Erman Toroğlu

Futbolumuzun yüz karaları

12 Kasım 2008
Türkiye'nin en gergin, en heyecanlı maçı oynanıyor. Futbolcular, teknik adamlar, hakemler ve yardımcıları sahadan tıkır tıkır ayrılıyorlar. Ama stattaki protokol tribününe bakıyorsunuz, rezaletin bini bin para. SÜPER Lig'in her açıdan en üst düzey maçı oynanıyor. Pazar akşamı Şükrü Saracoğlu Stadı'nın protokol tribününde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal var. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah var, birisi Spor Bakanı Murat Başesgioğlu olmak üzere iki bakan daha var. Yani protokol tribünü full dolu. Sahada 22 futbolcu. maçı idare eden hakem ve yardımcıları ve kenarda da teknik adamlar ve yedek futbolcular var. Sevgili okuyucular, bir kısım yöneticiler beni hiç sevmezler. Sevmemeleri de doğal. Niye sevmezler? Çünkü, onların suratlarına bazı şeyleri söyleyebiliyorum. Onlarla göbek bağım yok.

Futbolda 5 tane unsur var. Yönetici, seyirci, futbolcu, hakem ve teknik adam. Bu beşliden, üçü kendini hep yeniliyor. Ne olursa olsun, bu üç grup birbirlerine saygılılar, birbirlerini severler. Hangi gruplar bunlar? Futbolcu, hakem ve teknik adam. Çünkü bunlar başaktörler. Seyirci derseniz, onlar toplumun aynası. Onu da Futbol Federasyonu alacağı kararlarla yavaş yavaş ıslah eder. Bir şekilde yola sokar.

Burada ıslah edilemeyen bir grup var ki Türk futbolunda artık kanser olmuş. Kesseniz atamıyorsunuz, atsanız başka kapıdan içeri giriyorlar. Kim bunlar? Yöneticiler. Hepsini aynı kefeye koymak yanlış. Ama bazıları var ki hep olaylar onların etrafında geçiyor. Her olayda onlar var.

Türkiye'nin en gergin, en heyecanlı maçı oynanıyor. Futbolcuda en ufak bir şey yok. Bir takım diğerini 4-1 yeniyor. Teknik adamlar, hakemler ve yardımcıları sahadan tıkır tıkır ayrılıyorlar. Ufak tefek itişme, kakışma oluyor. Ama stattaki protokol tribününe bakıyorsunuz, rezaletin bini bin para.

Koca koca adamlar!

İşte, Türk futbolunun yarası bu yöneticiler. Sakın bunları bir iki takımda aramayın. Bazı takımlarda varlar. İkinci Lig de de, üçüncü ligde de varlar. Ama bunlar hep aynı isimler.

Olaylar Spor Bakanı'nın önünde, Emniyet Müdürü'nün önünde oluyor. Emniyet Müdürü'ne desek ki, "Sayın Cerrah. Bunlar sizin önünüzde oluyor. Niye tepki koymadınız?" Adam demez mi, "Koca koca adamlar, utanmıyorlar mı. Hangi birisine bir laf edeyim. Hepsi okumuş tahsilli çocuklar (!) Hatta bunların bazıları spordan da gelme. Ben oraya Emniyet Müdürü olarak değil, Celalettin Cerrah olarak gidiyorum. Karşıma gelen görüntülerden iğreniyorum" diye bize. Spor Bakanı'na sorsak ne der sizce?,

"Keşke yer yarılsaydı orada içeriye girseydim. İçimden o stadı terketmek geldi ama yapamadım. Erman hocam, bu da sizin ayıbınız" der ve bizler bir şey diyemeyiz. Oradan Deniz Baykal çıksa, "Çok nadir maça geliyorum. Bu reziliklere şahit oluyorum. Siz hep bize sallıyorsunuz, bana sallıyorsunuz, sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sallıyorsunuz. Sizin futbol camianız işte bu kadar" dese, bizler ne yaparız? Hiç bir şey.

Burada bir tek kuruma görev düşüyor. Bu işin sahibi Futbol Federasyonu. Mahmut Özgener ve ekibi bu olayın üzerine şiddete gitmeli ve seri bir biçimde hatalı olanlara ve suçlu olanlara okkalı cezalar vermeli.

Hatta ve hatta bu yöneticileri, bu olaya karışan yöneticileri statlara almamalı. Bu yöneticilerin maç günlerinde evlerine en yakın karakola gidip, maç süresini orada geçirmeleri sağlanmalı. İşte o zaman Türk futbolunu kurtarırız.

Kabadayı mı eşkiya mı?

Bunlar kabadayı mı, eşkiya mı, yoksa yönetici mi? Türkiye'nin en önemli maçında bunlar oluyorsa, alt taraftaki maçları siz düşünün. Bunlar Türk futbolunun yüz karalarıdır. Maalesef çok kulüpte birer, ikişer hatta üçer tane çıkabiliyorlar. Hiç olmayan kulüpler var mı, var. Onlara da arada yazık oluyor. Çünkü Türkiye'de çirkeflik yapan, küstahlık yapan, birbirlerinin evlerine gidip aldıran veya neredeyse dağa kaldıracak veya kaldırtacak yöneticiler var. Aslanlarım, koçlarım. Size bu statlar az bile. Siz daha büyük arenalara (!) layıksınız...

Başrolde artık YARDIMCILAR var!..

HALDUN Üstünel, "Mahmut Uslu bana küfür etti. Hem de anama avradıma" diye sert çıkıyor. Mahmut Uslu da diyor ki, "Küfür etmedim."

Hatırladığım kadarıyla Mahmut Uslu'nun küfürden dolayı bir mahkemesi de devam ediyor. Mahmut Uslu, önceki gün bir arkadaş toplantısında şunu söylemiş. "Ben kesinlikle Haldun Üstünel'e küfür etmedim. Ben direkt Adnan Polat'a sordum. Dedim ki, hala yardımcı hakemleri almaya devam ediyor musunuz?"

Yani Mahmut Uslu'nun açıklaması bu kadar. Anlaşılan son yıllarda yardımcı hakemler kıymete bindi. Eskiden hakemler ön plandaydılar. Bazı yardımcı hakemler sayesinde (!) orta hakemler ikinci planda kaldılar. Havaları bitti. Bakalım bu yardımcı hakem hikayesi nereye kadar devam edecek. Sonucunu merakla bekliyorum.

Kitabı bazen tersten okuyun

ELLE, kolla oynayıp, gol atan futbolculara eğer hakem atlarsa, Futbol Federasyonu tarafından kesinlikle ceza verilmeli. İşte bunu sonunda İtalya yapmaya başladı. Çünkü bu emek hırsızlığıdır, gasptır, para hırsızlığıdır.

Ali Sami Yen'de bu sezon oynanan Galatasaray-Antalyaspor maçının sonunda dakikalarca anasına hem de tuhaf bir biçimde küfür edilen kaleci Ömer, o küfür eden seyircilere dönüp, kollarını bağlayarak bakıyor. "Hadi etsenize" diye. Lincoln geliyor, Ömer'i itiyor, hakem de Ömer'e ikinci sarıdan, kırmızıyı gösteriyor.

Bu sefer Saracoğlu'nda korner atmak isteyen Arda'ya, Fenerbahçe seyircisi yabancı maddeler atıyor ve küfür ediyor. Arda da dönüyor ve, "Edin, edin" diyor. Hakem yine gidiyor, Arda'ya sarı kart gösteriyor. Kusura bakmayın, benim yetkim olsa ben de bu iki hakeme gider sarı kart gösteririm. Aynen Güney Amerika'da olduğu gibi.

Ey hakemler, kitabı doğru okuyun. Kitap doğru şeyler yazar. Kitaba göre yaptığınız yanlış değil doğru. Ama kitap okunarak hakem olunmuyor. O kitaptakileri iyi yorumlayacaksınız. Süzeceksiniz. Yani o kitaptakileri süzme yoğurt haline getireceksiniz.

Top toplayıcıyı attım

Süzme yoğurdun ayranı lezzetli olur. Böyle kartlar göstermeye devam ederseniz, ayranlar ise hikaye olur. Yani sevgili hakemler, bazen kitabı da tersten okumaya çalışın. Sonra da seyirciye, "Ulan sizin kitabınızı da..." dedirtmeyin.

Alın size bir örnek. Sene 1971. İzmir de Alsancak da Altınordu ile oynuyoruz. 1-0 mağlubuz. Maçın bitimine 5-6 dakika kalmış. Top toplayıcı çocuk ağır hareket ediyor, topları geç atıyor. "Çabuk atsana lan topu" dedim, bana "s....." çekti. Ben de ağzıma ne geliyorsa ona küfür ettim. Hakem beni attı. İki maç oynayamadım. Bana küfür eden top toplayıcı görev yapmaya devam etti. Yıllar geçti, hakem oldum.

Top toplayıcının küfür ettiği futbolcuyu, top toplayıcıya cevap verirse ikaz ettim ama oyundan atmadım. O top toplayan çocuğu oyundan attım. Ama, küfür eden o çocuğa, küfür edip gidip vuran futbolcuyu vurma eyleminden dolayı oyundan attım. Ne dersiniz hakemler, benim kitap anlayışım bu.

Kural bilmez SAZANLAR!..

YILLARCA top oynadım, hakemlik yaptım. Bu endirekt vuruşun ne fayda sağladığını veya neye fayda sağlamadığını anlamadım. Niye kullanılır , ne işe yarar onu da anlamadım. FİFA hep yenilik yapıyor, hep bir şeyleri araştırıyor. Bu endirekt vuruşun yıllar önce kalkması lazımdı. Ama hala devam ediyor. Ne zaman kaldıracaklar, merak ediyorum. Belki benim de ömrüm vefa etmeyecek ama, göreceksiniz bu endirekt vuruş, eninde sonunda kalkacak.

Bu hafta derbinin hakemi Hüseyin Göçek endirekt vuruş veriyor. Endirekt vuruşu verip düdüğü çalarken, bir kolunu havaya kaldırıyor. Yani veriş işlemini doğru yapıyor. Barajı açıyor, (Hüseyin Göçek'in en büyük hatasıydı hiçbir barajı doğru açmadı) atışı yaptıracak ve bir kolu havada. Tribünler bu kolu havada görüyor. Görmeyenler enteresan. Topa kafa vurmaya sıçrayan Carlos ve topa plonjon yapıp dokunamayan Volkan ve yerde üzülmeye devam eden gene Volkan. Üzülen F.Bahçeli, sevinen G.Saraylı oyuncular. Bu da şunu gösteriyor. Yerli ve yabancı çok futbolcu oyun kurallarını bilmiyor. İşin daha vahimi eğitilmiyorlar da.

Faydasını gördük

İyi hatırlarım. Ankaragücü'nün başarılı olduğu dönemlerde 71-74 arası bizim takım oyun kurallarını çok iyi bilirdi. Sebebi teknik direktörümüz rahmetli Sabri Kiraz. Hakem hocası Veli Necdet Arığ'ı ayda bir kulübe getirir, bir saat ders verdirir ve ders sonunda 17 soruluk testlerle imtihan ettirirdi. Ve bunun da oynadığımız maçlarda faydasını görüyorduk. 70'li yıllarda yapılan bu testler acaba bu gün hangi takımda yapılıyor. Bana bir tane örnekle gelsinler, alnımı karışlarım.

Düşünün, Türkiye'nin en büyük maçında futbolcular endirekt vuruşa sazan balığı gibi atlıyorlar. Atanlar da, tutanlar da...

A.Gücü iki ateş arasında

ANKARAGÜCÜ son gaz küme düşmeye doğru gidiyor. Bundan sonra oynayacağı 6 maçtan puan çıkaramama şansı bile var. 1910'da kurulan Ankaragücü neredeyse iki sene sonra 100 yaşında olacak. Ama, şu görüntüyle 100 yaşında Ankaragücü'nü 2. Lig'de görebiliriz.

Önceki gece seyirci kulübü basıyor. Kavganın net sebebi şu. Melih Gökçek, Ankaragücü'nü almak istiyor ve "Eğer alırsam 100. yılında şampiyon yaparım" diyor. Çünkü, "Ankaraspor'a sponsor ararken belediye olduğu için millet çekiniyor. Ama, A.Gücü'ne sponsor alırken zorlanmam. A.Gücü'nü alırsam Ankaraspor'u da İzmir'e gönderirim oranın da Süper Lig'de bir kulübü olur" diye de ekliyor. Diğer taraftan Cemal Aydın da kesinlikle Ankaragücü'nü bırakmıyor. Şu anda Ankaragücü iki ateş arasında. Yani, 2 Kocalı Hürmüz.
Yazının Devamını Oku

Daha farklı olurdu

10 Kasım 2008
FUTBOL, müsbet bir ilim değil. Futbol, istatistiklere göre oynanan bir oyun da değil. "Futbolda her şey var" cümlesi yüzünden futbol, futboldur. Düşünün, o kadar seyirciyi peşinden sürüklüyor. Bu kadar sürprize açık bir başka oyun daha yok. Sebebi de ayakla oynanması. Eğer elle oynansaydı, bu ilgiyi çekmezdi.

G.Saray’ın Benfica maçını seyredenlerle, F.Bahçe’nin Arsenal maçını takip edenler fikir yürütseler, "Bu maçı G.Saray eze eze kazanır" derler. Ama kazın ayağı öyle değil. Nitekim ilk 45 dakikada iki takım da iyi mücadele ettiler. Her şeyden önemlisi, hem heyecanı yüksek, hem de futbol kalitesi fena olmayan bir 45 dakika seyrettik. Hakem oyuna fazla tesir etmedi. Bence ilk yarıda yaptığı tek hata, Servet’e gösterdiği karttı. Ümit Karan, ilk yarıda inanılmaz derecede hakemle oynadı. Fenerbahçe yine ölü bir toptan gol attı, bir de kontrataktan. Yani G.Saray defansının en zayıf olduğu zamanlarda ve yerlerinden.

Sportmenliğe sığmadı

Hakem endirekt vuruş veriyor, daha düdüğü ilk çaldığında kolunu havaya kaldırıyor. Sonra baraj kuruluyor. Hakemin kolu gene havada. Lincoln gibi adam topu kaleye vuruyor. O top kaleye giriyor. Hakemin kolu yine havada. Niye? Çünkü verilen endirekt vuruş. Gol olabilmesi için topun birine çarpması lazım. Volkan topa uçtu. Ben onun yerinde olsaydım hiç kımıldamazdım. Kimseye çarpmayan top bırak girsin. Sen bir de dalganı geç. Sen uçuyorsun, çıkarmaya kaltığın o top eline çarpsa ne yapacaksın? Düşünün, biri Lincoln, diğeri Volkan. İkisinin de oyun kurallarından haberleri yok. Hakem ilk yarıda Volkan’ın sakatlığında oyunu durduruyor ve hakem atışı yaptırıyor. Orada topu F.Bahçelilerin oynaması lazım. Ama Ayhan baskı yapıyor. Sportmenliğe sığmayan bir olaydı, yapmaması gerekirdi.

Maç daha farklı olabilir miydi? Kesinlikle evet. Niye olmadı? G.Saray’ın bazı oyuncularının daha çabuk topu oyuna sokmamasından. F.Bahçe’nin de, G.Saray’ın da iki aynı özelliği var. İkisi de takım hücuma çıktığında çok rahat kontratak yiyorlar. Daha doğrusu rakibin ataklarına gerekli önlemleri almıyorlar. Fenerbahçe 90 dakika akıllı oynadı. Ne yaptı? Oyunu açıp G.Saray’ın üzerine göstere göstere gitmedi. Arkada defansını yaptı. Topu aldıklarında her atakta pozisyon buldular. Zaten baktığınızda Fener’i çok fazla hücum ederken görmediniz. G.Saray sanki daha fazla gidiyor gözüktü. Gidiyor gözükmesi mağlubiyette önemli rol oynadı.

Maçın yıldızı Selçuk’tu

Roberto Carlos
frikik atıyor, sen dalga geçer gibi bir kişi ile baraj kuruyorsun. Ya bir kişiyi hiç koyma -Çünkü o bir kişiden top geçene kadar kaleci görmez- ya da doğru dürüst baraj kur. Hadi bunu da yaptın. Roberto Carlos gibi bir adam topa vurduktan sonra kalecinin yardımına koşmuyorsun. Lugano vurmasa üç tane daha arkadaşı var, vuracak. Bu, şunu gösteriyor. G.Saray biraz dirençli takımlara karşı hakimiyet kuramıyor. Bu kim olursa olsun böyle. Biraz dikkatli ve dirençli bir takım da 15 dakikada G.Saray’ı üçlük yapar. Çünkü G.Saray’daki oyuncuların çoğu topla oynamayı seven isimler. Bireysel oynuyorlar ama dün F.Bahçeli oyuncular ’sen kazan bana ver’den vazgeçtiler, topu kapmaya uğraştılar. İki takım arasındaki fark buydu ve maçı hak eden kazandı.

Hakeme fazla iş düşmedi. Pozisyonlara yakındı. Bence iki sarı kartta hata yaptı. G.Saraylı birçok futbolcudan daha iyiydi. Bence maçın yıldızı Selçuk’tu. Dün gece beni en şaşırtan adam da Deivid’di. Bu kadar sakatlıktan sonra bu performans onun ne kadar profesyonel olduğunu gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Mucize!

6 Kasım 2008
SON 8-10 yıldır yurt dışında top oynayan A Milli Takım ve kulüp takımları dahil hiçbir takımı bu kadar aciz duruma düştüğünü hiç görmedim. Tamam Arsenal iyi takım. Senin de eksiklerin var. Ama Arsenal’in de eskileri var. Çıkıyorsun rakip kaleye gitme şansın yok. Arsenal seni pas manyağı yapıyor. Top alamıyorsun ortada sıçan oynuyor seninle.

Öyle bir halde ki maç, Arsenal diyor ki, "1 gol atsam 5 olur". Fenerbahçeli futbolcular diyor ki, "1 gol yesem 5 olur". Fenerbahçe’nin bütün direnci, bütün mücadelesi o ilk golü yememek üzerine kurulu. Nitekim yemiyorlar. Arsenal de atamıyor. Volkan, Edu, Lugano... Üçü sonuna kadar mücadele ediyorlar, diğerleri hikaye. Düşünün, bu üçü mücadele ediyor ve Arsenal Fener’i yenemiyor. Bu da Arsenal’in çok iyi durumda olmadığının bir belirtisi.

Merak ediyorum Roberto Carlos Fenerbahçe’ye gelirken mukavelesinde "ben nasıl oynarsam oynayayım hiçbir teknik direktör beni oyundan alamaz" maddesi var mı? Dün akşam oyundan çıktı ama ayağı çekiyor havası vardı.

Bekleyelim, görelim

Dün akşamki maç, beni yıllar öncesine götürdü. Bizim "şerefli mağlubiyetlerimiz" veya "şerefli beraberliklerimiz"in kazanıldığı maçlara... 1-9-1 oynadığımız, topla bizi dövdükleri ama sonunda puan aldığımız maçlara gittim.

Adamlar, hızlı giden araba gibiydi. Fener takımı İstiklal Savaşı’nda çekilen filmler gibiydi. "Hakem" desen, çok çok iyi. "Zemin" desen o da güzel. "Stat" desen, inanılmaz mükemmel. "Hava" desen, şahane. Skor, Fenerbahçe için fevkalade. Ama Porto maçından gelen haber, çok kötü.

Şu görüntüyle Fenerbahçe’nin Kupa 2’ye kalması da mucize. Ama, dün Arsenal’de oynanan maçta skor 0-0 bitmişse bu, futbolda da mucize olur demektir. Yani, "çıkmayan candan ümit kesilmez" demektir. Yani, önündeki iki maçı alabilecek Fener, Kupa 2’ye kalır mı? Veya iki maçı alır mı? Bekleyelim, görelim. Ama bu Fenerbahçe’nin bu Aragones’le ve bu yönetim mantığıyla önümüzdeki günlerde işi zor. Allah yardımcıları olsun...
Yazının Devamını Oku

Pozisyon net ortada

5 Kasım 2008
Bazen kameralar pozisyonlar için çok büyük avantajdır. Bazen de hakemin bulunduğu yer ve açı çok büyük avantajdır. Eğer hakem bulunması gereken yerde oluyorsa ve biraz da futboldan nasibini almışsa, kameradan daha iyi görür, çözer ve karar verir. Sebebi, kamera iki futbolcuyu yapıştırır, çıplak göz üç boyutludur, derinliği gösterir. Bütün bunların yanında futbolcuların yüz ifadeleri, vücut dilleri, hepsi hakem tarafından okunur. Altan Tanrıkulu, geçen pazar akşamı Eskişehirspor-Galatasaray maçı bitiminde Maraton'da yaptığım yorumdan sonra Hürriyet'e, Ümit'in kendi kalesine attığı golün iki resmini birden koyarak bir sayfa yazı döşenmiş.

Hatayı yapan yardımcı

O resimler bir yerde yardımcı hakemin görüş açısına yakın görüntüler. Aktif ve pasif ayrımı şöyle yapılır. Hücum eden oyuncular, kalecinin görüş ve hareket alanlarını kapatıyorlar mı? Deparlar atarak yanıltıyorlar mı? Geçen yıl Belek'te bizim hakemlerimize, "Sonuna kadar bekleyin" dediler. "Belki pasifteki adam hareket eder topla oynamaz, diğer arkadaşı gelir golü atar" diye ikaz ettiler. Avrupa'da hareket eder etmez bayrak kaldıran ülke yardımcıları da var. Ama bizdeki telkin öyle./images/100/0x0/55ead2e1f018fbb8f8990185

Bak Altancığım, o kadar uzun yazmaya gerek yoktu. Pozisyona 80 metre uzaklıktaki kameranın çektiği görüntü herşeyi çok net gösteriyor. Maçın hakemi Fırat Aydınus bu objektiften çok daha yakın olaya, pozisyonun içinde. Herşeyi kabak gibi görüyor. Ve bu kameranın açısında hemde çıplak gözle bakıyor. Burada yardımcı acele ediyor, bayrağı çekiyor sonra da indiriyor. Yani hatayı yapan yardımcı. Şimdi sana soruyorum Altancığım? Şu fotoğrafta kaleci kabak gibi herşeyi görüyor mu? Görüyorsa bu gol de kabak gibi gol. Yok rahatsız oluyorsa değil. Ne dersin? Şimdi anlayabildiniz mi sevgili okuyucular.

Tepede oturuyorsan herşeyden sorumlusun

HİÇ bir Federasyon Kurulu üyesi MHK'ye açıp hakem isteyemiyor. Futbol Federasyonu Başkanı'na istek yapanlar da reddediliyor. Bu konuda Mahmut Özgener'in tavrı mükemmel. İnşallah, alttaki yönetim kurulu üyeleri de ileride delinmezler.

Mahmut Özgener düzgün bir insan. İdealist. Fazla öne çıkmak istemiyor. Ama aynı hakemlerde olduğu gibi ona da bir ikazım var.

Etrafa fazla pembe bakmasın. Hatta yönetim kurulu arkadaşlarına da.

Bosna maçında Futbol Federasyonu Beşiktaşlı bir grup taraftara bilet verdi. Ve bu taraftar o biletlerin büyük bölümünü satıp, kendileri de maça bedava girip, yollarını buldu. Duyduğum kadarıyla Özgener'in bu durumdan haberi yokmuş. Olabilir. Ama aynı Futbol Federasyonu bu haberi yalanladı. Yani Futbol Federasyonu doğruyu yalanladı.

Peki bu kimi yaralar. Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener'i. Bu ne demektir. Özgener daha yönetim kuruluna hakim değil. Sevgili Mahmut. Her işte olduğu gibi Federasyon'da da en tepedeki adam sorumludur. Gerisi hikaye.

Bilmiyorum anlatabildim mi?


Güvener ile Terim'in sınırları açıklansın

HASAN Doğan, Türkiye'de futbolun gelişmesi, tabana indirilmesi, okullara ve mahallelere sokulması için bir proje hazırlattı. Ve bu projenin başına da Ahmet Güvener'i getirdi. Ahmet Güvener kolları sıvayıp yola koyuldu.

Diğer tarafta Fatih Terim, Milli Takımlar sorumlusu. Bildiğim kadarıyla tesislerden, futbolun geleceğinden de sorumlu. Peki, Ahmet Güvener ile Fatih Terim'in sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor?

Eğer, Futbol Federasyonu bu iki görevlinin sınırlarını, yetkilerini, hareketlilik alanlarını net bir biçimde açıklarsa ben ve benim gibiler çok memnun olacaklar. Dikkatle ve merakla bekliyorum. Genel sonucu kamuoyuyla paylaşacağım.

Çiviyi bırakın, onu çakacak tahta yok

TÜRKİYE'de Antrenörler Derneği var. Başında da İsmail Dilber bulunuyor. Benim Ankaragücü'nde yıllarca yan yana oynadığım kişi. Dilber, antrenörlük yapmadı ama yıllardır da Antrenörler Derneği'nin başkanı. Gündüz Tekin Onay ile beraber Haluk Ulusoy Federasyonları'nda etkin görevler yaptı. Bir yerde o federasyonu idare edenlerden. Peki bu dernek ne iş yapar.

Sezon başladı bugüne kadar 9 hafta geride kaldı 8 hoca değişti veya yer değiştirdi. Yani bu işin Türkiye'de çivisi çıkmıştı. Şimdi bırakın çiviyi çakacak tahta bile bulamıyorsunuz.

Şimdi ne yapmalı? Çok basit. "Bir teknik adam Türkiye Ligleri'nde 1 sezonda 1 takımda görev yapar, takım değiştiremez" maddesi koyacaksın. Yani hem işine geldiği zaman yönetici hava yapamayacak, hem de işine geldiği zaman teknik direktör oradan oraya zıplayamayacak.

Sınırlama şart

İş tam komedi halini aldı. Ama, antrenörler de bu konuya sakın kızmasınlar. Çünkü, görev yapan arkadaşları, henüz görevlerinin başındayken o kulüplere telefon açıp, mektup yazıp hem daha ucuza çalışacaklarını hem de daha iyi iş yapacaklarını maalesef söylüyorlar. Yani meslektaşlarının altını oyuyorlar. Zaten televizyonlarda da görev yapan yorumcular zaman zaman antrenörlerin hatalı işler yaptıklarını, hangi futbolcuyu yanlış oynattıklarını söyleyerek yöneticilere mesajlar veriyorlar.

Yani işin neresinden bakarsanız bakın .oklu değnek... Bu işin kurtuluş yönü ancak yönetmeliklere konulacak sınırlamalarla olur, başka türlü değil.

Başbakan doğru yapıyor

PKK'nın son tutumu yeni bir strateji mi, kendi açılarından işin sonuna mı geldiler, yoksa onların beyin grubu final mi yapmak istiyor? Yoksa, AKP doğu ve güneydoğuda belediye başkanlığı seçimleri öncesi atağa geçince, mahalli idareleri kaptırmak endişesi içine mi girdiler?

Polis, PKK'nın bu tahriklerine gerekli cevabı vermediğine göre benim aklıma son şık geliyor. Bu PKK, polis sert yapsa, "İşte, sizin oy vermek istediğiniz grubun hareketleri bu. Bunlara yarın oy verirsiniz çok daha zor durumda kalırsınız" demeye getiriyor.

Ankara'dan konuşmuyor

Benim aklıma da bu geliyor. Çünkü, Recep Tayyip Erdoğan'ı dikkatle izliyorum. İlk kez bir başbakan doğu ve güneydoğuya bu kadar net geziler yaptı.

AKP'nin siyasi görüşü bana uymayabilir. Ama, Başbakan'ın bu son yaptığı gezilerine yürekten katılıyorum. Yerine gitmeden hiç bir şeyde başarılı olamazsınız. Zaten çok başbakan oralara gitmeden, Ankara'dan konuştuğu için iş buralara geldi.

Bence, Recep Tayyip Erdoğan'ın son gezileri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da hoşuna gidiyor. Çünkü polisimizin, İstanbul, Ankara ve İzmir'de emeklilerin haklarını koruyan gruplara gösterdiği tavırla, bu PKK yandaşlarına gösterdiği tavır aynı değil. Bu konuda vatandaşın sıkıntıları çok fazla.

Maaşına zam isteyen coplanıyor, polise taş atana, polis şeker atıyor.

AKP'yi geçeceksen İstanbul'u alacaksın

CHP, Belediye seçimlerinde Büyükşehirlere kimleri aday koyar bilemem. Ama, Kemal Kılıçdaroğlu'nu İstanbul'dan aday koyup kaybettirirse, bu isim büyük yara alır. Kılıçdaroğlu'nun önümüzdeki yıllarda CHP'de çok etkili yerlerde görev alması gerekiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı onu yıpratır. Zaten, eğer muhalefet partileri mecliste AKP'yi geçmek istiyorlarsa İstanbul'u almaları lazım. İstanbul Belediye Başkanlığı'nı alamayan hiçbir parti mecliste çoğunluğu sağlayamaz. Belki bütün muhalif gruplar istanbul'da birleşirlerse, Kılıçdaroğlu'nun o zaman aday olması mantıklı gelebilir. Ama bu şartlarda harcanır.
Yazının Devamını Oku

Ali Turna'ın muskası

3 Kasım 2008
MAÇIN bir dakikasında Kayserisporlu futbolcu Ali Turan’ın tozluğundan sahaya bir muska düşüyor. Ve aynı muskayı alıp büyük titizlikle yerine yerleştiriyor. Hala bir şeylerden kurtulamadık. Sevgili Ali Turan, muskadan veya başka saçma sapan işlerden kuvvet arama, bulma. Allah çalışana yardım eder. Sen çalış, o seni ödüllendirir. Onun için de ellerini açıp dua etmen kafi.

Adamın birinin köpeği hastalanmış. Götürmüş veterinere. Çare bulamamışlar. Mahallenin imamı da muska yazarmış. Gidiyor diyor ki: "Benim köpeğe muska yazar mısın?" İmam diyor ki: "Muska insanlara yazılır, hayvanlara değil." Ama bizim Mehmet altından giriyor üstünden çıkıyor muskayı yazdırıyor. Bir hafta sonrada köpeği ölüyor. Gözyaşları içinde köpeği gömüyorlar. Mehmet’in aklında hep muska var. "Açayım bakayım ne yazmış?" diyor. Bir okuyor ki, imam şunu yazmış: "Muska yazdım Mehmet efendinin itine, ölürse de şeyime ölmezse de şeyime..."

Millet müsbet bilimle uğraşıyor, biz nelerle uğraşıyoruz. Maalesef toplumumuzdaki tartışılacak en önemli konulardan biri de bu. Haliyle de futbolcularımıza kadar yansıyor...

Kayserispor yolunu buldu

Kayserispor neden kazandı? Ali Turan’ın muskasından değil. Hem Kayserispor’un fizik olarak çok iyi çalıştığından, hem de taktik olarak çok kontollü oynadıklarından. Beşiktaş’ın da Kayserisporlu futbolcular kadar mücadele etmediğinden, Mustafa Denizli’nin bazı futbolculara haddinden fazla şans tanıdığından. Yani burada Tolunay işin sonunu gördüğü için golden sonra inanılmaz sevindi. Niye? Çünkü öyle bir maç oynanıyordu ki, gol atan galip gelecekti. Peki sen F.Bahçe’ye İstanbul’da 4 atıyorsun, Beşiktaş’ın da namağlup unvanını bitiriyorsun. Bütün bunları yaparken yaptığın tek doğru müsbet ilim.

Rüştü’nün ve defansın yenilen golde büyük hatası var. Çünkü hiçbir defans oyuncusu rakip hücum ederken hava topunu yere düşürmez. Çünkü o hava topu yere düştüğü an rakip avantajlı duruma geçer ve golü yersin. Fizik olarak Beşiktaş da fena değildi ama dedim ya gol atan maçı kazanacaktı. Bunu hem Tolunay Kafkas, hem Mustafa Denizli kenardan iyi görüyorlardı.

Beşiktaş’ın namağlup olması haliyle baskı yaratıyordu. Şimdi rahatladılar. Kayserispor da bu maçtan sonra hangi yolda devam edecekti onu arıyordu, onu soruyordu. Onun da adresi belli oldu. Üst tarafta mücadele edecek. Yeni statlarıyla, yeni havalarıyla dünkü gördüğüm seyirci potansiyeliyle Kayserispor buna hazır.

Liderlik mantığı

Bakınız F.Bahçe’de Alex, Beşiktaş’ta Delgado, G.Saray’da Lincoln veya Arda. Bunlar maçın kilit adamları, maçı hareketleriyle değiştirecek adamlar. Aslında bu, Türk futbolunun son yıllardaki en büyük kaybı. Ama maalesef bizim bütün sistemlerimiz liderlik mantığından geçer. Delgado oynamazsa, Alex oynamazsa, Licnoln veya Arda oynamazlarsa o takımlar duruyor. O zaman niye F.Bahçe, G.Saray, Beşiktaş diyoruz. Delgadospor, Alexspor, Lincolnspor veya Ardaspor diyelim. Bütün yanlışımız bu. Dün sahada Mehmet Topuzspor yoktu, Kayserispor vardı. Beşiktaş’la da aradaki farkı ve bana göre maçın özeti buydu.
Yazının Devamını Oku

Kıyakçılığın sonu

29 Ekim 2008
Ey hakemler, size acımayana, siz de acımayın. Kıyakçılığın sonu ayakçılıktır. Bunu da hiç unutmayın. Hayatta insanlar bir defa ölürler. Ne zaman ki, siz çıktığınız en son maçtan evvel "Bu maç benim son maçım olabilir" diyebiliyorsanız, o zaman hakem olursunuz.

MAÇLAR güzel olmaya başladı. Neden? Küçük takım futbolcuları artık sahada ezilmiyorlar. Takır takır mücadele ediyorlar. Hakemler biraz daha cesaretli olsunlar. Biraz daha yangın çıkar ama olsun, işler düzelir.

Son hafta kim yangın yaptı. Galatasaray mağlup oldu. Kim yangın yaptı Fenerbahçe. Niçin? Onlara göre penaltılarının verilmediği, onlara göre golleri iptal edildiği için.

Eğer Fenerbahçe Yönetimi Edu’nun yaptığı harekete kırmızı kart gösteremeyen bir hakemi bir daha maçlarımıza istemiyoruz derse, haklılar. Çünkü diğer hakemleri de eleştirme hakları doğar. Doğmaz da biz doğar diyoruz.

Pazu dolması

Baros’un pazu dolması yapıp attığı golü veya hakemin suratına top adan Edu’yu kimler yazıyor. Basındaki tarafsızlar. Kulüplerden ses var mı? Yok... Kulüp yazarlarından ses var mı? O da yok. Ümit Karan top bana çarptı deseydi, ne olurdu? Hiçbir şey olmazdı. Doğru olurdu. Yapabildi mi? Yapamadı. Baros "topu sol kolumun pazusuyla önüme istop ettim" dese ne olurdu. Edu, "Ben senin suratına top attım, sen beni atamadın" dese, teknik direktör Aragones de "Yanlış yaptın, hakemin suratına top attın. Seni atılmış kabul ediyorum" diye oyundan alsa ve 10 kişi devam etse ne olurdu?

Ne mi olurdu?..

"Manyak mısın lan Erman Toroğlu, böyle bir yazı yazılır mı?" derlerdi.

Acımayana acıma...

Ey hakemler, size acımıyana, siz de acımayın. Kıyakçılığın sonu ayakçılıktır. Bunu da hiç unutmayın. Hayatta insanlar bir defa ölürler.

Ne zaman ki, siz çıktığınız en son maçtan evvel "Bu maç benim son maçım olabilir" diyebiliyorsanız, o zaman hakem olursunuz.

Yoksa Tolga Özkalfa gibi suratına atılan topta elini bütün ceplerine sokar çıkarırsın, bozuk para, kağıt para ararsın. Sonra da sarıyı çıkarırsın. Ve o Fenerbahçe seyircisi de senin yaptığın kıyağa ana-avrat küfür ile cevap verir.

Ertesi günü de Fenerbahçe Yönetimi aleyhine açıklama yapar.

Hakem koz vermez

FIRAT Aydınus, Arda’yı çağırıyor. Arda ise, "Ben gelmem, sen gel" diyor... Bakınız otorite gelmekle, gitmekle sağlanmaz. Otorite sarı ve kırmızı kart ile de sağlanmaz.

Otorite önce bilgiden, sonra güvenden, sonra da hakem için "Bu maç benim son maçım olur" zihniyetinden geçer.

Sözler uçar, yakalayamazsınız bazen. Ama yazı kalıcıdır.

Arda tipinde bir oyuncu çağırıyorsan, sana doğru hareket etmiyorsa, senin yerinde çakılmana gerek yok. Sen bir iki adım at, ondan sonra karşındakinden sana doğru adım atmasını bekle.

Arda gelmedi diye bir futbolcuya önce sarı kart, ikazda tekrar gelmezse tekrar sarı kart üzerinden kırmızı kart göstermek yanlış. Futbolcu gelmedi diye direkt kırmızı kart da gösteremezsin. Sarı kartta futbolcuyu niye yanına çağırırsın?

Kartı göstereceksin

O sarı kartın hangi oyuncuya verildiğini göstermek için. Hakem olarak çok zaman santranın da ilerisinde oluyorsun. Kaleci vakit geçiriyor, top da kalecide. Veya santrhaf bir sarı kartlık ihlal yapıyor. 50 metreden eğer sarı kartı kime gösterdiğin belli ise, gösterme şansın var.

Hakem futbolcuya koz vermeyecek. Bazı hakemler görüyorum, gereksiz yere futbolcularla konuşuyor, gülücük atıyor veya yere düşen oyuncuyu kaldırmak için elini uzatıyorlar. Ya futbolcu eline vurursa ne yapacaksın? Sarı kart göstereceksin, sarısı varsa kırmızı göstereceksin.

Sonra raporuna ne yazacaksın? Yerden kaldırmak istediğim futbolcu benim elime vurdu. Ben de kart gösterdim. Özrün kabahatinden büyük.

Sakat yardımcılara da bakacaksın

GEÇMİŞ dönemde Mahmut Uslu Fenerbahçe’de yönetici, Adnan Polat ise yönetici değilken Uslu’nun ağzından Gürcan Bilgiç, gazetesinde bir şeyler yazdı.

Hatırladığım kadarıyla bu yazıya Mahmut Uslu’dan bir tepki ve tekzip gelmedi. Uslu, Rusya’da seyahatteyken, Adnan Polat ile karşılaşıyor. Polat, Uslu’ya başkalarının da olduğu ortamda diyor ki, "Mahmut hakemler konusunda çok yangın yapıyorsunuz. Özellikle de orta hakemlere yükleniyorsunuz. Ama esas iş (!) yardımcı hakemlerde bitiyor. Yanlış adreslere gidiyorsunuz, dikkat edin" manasında bir cümle kullanıyor.

Burada Adnan Polat’ın yardımcı hakemlerin maçlardaki işleri bitirme konusundaki cümlesinin sınırlarını ve manasını en güzel biçimde Mahmut Uslu, Adnan Polat’ın yüz ifadesinden anlayabilir.

Aslında bu yardımcı hakemlerle ilgili zaman zaman enteresan açıklamalar da yapıldı. Mesela bunlardan birini de Lucescu yapmıştı.

Merkez Hakem Komitesi ve Futbol Federasyonu eğer hakemlikte temizlik yapacaksa, yalnız sakat düdükler üzerine gitmeyecek. Sakat yardımcıların da üzerine gidecek. Çünkü alt tarafı bayrak diyorsun zaman zaman ama maalesef o bayrakların üst tarafları da bayrak. Bazen düdüklerden çok daha etkili olarak o bayraklarla lig sıralamasında yer değiştiriyorlar. Bu bayrak sıkıntılarını ben hakemlik yaparken de yaşadım. Ve maalesef hakemliklerini bitirdiğim yardımcılarım oldu, iş üzerinde yakaladığım. Benimle çalışan, Merkez Hakem Komiteleri iyi bilirler. Yani seyirci, futbolcu ve yönetici olarak yalnız hakeme odaklanmayın. Hata yaparsınız.

Kira kaymağı

ANKARA’da kapalı alışveriş merkezleri aldı başını gidiyor. Dükkan kiraları bir günde iki misli oldu. Çünkü hepsi dolar bazında. Mesela, RTÜK Başkanı Zahit Akman’ın da yüzde 3 hissesi olduğu Armada’da büyük ihtimalle çok kiracı dükkanları iade edecek. Çünkü Armada yönetimi, diğer bütün alışveriş merkezlerinde olduğu gibi dolarda ısrar ediyor. Daha dün bir kağıt dağıtmışlar. "Kasım-aralık aylarındaki dolar kurunu 1500 YTL olarak sabitledik" diye. Ne büyük kıyak yapmışlar. Tebrik ederim onları. Tabi bu arada bu kiralardan sevgili Zahit Akman da aynı oranda kaymaklanacak. Aslında Zahit Akman’ın, "Ben resmi bir kuruluşta çalışıyorum. Maaşımı dolar bazında almıyorum. Onun için de ev sahibi olduğum Armada’da kiraların Türk parası olması gerekir. Bizler örnek olmalıyız" demesi lazım değil mi?
Yazının Devamını Oku

Bursa seyircisi kazandırdı...

26 Ekim 2008
FENERBAHÇE seyircisi ve sahadaki takımı Bursa’dan gelen Bursaspor taraftarlarına yatıp kalkıp dua etsinler. Maç başlamış, hem tribünler isteksiz, hem Fenerbahçeli futbolcular... Lugano golü atmış, görüntü gene aynı. Ama ne zaman o Bursa seyircisi "Fenerbahçe kümeye" diye bağırdı, o anda film koptu. Önce seyirci şöyle bir silkindi, inanılmaz bir tepki gösterdi. Ardından aynı tepkiyi sahadaki futbolcu devam ettirdi. Ve ondan sonra da zaten maç koptu. Bursasporlu futbolcular fazla havaya girmişler o kesin. Uçuyorlardı, dün Fenerbahçe Stadı’nda ayaklarını yere değdirdiler. Sarı lacivertlilerin en büyük silahı yan ölü toplar. Ve bununla göstere göstere Bursalılar gol yediler. Onun için hiç kimseye ağlamasınlar.

Fenerbahçeli futbolcular, Bursa seyircisinin o "kümeye" lafından sonra her tarafa basmaya başladılar. Hatta bu biraz da sinirlilik yarattı. Edu-Lugano arkada iyi mücadele ettiler. Gökhan Gönül yavaş yavaş toparlanıyor. Roberto Carlos "ben bugün biraz kımıldayayım" dedi. Uğur Boral, Lugano ile beraber Fenerbahçe’nin en iyisiydi. Bu futbolcuya Fenerbahçeli taraftarlar kaç maçtır inanılmaz haksızlık ediyorlar. Çünkü canla-başla çalışıyor. Hata mı, yapıyor. Ama bazı futbolcular emekler gibi oynuyorlar ama onların seyirci tarafından dokunulmazlıkları var. Güiza çabuk adam, gol pozisyonuna kolay giriyor ama artık biraz da gol atsa iyi olacak. Çünkü ona gol atsın diye bu parayı saydılar. Volkan dün yan toplara daha bir cesaretle çıktı. Yani anlayacağınız Fenerbahçe’de dahili bir şeyler olmuş. Ne olmuşsa iyi şeyler olmuş. Bursa seyircisinin yardımıyla Fenerbahçe’nin görüntüsü değişti.

Edu’yu atmalıydı

Deivid,
sezon başı çok şanssız gitti ama onu hem seyirci seviyor, hem arkadaşları. Dün gece bu bariz bir şekilde gözüktü.

Hakem Tolga Özkalfa, Semih-Ivankov mücadelesine herhalde faul çaldı. Çaldı ki, pozisyon devamındaki Selçuk’un golünü iptal etti. Bence gol temizdi. Alex’in pozisyonunda penaltı yok, tamam. Kart gösterilir mi? Tartışılır. Ama ilk yarı bittikten sonra Edu’nun hakeme fırlattığı topun karşılığı sarı mı olmalı, kırmızı mı? Bence kesinlikle kırmızı. Ama seyirci dün gece hakeme ne kadar kızarsa kızsın o hakem Edu’yu devre arasında soyunma odasına giderken atmamakla en büyük kıyağı yaptı. Merkez Hakem Komitesi’nin özellikle bu konuda kesinlikle açıklama yapması lazım. Futbolcu topu hakeme atması sarı mı, kırmızı mı?
Yazının Devamını Oku

Keyif aldım

25 Ekim 2008
İNÖNÜ Stadı’nda oynanan Bosna milli maçında Futbol Federasyonu, Beşiktaş seyircisine 3 bin 500 tane bilet dağıttı. Bu biletlerin büyük kısmını da bu Beşiktaş seyircisi satıp kendisine maddi çıkar sağlayınca, Sivas maçının son dakikasında, "İ... federasyon. O... çocuğu hakemler" diye bağırmaya başladı. Yani Futbol Federasyonu gördüğünüz gibi attığı silahla vuruldu. Aslında maçın en doğru işini protokol tribünün sağ tarafındaki bir Beşiktaşlı seyirci yaptı. Sahaya ayakkabısının birini attı. Bülent Uygun da atılan ayakkabıyı tribündeki sahibine iade etti. Aslında ayakkabının manası şuydu: "Bugün pabuç pahalı."

Mustafa Denizli
, Sivasspor’un hücum gücünün etkili olduğunu söylüyordu ama arka tarafında pozisyon bulmayı ümit ediyordu. Bülent Uygun, orta sahayı dörtleyince, Beşiktaş’ın bu alanda top yapma ve tehlikeli olma şansını öldürdü. Geçen haftanın iki flaş adamı Balili ile Sergio’yu bu yüzden yedek bıraktı. Nitekim oyun Bülent Uygun’un istediği şekilde yürüdü. Hatta maçın sonunda Faruk golü yapsa, belki de Bülent’in bütün planları tutacaktı.

Mehmet Yıldız çok diri ve kuvvetli bir oyuncu. Onu durdurmak için mutlak tutuyorlar ve çekiyorlar. Ama hakemler maalesef bunların bir kısmını Mehmet’in aleyhine kullanıyorlar. Yani Mehmet’in kuvvetli ve güçlü olması Türkiye standartları için dezavantaj. Çıtkırıldım olsa kendini yere bıraksa belki yırtacak ama maalesef Mehmet’in girdiği pozsiyonlarda ağırlıklı olarak düdükler onun aleyhinde çalınıyor. Neden? Çünkü Mehmet’in ağzı var dili yok. Bir kabahati de Sivas’ta oynaması. Düşünebiliyor musunuz, büyük takımın birininin santrforu olacak. Büyükşehir belediyenin asfalt silindirleri gibi ezer geçer, hiçbir hakem de bir şey yapamaz.

Seyirciye yakışmadı

Maçın geneline baktığımızda, teknik-taktik ve fizik mücadele olarak iyi bir maç oldu. Belki maç 1-1 bitti ama ben maçtan keyif aldım. Ama Beşiktaş seyircisinin maçın sonuna doğru hem Sivasspor’a, hem Futbol Federasyonu’na, hem hakemlere yaptığı küfürler hiç yakışmadı. Ne yapsın yani Sivasspor mücadele etmesin mi? Beşiktaş’a maçı bırakıp gitsin mi?

Beşiktaş takımının bir dezavantajı maçın yükü bütün futbolculara aynı binmiyor. Kimisi çok mücadele ediyor, kimisi az. Aslında seyircisi de onun gibi. O kadar kalabalık olmalarına rağmen ne hakem, ne maç, ne de rakip üzerinde etkileri yok. Tamamen kendilerini tatmin ediyorlar. Aynen Beşiktaş takımında bazı futbolcuların olduğu gibi. Sivasspor gibi 6-7 takım daha olsa Türkiye Ligi’nin şekli değişir. Sivasspor’un bütçesi belki de Beşiktaşlı iki futbolcunun maliyeti kadar ama organize doğru olunca ve iyi çalıştırılınca işte ortaya böyle bir takım çıkabiliyor.

Mustafa Hoca’nın ikinci maçı. Yani o da henüz cicim ayında. Bir ay sonra haliyle o da takım içindeki dengeleri net olarak kurmaya kalkacak ve işin rengi değişecek.

Dünkü maçı kim kazansa diğerine yazık olurdu. Maçın hakkı neticeyi yansıtıyor. Maçın hakemi pek etliye sütlüye karışmadı ama takdir haklarını hep Beşiktaş lehine kullandı. Sonunda da o takdir haklarını kullandığı seyirciden hakkını ve nasibini aldı.
Yazının Devamını Oku