10 Aralık 2008
MHK hakem Serkan Gençerler'e, "Tello'yu niye attırmadın?" dediğinde, Gençerler, "O sırada topun taca çıkıp çıkmadığına bakıyordum, onun içinde yumruğu kaçırdım" demiş. BEŞİKTAŞ-Ankaraspor maçında Tello, bir numaralı yardımcı hakem Serkan Gençerler'in gözü önünde Ankarasporlu Theo Weeks'in burnunun üzerine yumruğu geçirdi. Sonradan öğreniyoruz ki, MHK Gençerler'e, 'Tello'yu niye attırmadın?" diye sorduğunda, "O sırada topun taca çıkıp çıkmadığına bakıyordum, onun içinde yumruğu kaçırdım" cevabını almış.
Takdirlik değil
Bana inandırıcı gelmedi. Günahı boynuna. Ama savunmadır. İnanırsınız, inanmazsınız. Çünkü taca da çıksa, zaten diklemesine çıkıyor. Bir başka oyuncu tarafından oynanma şansı zor. İkili mücadeleye bakması gerekir. Buraya kadar işin bir yönü.
Şimdi ikinci tarafına geçelim. Gençerler, "Ben görmedim" diyor ama hakem gözlemcisi ve maçın temsilcisi bilmem kaç metreden bu olayı görüyor ve raporlarına yazıyorlar. Şimdi finale gelelim.
Bir disiplin pozisyonu eğer, hakem ve yardımcıların bakış alana içinde olup görüyorlarsa federasyon o futbolcuyu "Ceza Heyeti"ne göndermez. Hakem öyle takdir etmiş derler. İyi tamam da, bu yumruk pek takdirlik değil.
Şimdi ne olacak? Çünkü, bizde olaylar genelde takımların isimlerine göre veya oynayacakları maçlara göre değerlendirilir.
Mesela Beşiktaş 10 gün sonra Galatasaray ile oynayacak. Yani bu Tello olayını hem Galatasaray çomaklayacak, hem de Beşiktaş tavır koyacak. Benim yorumum, hem pozisyonu görmeyen yardımcı hakeme ceza verilmesinden, hem de Tello'nun Disiplin Kurulu'na gönderilmesinden yana..
Ama Tello Disiplin Kurulu'na da gönderilse, ceza da verilse, sonradan Tahkim'e de gitse veya gönderilmese bakın neler olacak. Ve ne yorumlar yapılacak. Aklınız duracak.
Hukuk tamam hukuk da, hukukçular bazen öyle inanılmaz yorumlar yapıyorlar ki, inanılır gibi değil. Adama sormuşlar, "İsmin ne?" diye. Adam da "Muuuusa" diye uzatmış. "Tamam kardeşim, Musa da o kadar uzun değil" derler adama.
Yumruğu siz yeseydiniz
Ve o Tello'yu kurtarmak için yorum yapacak hukukçulara şunu derim: "Tello aynı yumruğu sizin burnunuza geçirseydi ne yapardınız?"
a-) Dönüp sizde Tello'nun burnuna yumruğu geçirirdiniz.
b-) Dönüp Tello'ya küfür ederdiniz. Tabii o sıra konuşacak haliniz kalmışsa
c-) Tello'ya bir güzel dalıp yere yatırıp boğazını sıkardınız
d-) Tello'yu mahkemeye verirdiniz
e-) Hiçbiri
Bakalım bu şıklardan hangisi olacak?
Federasyon bu konuda, yayıncı kuruluştan görüntü de istemiş ama hala ses yok!..
Erkeği pembe bozmaz
BİZİM gazeteden bir telefon aldım. Soru ilginçti. Güldüm, "Hadi canım siz de oradan" dedim. "Ne kel alaka" diye devam ettim. Neydi bu soru diyeceksiniz. Soru şuydu: " Futbolcuların pembe veya kırmızı ayakkabı giyme konusunda ne diyorsunuz?"
Ben futbolcunun ne yaptığına bakarım, ayakkabısının rengine değil. Neymiş efendim pembe-kırmızı erkeği bozarmış. Arkadaşlar erkeği hormon bozar, soya bozar. Hormon derseniz, yediğiniz çok gıdada olabilir. Yazın yazlıkları, kışın kışlıkları yiyin. Daha da önemlisi her zaman herşeyi yemeyin. Çünkü o zaman zokayı yerseniz. Çünkü hormon, kesin olarak erkekliği bozuyor. Bu cümleyi çok sarfediyorum diye bizim yumuşak kardeşler zaman zaman bana altın domates ödülü de veriyorlar. Hem de töreni de Taksim'de yapıyorlar.
Geçen yıl Tayland'a gittim. Erkeklerin çoğu bozuk. Ve hiçbirisinde bırakın kılı, tüy yok. Bangkoklu bayanlar göğüs kılları bolca erkek görünce, yanaşıp güzel güzel göğüs kıllarını okşuyorlar. Araştırdım, neden bozulmuş bu erkekler diye. Bana "Soya" cevabını verdiler. Biraz yemek yapmayı sevdiğim için bazı yemeklerde de soya sosunu kullandığımdan bu olaydan sonra şimdi artık soya sosu oranını çok azalttım.
Anlamadığım bir nokta daha var. Erkek kendine güveniyorsa, pembe de giyse, kırmızı da giyse güler geçer. Eğer bozulmuşsa, siyah da giyse lacivert de giyse hareketleriyle bas bas bağırır. Yani anlayacağınız, erkeği pembe ile kırmızı bozmaz. Hormon ile soya bozar.
Demek ki müzmin sakatlar
HAYDİ yerliler neyse, onları biraz biliyoruz. Hoş bildiğimiz halde de alıyoruz. Mesela Emre gibi... Ama diyorlar ki Emre'nin müzmin sakatlığı yok. Peki Emre nerede? Mehter takımı gibi bir ileri hamle yapıyor, üç geri. Kewell'ın bonservisi elindeydi.
Bu oyuncunun bir mahsuru, sakatlığı yoksa veya bir defosu yoksa niye bonservisini eline versinler. Ya da çok sorunlu biri olacak. Ama Kewell öyle bir oyuncu değil. O zaman demek ki bu oyuncu sakat. Allah var ya, o da bu cümleleri inkar eder bir davranış biçimi içinde değil.
Yöneticiler aksi beyanatlar veriyorlar, böyle söylenince kızıyorlar ama görünen söylenenleri haklı çıkarıyor. Buyrun beyler, mallar meydanda...
Şeytan hareket edince
İLKER Meral, Deniz Çoban ve Suat Arslanboğa... Bence şu an son üç maçta bu hakemler iyi idare gösterdiler. Gördüklerini çaldılar, cesaretsiz hareket etmediler.
Peki, bu yeni çıkan isimler ne zaman bozulacaklar. Ben size söyleyeyim en fazla 3 ay sonra. Nasıl bozulacaklar onu da söyleyeyim. Yarın, birgün üç büyük takımın maçında onların işine gelmeyen bir karar verecekler. Yöneticilerde hemen o hakemin kendi maçlarına verilmemesini isteyecekler. Ve sonunda o takımın isteğine boyun eğilince, bu çocukların kafası karışmaya başlayacak. Daha doğrusu kafalardaki şeytan hareket etmeye başlayacak.
Ve bu çocuklar bozulmaya başlayacaklar. Ne kadar düz mantık değil mi? Ama maalesef bizdeki şekil bu. Fenerbahçe maçları oynanıyor. Nerede Cüneyt Çakır, nerede Selçuk Dereli? İspat derseniz; işte alın size son cümle.
Tezgah uygulamada
SİVASSPOR yine puan sıralamasında üst sıralardaki yerini aldı. İstikrarlı da futbol oynuyorlar. O zaman ne olacak. Sivasspor büyükler için tehlike arz etmeye başlayacak. Peki o zaman bu işi nasıl halletmek lazım. Çok basit. Bazı gazetelerde haberler çıkararak. Ne bu haberler... "Bazı Sivassporlu futbolculara 3 büyükler talip." Yani kafaları karıştırılacak.
Sonunda hiçbirisini almazlar. İsimlerini basında şamar oğlanı gibi kullanıp onların performansını düşürürler. Çünkü onlar acemidir, akılları karışır. Olan Sivasspor'a olur. Bu kulüplerin basındaki maşaları da, maşayı tutan eller dahil avuçlarını ovuştururlar. Çok eski bir taktik ama demek ki hala geçerliliği var ki yine tezgah uygulanmaya konuldu.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2008
MAALESEF bu G.Saray Avrupa’da farklı, içeride farklı. Berlin’de mücadele eden takımdan eser yoktu dün gece. Onun yerinde yeller esiyordu. Şu anlaşılıyor ki ne var, ne yok orada harcamışlar. Çünkü, ilk 45 dakikada Ankaragücü’ne en ufak baskı yok. Ankaragücü de öyle aman aman hücum oynamıyor. Çok zaman G.Saray’ı kendi yarı alanında karşılıyor. Böyle olduğu zaman bile G.Saray ileride pres yapmıyor, yapamıyor. Ankaragücü hücumlarını rakip yarı alanında karşılaşıp, o topları hücum haline çeviremiyor, kendi yarı alanına dönüyor. Bu da Ankaragücü’nün işine geliyor. Daha da önemlisi ilk 45 dakikada Galatasaray, mücadele etmiyor. Ankaragücü öyle veya böyle çatur, çutur oynuyor. Bu şunu gösteriyor, G.Sraylı oyuncular maç ayrımı yapıyorlar.
Sonradan ağlamayacaksın
İlk yarı hiç bir şey oynamayan Galatasaray, ikinci yarı 15 dakika kımıldadı. Hani bir laf vardır ya, "İki tık tık, bir şık şık." İşte bu şekilde işi bitirdi.Başta orkestra şefi Lincoln, saz heyetindekiler Arda ve Kewell çalmaya başlayınca, bunlara Baros da eşlik edince, film koptu. 5 dakikada maç bitti. Ondan sonra Galatasaray yine eski haline döndü.
Bu konuda Galatasaray’a fazla sitem edemezsiniz. Zor bir maçtan geldi. 3-0 yaptıktan sonra işi idare etmeye başladı.
Ankaragücü’nün işini bu Galatasaray 15 dakikada bitiriyorsa, düşünmesi gereken taraf Başkent ekibidir. İlk yarıdaki Galatasaray’ı yakalamışsın. Hiç bir şey yapamıyorsun. Galatasaray biraz oynayınca da bir şey yapma şansın ortadan kalkıyor. O zaman yarın küme düşersen, ağlamayacaksın. Zaten gidişat da o. Çünkü, tribündeki seyirci, sahadaki futbolcuyu oyundan koparıyor. Seyircinin aklı, fikri Cemal Aydın’ın istifasında. O da futbolcuya yüzde yüz tesir ediyor. Bakalım işin sonu nereye varacak.
Hakem Suat Aslanboğa’yı ilk defa 90 dakika izledim. Bendeki iyi intibası devam ediyor. Rahat ve kendinden emin hali var. Bakışları ve hareketleri de kararlı.
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2008
BEŞİKTAŞ, maça "mutlak almalıyım" diye çıkınca, hep ileriyi düşündü, ortasıyla arkasını ihmal etti. Ankaraspor zaten ayağa iyi top yapan bir takım. Hücuma çıkarken belki çok hızlı oynamıyorlar ama çok iyi boşa çıkıp isabetli paslar yapıyorlar. Top da kendilerinde fazlaca olunca ve dolaşınca hem onların keyfi artıyor, hem de rakip takım seyircisinin baskısıyla bu sefer rakip takımın moral gücü, dolayısıyla fizik gücü düşüyor. Ama futbolda iyi oynamak yetmiyor.
İlk yarı Ankaraspor çok daha etkili olmasına rağmen bir gol bulabildi. O etkiyi ters çevirip Beşiktaş baskılı olsaydı, Ankaraspor üçlük olurdu.
Solda maden buldular
Ankaraspor, Beşiktaş defansının solunda maden buldu. Oradan ha bire çalıştılar. İbrahim Üzülmez ne iyi defans yapabildi, ne de etkili hücum. Tabii sebebi de vardı. Tek başına kaldı. Delgado orada yalnız geziyor. Bobo, Nobre ileride geziyor. Tello sağda ileride geziyor. Beşiktaş orta alanı tabiri caizse "Yaylalar Yaylalar" şarkısı gibi.
Birkaç pozisyon Rüştü iyi çıktı, tehlikeyi önledi. Hakem ilk yarı Nobre’nin yan yana bir çekilişine faul vermedi. Burada takdir hakkını kullandı, olabilir. Ama 36. dakikadaki Beşiktaş hücumunda Neca’nın yaptığı hareket fauldü. Avantajı bekledi, faulü verdi. Karar doğruydu ama yanında bir kart gerekirdi.
Beşiktaş iyi oynayabilir, kötü oynayabilir. Koşmayabilir, her şey tamam. Ama geçen hafta Cisse, bu hafta Sivok. Bunlara tonla para veriyorsun, tecrübeli, seni kurtaracak diye alıyorsun. Hiç olmayacak yerlerde inanılmaz hareketler yaparak kırmızı kart görüyorlar. Bu kartları görmek için amatör futbolcu olmak lazım. Dün Sivok atılıyor ki, atılma kararı yüzde yüz doğru. Üstüne Tello yardımcı hakemin yanında rakibine bir sağ ense, bir sol çene çalışıyor. Gözünün önünde iki yumruk atmasına rağmen, yardımcının yüreği orta hakeme işaret edip Tello’yu attırmasına yetmiyor. Gözünün önünde iki yumruğa kırmızı kart çıkartamayan yardımcılar, top çizgiyi 1-1.5 metre geçse göremezler.
Düşeş atamadılar hep yek geldi
Şu bir gerçek ki, antrenör değişikliği Beşiktaş’taki kötü de olsa sistemin değişmesine fayda sağlamadı. Dün gece Beşiktaş için şöyle veya böyle iyi şeyler yazmaya kalksak bir cümle ya çıkar ya çıkmaz. Maçın normal neticesi, farklı şekilde Ankaraspor lehine bitmesi gerekirdi. Beşiktaş takımında bir tek iyi vardı. O da kaleci Rüştü. Tek başına gol yememek için mücadele etti. Yani 11 kişiden bir kişi iyi oynar o da kaleci olursa siz takımın halini düşünün.
Beşiktaş, iç sahada bazı takımları doldur boşaltla bozabiliyor. Ama Ankara ısrarla ayağa top yapınca Beşiktaşlı oyuncuların da sinirini bozdu. Kenarda Mustafa’nın da siniri bozulunca zaten siniri bozuk olan seyirci de yıkıldı.
Beşiktaş toparlanır mı? İşleri biraz zor. Çünkü çok alakasız bir yerde teknik adam değişikliğine karar veren yönetimin bunlara razı olması gerekirdi. Düşeş atamadılar, hep yek geldi. Aslında dün gece Ankarasporlu oyuncular hücumda ukalalık, bencillik yapmasalar maç 60. dakikada biterdi.
Yıldırım Demirören şimdi ne söyleyecek merak ediyorum. Çünkü illet olduğum, sinirlendiğim bir cümle vardır: "Ben dememiş miydim!" Onu hayatımda çok nadir kullanırım.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2008
ÖYLE bir maç ki, keçiboynuzu gibi. Çiğne çiğne tat alamıyorsun. Aragones, Emre ile Deivid’i oyuna alınca Güiza’nın yalnızlığı gitti, Alex de rahatladı, F.Bahçe de. Çünkü Denizlispor çok rahat oyun kurarak ve ileri giderek Fenerbahçe’nin hücum gücünü kırıyordu. Fener, Deivid’le de biraz top yapmaya başlayınca iş halloldu. Ama sahneye gene maalesef hakemler çıktı.
Emre’nin bilerek yaptığı vuruş, istediği yere gidince kaleci zaten o topa bir şey yapamazdı. Bu gol, psikolojik olarak Denizlispor’un direncini kırdı. Sonra Güiza’nın ofsayt olmayan bir pozisyonu var. Ardından net bir golün verilmeyişi var. Şimdi herkes diyecek ki: "Deivid, uzaktan vurduğu için yardımcı hakem çizgiye inmemişti." Evet inmemişti. Fakat köşe gönderine en az 20 metre mesafedeydi. Peki o zaman niye hepsini yardımcılara yıkıyoruz?
Tiyatro izler gibi
Çaprazda olduğu için yardımcının kaleye mesafesi en az 40 metre. Peki orta hakem kaç metre? 25 metre. O zaman hangisinin görmede daha büyük avantajı var? Yakın olan orta hakemin. Aytekin Durmaz art niyetli bir hakem değil. Ama avantajları oynatamadı ve böyle bir rahat maçta sağlıksız kararlar verdi. Düşünebiliyor musunuz, bu maç berabere bitse seyreyleyin gürültüyü. Hakemin ve yardımcının şansı varmış, maç böyle bitti. Bir lig maçı değil de dostluk maçı şeklinde oynanan karşılaşma, seyredenlere fazla keyif vermedi. Denizlispor seyircisi zaten tiyatro seyircisi gibi fazla bağırmıyor. Tribünlerde merdivenler boştu. İnsanlar üst üste değildi. Bu görüntü güzeldi.
Colin Kazım’a ayrı bir paragraf açmak lazım. Tahmin ediyorum kendisini Christiano Ronaldo’ya benzetmek istiyor. Ama dünkü oyunu ve hareketleri ile ancak çakma Ronaldo olabilir.
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2008
G.Saray'ın maçları bitiyor, Lincoln de 90+1. dakikada sahneye çıkıyor. Hacettepe önünde olduğu gibi. Bir futbolcu, bir ülkeye gidiyorsa oranın şartlarına uymaya mecburdur. Zaten ya uyar. Ya da onu uydururlar. BİR Galatasaray-Hacettepespor maçı oynandı. Tekmili birden 90 dakikada ne ararsan var. Lincoln'ün top sektirmesine ayrı bir paragraf açalım.
Maç bitiyor, Hacettepespor Teknik Direktörü Erdoğan Arıca, Lincoln'e bir şeyler söylüyor. Araya Arda giriyor, Erdoğan Arıca'yı tutmaya ve susturmaya çalışıyor. Lincoln seyrediyor. Sonra bazı yorumlar duyuyorum. Lincoln, top tekniği çok yüksek futbolcuymuş o yüzden ayağında topu sektire sektire gitmesi tamamen şovmuş. Futbol sanatmış o da orkestra şefiymiş.
Bunları söyleyenler hayatında topa vurmamış insanlar. Çünkü, o futbol sahasında ter dökenlerin hangisiyle konuşsanız size şu cümleleri söylerler: "Eğer, ben 9 kişi kalmışsam. Mağlup durumdaysam. Maç da artık bitiyorsa. Rakip takımdan bir futbolcu topla o şekilde giderse, ben o futbolcuyu kıstırmaya bakarım." Sakın hiç kimse eveleyip, gevelemesin. Birincide kıstıramazsa, ikincide mutlaka ve mutlaka kıstırır.
Forvet oynayan oyuncuların kesinlikle centilmen olmaları lazım. Kesinlikle küstahlık ve terbiyesizlik yapmaması lazım.
Savunma oyuncusunun kucağına düşersin
Neden mi? Çünkü, her pozisyonda defansın kucağında, defansa mahkum oynuyorlar. Çok zaman da senin sırtın ona dönük. Yani o artniyetli olursa öyle veya böyle seni çok kötü duruma sokabilir. Onu gereksiz yere tahrik edip kızdırmayacaksın. Bu benim görüşüm. Bunu niye yazıyorum. Çünkü, hem santrfor oynadım hem santrhaf. Yaşarsan görürsün. Bu kadar basit.
Daha sonra Galatasaray Teknik Direktörü Michael Skibbe'nin beyanatını duyuyorum. Neymiş, Lincoln bunu Almanya'daki maçlarda da yapmış, zaman zaman. Sayın Skibbe'ye şunu birilerinin anlatması lazım. Almanya'nın kültürü, yetişme tarzıyla, Türk kültürü ile yetişme tarzı farklıdır. Türkiye'de kolunuzu havaya kaldırıp, yumruğunuzu sıkıp, orta uzun parmağınızı açıp, diklemesine bir hareket yaparsanız, çok kimse anlamaz. "Ne yapıyor bu?" derler. Ama Almanya'da o hareketi yaparsanız, gelip hesap sorarlar.
Türkiye'de sağ elinizi, sol elinizin içine koyup, baş parmağınızı ondan sonra gelen iki parmağının arasına sokup, hafif hareketlerle sağ kolunuzu öne çıkarırsanız, sol elinizle de sağ bileğinizi kavrarsanız, gelip o kolunuzu kırıp size gerekeni yaparlar. Ama, Almanya'da bunu yapın. Bu sefer onlar tuhaf tuhaf bakarlar ve "Ne yapıyor bu?" derler.
Bir futbolcu, bir ülkeye gidiyorsa oranın şartlarına uymaya mecburdur. Zaten ya uyar. Ya da sonra onu uydururlar. O zaman, kimse kusura bakmayacak.
Volkan'a ne dediğini merak ediyorum
Fazla da cin olmadan şeytan olmayacaksın. Çünkü, futbolcu cin gibidir. Gereğini yapar. Bu kadar basit.
Dikkat edin Lincoln'e. Hakem bir karar verir, hemen hakemin yanında biter ve ufak ufak işler. Veya bir olay olur, Lincoln birkaç cümle söyler. Mesela Fenerbahçe kalecisi Volkan'a, Fortis Türkiye Kupası maçında söylediği cümle gibi. Acaba ne söyledi Lincoln, Volkan'a? Niye bunu açıklamıyor kimse? Ben de merak ediyorum! Acaba ne dedi? Çünkü, Volkan hala diyor ki, "Az yaptım. Yakalasaydım daha fazla yapardım." Çok merak ediyorum oradaki cümleyi!..
Adalet yurdun her köşesinde olacak
ANTALYALI bir grup taraftar, Bursa'ya maça giderken bir benzinliğe giriyorlar. Büyük ihtimalle de alkollüler ve başlıyorlar yoldan gelip geçen arabalara taş atmaya. Çünkü, bunlar normal insan değiller. Bunlar ruh hastaları. Bunlar manyaklar. Bunlar sadistler, bunlara hayvan dersem hayvanlara yazık olacak. Çünkü o hayvanların ne ağızları, ne de dilleri var. Ama bunlar, konuşan cinsinden.
Bazıları diyebilir ki, "Bu bir spor olayı değil. Bu bir toplumsal olay." Kesinlikle katılmıyorum. Bu bir spor olayı. Bu ruh hastaları, tek başlarına gitseler veya iki-üç kişi olsalar, bu olayları yapamazlar. Bunlar birbirlerinden güç alan hayvan sürüleri.
Çok takımda olabiliyorlar. Ama sonunda ne oluyor. Ufacık bir kız, gözünü kaybediyor. Atılan taş nedeniyle gözü kör oluyor. Kesinlikle karşıyım ama zaman zaman böyle yaratıklar yüzünden, "Şeriat kanunları ne güzel olur" diye düşünüyorum.
Cezana razı olursun
Çünkü, atan da gözünü vereceği ve kaybedeceği için yanındakilerin hepsi atanın kim olduğunu söyleyeceklerdir. Ama şimdi bu ruh hastalarından üç-dört kişiyi mahkemeye alacaklar. Hepsi inkar edecekler. Hepsi de inkar edince delil olmadığından ufak bir ceza ile bunu atan ruh hastası yırtacak.
Şeriattan bahsedince aklıma bir fıkra geldi. Şeriat düzenindeki bir ülkede suçlular sıraya girmişler. Heyetin önüne çıkacaklar. Birisi tecavüzden diğeri de adam öldürmekten iki erkek duruyorlar. Haliyle tecavüz edene, tecavüz edilecek. Adam öldüren de öldürülecek. Tecavüz eden oradaki görevlilerin kolundan tutup, sarsıyormuş. "Aman ha. Tecavüz edilecek benim. Sakın karıştırmayın" diye.
İş bölümü olunca tecavüz kaçınılmaz olur. Razı olursun. Güzelim kızın gözünü kim geri getirecek? Kör olduğuyla mı kalacak? Ben de o taşı kim attıysa ona, "Gözün kör olsun, kitapsız sapık" diyorum.
Ölen mi suçlu, öldüren mi?
Geçenlerde bir basketbol takımının taraftarlarının birisini gene bir benzinlikte, benzinlik sahibi vurdu. Hep sorarım, "Ölen mi suçlu, öldüren mi?" diye. Bursa'dan dönerken, Eskihisar arabalı vapurunun çay ocağını talan eden, yağmalayan, vapurdaki sebze, meyve kamyonlarının kasalarını açıp, yerlere dökenleri ve yiyenleri çok gördüm. Kimdi bu taraftarlar? Eğer bunlar 3-4 kişi olsalar bunu yapabilirler mi? Hayır, birbirlerinden güç aldıkları için yapıyorlar. Bunların arasından 8-10 kişiyi alıp, ibretlik ve örneklik ceza verseniz, bir daha kimse cesaret edemez.
Yine gelip adalet mekanizmasına takılıyoruz. Saha dışında da saha içinde de adalet olmalı. Daha doğrusu memlekette.
Vazelin, ne muazzam şeymiş
CUMA akşamı oynanan Kayseri-Trabzon maçında, bordo mavili futbolcular vücutlarının bazı yerlerine soğuğa karşı önlem için vazelin solüsyon karışımı bir madde sürerek sahaya çıkmışlar. Kramponlarının altına da özel ısıtıcılı tabanlıklar koymuşlar.
Vallahi bu vazelin işini pek ağzıma almak istemiyorum. Çünkü bir "Vazelin" dedim. RTÜK, Maraton'a bir hafta ceza verdi. Çünkü, "Vazelin" dendiğinde Türk insanının aklına hep tuhaf şeyler geliyor. Kim, "Vazelin" dese karşısındaki gülüyor, kahkaha atıyor. Bu vazelin ne muazzam şeymiş. Aslında vazelinin faydaları hakkında geniş bir kitap yazıp, halkımızı bilgilendirmek lazım. Ne diyelim RTÜK'çülerin kulakları çınlasın. Mutlaka, "Vazelin" dendiğinde onların da suratında bir tebessüm beliriyordur. Ne diyelim. Türkiye'de genel kültür muazzam!..
Hak etmişsin İsmet ağabey
DAHA ufaktım, tekvando dendiğinde İsmet Iraz'ı tanıdım. İsmet Iraz'ın, tekvandonun Türkiye'ye gelişinde ve gelişmesindeki gayretini hiçbir gün unutmadım. Resmen, tekvandonun emrinde askerlik yaptı. Son seçimlerde duydum ki onu askerlikten terhis etmişler.
Sevgili İsmet ağabey, bu işler böyledir. Hizmet verirsin, birileri gelir ev sahibini kovar. Hem de hak etmediği biçimde. Gelir oturur, pişkin pişkin. Gereğinden fazla hizmet vermişsin ki sana bunları yaptılar. Fazla bir şey vermeyenler Türkiye'de kazanıyor. Demek ki orada da haksızsın. Çok beyefendi kalmışsın. Yani hak etmişsin İsmet ağabeyim!..
Oran, buran oynamayacak
GALATASARAY-Hacettepespor maçının hakemi ve kahramanı Süleyman Abay diyor ki, "O penaltıyı ben gördüm." Hakikaten de güzel gördü, başarılı. Kimse bir şey demiyor. Peki, sarı kartı nasıl yanlış veriyor? Peki, diğer yardımcı ne iş yapar?.
Şimdi yanlış gösterdiği sarı kartlı Teli, ikinci sarıdan kızarınca, otomatikman aldığı bir maçlık cezası Futbol Federasyonu tarafından büyük ihtimalle kaldırılacak. Affedilecek. Yani, maçın kahramanı Süleyman Abay'ın yaptığı hata tescillenecek.
Peki, soruyorum size. Bu nasıl bir hakem hatasıdır?. Bence oyun kuralı ihlalidir. Ama, hakem hatasına sokulacaktır. Çok zaman olduğu gibi.
Futbolcu niye sinirleniyor biliyor musunuz? Neyi kendine örnek alıyor? Lincoln'ün çalım attığı Tozo, ilk sarı kartını görüyor. Hakemin takdiridir verirsin, vermezsin. Ben olsam vermem. Futbolda öyle bin tane hareket var. Aradan çok geçmiyor. Aynı hareketin en fazla dört beş mislisini Barış, Tozo'ya yapıyor. Adam yamulmuş yerde yatıyor. Boş boş hakeme bakıyor. O sırada Barış da hakeme bakarak gülüyor ve bir de göz kırpıyor. Çünkü, hakemden Barış'a sarı kart yok. Onu hissediyor.
Al sana adalet
Darbeyi yiyip, yerde yatan Tozo adalet bekliyor. Çünkü, 15 dakika önce aldığı sarı kartı düşünüyor. Çünkü, kendi yaptığı maruz kaldığından çok daha hafif. Yavaşça elini kaldırıp, "Yok mu buna kart?" diyor. "Adaletin bu mu dünya?" diyor. Hakem de bir anda kendine gelerek, "Adalet olmaz mı? Var tabii ki, al sana işte" diyor. Kırmızıyı gösteriyor.
Bütün olay budur. Eğer futbolcu hakemin adaleti doğru dağıttına, büyük, küçük takım ayrımını yapmadığına karar verirse, olay biter. Bunu da sağlayacak olan ne MHK'dir, ne Futbol Federasyonu, ne de kamuoyu. Daha da önemlisi hakemin duruşudur. Hakem, sahada hakem gibi duracak. Dik olacak. Orası, burası, sağı, solu oynamayacak.
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2008
İLK 45 dakika bitiyor. Aklımda kalanlar şunlar. İki tane anormal ucuz sarı kart, haliyle de kırmızı. Hacettepe bir kişi eksik. Maç 11’e 11, hatta 11’e 10 oynanıyor. Hacettepe oyunun tek hakimi. Hacettepe 10 kişi, ilk yarı bitecek. Yine pozisyonlara Hacettepe giriyor ama sahada konsantre olması gereken kaleci Recep, kale arkasından gelen taşlar yüzünden aklı ikiye bölününce topu da ikiye bölüp tutamıyor. İkramını da Baros affetmiyor, top da kalesine giriyor. Yani maça neresinden bakarsanız bakın, muhallebi yerken Hacettepe’nin dişleri kırılıyor.
Süleyman Abay, eğer diğer maçlarını da böyle yönetiyorsa vay o futbolcuların haline. Başka bir maçta aynı kartları G.Saray’ın aleyhine kullanabiliyorsa tamam. Ama, Sabri’den iki de bir fırça yedi, her fırçayı yedikten sonra arkasını döndü gitti. Hacettepeli futbolculara çok erkekçe davrandı. Ama aynı erkekliği G.Saraylı futbolculara gösteremedi. O zaman bu gariban takımlar ne yapsınlar. Ağlasınlar, dursunlar.
Bakınız, G.Saray açısından futbol olarak hiçbir şey yazamıyoruz. Niye? Çünkü, G.Saray ilk yarı kötü değildi. Çok kötüydü de ondan. Hacettepe çok daha derli topluydu. Daha bir takımdı. G.Saraylı futbolcular, "Bu maç da nereden çıktı, oynamasak ne iyi olurdu" havasındaydılar. Hakem onları iştahlandıracak işler yaptı ama onlar yine de ilk 45 dakikada iştahlanamadılar.
Yumruğu Abay vurdu
Aslında hakem, hakem diyoruz. Hakem ikinci yarıda da devam ediyor. Elle oynamaya haklı olarak penaltı veriyor. Penaltıyı yapan Zoko. Zokayı yiyen Teli. Çünkü Zoko’nun yaptığı penaltıda sarı kartı Teli’ye yazıyor hakem. Sonra Teli ikinci sarıdan atılıyor.
G.Saray’ın attığı üçüncü gol de ofsayt. Buyurun cenaze namazına. Yani dün gece G.Saray galip. Neye göre? Hakem kararıyla. Hani boks maçı olsa bir takım bu kadar nakavt olabilir. Yumruğu vuran Galatasaray değil dün gece hakem Süleyman Abay’dı. 9 kişi kalan Hacettepe’ye bile G.Saray etkili olamadı.
Dün geceki maç akıllarda bir tek hakemin kalacağı bir maç olarak hatırlanacak. Hacettepe’ye yazık olarak. Maalesef Türkiye’de bu küçüklerin kaderleri hiçbir zaman değişmeyecek. Onlar şamar oğlanı olmaya devam edecekler. Ötekiler de büyük kalmaya. Ne yazsak, kessek hikaye. Artık utanma boyutunun da üzerine çıktık. Yazacak başka şey bulamıyorum.
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2008
MUSTAFA Hoca der ki: "Yedek soyunan futbolcu sakat değildir." Demekki Tello sakat değil. Holosko’yu da taktik olarak kenara aldı. Yani şunu yapmak istiyor: "Fizik ve mücadele gücü yüksek futbolcularla önce Fener’i bir hırpalayayım, ondan sonra da Holosko ve Tello’dan faydalanarak işi bitireyim." Ama Mustafa Hoca şunu hesaplayamadı. Gökhan Zan oynadığı zaman bütün defans dengeleri bozuluyor. Zapotocny ile anlaşamıyorlar ve birbirlerini bozuyorlar. Gökhan Zan oldu mu yanındaki oyuncu hem rakip santrforu markaj yapacak, hem de zaman zaman Gökhan Zan’ı kontrol etmek mecburiyetinde kalacak. Kaleci Volkan’ın uzun topunda top Güiza ile buluştuğunda iki stoper ancak fark edebildi. Yani komik bir olay, şaka gibi. Mustafa Hoca’nın bir şeyi daha hesaplamadığını görüyorum. Yani oyuncu atılmasını.
İlk yarı maça ağırlığını koyan takım Beşiktaş. Golleri yiyen yine Beşiktaş. Güiza’nın kaçırdığı tarihi pozisyon gol olsa belki de maç bitecek. O zaman iyi oynamak mı, yoksa akıllı oynamak mı futbolda öne geçiyor. F.Bahçe kötü değildi. İlk yarıda akıllıydı.
Hakemler şunu bir türlü çözemediler. İlk sarıları dikkatli kullanın. Cisse’nin ilk sarı kartının kartla alakası yok. İkinci doğru. Peki ikinci doğruysa o zaman Lugano’nun yaptığı Cisse’nin ikinci yaptığından daha ağır. Orada sarı kart yok. Tabii bu arada işin bir başka yönü daha var. Sen, Cisse markasıyla Türkiye’ye gelmişsin. Kucağında sarı ile oynuyorsun. Sonra o ikinci sarı kartlık hareketi yapıyorsun. Bunu amatör futbolcu yapmaz. İlk yarı çok tempolu ve kaliteli geçen maç, ikinci yarı durgunlaştı. 10 kişi kalmak Beşiktaş’ı bozdu tamam ama enteresandır Fener’i de bozdu. Onlar da ne yapacaklarını şaşırdılar.
Bence dünkü maçın baş aktörü Mustafa Denizli’ydi. Maalesef bu tarz düşünceler zaman zaman Fatih Hoca’da da oluyor. "Bir değişiklik yapalım, bir şey yapalım. Bu bizim eserimiz olsun" diyorlar. Bazen tutuyor, çoğu zaman da tutmuyor. Yani işleyen, başarılı bir makineyi bozmak nedendir bilinmez. Sen ideal kadronla çıksan, yenilsen kimse sana bir şey diyemez. Ama teknik adam görüşü bu. Fenerbahçe dün aman aman futbol oynamadı. Ama akıllı oynadı. Maceraya girmedi. Ne yapılması gerekiyorsa onu yaptılar. Maçı kazandılar. Belki fark olup maç çok erken bitebilirdi ama onlar da gerginlikten kurtulamayınca skoru koparamadılar.
Sarı kartları oyuncak sanıyorlar
Bünyamin Gezer, çok koşuyor tamam ama topla çok çarpışıyor. Ceza alanına girse belki gol atacak. Kartlarda standart değildi. İkinci yarı eğer Toraman’a o pozisyonda gösterdiği sarı kartlık faul ise, o zaman Güiza’nın da penaltısını ver. O daha ağır pozisyon. Sarı kartları oyuncak zanneden hakemler maalesef ilerleyen dakikalarda o kartların altında kalıyorlar.
Mustafa Denizli çıkardığı kadro ile eski takımı F.Bahçe’ye çiçek attı ve sezon sonuna kadar Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışında kalmasını sağladı.
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2008
GAZETELERDEN okuyoruz Ertuğrul Sağlam, Metalist’i Galatasaray’a anlatmış. Benim aklıma da bir atasözü geliyor; "Kelin merhemi olsa başına sürerdi". Beşiktaş’la oynayan Metalist’i eğer Galatasaray çözemiyorsa ve Ertuğrul’dan medet umuyorlarsa yanlış zaten. Çünkü, Metalist’in nasıl bir takım olduğu 2 maçta ortaya çıktı. Metalist, fiziğe dayalı, iyi kontratağa çıkan, defansını sağlam tutan, orta alanı rakibe bırakmayan bir takım. Galatasaray da bunun tam tersi. Orta alanda inanılmaz zaafları olan bir takım. Dün akşam Metalist maçı kaybetseydi yazık olurdu futbol adına. Biz Türk olarak Galatasaray kazansın isterdik ama futbolda gerçekleri gözardı edemezsiniz. Futbol laubaliğe gelmez. Her şeyi garantiye alacaksınız. Özellikle defansta. Top Servet’e geliyor, defans adamının öncelikle düşünmesi gereken olay, topa vurup uzaklaştırmak. İnce iş yapmak değil. Ama Servet, gene Beckenbauer olmaya karar veriyor, golü de yiyorlar.
Sen başka yerlerle futbolcu seninle oynar
90 dakikaya baktığınızda oyunun kontrolü Metalist’in elinde. Ki, bu takım deplasmanda oynuyor. Hiç bilmediğimiz bir takım olsa tamam. Ama bu takım Beşiktaş’ı elemiş. O zaman Galatasaray’ın dünkü maç için söyleyeceği en ufak bir bahanesi yok. Sığınacağı bir limanı da yok. Böyle bir takımı yenemiyorsan öncelikle yenilmeyeceksin, defansın sağlam olacak.
Benfica galibiyeti Galatasaray’ı hem Fenerbahçe maçında hem de Metalist maçında yanlış yönlendirdi. Tabii burda ben, futbolculara çok fazla kızamıyorum. Çünkü, öyle işler oluyor ki, futbolcu teknik direktör olarak, otorite olarak kimi tanıyacak. O belli değil. Futbolcu kendisine kimin hükmedeceğini bilemiyor. Aslında Galatasaray’ın en büyük zaafı burda. Yani, yumuşak karnı. Artık bir karar vermeleri lazım. Otorite kimde, iktidar kim.
Kalli geliyor, Skibbe "ipler bende" diyor. Yönetici susuyor. Böyle bir durumda Galatasaray’ın şu ana kadar aldığı 6 puan bile başarı. Bundan sonra ne olur? Ligde ve Avrupa’da o Galatasaray Yönetimi’nin bundan sonraki duruşuna bağlı. Ve eylemlerine... Çünkü, futbolcu cin gibidir. Sen başka yerlerle oynarsın ama o da senle oynar. Kaybeden de kulüp olur.
Yazının Devamını Oku