Milli Takımımız’la ilgili bir evdekiler bir de eldekiler var. 1000 tane beyin cimnastiği yapabilirdik. Ama artık bırak beyin cimnastiğini, şınav yapacak halimiz kalmadı. Yine bir şansımız var, ama bu şanssızlık da olabilir...
İSVİÇRE maçında nasıl oynamalıyız? Herkes bunu soruyor, biliyorum. Çünkü Portekiz maçında nasıl oynadık kimse bilmiyor. O maçtan sonra da herkes soruyordu; ne oynadık diye?
Ne oynadığımızı, İsviçre maçında da nasıl oynayacağımızı Fatih hocaya sormak lazım. Aslında benim için en büyük tehlike burada oldu. Çünkü Portekiz maçından sonra Fatih Terim verdiği beyanatta, o maçta iyi oynadığımızı söyledi ve kötü oynadığımızı kabul etmedi.
Fatih hoca yapılmayanı, uygulanmayanı uygulamak peşinde. Ama, bana bu soruyu yönelttiğinize göre, İsviçre maçında şöyle oynamalıyız...
Öncelikle Milli Takım’a gelen futbolcular nasıl seçiliyorlar?
Cevap: Kendi oynadıkları takımda başarılı oldukları için. Yine cevap oynadıkları yerlerde başarılı oldukları için. Yani önce her futbolcuyu yerinde oynatacaksınız. Mesela Nihat’ı en ileride değil, bir arkada. Mesela Hamit’i en geride değil, bir önde. Eve gönderilenler gittiler. Böyle bir şansımız yok. Mesela Milli Takım defansının en çabuk adamı İbrahim Kaş, evinde televizyon seyrediyor. Mesela Emre Belözoğlu’ndan önce oynar dediğimiz Yıldıray o da evinde. O zaman biz eldeki kuşlara bakalım, evdekilere değil....
İki yol var
Öncelikle M.Topal’ı ön liberoya koyacaksın. Neden, çünkü Aurelio’yu orta sahada biraz daha ileride kullanabilirsin. Çünkü bu iki futbolcu hem top çalıyorlar, hem topsuz oyuna girebiliyorlar. Bu ikisi oldu mu, o dörtlüden diğer iki adamı biraz daha rahat seçebilirsin. Mesela Arda’yı, mesela Nihat’ı... Peki o zaman en ileride kimi oynatacaksın? Tabii ki bu kadroya göre bence iki şansın kalıyor. Semih’i kullanabilirsin. Peki Semih Türkiye’de gol kralı ve hayati ilk maçta kullanmıyorsun. Demek ki alırken düşünmedin...
Bence bu kadroya göre orada oynayacak en ideal adam Kazım. Hem havadan hemde topu ayağına atarsan rakip defansının ortasındaki iki adamını kalçasını dayayarak inanılmaz rahatsız eder. Mesela burada oynayacak Ümit Karan’ı evde bırakıyorsun. O zaman rakibi oyalayayım diyorsan, Nobre’yi düşünseydin. Yani 1000 tane beyin cimnastiği yapabilirdik. Ama artık bırak, beyin cimnastiğini şınav yapacak halimiz kalmadı. Ya vurulacağız, ya vuracağız. Yani bugün öyle bir maça çıkacağız ki, ya tamam ya devam...
Yine bir şansımız var, ama bu şanssızlık da olabilir. Portekiz-Çek Cumhuriyeti bizden önce oynayacaklar. Oradan çıkacak neticeye göre de bir plan yapabiliriz. Ama ilk oynadığımız Portekiz maçına göre o planı yapacak gücümüzün de olmadığını kamuoyuna verdik. Onun için tek bir kelime kalıyor: Rastgele!!!...
Beyne kurt düşerse...
Biz herşeyi hakeme yüklemeye bayılırız. Tamam, UEFA’nın göz göre göre, hiç gereksiz yere İsviçre-Türkiye maçını yöneten bir hakemi vermesi yanlış. Sanki başka bir hakem yok gibi. Ama o maçı ben statta seyrettim. Hakemlik bir şey olmadı. Sakın o maçın mağlubiyetini hakeme bağlamayalım. Ayrıca o hakem hafızalarınızı biraz zorlarsanız, İstanbul’da iki İngilizin öldüğü G.Saray-Leeds maçının İngiltere’deki rövanş maçını yöneten hakem. G.Saray’ın çatır çatır tur atlayıp geldiği maçı idare etti. Sen futbolunu oyna, hakem sana bir şey yapmaz. Bu maçta da İsviçre’ye Lubos Michel’in pembe bakacağını zannetmiyorum. Birşey olabilir, o G.Saray maçı 8 sene önceydi. Hakemler yaşlandıkça beyinlerine kurt fazla düşer. Hani İsviçre, UEFA diye. Ufak da olsa bu tehlike olabilir.