştırdı. Uslu, "8-10 hakem temizlenmeli" diyor. Bu şu demektir, "bu hakemler paraya karşı bu işi yapıyorlar".
Uslu farkında olmadan kendisini ve camiasını da töhmet altında bırakıyor. Çünkü bu hakemler uzun zamandır varsa, Mahmut Uslu’nun yöneticiliği devrinde Fenerbahçe 4 sene şampiyon oldu. O zaman bunlar Fenerbahçe’ye mi hizmet ettiler?
Mahmut Uslu şampiyon oldukları zaman kerameti kendilerinde, olmadıklarında mı hakeme yüklüyor. Ben Mahmut Uslu’nun yerinde olsam, yanıma iki kişiyi alarak Futbol Federasyonu’nun kapısını çalarım. Şifaen bunların isimlerini ve neler yaptıklarını teker teker anlatırım. Eğer hala bu federasyon onları temizlemiyorsa, o zaman da bu beyanatı veririm. Eğer böyle hakemler varsa, bunları temizlemek kolay. Maç vermezsin, vermeyeceğini de ima edersin, ’git dersin’, bırakıp giderler. Bunun mücadelesi böyle yapılır.
Çünkü bu tarz olayın ispatı zordur. Görürsün, yakalayamazsın, aynen sigara dumanı gibi. Burdaki en önemli olay, o hakemlere bütün kulüplerin ortak hareket etmesiyle olur.
Böyle hakemleri hayat kadınlarına benzetirim. Bir gün parayı sen verirsin sana hizmet ederler. Başka bir gün de diğerlerine. İşi bitirip, "benim işim tamam" diyerek ellerini ovuşturursan, yarın başkası kullandığın zaman ağlamayacaksın.
Torbadaki Erman
Hakem bir maçta x bir takımı penaltı vererek değil, sarı kartlarını ahlaksızca kullanarak bitirebilir. Maalesef bu işlerde neler yapıldığını geçtiğimiz yıllarda gördük. Mesela bir takımın, x bir takımla oynayacağı maça 3-4 hafta evvel sarı kartlarla, elleri kolları doğrana doğrana zavallı bir durumda çıkarıldığına şahit olduk. Bazen "yardımcı hakem kardeşim, ne var yani ofsayt olmuş veya olmamış" dersiniz. Ama bazen o bayraklar hakikaten masumdur. Acemilik de yapılır. Ama yöneticilerin "eğer şampiyon olacaksanız, önce yardımcı hakemlere bakın" dedikleri kulaktan kulağa dolanır.
Bizim zamanımızda hakemleri tavşan gibi torbaya koymuşlardı. Yani kura ile gidiyorduk. Ama bir gün öyle bir şey yaşadım ki, onun da fiyasko olduğunu gördüm. Bir maça gideceğimi x takımın bir yöneticisi bana pazartesi günü söyledi. Kura ise perşembeydi. Ve maç sıram da yoktu. Ve torbaya üç isim atılacaktı. Tesadüfe bakın. O torbadan ben çıktım. Demek ki, o torbaya üç tane Erman atmışlardı.
Hepsi cennete gider
KAPALI yerlerde sigaranın yasaklanması Meclis’ten geçmek üzere. Bu çalışmaları kimler yaptıysa ve Meclis’te bu oylamaya kimler evet oyu kullanacaksa, inanın öbür tarafta mutlaka cennete gideceklerdir. Çünkü insan sağlığı için inanılmaz bir karar. Başkaları içecek, içmeyenler hiç günahları yokken zehirlenecek. Böyle bir mantık var mı?
Düşünün 2002 yılında Kore ve Japonya’da oynanan Dünya Kupası maçlarında statlarda sigara içmek yasaktı. Aslında geç kalınmış bir karar alınacak ama olsun. Kimin payı varsa, daha şimdiden hepsini tebrik ediyorum.
Yazının Devamını Oku