24 Aralık 2008
BEŞİKTAŞ Başkanı Yıldırım Demirören'in Disiplin Kurulu Başkanı Av. Reşat Bostan'ı taşeron tutarak Merkez Hakem Kurulu Başkanı Oğuz Sarvan'a ettiği küfürün, bu kadar yıldır bu futbol alemin içindeyim bir eşine rastlamadım. Vatan Gazetesi'nde okuduğum bu muazzam habere önce inanmak istemedim. Birilerine telefon ettim, "Kesinlikle doğru" dediler. Yıldırım Demirören'e ceza verirsiniz, vermezsiniz. Ayrı olay. Esas önemli ve vahim olay sporumuzun amiral gemileri dediğimiz bu 3 büyük kulübümüzün bir başkanının düştüğü durum.
Kontrolsüz başkanlar
Türkiye'de Futbol Federasyonları, Merkez Hakem Kurulları, Disiplin ve Tahkim Kurulları ne yaparsa yapsın, arkalarında bulunan seyirci çokluğuna sığınarak istediklerini yaptırmaya kalkan büyük kulüp başkanları olduğu sürece, hiç bir yere varamazlar.
Basında bulunan bazı yalakalar ve zaptedilemeyen seyirciler sayesinde bu tarz kontrolsüz başkanlar, futbolu felakete sürüklerler.
Kestirmeden olay şuraya gidiyor. Üç kulüp başkanı aklı selim, kontrollü, futbolu seven, futbola hizmet eden kimseler olurlarsa bu işler tıkır tıkır yürür. Ama içlerinden bir, iki tanesi bu tarz olursa hiçbir federasyon ve kurulları iş yapamaz.
Bu seyirci topluluklarını, bu başkanlar arkalarına almasalar, bu konuştuklarının yüzde birini konuşabilirler mi? Kesinlikle hayır. Ne olursa olsun hiç kimse karşısındakinin anasına, avradına küfür etme hakkına sahip değildir. Aslında bu olay, o kişinin kendi yapısını gösterir.
Felaket ve enkaz
Bizim gibi futbolun içinden gelenler yani futbolcular, hakemler ve teknik adamlar bu tip olaylara girmezler. Çünkü bizler bu alemin içinde hep vardık sonuna kadar da olacağız. Ama bu yönetici dediğimiz takım bu aleme girer, sonra da çekip gider.
Kimisi çok tatlı sefa bırakır, kimisi de felaket ve enkazlar.
Tek suçlu Mustafa Denizli
CÜNEYT Çakır'ın stili belli. İyi hakemdir, kötü hakemdir, yorumu öyle yapar veya böyle yapar. Bana göre gözlemcisi Abdurrahman Arıcı'dan 8.2 ile yüksek not almış.
Delgado'nun atılışı yanlış. Bence yanlış, başkalarına göre doğru olabilir. Çünkü, ben sarı kart ve kırmızı kartın, kredi kartı gibi kullanılmasından yana değilim. Özellikle sarı kartta hakemlerin cimri olmaları lazım. Kırmızı kartta ise tehlike daha azdır. Doğruluk oranı fazladır da ondan.
Bana göre Çakır büyük bir hata yapıp maça tesir etmiştir Delgado'yu oyundan atarak. Yani puanın 7.9 olması lazım. Kuddusi Müftüoğlu gibi. Ama, Beşiktaş yönetiminin ve teknik adamının bu konuda hiç mi suçu yok?
Derbiden bir gece önce cumartesi akşamı maratonda bunların olacağını söylüyorum. Sakın kimse bunun çok önemli bir şey olarak söylendiğini hissetmesin. Futboldan biraz nasibini alan birisi o konuşmayı yapabilir. Ama, futboldan biraz nasibini alan birilerinin, Beşiktaş takımı sahaya çıkmadan önce bu konuda sıkı sıkı oyuncuları tembihlemeleri lazım. "Her ne olursa olsun hakemlerle konuşmayın" diye.
Bu konuda Beşiktaş sınıfta kalmış, Galatasaray ise sınıfı geçmiştir. Yani maça Galatasaray dersini daha iyi çalışarak çıkmış, Beşiktaş ise çalışmadığını herkese göstermiştir. Özellikle de hakem yönünden. Bu konuda da suçlayacağım tek kişi Mustafa Denizli'dir.
Gözlerinden öperim, sevgili Altan
SEVGİLİ Altan'ın Konyaspor-Fenerbahçe maçından sonra yazdıklarımla ilgili eleştirilerini okudum. Teşekkür ederim. Yalnız, sevgili Altan son verdiğin örnekteki maçın hakemi bendim. Bunu biliyor muydun, bilmiyor muydun kestiremiyorum.
Senin bu yazın çıkmadan bir gece önce, ben Maraton'da bu maçla ilgili o pozisyonun yorumunu canlı olarak yaptım. Ama senin talihsizliğin, senin yazını benim konuşmalarımdan önce vermiş olman. Çünkü, o Fenerbahçe-Beşiktaş şampiyonluk maçında düdüğü penaltı için değil, gol için çaldım. Gözlerinden öperim...
Aradaki fark zamanlamada
HALA Nobre ile Servet'in gol pozisyonlarına "Aynı" diyenler var. Sevgili arkadaşlar, yayıncı kuruluşta çalışmanın avantajıyla söylüyorum. İstanbul BŞB maçında Nobre'nin attığı gol ile Servet'in Beşiktaş derbisindeki gol pozisyonları aynı gibi geliyor. Görüntü olarak aynı ama Servet, Nobre'ye göre daha önce topa vuruyor.
Servet'in pozisyonunda Rüştü topun üzerine elini tamamen koymadan Servet vuruyor. Yani iki pozisyon arasında görüntü farkı yok. Ama zamanlama farkı var. Görüntüleri çok çabuk seyrettiğiniz zaman bunu anlayabiliyorsunuz.
Hata var eyyam yok
GAZİANTEPSPOR Teknik Direktörü Nurullah Sağlam, son oynadıkları Bursaspor maçından sonra çok enteresan cümleler söyledi. Diyeceksiniz ki nesi enteresan söylediklerinin. Sağlam, "Sezon başından beri bazı maçlarda haksızlığa uğradık. Ama, sezon başından beri maçlarımızı idare eden hakemler yalnızca hata yaptılar. En ufak bir kasıt ve eyyam hissetmedim" diyor. Aslında, Sağlam'ın söylediği olayı lig sıralamasında görüyorsunuz.
Hakemler büyük hatalar yapmalarına rağmen sadece hata yaptılar. Ama bakın altını çizerek söylüyorum ilk yarı boyunca sadece hata yaptılar. Hiçbirisi birisinin adamı olarak düdük çalmadı. "Bayrak kaldırmadı mı?" derseniz, oranın biraz daha temizliğe ihtiyacı var. Merak etmeyin bu toz duman biraz daha olacak. Ama, böyle dürüstçe devam edilsin, hatalar azalır. Zaten hatalar dürüstçe yapılırsa herkese eşit yapılır. Kayıp da aynı olur kazanç da. Herkes de kaderine razı olur.
Hiçbir şey gizli kalmıyor
Geçtiğimiz yıllarda ahlaksızlıklar diz boyuydu. Ve dönüp geriye bakın, hala kıpırdanmalar var. Ama, bu işler iyi gitsin diyen kulüplerin bazı şeylere sahip çıkması lazım. Bir defa şampiyon olmak için veya küme düşmemek için yapılan ahlaksızlıklar biliyorsunuz ki yıllarca konuşuluyor. Hiçbir şey gizli kalmıyor. Bunun örneklerini canlı canlı çok yakın geçmişte yaşadık.
Örnek ortada
ÇAPKINLIK yapan kocasına, kadın sonunda dayanamamış isyan etmiş. "Senin o organını keseceğim, hiç bir şey yapamayacaksın" diye. Adamdan gelen cevap ise çok anlamlı. "İnsan bindiği dalı keser mi?"
Siz bu fıkradaki örneği, nereye isterseniz oraya çekin.
Ya çocuk yapmaya kalkarsa ne olacak?
GAZİANTEPSPOR'un Brezilyalısı Tabata müthiş bir oyuncu. Bursaspor'a golünü çaktı, kapalı tribününün yarısına kadar çıktı. Hanımının yanına gitti, onun da dudaklarına bir öpücük çaktı. Sonra sahaya geri döndü, maç başladı.
Hakem Özgüç Türkalp ise sarı kartı Tabata'ya çakmadı. Hakemin maç sonu açıklaması şöyle oldu: "Hanımının yanına gidip onu öptüğü için, biraz da bu güzel görüntülerin olmasını istediğim için kart göstermedim."
Peki Özgüç, buna kart göstermeyeceksin de çocuk yapmaya kalkarsa ne olacak. Kurallar belli ama bazen o kuralları pozisyona, olaya bakarak uygularken sonradan olacakları da iyi düşünün. Bak göreceksin hakemlik hayatın boyunca sana kaç tane örnekleme yapacaklar bu konuyla ilgili. Sonunda, inşaallah sen haklı çıkarsın.
Çuvaldız misali
HÜrriyet Gazetesi'nde cumartesi günü Konyaspor-Fenerbahçe maçıyla ilgili yazımın başlığının, "Oyun kuralı ihlali var mı?" olmasını istemiştim. Ama maalesef benim spor servisim o "mı"yı koymaktan kaçındı. Ya yerleri dar geldi, ya da es geçtiler.
Hürriyet Gazetesi bir müessesedir. Onu çalıştığı zaman insan çok iyi anlıyor. Daha doğrusu diğer gazetelerden buraya geldiğiniz zaman aradaki farkı görüyorsunuz. Ama, müesseseler zaman zaman fazla rahatlarlarsa, o zaman rakipleri gelir onları geçerler.
Mesela, benim Berlin'e gittiğim bir seyahat var. Hertha Berlin-Galatasaray maçına. Orada yaşanan bazı şeyler var. O günden bu güne 21 gün geçti. Oradaki olayların ve yaşananların faturası ya benden kesilmeliydi, ya da birilerinden. Şu ana kadar benden kesilmedi. Birilerinden de kesilmedi ki, bu konuda bana bir somut bilgi verilmedi. Demek ki gidilen yol tehlikeli.
Ne demişler, dost acı söyler. Kimse kızmasın. Ben önce kendi kurumumu eleştireceğim ki başkalarını eleştirme hakkına sahip olabileyim.
Eski dostlar
GEÇEN hafta sonu eski Futbol Federasyonu çalışanları çok güzel bir olay gerçekleştirdiler!.. "Eski dostlar, eski dostlar" derler ya çok doğru. Eski dostlar unutulmamalı. Ben de çok severim, "Eski dostlar" şarkısını.
Bu konuda Maraton'da bir espri yaptım. Mutlu Çelik'in ismini o güzel olaydaki toplantıda okuyamadım diye. Mutlu Çelik, biraz alınmış. Alınmasını anlayamıyorum ve mana da veremiyorum. Haluk Ulusoy, Kemal Ünsal ve Bülent Yavuz'un olduğu yerde Mutlu Çelik de olacaktı işte o zaman kare tamamlanırdı. Çelik kareyi tamamlasaydı, "Mahşerin Dört Atlısı" olurlardı. İyi de filmdi zaten.
Söylüyorum ya "Eski dostlar, eski dostlar" çok güzel parçadır. Bayılırım. Kim yazmışsa ellerine sağlık.
Yürek lazım
HAKEMLERE telsiz geldi, daha da bozuldular. Neredeyse yatağa bile telsizle girecekler. Yine de olayları halledemiyorlar. Ben size bir şey söyleyeyim mi?
Hakemlere telsiz değil, her pozisyondan sonra 5 dakika mülakat hakkı versinler, yine de bu işleri çözemezler. Tablo öyle gözüküyor. Oyun kurallarını bilmiyor değiller. Hepsi biliyorlar. Techizatları da var ama yürekleri yok.
Tatil zamanı
İKİNCİ yarının ilk maçına kadar tatildeyim. Cümle alemin yeni yılını kutlar, küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim. Yani anlayacağınız alayınızı öperim. Haydi eyvallah...
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2008
DERBİDE ilk yarı Galatasaray orta sahayı daha çabuk geçti. Öyle olunca da iki gol buldu. Bir de kaçırdı. Beşiktaş hücum ederken, top yerdeyken ve en uçta oynanırken hem defansında, hem de orta alandaki Galatasaraylı oyuncuların yanına oyuncu sokamadılar. Yani, hücumdayken Beşiktaş’ın arka tarafı son derece kontrolsüz, laubali ve dikkatsizdi. Her dönen top da haliyle G.Saraylı oyuncu ile o kadar rahat buluştu ki sadece defans yapmakla görevi olan Beşiktaşlı oyuncular ne rakibe, ne de topa müdahale edemediler.
Böyle oyunca da hep geriye doğru kaçarak oynadılar. Sonra da sahanın ortası bitti ve ceza alanı başladı. En tehlikeli olan yer. Galatasaray’da da Barış sağ tarafta çok yalnız kaldı. Lincoln-Arda ikilisi daha iyi top kullanıp, Delgado-Tello ikilisinden yanlızca Tello oynayınca denge gene Galatasaray lehine bozuldu.
Kaleci hata yapmayacak, hele ki böyle maçlarda. Takımın direncini düşürür. Rüştü’nün elinden kaçırıp Servet’in attığı gol, net gol. Faul değil. Topu elinden kaçırması hem gole, hem de sakatlanmasına sebebiyet verdi. O kalitedeki bir kaleci, o kolay topu elinden kaçırmamalı.
Hücum adamlarının defansa yardımları iyi de ceza alanı içinde çok zaman rakip hücumcuya yapışmaları kötüdür. Holosko’nun, Arda’ya yaptığı penaltı gibi. Cüneyt Çakır, ilk 45 dakika pozisyonlara yakındı, gereksiz kart kullanmadı. Bir, iki faul kararında yanlış düdük çaldı o da olur. Ama futbolcular da onun yapısını bildikleri için, onunla çok fazla oynamaya kalkmadılar.
Eşitsiz hale getirdi
Belki de maçın en önemli dakikası Delgado’nun atılışıydı. "Futbolcular, rakipleri için kart istediği zaman siz ona kartı gösterin" denildi ya Cüneyt Çakır da onu uyguladı. Faule maruz kaldıktan sonra Delgado, "Ben bir kere böyle hareket yaptım bana sarı kartı gösterdin" diyor, "Ona niye göstermiyorsun" demiyor. Baros, Delgado’ya iki defa faul yapıyor ve üst üste. Ona ikaz bile yok. O zaman sen nasıl bir FIFA hakemisin? Futbolcunun da bir itiraz hakkı olacak. Niye böyle bir kart gösterirsin, anlamak mümkün değil. "İngilizce bilmiyorsun. Anlamazsın" deme şansımız da yok sana. FIFA’da üstlere oynayan bir hakemsin ne de olsa. Bu hareketle Cüneyt Çakır bence gereksiz yere maçı eşitsiz hale getirdi.
Ama ne olursa olsun birilerinin özellikle yabancı oyunculara şu kart hareketini öyle veya böyle "Yapmayın" demesi ve ikaz etmesi lazım.
Galatasaray’ın, Delgado çıktıksan sonra daha etkili oynaması gerekirdi ama onlar da bu kırmızı kartın altında ezildiler. Maalesef yine maça futbolcular değil, hakem damgasını vurdu. Derbinin geneline baktığımız zaman G.Saray’daki yabancı oyuncular mücadeleye ağırlıklarını koydular. Beşiktaş maç boyunca en geri uçla, en ileri uç arasını çok açtı. Zaten bu yaptıkları da maçı vermeleri için yeterli bir sebepti.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2008
Kuddusi başlama düdüğünü çalıyor. Sonra da santra yaptırıp bir düdük daha çalıyor. Bu kesinlikle kural ihlali. "Hakem hatası var. Düdükten sonra Konya topu yere koyup endirekt vuruşla başlamadı" diyecekler. FENERBAHÇE, istikrarlı bir şekilde kötü oynamaya devam ediyor. Ama gene istikrarlı bir şekilde de kazanıyor. Sarı lacivertliler maçlarda ikinci yarılarda hiç yok. Yürüyorlar. Bu yürüme lafını abartmıyorum. İkinci yarıyı yürüye yürüye oynadılar. Konyaspor’un kapasitesi bu kadar.
Fenerbahçe zaten ağır oynuyordu, bu yıl tam ağırlaştılar. Kötürüm oldular. Yürüyecek halleri bile yok aslında. Hani, "Şu maçlar, şu lig bitse de gitsek" diyorlar.
Sarı lacivertlilerin oyun içinde hiç bir yaratıcılığı yok. Ne akın var, ne kanat organizasyonu, ne alan değiştirme ne de yön değiştirme. Hiçbirisi yok. Tamamen babadan kalma oynuyorlar. Bir iki futbolcu biraz kımıldıyor, o gün galip geliyorlar. Rakip takım biraz iyi olursa zaten yoklar.
Edu yok, Lugano yok. Bu Konyaspor için büyük avantaj. Ama onlar Fenerbahçe’nin bu zaafından da faydalanamıyorlar.
Hakemler başrolde
Dün gece maçın baş aktörü yine futbolcular değildi. Hakem ve yardımcılarıydı. Pozisyonu göremezsin tamam. Herşeye razıyım. Peki kale ağları yırtık, bunu nasıl görmüyorsun? Nasıl kontrol ediyorsun? Maçın içinde bir pozisyon olup da o ağ yırtılmadı. Kale ağlarını bile kontrol etmekten aciz hakemlerin yönettiği maçlar da bu kadar olur.
Gelelim maçtaki Önder’in gol pozisyonuna. Pozisyonda önce kaleci Oğuzhan dağlara, taşlara yapıyor. Çok rahat tutabileceği topu karşısına gelip zıplayan Önder’e çarptırıyor. Oğuzhan topa yumruk vurduğunda Önder iki elini açarak zıplıyor. Bu ne demek? "Bu top bana çarpsın, arkama geçmesin" demek. Yani pozisyonda iyi niyetli değil Önder. Çok yakın mesafe bile olsa bu pozisyonu, hakemin çarpma olarak kabul etmemesi gerekir. Oynama kabul etmesi gerekir. Nitekim de top Önder’in açtığı kollarından sağ kolunun pazusuna vuruyor, gidiyor gol oluyor. Yani gene bir pazu dolması var ortada. Bu sezon pazu dolması gollerinden bıktık.
Pozisyonda Kuddusi Müftüoğlu önce düdük çalıyor. Yardımcı da hareket yok. Ama yardımcı santraya da koşmuyor. Pozisyonda bir tuhaflık sezinliyor. Yardımcının bayrağını kaldırmamasına rağmen Kuddusi geliyor, kolunu havaya kaldırıyor. Yani endirek vuruşu veriyor. Kolla oynamaya hükmetse, direkt vuruş verecek.
O sıra yardımcı devreye giriyor, telsizle. Kuddusi, "Ofsayt" diyor, yardımcı da "Değil" diyor. O zaman da Kuddusi golü veriyor. Ama Kuddusi biraz cin olsa golü atan Önder’in vücut diline yüz ifadesine baksa süzecek pozisyonu ve golü vermeyecek. Buraya kadar büyük bir hakem hatası var. Belki de berabere bitecek maç bir takımın galibiyetiyle bitiyor. Yani yarın ligde şampiyonlukta ve düşmede çok etkili olacak puanlara maloluyor. Şimdi size başka bir şey söyleyeceğim.
Hakem Kuddusi Müftüoğlu, geliyor. Ofsayt kararı verdiği yerde oyunu oradan başlatmak için düdüğü çalıyor. Maç hakemin düdüğü ile başlar, hakemin düdüğü ile biter. Bir hakem eğer kararından vazgeçecekse, başlama düdüğü çalmadan evvel kararından vazgeçebilir. Ama Kuddusi burada gelip başlama düdüğünü çalıyor. Sonra da gidiyor, santra yaptırıyor bir düdük daha çalıyor. İki karar var ve devamında iki düdük var. Biri "red" düdüğü, biri de "kabul" düdüğü. Yani kesinlikle oyun kuralı ihlali var.
Çeker giderdim
Stattaki ve televizyon başındaki herkes hakemin elini kaldırıp ofsayt düdüğünü çaldığını görüyor. Kuddusi maçı başlatıyor. Ama sonra karar değiştiriyor ve golü veriyor. Peki, Futbol Federasyonu’na soruyorum? Bu bir kural ihlali değil de nedir? Kesinlikle ve yüzde yüz kural ihlalidir. Ama muhakkak, "Hakem hatası" diyecekler. Şuna sığınabilirler, "Düdükten sonra Konyaspor topu yere koyup endirekt vuruşla başlamadı. Top ceza alanından çıkmadı." Yani, topun oyuna girmesinden bahsedecekler. Hakemin düdüğüyle oyuna başlamaktan değil. Onun için de maçı başladı kabul etmeyecekler. Peki çalan düdük ne olacak? O da bekçi düdüğü olsun.
Ben Kuddusi’nin yerinde olsaydım ikinci defa hakemliğe başlamazdım. Çeker giderdim. Bu kadar ızdırabı ne futbolculara, ne kamuoyuna, ne de teknik adamlara çektirmezdim. Sevgili Kuddusi iyi insansın hoş insansın ama maalesef kötü hakemsin. Ama nedendir bilinmez, bu hakemliğe devam sevdan nereden geliyor ve bu inadını anlamak mümkün değil.
NOT: Konya şehrinde hava kirliliği ölümcül seviyede. Böyle ortamda maçları oynatmak, insan sağlığı açısından ne kadar doğru tartışılır.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2008
BURSASPORLU Sercan, çift sarı karttan dolayı ihraç oluyor. Ve, bu olay sonun başlangıcı. Çünkü, olayın sonunda Sercan 1.5 metre ofsayttan attığı golle Trabzonspor'u liderlikten indiriyor. Peki olayların gelişmesi nasıl? Aktaralım ve bilgi sahibi olalım. Çift sarı karttan atılan Sercan'ı hakem raporuna şöyle yazıyor: "Verdiğim bir karardan sonra Sercan topu yere vuruyor ve dönüp bana, 'Sen acemisin, bu işi öğrenememişsin, bilmiyorsun' diyor."
Aslında Sercan'ın topu yere vurduğundan dolayı çift sarı karttan bir maç oynamadan, cezasını çekmesi lazım. Ama disiplin kurulundaki acemiler, Sercan'ın hakeme, "Sen bu işi bilmiyorsun acemisin" cümlesine bir maç ceza veriyorlar. Şimdi ben de Disiplin Kurulu’na desem ki, "Siz de acemisiniz, demek ki futboldan fazla nasibinizi almamışsınız." Beni mahkemeye mi verecekler? Bence vermezler. Niye? Çünkü, burada ne mahkemeye verilecek ne de ceza verilecek bir durum var. Tabii ki bence. Bu işin disiplin tarafı.
Araya bayram giriyor. Sercan zaten bir maç oynamıyor. Bayram bitiminde yani 12 Aralık Cuma günü saat 12.00'da Bursaspor, fax yoluyla Tahkim’e itiraz ediyor. Tahkim, saat 14.00'da toplanıyor. Saat 18.00'e kadar çalışıyor. Sercan ile birlikte 14 kararı daha neticeye bağlıyor.
Her tarafıyla oynuyor
Ve saat 19.00'dan sonra bunları yetkili yerlere bildiriyor. Bence Tahkim burada doğrusunu yapıyor, disiplinin yaptığı hatayı düzeltiyor.
Hukukta böyle şeyler olabilir. Ondan sonra da ağır antrenman yaptırılıp evine gönderilen Sercan kampa çağrılıyor, oyuna sonradan girerek 1.5 metre ofsaytan ve yardımcı hakem Hakan Yemişken'in de yardımıyla (zaten ismi üzerinde) Trabzon liderlikten oluyor.
İş bununla da kalmıyor. Bu sefer Sercan tribüne oynamaya başlıyor. Ve verdiği beyanatlarla bu sefer antrenörünü taca atıyor. Bu yaşta, çok kabiliyetli denilen bir futbolcu eğer her tarafıyla bu kadar çok oynayabiliyorsa, ilerleyen senelerde ne yapmaz merak ediyorum.
Bu ve buna benzer örnekleri hem futbolculuğumda hem hakemliğimde çok gördüm. Size öyle misaller veririm ki bu sayfa yetmez. İsterseniz bu yazıyı saklayıp, bir kenara koyun, birkaç sene sonra okuyun. Ne derece doğru olacağını görürsünüz.
Bu konuda haksız çıkmayı ve yanılmayı çok isterim ama maalesef görüntü şimdilik öyle değil.
Nerede müslümanlık?
PASKALYA diyorlar, Noel diyorlar. Dünyadaki hristiyan alemine göre takvimi ayarlıyorlar. Müslümanlar ne oluyor? Hikaye. Müslümanlık yalnız namaz kılmakla, hacca gitmekle olmuyor. Hak aramak lazım. Nasıl mı? Adam Noel diye dünyadaki bütün ligleri durduruyor. Sen, Ramazan ve Kurban Bayramı'nda maç oynatıyorsun. Tavır koysana.
Hadi FIFA ve UEFA'ya koyamıyorsun. Deveden büyük, fil var. O zaman dön bunu içeride hallet. Lig ve kupa takvimlerini ona göre ayarla. İlk yarıyı da adam gibi bitir. Haksızlık yapma.
Ne olacak şimdi? Ocakta ara transfer yaparsan alacağın futbolcuyu oynatabilecek misin, oynatamayacak mısın? Bin tane sorun çıkıyor. Aynen, belediye takımlarında olduğu gibi. Bir kulübün liglerde iki takımı olduğu gibi. Bunlar önemli mevzular. Hepsini bir kurala bağlayacaksın. Açıklayacaksın ve bir daha da kimse oynamayacak.
Geride bıraktığımız sezonda Sivasspor'un İsrailli oyuncusu Balili, dini bayramları olan Kefaret Günü'ne denk gelen maçına çıkmak istemedi, kulübü federasyona başvurdu ve Ankaraspor maçı bir gün öne alındı. Helal olsun Balili'ye. Federasyonlarımızdan daha etkili...
İteleyenden iyisi yok
GEÇENLERDE yazmıştım. İstanbul'dan 8 kişilik bir arkadaş grubum Zuma Restaurant'a gitmişlerdi ve 4 bin 500 YTL ödemişlerdi. Porsiyonlar ne kadardı, neler içtiler bilmiyorum ama tıksırıncaya kadar yesen, bayılıncaya kadar içsen adam başı 500 YTL çok büyük bir para.
Aslında, restaurantlarda verdiğin para kadar yediğin de önemli. İlla ucuz olması veya bir miktar pahalı olması önemli değil. Geçen pazar arkadaşımla İstinye'de Masa'ya gittim. Bir porsiyon makarna, bir porsiyon pizza ve cola söyledik. 60 YTL. hesap ödedik. Yediğimiz makarna ile pizza takriben 23 YTL idi. Yanlış okumadınız. Bir makarna 23 YTL. Pizza da makarnadan farklı değildi. Peki, doyduk mu? Ne gezer.
Allah'ın makarnasına ancak mercekle baksaydık belki gözümüz doyardı. Avrupa'da, Amerika'da makarna yiyorsun, tabakta bırakıyorsun. Ama bizdekiler uyanık. O makarnayı verirlerse ikinci 25 veya 30 kağıtlık yemek yemeyecek müşteri. Yani akılları fikirleri, itelemek... Sonra da diyorlar ki, "İşler düşüyor, işçi çıkarıyoruz. Kriz var."
Ama farketmiyor, bizim bir grup insanımıza ne kadar çok itelerseniz, o kadar çok makbule geçer. Orası daha çok dolar. Bunun örneğini geçmişte de yaşadım.
Bütün evi temizleyin...
HALUK Ulusoy, iki dönem başkanlık yaptı. Türk futboluna çok büyük yaralar verdi. Çünkü, ekibindeki bazı insanlar öyle işler yaptılar ki futbola güven kalmadı. Mesela bu dönemde hakem müessesesi büyük yaralar aldı. Ve hala bunun sıkıntılarını çekiyorlar.
"Hakemdir hata yapar. Hakem de hata yapar, onlar insan değil mi?" gibi yuvarlak lafları bırakın. Hakem gördüğünü çalarsa hiçbir ince düşüncede olmazsa, baskı yemezse, hatayı az yapar. Ulusoy döneminde o kadar büyük yaralar alındı ki öyle enteresan işler yapıldı ki hala bunlar temizlenemedi.
Eğer bu federasyon çok acil bir biçimde hakem camiasının içindekileri tamamen temizlemezse, yarın giderler. Çünkü, eski federasyondakiler, bu federasyonun altını ancak hakemle oyar.
Geçtiğimiz 10 yılda, maçlara yapılan hakem ve yardımcı hakem tayinlerine bakın. İşi bilenlerle oturun, tartışın. Neyin ne olduğunu çok iyi görürsünüz. Herkes konuşuyor bir taraftan. Tamam. Ama, elde yapılan icraatlar var. Bakın, kimler neler yapmış görürsünüz.
Bu MHK'nin çok acil bir biçimde eski federasyon ile hala münasebette olan özellikle yardımcı hakemleri dikkatle izlemeleri lazım. Bu yıl görev yapan yardımcı hakemler geçmişte hangi takımların maçlarına kaçar kere verilmişler, listeleri çıkarmaları lazım. Bir yardımcı hakem, bir sezonda aynı takımın maçına kaç kere verilebilir? Ama, aynı hakemler o takımların veya rakiplerinin maçlarına kaç kez verilmişler, bir baksınlar.
Mal ortada gözüküyor ama bunları çalışıp da sonuçlarına bakacak adam lazım. Yani çalışkan MHK üyeleri lazım. Tembel değil. Bugünün maçlarını vererek hakemlik camiasını kurtaramazsınız. Eğer temizlik yapacaksanız bütün evi temizleyin. Salonu temizleyip, yatak odası ve oturma odasını bırakırsanız, o odalarda fareler cirit atarlar. Sonra da yavrular yavrular, tekrar salona yollarlar.
Kırmızıyı gözüne sokacaksın...
BİZİM hakemler işi otomatiğe bağlamışlar. MHK diyor ya, "Önce ikaz et, sarı ver sonra da kırmızıyı çıkar." O normal zamanlarda olur. Ama öyle işler oluyor ki ikaz falan istemez. Kırmızıyı futbolcunun gözüne sokuverirsin. İşte son hafta Antalyasporlu Volkan'ın yaptığı.
F.Bahçe maçında. Sarı kartı var. Hakeme göre güya sarı kartlık bir hareket daha yapıyor. Ne sarısı, ikinci yaptığı hareket kırmızı oğlu kırmızı. Yatar girersin, kayarak girersin veya ortadaki topa ayağını uzatırsın. Top aradan fırlar. Ayağın rakibe gelir. Her şey tamam. Kart bile olmaz. Hatta rakip sedye ile sakatlanıp çıkar, o da seni ilgilendirmez. Ama ortada top var, rakip topa vuruyor. Sen topa uzattığın ayağı yere koyuyorsun ondan destek alıp diğer ayağınla rakibinin dizine basıyorsun. Hakem Bülent Yıldırım'ın kararı sarı kart. Neyin sarısı bu?
Resmen meslektaşını bitirmek için yapılan bir hareket. İşin daha da ilginci maçtan sonra Volkan konuşuyor ve "Haksız atıldım" diyor. İnanılır gibi değil. Bir futbolcu para ile maç satsa ancak bu kadar yapabilir. Volkan o konuda düzgündür. Ama, yaptığı hareket affedilir gibi değildir.
Hem kulübü açısından, hem de rakip futbolcu açısından. Hakem derseniz. Onlar maç almaya devam ederler. Ellerinizden öperler...
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2008
ALEX ileride, Emre geride, Roberto Carlos da araya girince her şeyden önce Fenerbahçe, tek topları iyi yaptı. Ve çabuk yaptı. Antalyaspor da bozmaya oynamadan futbol oynamaya kalkınca ortaya keyifli bir mücadele çıktı. Hiç baskı görmeyen Fenerbahçeli oyuncular iyi top kullanan bu üçlüye uyunca ortaya ilk yarıda keyifli bir Fenerbahçe çıktı. Emre’nin oynaması Güiza’yı da rahatlatıyor. Çünkü yalnız Alex’ten top alan bu oyuncu Emre’nin de uzun top atma isteğiyle top alma ve pozisyona girme şansını ikiye katlıyor. Dün ilk yarı Fenerbahçe takımında vazifesini yapmayan oyuncu yoktu. Tabii bunda kaybedilecek çok şeyin olduğunu futbolcular artık fark etmiş.
Antalya’dan Volkan’ı anlamak mümkün değil. Çok alakasız bir sarı kart alıyorsun, arkasından ikinci sarıyı, ki, bence direkt kırmızılık bir hareketle gelen bir kart daha var. Böyle oyundan atılıyorsun. Sonra da bunun adı profesyonellik oluyor.
Güiza’nın ceza alanı içinde bir pozisyonu var, net penaltı. Ama hakem Bülent Yıldırım, kendisi daha yakın olmasına rağmen yardımcısına bakıyor. Güiza da yardımcının üzerine gidiyor ve "Niye penaltı vermiyorsunuz?" diye tepkisini ortaya koyuyor. Aslında çok açık bir çekme var, ceza alanı içindeki ikili mücadelede. Hem de arkadan çekme. Yalnız penaltı değil, Güiza’yı çekip yere indirene de sarı kart gerekir.
Seyirciyi bilmem ama...
Bu yazının buraya kadar olan bölümü ilk 45 dakikanın bitiminde yazıldı. Ve dedik ki, bu eksik Antalyaspor’u, Fenerbahçe ikinci yarı fark atarak bitirir. Yani, ikinci kısmı son dakikaları beklemeden yazabilirdik ama hiç de öyle olmadı. İkinci yarı, ilk yarıdaki Fenerbahçe’den eser yoktu. Yardımcı hakem "ofsayt" diye buz gibi Antalyaspor golünü iptal etti. Dijehua da boş kaleye topu atamadı. Yani onlar gol olsaydı acaba Fenerbahçe tempoyu arttırabilir miydi? Tartışılır.
Lugano geride çırpındı, ileride çırpındı. Alex’in keyifsizliği ve mutsuzluğu suratında okunuyor. Demek ki önümüzdeki yıl ya Aragones olmayacak ya Alex.
Küçükler mücadele ediyorlar ama işleri bir yere kadar oluyor. Büyükler kadro farkından dolayı bazı maçları öyle veya böyle fotofinişle alıyorlar. Fenerbahçe, duran toplardan gollerini buluyor. Düşünün, Güiza ve Lugano’nun attığı goller aynı. 90 dakikaya baktığınızda ilk yarıdaki Fenerbahçe biraz kımıldadı. Ama ikinci yarı o tadı vermedi. Seyircisi memnun mu bilemem. Ama herhalde yöneticileri memnunlardır!..
Yazının Devamını Oku 14 Aralık 2008
TRABZONSPOR, yardımcı hakemin 1.5 metre ofsayttan attırdığı golle yenilince, haliyle Beşiktaş iştahlanıyor. Bu ligde köprülerin altından daha çok suların geçeceği belli. Onun için de Beşiktaş seyircisi geçen haftayı unutmuş durumda. Zaten öyle olması da gerekir. Ama Türkiye’de galip gelmek de fark etmiyor. İşte Bursaspor seyircisi. Takım galip, antrenörünü, başkanını istifaya davet ediyor. Aslında bunların başkanlarını veya etkili olanlarını hastaneye götürüp ruh hallerinden muayene etmek gerekir. Belki de tedavi etmek mecburiyetinde kalırlar.
İnönü’de Beşiktaş seyircisi, Bursa seyircisinin yaptığını yapmıyor. Ama tabii Mustafa Denizli de takımdaki futbolcular da şunu iyi biliyorlar. Destek tamam da ya sonuç bir ters olursa... İşte o zaman yandı gülüm keten helva. Ama Beşiktaş açısından şanslı bir rakip var; Ankaragücü. İç ve dış sorunlarıyla inanılmaz mücadele eden bu takımın sahaya çıkıp bu kadar bile mücadele etmesi güzel bir olay.
Beşiktaş takımı geçen haftaya göre daha derli toplu. Tabii bu derli toplu olmak rakibin gücünden de kaynaklanıyor. Ankara’nın sarı lacivertlileri defansta inanılmaz hatalar yapıyorlar ama ilk yarı sadece bir gol oluyor. Farkın artmamasında Beşiktaş’ın şanssızlığı da var, beceriksizliği de. Zemin yine de futbol oynamaya müsait değil. Futbolcular zaman zaman zorlanıyorlar.
Nobre çok faydalı
İkinci yarı, ilk yarıdan gene farklı olmadı. Nobre, hem rakip defansı oyalıyor, onları oyuna çıkarmıyor, rahat top kullandırmıyor, hem de pozisyona giriyor. Ama dün gece girdiklerini atamadı. Yanındaki Holosko da iştahlıydı. Ama Beşiktaş orta alanında yine Delgado etkisizdi. Beşiktaş, Tello’yu aradı mı? Evet, aradı. Hani futbolda bir laf vardır, "atamazsan yersin" diye. Ankaragücü bir gol atsa da maç berabere bitse, Beşiktaş için yazık olurdu. Ama maalesef futbol bu işte. O kadar kaçırırsan sonunda böyle inanılmaz zorlanırsın. Maç 2-0 olsa, Ankaragücü’nün direnci de kırılacak.
Dün gece Beşiktaşlı taraftarlar futbolcuları protesto etmedi. Önümüzdeki hafta G.Saray maçı, Beşiktaşlılar için dönüm noktası olabilir. Orada alabilecekleri bir galibiyet, ligde çok şeyi değiştirebilir. Kağıt üzerinde baktığınızda çok etkili oyunculara sahip G.Saray favori gibi gözüküyor ama futbolda hiçbir zaman böyle bir şey yok. Yani maç oynanmadan şu favoridir diyemiyorsun. Hele büyük takımların maçlarında.
İyi ki geldik dediler
Dün gece belki Beşiktaşlı futbolcuların bu kadar gol kaçırmalarına sebep önümüzdeki hafta oynayacakları G.Saray maçına konsantre olmalarından da doğabilir. Çünkü şartlanıp o maçta çok şeyi temizleriz düşüncesinde olabilirler. Ama orada alınacak puanlar da ayrı burada alınacak puanlar da.
"Ankaragücü’nde başkan değişti" diyorlar. Hakikaten değişti mi, yoksa Cemal Aydın istifa baskısını kulübün üzerinden kurtarmak için mi böyle bir yola girildi. Bunu zamanla göreceğiz. Öyle veya böyle dün gece zevkli ve renkli bir maç izledik. Gelenler maçtan ayrılırken "iyi ki geldik" demişlerdir. Ligin başlarındaki takımla son sıralardaki bir takımın mücadelesinden kötü mücadele ve kötü sonuç çıkmadı. Bence futbolumuz için güzel bir olay.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2008
GÜZEL bir yemek yersiniz, dişinize bir et parçası takılır ve onu hissedersiniz. Sizi rahatsız eder. Elinize bir kürdan alırsınız ve "tık" diye onu çıkarırsınız. O, size keyif verir. Bu Galatasaray, dişine göre rakip bulduğu zaman aynen bunu yapıyor. 5 gece önce Ankaragücü’nü 5 dakikada halletti, dün gece de Gençlerbirliği’ni 15 dakikada. O kadar bariz bir fark var ki iki takım arasında, maç sabaha kadar oynansa Gençlerbirliği bir gol atar, anında iki gol yerdi. Onun için de Galatasaray 3. golü bulduktan sonra başladı dalga geçmeye.
Galatasaray’ın silahları iyi. Lincoln sahneye çıkınca, Arda da destek verince işin rengi bir anda değişiyor. Baros, fırsatçı, akılı, çabuk ve zeki. Ama, bu zekiliğinin yanında bir olayı daha var. Pozisyon hırsızlığı yapıyor. Hani, Nobre’ye veya benzer futbolculara diyorduk ya.
İşte burada hakemden bahsedelim, Halis Özkahya’dan. Sen bu sene FIFA hakemi olacaksın. Bu maç sabaha kadar oynansa Galatasaray alacak. Hani, çatır çatır bir maç olur da, "Galatasaray ya mağlup olursa" diye düşünürsün. O da yok. Bazı hakemler düşünürler. Halis kardeşim, ayrı ayrı maçlarda, ayrı ayrı kararlar versen tamam. Ama aynı maçta Baros kendini yere atacak, çok doğru bir kararla penaltı vermeyeceksin ama sarı kartı da vermeyeceksin. Yine aynı maçta, bu sefer Gençlerbirliği oyuncusu Burhan kendini yere atacak. Yine doğru bir kararla penaltı vermeyeceksin, ama sarı kartı vereceksin.
Halis’in yüreği yetmedi
Herkes eşittir ama üç büyük takım daha fazla eşittir. Yani, yüreğin yetmeyecek. Ama sen gene sıkılmayacaksın, utanmayacaksın. Nasıl olsa vermiyorsun ya artık, büyük takım futbolcuları bunlara alışmış ya. Bu sefer gene Baros, topu elle götürecek. Sen gene el vereceksin, yine sarı kart göstermeyeceksin. Sonra da sezon sonunda FIFA kokartı takacaksın. Ve "Hakem oldum" diyeceksin. Sanane kardeşim, zaten Galatasaray bu Gençlerbirliği’ni yener. Yenemese ne olacak? Sen işini doğru yapmaya bak.
Hakemden bahsetmişken bir de temsilcilerden konuşalım. Galatasaraylı seyirciler şarkı söylüyorlar. "Cimbom oy oy oy, s.... oy oy oy..." Bu bir şarkı mıdır, yoksa küfür mü? Yazılır mı, yazılmaz mı? Ama bazı gözlemcilerin son zamanlarda kulakları sağır olmaya başladı. Aynen Gazanfer Doğu gibi. Babası, Dünya Şampiyonu Yaşar Doğu’ydu. Ama, Gazanfer’in kulakları doğuştan mı yoksa sonradan mı sağır oldu? Çünkü, Gazanfer Doğu geçen hafta Beşiktaş-Ankaraspor maçının temsilcisiydi. Küfürleri duymamış. Ben de maçtaydım. Herşeyi bırakın, rakibi de bırakın. "Şansal Büyüka’ya tersten, Erman Toroğlu’na tersten" diye önce bize küfür edildi. Küfürün aslını yazmaya müsait değilim. Çünkü, basın-ahlak yasasına aykırı. Ama temsilci Gazanfer Doğu’ya göre bunlar aykırı şeyler değil herhalde. Kulakları çınlasın...
Kan kaybediyorlar
Bakın nereden nereye geldik. Çünkü, maçta 4-1-2-3, 3-5-2, 4-3-3 yazmaya gerek yok. Gençlerbirliği’nin içi boşalmış. Eski Gençlerbirliği’ni araki bulasın. Bir geri dörtlüsü var. Arabın yalellisini oynuyorlar. İlhan ağabey, 2-3 yıldır başkalarına kıyak yapmaktan Gençlerbirliği’ni kaybetmek üzere. Maalesef, Ankara kan kaybediyor. Hem Gençlerbirliği hem de Ankaragücü. İnşaallah küme düşmezler.
Samet Aybaba, ikinci yarıda Engin’i oyundan aldı. Engin, soyunma odasının yolunu tutarken, yardımcı antrenörünün kendisine uzattığı eli itti. Ne de olsa büyük oyuncu!.. Bundan önceki antrenörü kovdurmuş adam. Ama, Gençlerbirliği’nde kral. Duyuyorum fısıltı gazetelerinden, bu tarz havalar kendisi ile Fenerbahçe ve Trabzonspor ilgileniyormuş da ondanmış. Eğer böyle bir futbolcuyu bu iki takım alırsa, zaten yanmışlar. Ama burası Türkiye. Belli olmaz bu işler...
Bu Galatasaray, zengin kadrosuyla çok futbolcusunu değişik yerlerde oynatma avantajıyla şampiyonlukta favori. Çok büyük bir hata yapmazlarsa, son ana kadar şampiyonluğu kovalarlar. Her maçı Fenerbahçe ile oynamayacaklarına göre şansları fazla. Hele diğer küçük takımlar bu tarz olur ve hareket ederlerse, şansları tavana vuruyor.
İki tane pozisyon var. Top çizgiyi geçti mi, geçmedi mi? Son zamanlarda bunlar arttı. İkisinde de yardımcılar bayrak direğinin dibindeydi. Çok net "Oyna" dediler. Yani Galatasaray, Ankara’ya bir lig maçına değil de turistik bir seyahate gelip hazırlık maçına çıkmış gibi rahat oynadı. Maçı da götürdü, 3 puanı da. Zaten aksi de sürpriz olurdu.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2008
ROBERTO Carlos üç gün önce dedi ki, "Biz, Dinamo Kiev’den daha iyi takımız. Onun için de biz bu turu geçeriz. Onun için de biz, bu takımı Kiev’de yener, Kupa-2’ye gideriz." Dün gece oynanan maçta, Roberto Carlos’un "iyi" dediği Fenerbahçe, kötü Kiev karşısında bir tane pozisyona giremedi. Hani insan ilaç için bir tane pozisyona girer. Bu kadar kötü bir Fenerbahçe, uzun yıllardır seyretmedim.
Biraz Lugano ile Edu, biraz da Gökhan...
Diyeceksiniz ki, Fenerbahçe’nin yediği gol Gökhan’ın kademeye girmemesinden kaynaklandı. İyi de, Gökhan hem forvet oynadı hem defans. O kadar hata yapacak. Volkan o kademeye girmeye kalktı, geç kaldı. Golü yedi.
Dinamo Kiev iyi bir takım değil. Onlar da pozisyon bulamadılar. Kapasiteleri o kadardı. Böyle bir takıma karşı Fenerbahçe’nin kapasitesini tartışmaya gerek yok.
Kombine satamazlar
Peki, bu Fenerbahçe kadrosunu kim yaptı? Yönetim. Peki, Fenerbahçe yönetimi her sene övünerek, "Kazançlarımızı, bütçelerimizi artırdık" diyorlar. Hakikaten de artırıyorlar. Ama her artırdıkları sene futbol takımı o kadar zayıflıyor. Ters orantılı. Ama şunu hesap edemiyorlar; Yarın, birgün böyle kadro yapmaya devam ederlerse kombine satamayacaklar.
Maçı televizyondan seyrettiğim yerde, bir Fenerbahçeli eşiyle maçı seyrediyordu. Hocam dedi, "Geçtiğimiz yıllarda Fenerbahçe orta sahasında Appiah’la Marco vardı. Ama şu anda Maldonado ile Josico oynuyor. Şu Fenerbahçe maçlarını seyrederken bir duble rakı içeyim, keyif alayım istiyorum. Ama bu Fenerbahçe takımı bana sonunda bir ufak şişe rakı içiriyor."
Haksız mı? Kesinlikle haklı.
Hakkı yok
Bir takım mutlaka bir üst tura çıkacak diye bir kaide yok. Futbolda her maçı kazanacak diye bir kaide de yok. Ama bu kadar ruhsuz ve mücadelesiz oynamaya da bir takımın hakkı hiç ama hiç yok.
Maldonado denen futbolcu (alınırken hangi şartlarda alındı, merak ediyorum) oyuna sonradan giriyor ve tekme atıp kırmızı kart görüyor. Hani yorulursun, çok mücadele edersin ya, fizik olarak tükendiği yerde gayri ihtiyari bir pozisyona tepki gösterip tekme atarsın, kabul. Ama bu beyefendi daha terlemeden atılıyor. Aslında Maldonado’nun oyuna girdiği dakikayı, oyunun ve atılışını gözlerseniz Fenerbahçe takımının ne durumda olduğunu daha iyi anlarsınız.
İki maç iyi gidince, Fenerbahçeli idareciler, "Bu takım bizim eserimiz" diyorlardı. Soruyorum şimdi. Bu takım kimin eseri? Şimdi mutlak sanal bir olay yaratıp gündem değiştirmeye kalkışacaklar. Ama kimse artık bunları yemeyecek.
İnsan üzülüyor, Avrupa kupalarında takımlarımız elenince. Sarı lacivertliler sonunda annemizin ligine döndüler. Bu takımı bu kadar kısa sürede gerisin geriye bu kadar düşürmek kolay bir iş değil. Büyük bir başarı. Onun için de bu başarıyı (!) ihya edenleri tebrik etmek lazım.
Yazının Devamını Oku