11 Kasım 2007
DÜN akşam İnönü Stadı’ndaki tribün görüntülerinden sonra Yıldırım Demirören ve ekibinin kesinlikle görevi bırakması gerekir... Seyirci, "Demirören, Sinan’ı da al git" diye bağırdı, Ertuğrul’u ise kenara koydu. Böyle bir atmosferde oyunculardan çok iyi futbol beklemek zor. Fakat anlamadığım bir nokta var. Türkiye’de Haluk Ulusoy’a aleyhte tezahürat yapmayacak iki tane seyirci var. Biri Trabzon, diğeri Beşiktaş. Eğer bunlar Ulusoy aleyhine bağırırlarsa, Allah onları çarpar. Ama bu iş böyledir. Sırtında taşırsın, bir gün bırak, en kötü sen olursun... Yani anlayacağınız şu andaki Beşiktaş, Müslüm Gürses’in parçası gibi: ’Paramparça’.
Sivas oyuna iyi başlamadı. Her şeye rağmen Beşiktaş daha düzgün işler yapıyordu. Beşiktaş için dün gece bir şanssızlık vardı. Hakem ne seyirciden, ne de büyük takımdan etkileniyordu. Bildiği kadarıyla gördüğünü ortadan çalıyordu. Tribünler F.Bahçe’den futbolcu istemeyiz diyor. Sahada Rüştü var, sonradan Mehmet Yozgatlı giriyor. Dönüyorlar; "Sivaslı ayılar İstanbul’da ne arar" diyorlar. Benim bildiğim İbrahim Toraman Sivaslı.
Başkan sözünü yemez
Takımlar onar kişi kalınca Sivas oyunun kontrolünü ele aldı. Belki Beşiktaş hücum eder gözüktü ama Sivaslılar kaptıkları her topla iyice dağılan Beşiktaş’ın arkasına mızrak gibi saplandılar. Biraz dikkat etseler fark açılırdı. Sivasspor ne kadar daha liderlik mücadelesi yapar onu bilemem. Ama şunu dün net gördüm. Yere sağlam basıyorlar, yardımlaşıyorlar. Her arkadaşı diğerinin hatasını kapatıyor. Birbirlerine ukalalık yapmıyorlar ve maçı bırakmıyorlar. Böyle bir takımın Türkiye’deki şu futbol kalitesinde ligi ilk 5’te bitirmesi gerekir. Bu da Sivas için büyük başarıdır. Çünkü futbol takımlarındaki başarıya ben, ’Ne kadar verdin, ne kadar aldın’ diye bakarım.
Seyirci, "Beşiktaş’ın Başkanı sözünü yemez" diye bağırdı. Siyah beyazlıların bu başkan ve bu yönetimle bugünlere geleceğini çok öncelerden konuşup yazdığımızda tepki almıştık. Ama şimdi onlar için daha da büyük bir tehlike var. Çünkü Beşiktaş’ın 3-4 senelik geliri ipotek edilmiş durumda. Gelecek adama Allah kuvvet versin. Hep şunu söyledim, "Yıldırım Demirören kulübü idare ettiği gibi babasının şirketini idare etseydi ne olurdu, kaçıncı günde kovulurdu!".
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2007
FENERBAHÇE Avrupa’ya ısındı. O havayı yakaladı. O havanın ne etkili, ne büyülüyeci, ne mükemmel olduğunu artık biliyor. İki takımı çıplak gözle izlediğinizde ve biraz da futbolu biliyorsanız görürdünüz. PSV zaman zaman hücuma çıkıyor. Seyircide bile heyecan var ama dikkatle baktığınızda PSV’nin Fener ceza sahasına yaklaştığında bile arkada 4’e 2 hatta 5’e 2 durduğuinu gördüm. Bu görüntüler skor 2-0 olduktan sonraydı. Diyeceksiniz ki, "Bu PSV’nin sorunu" veya "Fenerbahçe bu PSV’yi mi yendi". Ben aynı fikirde değilim çünkü F.Bahçe bu PSV’yi orada da yenerdi. Alakasız bir kırmızı kart ve kaçan pozisyonlar...
Sen beni yenemezsin
Keyif veren şu; sarı lacivertliler Avrupa’nın havasındalar. Daha da önemlisi Fenerbahçe rakibe şunu hissetttiriyor: "Sen beni yenemezsin". Arka tarafını sağlama alıyor, acele etmiyor, kaptığı her topla da çabuk hücuma çıkıyor. Ama aynı F.Bahçe, Türkiye Ligi’nde bunları yapamıyor veya yapmıyor. Bakın Yasin, Vederson, Colin Kazım, Gökhan... Bunların dördü de F.Bahçe’de yeni. Ama sanki 40 yıllık Fenerli gibi oynuyorlar. Neden, çünkü oynayan eskiler onlara ukala davranmıyorlar. Onları kucaklıyor, itiyorlar. Bunda Roberto Carlos’un da Alex’in de rolü çok büyük. Ama bütün bunlar olurken, mesela Colin Kazım bu rahatlıktan şımarıp, futbol ukalalığı yapmayacak.
Bizim hakemler acaba bu hakemi gördüler mi? Tribündeki seyirci veya formalar onu hiç ilgilendirmedi. Pozisyonların da hepsini gördü. Çünkü UEFA onu sahaya pozisyonları görsün diye çıkarıyor. Dün gece seyirci de tam not aldı. Gollerden sonra sahaya meşale atmadı, sadece takımını destekledi.
Aferin Volkan
Kaleci Volkan’a ayrı bir parantez açmak lazım. Kilo aldı, laubalilikler yaptı. Saçma sapan pozisyonlar yedi, goller yedi. Haliyle eleştirildi. Transfer dönemiydi, çok para kaybetti. Daha da önemlisi kaleyi kaybetti. Ama önündeki kalecinin sakatlanmasıyla bulduğu şansı mükemmel kullandı. Demek ki ders almış. Hiç ağzını açıp cevap vermedi. Demek ki çok çalışmış. Dün gece Fenerbahçe’de 90 dakika boyunca hatasız oynayan tek adamdı.
Futbol işte bu. Şımarırsan tokadı yersin, çalışırsan da üzülmezsin.
Yazının Devamını Oku 7 Kasım 2007
FENERBAHÇE-Beşiktaş derbisi oynanıyor, dakika 90... Maç bitmek üzere... Beşiktaş, son bir gayret ve hırsla rakip kaleye gidiyor. Bu dakikaları, hatta saniyeleri futbolculuk yıllarımda yaşadığım için iyi bilirim. Bir taraf inanılmaz tedirgindir, diğer taraf saldırgan. İki futbolcu kafaya çıkıyor, normal bir mücadele. İsmet Arzuman her zaman yaptığı gibi yine bir eyyam düdüğü üflüyor. Kendi de inanmadığı için o düdüğü cart diye çalamıyor. Sadece kaval çalar gibi üflüyor. Zaten pozisyonun faul olmadığını dünya alem anlamış. Futbolcular, yardımcı hakem ve seyirciler pozisyona ve maça devam ediyorlar; gidip gol oluyor. Sonra da İsmet Arzuman, 19 Mayıs hareketlerini andıran, pardon pandomim (!) yapar şekilde garip garip işaretlerle kendisiyle mücadele etmeye başlıyor. Bu tip bir pozisyonda hakem, düdüğünün nohutunu veya düdüğünü bile yutsa, bir tek şey yapmalıdır. Olduğun yerde duracaksın, iki elini yukarıya kaldırıp, çapraz biçimde hareket edeceksin. Yani düdüğün duyulmasa, yere düşmüş bile olsa senin bu hareketinle o pozisyonun iptalini dünya alem anlayacak.
İki türlü kazanıyorsun
Hani sen yılların FIFA’sıydın. Niye birinci yapacağın hareketi beşincide yaptın? Kendini sorguluyor musun? Hayır. Ne yapıyorsun? Seni eleştirenleri mahkemeye veriyorsun. Hem maçlardan kazanıyorsun, hem de mahkemeyi kazanırsan karşı taraftan. Sizin tipteki hakemlik çok eskide kaldı. Ben sizin abilerinizi de iyi bilirim. Sizin gibiler maçın durumuna göre düdük çalarlar. 1-0’da ayrı düdük, 1-1’de ayrı... İstanbul’da başka, Diyarbakır’da başka... MHK Başkanı’na göre başka, Futbol Federasyonu Başkanı’na göre başka. Daha çok misal verebilirim.
Televizyona çıkıyorsun, Semih’le Ali Tandoğan’ın pozisyonunda Semih’e sarı gösterecekken veremiyorsun. Neden? Çünkü Semih’in sarı kartı var cebinde. Ali Tandoğan haklı olarak isyan ediyor. Ama isyan biçimi yanlış. Benim de çok geldiğim seminerlerde, "Bu tarz hareketlerin hepsine sarı kartı gösterin" diye özel talimat verildi. Onu da gösteremiyorsun. Neden? Çünkü, az kalmış olsa da vicdanın elvermiyor.
"Şimdi Semih’e gösteremedim, göstermedim. Ali Tandoğan’a da göstermeyeyim bari" diyor. Ama sıkılmadan veya elinde olmadan televizyonda bunu itiraf ediyorsun. Diyorsun ki: "Böyle bir derbi maçta, Semih’e ve Ali Tandoğan’a kart gösterirsem, lüks olmaz mı? Senin gibi hakemlere göre olur. Ama hakemlik yapanlara göre lüks olmadığı gibi bu bir ihtiyaçtır. Çünkü sana göre Beşiktaş-G.Saray maçında sarı ve kırmızı kartlar başka, Gaziantep-Gençlerbirliği maçında daha başka işleniyor. Ve siz kendinizi çok akıllı, başkalarını çok aptal ve enayi zannediyorsunuz. Ama artık televizyonlara çıkan aklı başında futbolcular ve teknik adamlar, siz ve sizin gibilere ders vermeye başladılar. Çünkü futbolcular da teknik adamlar da oyun kurallarını sizden daha iyi biliyorlar. Belki ellerine düdük verseniz, sizden daha iyi uygulayacaklar. Hiç olmazsa cesaretleri var.
Niye aynı hakemler?
Niye hep aynı hakemler üzerinde bu işler tartışılıyor? Niye bu hakemler de hep 404’le yapışmış gibi bu işten kopmuyorlar? Ya bu hakemliğe aşıklar, gözleri kör olmuş. Ya da bazı şeylerde inat ediyorlar. Gaziantepspor-Galatasaray maçında, Gaziantepspor 1-0 öne geçtikten sonra hakem başladı G.Saray’ı itmeye. Yavaş yavaş ceza alanına yaklaştırıyor. Çünkü sarı kırmızılıların yanaşacak hali kalmamış. Kendi kalelerini koruyamıyorlar. Gökten gelmiş bir faul, sonra 3 metre ofsayttaki iki futbolcunun görüntüsüyle bir gol.
Daha da enteresanı, Ergün Penbe’ye Hasan Şaş hakemin gözü önünde küfür ediyor. Ya hakemin gözleriyle kulakları çok uzak ya da bu uzuvlardan biri çalışmıyor, Hasan’ı atamıyor. Niye? Yürek yok da ondan.
Yürekleri olsaydı, televizyona çıkmaya cesaret ettikleri yerde yorumcunun sorularına muhatap olmayı kabul ederlerdi. İsmet Arzuman, Şansal Büyüka’ya diyor ki: "Bana Erman Toroğlu soru sormazsa, Maraton’a çıkarım." Yani dikensiz gül bahçesi istiyor. Bu, şu demektir: İstanbul’da maç yönetirken hiçbir takım, üç büyüklerden bir futbolcuya tavır alamaz. İkili mücadeleye giremez. Kim kuvvetliyse, o kazanır. Veya ben tek başıma düdük çalarım. Aynen geçen sene Beşiktaş-Erciyes maçında olduğu gibi. Ve sıkılmadan İsmet Arzuman beyefendi, yorum yapıyor. İnsanları aldatmaya kalkıyor. Neymiş, Beşiktaş’la Erciyesspor arasında oynanan Türkiye Kupası final maçından sonra futbolcular o kadar memnunlarmış ki, hepsi onu tebrik etmişler. Erciyesspor’dan kimse "iki penaltımız verilmedi" dememiş.
Görüntülere bakıyorsun, penaltı verilmeyen pozisyonlardan sonra futbolcular hırslarından ceza alanı içindeki çimleri dövüyorlar. Belki birinin bileği bile çatlamıştır yere vururken. Bunlar görüntülerde bile inkara giderler ama hala hakemlik yapmaya devam ederler. Birileri bu tipleri bazı maçlara oynaya oynaya atarlar. Bunlar da her tarafları oynaya oynaya maçları idare ederler.
Hiç düşündünüz mü? Niye adı açıklanır açıklanmaz F.Bahçe, İsmet Arzuman’a tepki gösterdi? Ve niye birden bire sustular? Veya başka takımlardan bazıları neden seslerini çıkarmıyorlar, bazıları niye inanılmaz tepki koyuyorlar? Bütün bunları düşündükten sonra Türkiye’de hakem camiasına niye güvenilmiyor? Resimleri yan yana koyun, biraz dikkatle bakın, legoları yan yana koyun, yapıştırın. MHK başkanlarına bakın, başkanlıkları bittikten sonra aldıkları görevlere bakın. Bakın oğlu bakın. MHK’de görev yapmış gözlemcilere bakın. MHK kurulurken yapılan pazarlıklara, MHK’ye giremeyenlere, "Size ceket uyduramadık bari pantolon verelim" deyip, gözlemciler kuruluna atananlara bakın. Bakın oğlu bakın. Siz bakın, onlar yürüsünler.
Dinlenip sahne alıyorlar
İsmet Arzuman geçen yıllarda hatırlarsınız bir Samsun-Manisa maçı yönetti. Ve şu anda Samsun Süper Lig’den düşmüş TFF 1.Lig’de orta sıralarda. O maçtan sonra İsmet Arzuman, 12 hafta dinlendirildi. Aynı İsmet Arzuman o senenin başında bu sefer Samsun-Trabzon maçı yönetmiş, o maçtan sonra da 4 hafta dinlendirilmişti. İsmet Arzuman 1,5 aydır Süper Lig’de yok. Neymiş, yurt dışında maç idare etmiş. Peki o zaman FIFA listesinde niye yok? Önü açılsın diyeymiş. Miş miş... Yani anlayacağınız, bu İsmet Arzuman dinlenip dinlenip sahneye çıkıyor. Sonra ortalığı bir karıştırıp, bir daha dinleniyor. Bundan sonra ne zaman bir daha sahneye çıkar, bilemem. Veya dinlenme süresi ne kadar olur, onu da bilemem.
Pozisyon dilencileri
YÖNETİCİLER işin kolayını buldular. Suçluyu tamamen hakemler olarak gösteriyorlar, kendi futbolcularını kurtarıyorlar. Bu arada bazı uyanık futbolcular da karambolden faydalanıp, o zayıf hakemleri tuzağa düşürüyorlar. Türkiye’de maalesef ama maalesef futbol sahalarında pozisyon dilencileri fazlaca arttı.
Bunlar hiç olmayacak yerlerde kendilerini yere atıyorlar, "Allah rızası için. Çoluğunuzun çocuğunuzun başı için. Allah sizi evlatlarınıza bağışlasın" dercesine hakeme bakıp faul dileniyolar, penaltı dileniyorlar. Ondan sonra da eğer hakem vermezse, utanmadan yerden kalkıp gülerek elleriyle kollarıyla o vermeyen hakemi kameralara, seyircilere şikayet edip hedef gösteriyorlar. Verenlerin yanına gidip yanaklarından makas alıyorlar.
Ey hakemler, bu dilencilere verdiğiniz mükafatlarla Türk futbolunun altına dinamit koyuyorsunuz. Zannetmeyin ki o futbolcular maç bitiminde sizin için iyi konuşacaklar. Hepsi sizinle dalga geçiyorlar. "Gördün mü?" diyorlar, "Kerizi nasıl yedim?" İdarecinin de bir-iki maç hoşuna gidiyor ama iş eşit şartlarda bir maça geldi mi, hiçbir futbolcu, yönetici ve teknik adam sizi istemiyor. Yorganın altından haber gönderiyorlar: "Sakın bize bunları vermeyin. Sağlam hakem verin."
Bu futbol dilencileri her köşe başında gittikçe arttığına göre, demek ki pozisyon dilenciliği işe yarıyor. Allah rızası için bana bir penaltı. Allah rızası için bana bir faul. Veya Allah rızası için elle attığım golü görme gibi.
Ben de diyorum ki: "Allah hepinizin gönlüne göre versin. Veya Allah hepinizi bildiği gibi yapsın."
Su yolları kesilecek
HAKEM alemi niye böyle derseniz? Sebebini geçtiğimiz pazar akşamı Maraton’u izleseydiniz cevabını bulurdunuz. Hilmi Ok’a soruyorum; 6 defa gittin, 7 defa geldin, Süleyman Demirel’in rekorunu kırdın? "Ama şu anda hakem aleminin başında 5 yıldır yoktum, onun için de çalışmalara yeniden başladım" dedi.
Bu dakikadan sonra eski komite başkanları Bülent Yavuz ile Mustafa Çulcu’ya cevap hakları doğdu. Ama ikisinden de tık çıkmadı. Niye? Birisi Futbol Federasyonu’nda Ankara’da danışmanlık yapıyormuş. Bülent Yavuz 5 bin YTL aylık alıyormuş, altında Mercedes makam aracı varmış. Servis yapan, evden işe, işten eve... Mustafa Çulcu derseniz, o da gözlemcilik yapıyor.
Peki, nasıl çıksınlar da Hilmi Ok’a cevap versinler? O zaman su yolları kesilecek. Devir hesap devri. Merkez Hakem Komitesi Başkanlığı ve yöneticiliği yapanların böyle düşündüğü yerde hakemler düşünerek düdük çalmışlar, çok mu yani?.. Sonra da çıkıyoruz ’hakem cart diye düdük çalacak’ diyoruz. Abileri ve babalarından fıs sesi çıkmıyor, onlardan nasıl cart çıksın...
3 metre ofsayta düşen adamlarla atılan gol!
SÜPER Lig bu hafta bitmiş olsaydı, Galatasaray şampiyon, Sivasspor ikinciydi. Ama üç metre ofsayt gol olmasa ve o faul pozisyonu yaratılmasa Sivasspor birinci, Galatasaray ikinci olacaktı. Sonra da diyorlar ki, hakem de hata yapar. Yapar da üç metre ofsayta düşen iki adamla atılan golü de dünyada ilk defa görüyorum.
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2007
İSTANBUL Büyükşehir Belediyespor’un şu ana kadar aldığı puanlar takımın esas gücünü yansıtmıyor. Çünkü, en az üç maçta son dakikalarda yediklerle gollerle puan kaybettiler. Öncelikle bir oyun planları var, her takıma karşı değişik taktikle oynayabiliyorlar. Daha da önemlisi kenar yönetimin takımın üzerindeki etkisi belli oluyor. Bunları niçin yazdık? Beşiktaş dün çok zor bir ekiple oynadı. Eğer dün gece bir takımın galip gelmesi gerekseydi bunun İstanbul Büyükşehir Belediyespor olması gerekiyordu. Belediyespor rakibini hep kendi kalesine 50-60 metre uzakta başladığı hücum preslerle durdurdu. Beşiktaş’ın bu baskıyı kırıp rakibin üstüne gitme gücü kalmadı. Oyuncu değişiklikleri de fayda etmedi. Yani, dün oyunun direksiyonu Belediyespor’un elindeydi. Beşiktaş bütün bunlara karşılık ne yaptı? Hiçbir şey. Eğer yapabilseydi pozisyon bulacaktı. Demek ki, Liverpool maçı Beşiktaşlı futbolcuların iliğini kemiğini her şeyini almış.
B ve C planları nerede
Bir şeyi anlamak mümkün değil. İki takımın maliyetine göre siyah beyazlıların A Planı, B Planı, C Planı olmalı ve Liverpool maçında oynamayan futbolcularla bu maçı döndürebilmesi lazımdı. Haftada iki maç bahane değil. Menajer Sinan Engin, daha Belediyespor maçı oynanmadan "Fenerbahçe derbisi ertelensin" diyerek, hem Belediyespor’u adam yerine koymadığını gösterdi, hem de oynanacak iki karşılaşmada futbolcuların olası başarısızlık durumlarına kılıf hazırladı. İddia ediyorum, gidin şu anda Roberto Carlos’a sorun, "Şampiyonlar Ligi maçından önceki Beşiktaş derbisi tehir edilsin mi? diye; adam sizin suratınıza aptal aptal bakar, "Sen ne diyorsun kardeşim" der. Veya Sinan Engin’e göre Belediyespor maçı da tehir olsaydı, Beşiktaşlı futbolcular karpuz tarlasında dinlenir gibi Şampiyonlar Ligi maçına çıksalardı. Tahmin ediyorum, içinden başka şeyler de söyler ama kibarlığımdan buraya yazamıyorum. İşte Türkiye’deki futbol mantalitesi bu.
Daha dakika 17, hakem bir pozisyonda Beşiktaş’ın lehine faul vermiyor, yardımcı bayrak kaldırıp onu ikaz ediyor. Olabilir... Beşiktaş Kaptanı İbrahim Üzülmez, 35 metreden bu maçta attığı en hızlı deparı atıyor ve hakeme posta atıyor. İşte bizim Türk futbolundan önemli bir ayrıntı.
Maçın hakeminin 25’inci dakikada kaleci Hasagiç’in elinden normal çıkarttığı pozisyonda oyunu devam ettirmesi gerekirdi, ama faul çaldı. İkinci yarı, Ali Tandoğan’ın içinde bulunduğu pozisyonda, hiç faul yokken Belediyespor’un gollük akınını faul diye kesti. Bu, hakemin maçtan çekindiğini gösteriyor. Ama, Oktay Demiray’da eskiye göre ilerleme var. Genelde oyunu devam ettirme çabası olumlu. Benden ona bir tavsiye, faul verdiği pozisyonda 30 metre koşarak topun yanına gidip tekrar geri dönmesin, pozisyonunu en baştan alsın. Ama şu var, art niyetli bir hakem değil. Kabiliyeti oranında gördüğünü çalmaya gayret ediyor.
Not: Abdullah Avcı çok daha üst yerlere gelecek tahmin ediyorum. İnşallah yanılmam da.
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2007
SÜPER Lig’de mücadele eden bir takım Kasımpaşa. Bu takımın şaka gibi bir mazereti var. Sıkı durun; çoğunuzun bilmediğini biliyorum. Bu futbol takımının antrenman yapacak sahası yok. Kadir Özcan istifa ettikten sonra üç yerli teknik adam Kasımpaşa’nın bu defosu yüzünden yapılan teklifleri geri çevirdiler, Lorant balıklama atladı. Başka ne yapacaktı ki! Aslında Kasımpaşa’nın yabancıları fena değil. Ama takım 60. dakikadan sonra stop ediyor. Çok normal, kapalı salonda ağırlık idmanı yapar, minyatür oynarsan, çim sahada pilin de biter enerjin de.
Bütün bunları yazdıktan sonra F.Bahçe nasıl bir takımı yendi? Nasıl top oynadı, neler yaptı daha iyi anlarsınız. Yani anlayacağınız Fenerbahçe, aynı bildiğiniz Fenerbahçe. İlk yarı Kasımpaşa’nın 6 tane pozisyonu var. 18 numaralı bir oyuncuları var, golü atan, Türkiye’de her takımda rahatlıkla oynar. Özellikle de büyüklerde. İyi bir takımda hele deplasmanda çok şey yapar, Şampiyonlar Ligi’nde de. Karşısında Lugano’nun nasıl çaresiz duruma düştüğünü gördünüz. Ama bizim büyükler maalesef yabancı futbolcu transferinde hata yapıyorlar. Özellikle maliyeti düşük futbolcularda.
Alex ve Deniz’in yokluğu sırıtıyor
Tümer "Niye oynamıyorum?’ demesin. Zico dün ona haddinden fazla tahammül etti. "Top gelirse oynarım" diyor. Öyle herkes oynar. Bir tane mücadele ile top almıyor. Boşa çıkıp top almıyor. 20 metre uzaktan gelip, arkadaşının ayağından topu alıp, tekrar 20 metre hücuma kalkmaya uğraşıyor. Alex’in yokluğu Fenerbahçe’de sırıtıyor. İkinci yoklukta sırıtan da Deniz. Tam bir futbol işçisi olan bu oyuncunun oynamadığı zaman, nelerin yapılamadığını daha iyi görüyoruz. Appiah hazır değil. Yani koca orta saha Aurelio’da. O da fazlaca geriye oynuyor. O zaman yük bir tek Vederson’a biniyor. Aslında o da fena oynamadı. Belki rakibin golünde pas ondan geldi ama arkadaşları da o pozisyonda onu anlamadılar. Semih de oynamadığı zaman fazlaca konuşuyor. "Ben birinci adamım" diyor. Eğer birinci adamsan, bu Kasımpaşa maçında tek başına etkili olacaksın, arkadaşlarından fazla yardım almadan. Nerdesin?
Semih kurtarıcı değil
Yok. Semih kötü oyuncu değil. Oyuna sonradan girdiği zaman da iyi şeyler yapıyor. Kulübede de fazla hadise yapmıyor. Ama hiçbir zaman Fenersbahçe’de kurtarıcı olamaz. Üst düzey maçlarda etkili olamaz. Fenerbahçe’nin bu sene Roberto Carlos’tan sonraki en iyi transferi Gökhan. Gökhan nereden geldi? Gençlerbirliği Oftaş’tan. Yani 2. Lig’den. Demek ki, iyi tararsan belli paralara özellikle defans oyuncuları bulabilirsin.
Kaleci, oyun kuran ve gol atan futbolculara büyük paralar verip, alırsan buna kimse bir şey diyemez. Çünkü bunlar özel kabiliyet isteyen yerlerdir. Ama stoperlere, beklere, orta alanda koşan oyunculara da büyük paralar veriyoruz. Özellikle de yabancı haklarını son derece yanlış olarak buralarda kullanıyoruz. Olimpiyat Stadı bildiğiniz gibi aynı yerde duruyor. 80 bin kişilik stada 7 bin kişi gidince ulaşımda fazla zorluk olmuyor. Ama özellikle kasım ayından sonra bu statta yüz felci olma şansınız çok fazla. Zatürree, bronşit, grip de hak getire...
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2007
DÜN gece Eindhoven’da F.Bahçe maçını izledim. Sonra bindim uçağa geldim İnönü Stadı’na. Beşiktaş, Liverpol’u yendi. Bravo. İyi oynadılar iyi mücadele ettiler ve kazandılar. Ama bu beni hiç ilgilendirmiyor. Niye mi? Anlatayım. Dün 70 milyonluk Türkiye’nin her ferdinin İnönü Stadı’nda olmasını isterdim. Beşiktaş seyircisini zaman zaman eleştirdim. Çok yanlış yaptılar. Ama dün gece İnönü Stadı’nda onları tüylerim diken diken olarak izledim.
Beşiktaş’ın nasıl oynadığı ve Liverpool’un ne yaptığı hiç önemli değil. İnönü Stadı’ndaki seyirci Türkiye’deki insanın ne hissettiğini, neye, niçin tepki gösterdiğini, isyan ettiğini ve ne istediğini o kadar güzel anlattı ki... Keşke Cumhurbaşkanı dahil, en alt kademedeki bürokratlar dahil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadar herkes akşam orada olsaydı, Türkiye’nin geleceğini ve gerçeğini çözerdi.
Türkiye gerçeği
Beşiktaş, 4-4-2 oynamış, ya da Liverpool Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmuş hiç önemli değil... Dün gece bu maçı statta seyretmeyenler, televizyondan yorum yapanlar ne demek istediğimi anlayamazsınız. Bu satırları o tribünlerde olup, o havayı koklayanlar anlayabilir ancak.
Beşiktaş dün gece Liverpol’u yenemeyebilirdi, berabere kalırdı. Hiç önemli değil. Çünkü dün gece İnönü Stadı, Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin öyle veya böyle ne olduğunu Beşiktaş seyircisi dibine kadar herkese gösterdi.
Kusura bakmayın. Dün gecenin özeti buydu.
Teşekkürler İnönü Stadyumu...
Siz böyle olduğunuz müddetçe Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır.
NOT: Her şeyi sansür edebilirsiniz. Hadi yapabilsenize İnönü Stadı’na sansürü. İşte halkın sesi.
Yazının Devamını Oku 24 Ekim 2007
BU tip maçlar çok koşan, çok basan, çok mücadele eden futbolcularla neticelenmiyor. Bunların hepsi olacak ama arada öyle 2-3 tane futbolcu olacak ki, maça, rakibe ve hakeme ağırlığını koyacak. Fenerbahçe’de böyle 2 tane oyuncu var. Birisi Alex, diğeri Roberto Carlos. İlki, sakatlanarak çıktı. Eğer 90 dakika oynasaydı, büyük ihtimalle Fenerbahçe buradan galip ayrılırdı. Çünkü PSV, çok etkili, pozisyona göre temposunu artırıp düşüren bir takım değil. Rastgele oynayan bir takım. Eğer tuttururlarsa götürürler.
Alex oyundan çıktıktan sonra patron olarak Roberto Carlos, Deivid hatta Vederson’un sazı eline alması gerekirdi. Ama Deivid de oyundan atılınca, bu sefer işler sarpa sardı. PSV zaten doldur boşalt oynuyor. Fenerbahçe de buna rahatlıkla cevap veriyor. Ama önemli olan rakibe öldürücü darbeyi vurmak. İşte dün Alex çıkıp, Deivid de atılınca bu eksik kaldı. Ama şu önemli nokta; deplasmanda PSV’ye yenilmeyince, onu altında bıraktın, İstanbul’da yendin mi hedefine ulaşacaksın.
Hatalı kart
Bence Fenerbahçe, hem Moskova’da hem Eindhoven’da çok büyük iki balık kaçırdı. İki rakibi de kendi evinde şaşkın yakaladı, halledemedi. İnşallah kendi evinde onların pozisyonuna düşmez. Hakem, bence kırmızıda hatalıydı. Ama art niyetli değildi.
Bazı şeyleri anlamak mümkün değil. Hava soğuk tamam. Ama eldiven giyecek kadar da değil. Fenerbahçe’de Deniz ve Mehmet Aurelio eldiven giyiyorlar. Peki formaları uzun kollu mu? Hayır. O zaman diğerleri yanlış yapıyorlar. Bakın bunlar sakın detay demeyin, önemli şeyler. Demek ki, futbolcuların kafalarında başka şeyler var. Şu anda iki futbolcuya niye kısa kollu forma giyip, eldiven taktınız derseniz, cevap alamazsınız. O zaman Şampiyonlar Ligi’nin hesabını iyi yapmak lazım. Çünkü Alex, Roberto Carlos ve diğer Brezilyalılar yani sıcakta yaşayanlar, niye onları giymediler. Ya Mehmet bize uydu ya Deniz, Almanya’da futbol oynadığını unuttu.
Fenerbahçe, dün gece kaybetmedi ama böyle bir rakibe karşı neden kazanamadı, onun hesabını yapması lazım. Yani bardak yarıya kadar dolu mu, yarısı boş mu? Bence dün gece Fenerbahçe’nin burdan galip ayrılması gerekirdi. Aynen Moskova’da yapıldığı gibi.
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2007
DÜN gece Fenerbahçe Stadı'na maça gelmeyenler kaybettiler. Uzun zamandır izlediğim güzel maçlardan biri oldu. Yani parayı veren seyirci karşılığını aldı. Çünkü bu tarz maçlar, Türk futbolunda az oluyor. Konyaspor da iyi mücadele etti. Ama onlarda bir kaleci var, maşallah her gelen gol oluyor. Devamlı da onuyor. Demek ki, Konyaspor'da ikinci, üçüncü kaleciler tam mantar.
Zico, 10 maç evvel yapacağını yeni yeni yapmaya başladı. Bu takımda Vederson'un oynaması, Ümit Milli Takımı'ndan alınan oyuncuların yer bulması gerektiğini, yani rekabet ortamı yaratması gerektiğini çok kimse söyledi. Ama o hep es geçti. Belki de bunları da o yapmıyor, yaptırıyorlar. Günahları boynuna. Ama kendisi yapıyorsa veya başkaları yaptırıyorsa, doğru işler bunlar.
Yazık değil mi Carlos'a?
Semih, Kezman'ın ne kadar yapmadığı varsa hepsini yaptı. Ve şansını iyi kullandı. Gökhan da, Yasin de, Vederson da çok iyi işler yaptılar. PSV Eindhoven maçını düşünen Zico, zamanında değişiklikler yaptı. Dikkatinizi bir şey çekti mi bilmiyorum. Daha fazla yorulmasınlar diye çıkan oyunculara, bir de sahanın en yaşlı futbolcusu Roberto Carlos'a bakın. Carlos 90 dakikayı bitiriyor. Ona yazık olmuyor mu? Üst üste rakiplerinin yanından topu geçirerek üç tane depar attı. Sahadaki diğer futbolcuların tamamı atsınlar bu deparları, oracıkta oksijen tüpüyle suni teneffüs yaptırırlar. Şu bir gerçek; dünya yıldızı olmak için bazı şartlar var. O zaman aldığı paraya da laf söylemeyeceksin.
Fener'i bekleyen tehlike
Seyircinin 4-1'den sonra canı sıkılmaya başladı. Çünkü Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'ni düşünerek işi rölantiye aldı. Haklılar da. Ama seyirci yaratıcıdır, başladılar "Irak'a da gireriz, ananınızı belleriz" demeye. Federasyon da tahmin ediyorum bunu küfür saymaz. Hani kitabı sondan okumak var ya...
Sarı lacivertliler için bu noktada bir tehlike var. Kötü oynadıkları her lig maçından sonra "Bakmayın siz bu halimize, Şamiyonlar Ligi'nde iyi oynuyoruz" diyorlardı. Demek ki bu mantığa göre güzel oynanan bu maçtan sonra Fenerbahçe'yi Eindhoven'da büyük tehlike bekliyor!...
Yazının Devamını Oku