Erman Toroğlu

Cevşenlerimiz bol olsun!

2 Nisan 2009
Dün güzel bir sahil kasabasında, devletin okulunun kantininde bir çocuk kraker alıyor. Her krakere promosyon olarak bir cevşen veriyorlarmış, plastik üçgen bir şey.

Bu çocuğa diyorlar ki: "Bunu boynuna tak, hiç çıkarma. Eğer çıkarmazsan işlerin rat gider. Çıkarırsan senin için iyi olmaz. Her şeyde başarısız olursun." Düşünün, o yaştaki bir çocuğa devlet okulunda nasıl telkinde bulunuyorlar?

Dönüyoruz, üç gün önce İspanyollar bizi Bernabeu Stadı'nda ağırlıyor. Her şeyi ile mükemmel bir stat. Asansörlerle çıkılıyor, 10 dakikada
doluyor, 10 dakikada boşalıyor. Her tarafında metro var. Ulaşımı çok kolay. Üç gün sonra biz İspanyolları ağırlıyoruz. Milli takım yetkililerimizin seçtiği stat Ali Sami Yen. Burası stat filan değil. Olsa olsa tavukların ve horozların girebileceği modern bir kümes olabilir. Stada insanlar gibi değil, hayvanlar gibi girdik. Girişimiz bir saat sürdü. Abartmıyorum, aynen hayvanlar gibi tuvaletlerimizi yaptık.
Basın tribününe gitmedim. "Acaba insanlar ne yapıyor?" diyerek bir vatandaş olarak maçı seyretme kararı almıştım. İşte bu manzaraları gördüm. Peki 64 bin kişilik İzmir Atatürk Stadı, çok modern Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı dururken niye Ali Sami Yen? Herhalde İspanya'yı seyirci ile boğacağız veya bu stat uğurlu geliyor.

Pas manyağı yaptılar

Yazının Devamını Oku

AKP'nin en büyük rakibi Saadet olur

1 Nisan 2009
BELEDİYE Başkanlığı seçimleri bitti. Yorumlar başladı. Herkes bir pencereden bakıyor. Burada AKP'nin eksik oy almasına sebep şu. CHP ve MHP Belediye Başkanlıklarındaki isimlerini seçerlerken, önceden yaptıkları milletvekili seçimi hatasına düşmediler. Hani, "Kaçıncı sıradan koyarsam bunu seçtiririm" zihniyeti, meclisteki milletvekili kalitesini de düşürüyor. Ama aynı hatayı bu sefer yapmadılar. Kaliteli adamları seçtiler. Çünkü buna mecburlardı. Bu birincisi.

İkincisi ise şu. Hiç düşünüyor musunuz ANAP şu anda nerede diye?. Toz şeker gibi oldu. Tabanı olmayan bir partiydi de ondan. Şimdi bu görüntü şunu gösteriyor. Bundan sonraki seçimlerde AKP'nin oyu daha da düşecek. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan taban memnun değil. Daha sert, daha radikal dinci kararlar alınmasını istiyorlar. Devletin her kademesine din girsin istiyor AKP tabanı. Bunu isteyen iki kişi daha vardı. Birisi Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç diğeri de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Cumhurbaşkanı değil mi bizi İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet eden?

Sakın "Başarılıyız" demesinler

AKP'nin çekirdek kısmına Recep Tayyip Erdoğan yumuşak geliyor. Hafif geliyor. Zaten dikkat edin Gül Cumhurbaşkanı, Arınç piyasada yok. Erdoğan tek başına. Her yerde kendisi var. O var. Bu neyi gösterir. Partinin tabanının çalışmadığını. Daha da önemlisi partinin tabanı toplama. AKP'nin bir şey olamayacağını anladılar ve olmadığından dolayı da gerçek yerleri Saadet'e dönmeye başladılar.

Önümüzdeki 1 bilemediniz en fazla 2 yıl içinde AKP'nin en büyük rakip partisi ne CHP ne MHP olacak. Saadet olacak. Çünkü Saadet Partisi tabanı olan bir parti. Yani ne Deniz Baykal ne de Devlet Bahçeli lider olarak sakın, "Biz başarılıyız" demesinler. Erdoğan, Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli'yi rakip görmüyor. Bunda da haklı zaten. Verilen oylar tamamen AKP'ye tepki oylarıdır. Onların mahareti değil. Belediye Başkanlığı olunca düzgün seçilen adaylar neden milletvekili seçimlerinde düzgün seçilmez, Deniz Baykal özellikle bunu sorgulamalı.

Bunun cevabını da verebilirim. "Bana karşı olanlar Mecliste olmasınlar ki benim koltuğum sağlam olsun" diyor kendi kendine. Ama, Belediye Başkanlığı seçiminde böyle bir tehlike yok. Bence işin bir başka taraftan görünen şekli de bu.

Şu andan sonra AKP'de panik de başladı. Gelecek seçimlerde bir çok isim ve adaylık düşüncesi olanlar seçilemeyeceklerini biliyorlar. Yeni bir arayış içine girecekler. Tek başına Erdoğan bunu önleyebilir mi? Bence çok zor. Zaten Erdoğan yalnız dışarıdan değil, kendi partisinde içeride arkadan vurulduğu için de sinirleniyor. Onun siniri karşı partilere değil. Kendisini arkadan vuranlara. Ne demek istediğimi göreceksiniz.

Bizimkiler de yer!..

SPORA bakma açımız çok farklı. İki hafta önce Frankfurt'a gittiğimde Deutsche Bank Skyliners Frankfurt basketbol takımının maçına gittim. Biliyorsunuz antrenörleri bizim Murat Didin. Salonlarına bir girdim, basket maçı değil sanki bir şölen var. Bir tarafta ponpon kızlar, bir tarafta gırgır şamata, bir diğer tarafta şarkılar. Maçtan önce VIP salonunda iki takım idarecileri, güzel giyinmiş erkek ve bayanlar içki içip yemeklerini yiyorlar. Maçtan sonra görüntü aynı ama bu sefer maçın hakemleri de var. Gayet güzel ve şık giyinmişler onlar da.

Murat Didin dedi ki, "Ermancığım biliyor musun Almanya'da basket maçlarından sonra bu tablo hep olur. Bizler, idareciler ve hakemler birlikte yemek yeriz." Ben de yapıştırdım, "Bizim hakemler de yiyorlar" diye. "Nasıl yani" dedi gözlerini açarak. "Bizimkiler de maçtan sonra dayak yerler" dedim. O da misafirlere tercüme etti.

Daha çok şey öğreneceğiz

İNGİLTERE dendiğinde çift katlı otobüsler, telefon kulübeleri, yağmurlu ve kasvetli bir hava, metro, vıcık vıcık insanlar gelir akıllara. Yıllardır İngiltere'ye giderim. Çok yerini gezdim. Ama iki hafta önce Londra'da Bourmouth diye bir yere götürdüler beni.

Sıcaklık 18-19 derece. Okyanusa açılan bir kıyı. Bizim Antalya Konyaaltı plajı gibi bir plaj. Kumu inanılmaz güzel. İngiliz kızlar ve erkekler mayolarını giymişler denize giriyorlar.

Şöyle bir gözümü kapatıp açtım, Nice'de miyim Cannes'da mıyım diye. Hayır Londra'ya bir buçuk saat mesafe uzaklıkta, İngiltere'deydim. Birisi anlatsa inanmam. Ama insan herşeyi gezerek görüyor. Zaten İngilizler de diyorlardı, "Mart ayında böyle bir olay zaten yıllardır olmadı" diye. Ben İngiltere'de böyle bir kıyı olabileceğini de düşünmemiştim. Demek ki daha çok öğreneceğimiz şey varmış.

Üst düzey cevap

GEÇEN hafta Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın maçlara geldikleri zaman seyircilerin çektiği sıkıntıları yazmıştım. Yazının çıktığı gün Cumhurbaşkanlığı'ndan üst düzey bir yetkili aradı ve şunları söyledi:

"Bugünkü yazıyı okuduk. Son derece haklısınız. Maalesef sizin yazdığınız gibi görevliler kraldan çok kralcı oluyorlar. Onun yüzünden de bu işler tıkanıyor. Bizden böyle bir istek gelmiyor. Ama, İstanbul Valisi ile konuşarak bundan sonraki maçlarda özellikle tedbirler aldıracağız. Yazınızdan dolayı size teşekkür ederiz."

Bilgilerinize arz olunur.

Diğerleri ne yapsın?..

YILLARDAN beri Bodrum'a giderim. Bundan 3-4 yıl evvel uçaklar müteahhit doluydu. İnşaatları yapanları taşırdı, mimarlar vardı. Geçen sene onların yerini icraya giden avukatlar almıştı. Bu sene avukatlar da yok uçaklarda. Demek ki işler temizlendi. Ama çok enteresan uçaklardaki yolcu adedi yine fazla. Uçaklar dolu gidiyor öyle de geliyor. Ama gezen, tozan adam yok. Herkes evine çekiliyor. Tavuk misali.

Soruyorum gittiğim restorantlarda veya barlarda, onlar da diyorlar ki "Biz de soruyoruz, aldığımız cevap ekonomik tedirginliğin onları evde oturmaya ittiği." İnanamıyorum, içeceğin iki bardak içki ve iki tabak yemek. Eğer Bodrum'a gelen insan bundan ürkmüş ve korkmuşsa, diğerlerinin halini siz düşünün.

Bu akşam göreceğiz

MİLLİ
Takım'daki senatör futbolcular bakalım bu akşamki maçta biraz hırslanıp çatır çatır mücadele edebilecekler mi? "Biz senatör değiliz arkadaş, futbolcuyuz" diyecekler mi? İnşaallah biz yanılırız.
Yazının Devamını Oku

1 Nisan şakası olur

30 Mart 2009
Bazı isimler senatör gibi. Kulüplerinde nasıl oynarlarsa oynasınlar, gelip ay yıldızlı formayı sırtlarına geçiriyorlar. Fatih Terim’in bu oyunculara zaafı var. Bunun sıkıntısını çekiyoruz. Israr sürerse Ali Sami Yen’de kötü bir 1 Nisan şakasına benzer neticeyle karşılaşabiliriz. UZUN zamandır yenilmeyen ve bunun yüzünden de inanılmaz gergin olan İspanya’yı yenemedik. Madem, "Büyük takım olacağız", madem "İyiyiz" diyoruz bu tip maçları ala ala büyüyeceğiz. Yoksa, maçın ilk yarısında fena değildik. İkinci yarı ise hiç iyi değildik. "1-0’lık yenilgi İspanya karşısında makul bir sonuç" diye bazı şeylere sığınırsak, el oğlu gelir bizi burada çatır çatır yener ve evine döner. Çünkü, Ali Sami Yen’deki maç oradakinden daha zor olacak. Çok daha rahat gol pozisyonuna girecekler. Ne kadarını atarlar bilemem. Biz ise gol pozisyonlarında zorlanacağız. Ama Bernabeu’da bizim gol pozisyonuna girme avantajımız vardı. Nitekim girdikte. Bencillik orada da baş gösterdi.

Çatır çatır oynamalılar

Şunun altını özellikle çiziyorum. İspanya karşısında tahmin ettiğim Millileri bulamadım. Pozisyondan ve futboldan bahsetmiyorum. Benim Milli Takımım çatır çatır top oynayacak, böyle değil. Mücadele edecek. Biz bunu yapamadık. Bakınız, seyirci çok dikkatli. Ay yıldızlılar Yeşilköy’e indikten sonra, seyircileri getiren uçaklar da inmeye başladı. Birinde de ben vardım. Kapıdan çıkarken gümrük görevlisi yolumu kesti. Söze "Erman hocam" diye başladı, "Uçaktan inen bütün taraftarlarımızın suratından üzüntülü olduklarını gördüm.

Ama, sizden 45 dakika önce inen milli futbolcular buradan gülerek geçip gittiler. Hiç mağlup milli takım oyuncusuna benzemiyorlardı"
diyerek de bitirdi. Acaba bizim oyuncularımız 1-0’ı başarı olarak mı gördüler? "Biz bu İspanya’dan 3-5 yeriz, 1-0 yenildik işi kurtardık" mı diyorlardı yoksa? Aslında hem maç yorumumda hem de bu yazıda anlatmak istediğim buydu. Maalesef milliler için tehlikeli olan olay bu. Yalnızca Milli Takım değil. Bu tarz olaylar her takım için sorun olur. Bazı oyuncular maalesef Milli Takım’da senatör rolü oynamaya başladılar. Rekabet kalmadı. Doymuş insana benziyorlar. Miskinleşmişler.

Kulüplerinde nasıl oynarlarsa oynasınlar, isterlerse çifte telli oynasınlar, gelip ay yıldızlı formayı sırtlarına geçiriyorlar. Fatih Terim’in bazı oyunculara karşı maalesef büyük zaafı var. Bunun sıkıntısını çekiyoruz. Eğer Fatih Terim, bu futbolcular üzerinde ısrar ederse, çarşamba akşamı Ali Sami Yen’de kötü bir 1 Nisan şakasına benzer neticeyle karşılaşabililiriz.

Sırça Köşk’ten çıkın halkın arasına girin

MADRİD’de, İspanya maçını seyretmek için Türkiye ve Avrupa’dan gelen seyircilerle oturup sohbet ettim. İki noktada Futbol Federasyonu’nu tenkit ediyorlar ve son derece de haklılar. "Sesimizi duyuramıyoruz" diyorlar. Birincisi, ne Türkiye’de ne de Avrupa’da milli forma bulamamaktan şikayetçiler. Sponsorlar kendi götürdükleri seyircilere forma buluyorlar. Tedarik edip veriyorlar. Ama diğer seyirciler de diyorlar ki "Biz aradığımız halde forma bulamıyoruz."

Avrupa’da bütün şehirlerde ülkelerin milli takım formaları satılıyor. Bizim formamız ise çok az. Bu konuda Federasyon son derece zayıf. "Ne var yani" diye devam ediyorlar. Bir tır forma getirselerdi, hediyelik eşya getirselerdi Madrid’de merkezi bir yerde satış yapılsaydı, fena mı olurdu?

"İş para değil. Zevk ve keyif" diyor seyirciler. Kesinlikle haklılar. Ben Dünya ve Avrupa Kupaları’nda çok maça gittiğim için bazı ülkelerin seyircisine gıpta ve kıskançlıkla bakıyorum. Mesela Hollanda. Adamlar maça gittikleri zaman tepeden tırnağa turuncuya bürünüyorlar. Bir tanesi bile kulüp takımlarının formalarını giymiyor.

Madrid’de bitişik masalarda oturan, Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor formalarıyla dolaşanlara sordum. "Niye böyle giyiniyorsunuz" dedim. "Erman hocam, Federasyon organizasyon yapıp forma satıyor da almıyor muyuz?" cevabını verdiler.

Bilet eziyeti

İkincisi şu. Bu daha da kötü. Futbol Federasyonu maç biletlerini internet üzerinden satıyor. Form dolduruyorsunuz, istekte bulunuyorsunuz. Federasyon da size bilet veriyor. Mesela Madrid’teki İspanya maçı biletleri 15 Euro. Bankaya gidip parayı ödeyeceksiniz, o banka da Türkiye İş Bankası. Diyor ki görevli memur, "Sizden 30 lira da bilet için EFT parası alırım." Yani maç bileti kadar. Sonra siz Türkiye’deyseniz, Federasyona gidip bir de yol parası ödeyerek ve zamanınızı da harcayarak biletinizi alıyorsunuz. Kaça geliyor o bilet bir hesabını yapın. Federasyon eğer bir bankayla çalışıyorsa şunu söyleyecek: "Ben seninle çalışırım ama benim taraftarımdan bilet için EFT parası alamazsınız."

Bu işleri yapmak çok mu zor. Hayır. Ama demek ki birileri, halkın içine girmedikleri için sırça köşkte oturup Türkiye ve Federasyonları oradan idare etmeye kalkıyorlar.
Yazının Devamını Oku

Mazeret aramayın

29 Mart 2009
AVRUPA birincisiyle, üçüncüsü oynuyor. Avrupa birincisi iyi olsa, iyi. Çok kötü bir İspanya. Biz ise ondan da kötüyüz. Eksik olabiliriz, Servet, Hamit yok. Ama, sahada iki kulağı, iki gözü, birer burnu olan futbolcuların mücadelesi dün geceki bu futbol. Hamit sakat. Bence bizim için en büyük eksiklik bu oyuncunun olmayışı. Peki, bütün bu eksiklerden sonra kimin çıkması lazım sahneye? Emre Belözoğlu. O nerde? O da yok. Eee hani, bu oyuncu çok öfkeliydi. Hani bu oyuncu her şeyi değiştirirdi? Bu İspanya karşısında eğer sen kımıldayamıyorsan ve sadece kendi ekseninde dönüyorsan, ölmüşsün. Ama kabahat sende değil. Sana inanan, güvenen Fatih Terim’de.

"Eksiğiz" diyoruz, "sakatız" diyoruz, "noksanız" diyoruz ve bu İspanya bizi evinde pozisyona girmeden yeniyor. İstanbul’da ne yaparız? Onu bilemem. Ama dün gece kişilikli ve şahsiyetli futbol oynamadık. Ve maalesef futbol oynamadan yenildik. İşin daha da kötüsü futbol oynamayan bir takıma yenildik.

Hani, onlar oynasalardı biraz diyeceksin ki, "O zaman rakip iyiydi ve biz de yenildik."

Çok rahat oldu

Yani, dün gecenin hiçbir mazereti yok. Tamam, belki biz yenildiğimiz için üzüldük. Türk Milli Takımı bu değil. Eksik olur, sakat olur, formsuz olur. Ama Türk Milli Takımı sahaya çıkar, çatır çatır kavga ederek maç oynar. Kazanır veya kaybeder. Dünkü kadar kişiliksiz ve şahsiyetsiz bir milli takım uzun zamandır görmedim.

Del Bosque bu kadar rahat kazanacağını zannetmemiştir. Del Bosque, herhalde hayatının en rahat maçını kazandı, top oynamadan. Daha da ilginci mücadele etmeden. Tahmin ediyorum bu kadar kolay bir Türk Milli Takımı’yla karşılaşacağını tahmin etmemiştir. Yazıklar olsun.
Yazının Devamını Oku

Gül ve Erdoğan düzeltsin

25 Mart 2009
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. İkisi de futbolu ve maçları stattan izlemeyi seviyorlar. Sonuna kadar gelsinler. Bir futbolsever olarak bu benim hoşuma gidiyor. "İkisine de helal olsun" diyorum. Ama onlardan doğan mı, yoksa onların bilgisinin dışında mı bilediğim bir konu var. Onlar maça gelmeden önce ve stattan çıktıklarından sonra öyle şeyler oluyor ki ya bunları engellesinler maçlara öyle gelsinler, ya da eğer yapamıyorlarsa gelmesinler. Ali Sami Yen’e, Galatasaray-Hamburg maçına taksi ile gidiyorum. Kapılara 100 metre kala taksiden indim. Polisler barikat kurmuş, araçları geçirmiyorlar. Dedim ki, "Güvenlik sebebiyle seyircilerin arasından tribüne gitmem sakıncalı. Kapıya kadar araçla girmeme izin verin". Dediler ki, "Sayın Başbakan gelecek. Onun için hiçbir aracı almıyoruz." Bu sırada bir engelli vatandaş da polise yalvarıyordu, "Ben engelliyim, maça girmek isiyorum. Benim arabayla kapıya kadar gitmem lazım." Aldığı cevap çok ilginçti. "Evine git kardeşim" dediler.

Maçın bitimine 2 dakika kala çıktım. Numaralı tribünün önü 3 sıra araba. Arabalar yüzünden karşıya geçemiyorsunuz. Tampon tampona durmuşlar. Özel bir durum olsa, arbede çıksa facia olacak. Ezilen yüzlerce insan ölecekler.

Dönüyorum bir önceki hafta İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Gençlerbirliği maçına. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül statta. Bütün localarda polis var. Olabilir. Yine arabaları yanaştırmıyorlar. Daha da ilginç olan maç bitince oldu. Gül gidene kadar VIP’te maç seyreden seyirci statta tutuldu.

Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan. Bunlar sizin gıyabınızda mı oluyor, yoksa kraldan çok kralcılar mı yapıyorlar? Siz mi böyle istiyorsunuz? Görevlilerin halka yansıttığı, sizlerin istediği. Onun için de Erdoğan, Hamburg maçı için Ali Sami Yen’e geldiğinde büyük tepki gördü ve yuhalandı. Sebebi buydu. Çünkü, bileti olan vatandaş, numaralı yeri olan vatandaş, stada son anda geldiği ve çok para verdiği için büyük zorlukla karşılaştı. Engelli vatandaşın engellendiği yerde, normal vatandaş engellense ne olur?

Bu dikiş zaten tutmazdı

FUTBOLDA temel şeyler vardır. Bunlara yorum yapılmaz. Bunlar için de kahin olmaya gerek yok. Siz bakmayın futboldan nasibini almamış insanlar, kelime oyunlarıyla yorum yaparlar. Vıdı vıdı ederler. Münasebetleri iyiyse onlara sahip çıkarlar, değilse yerden yere vururlar. Bu konuda size vereceğim en son misal Bülent Korkmaz.

Galatasaray'a Teknik Direktör olarak gelmesi son derece yanlış. Bu cümleyi sarfederken ukalalık yapmıyorum. Bülent'in hocalığı iyidir, kötüdür, muazzamdır, rezalettir. Beni ilgilendirmiyor. Ben bir şeye bakarım. Eğer futbolculuk zamanında oynadığı takım arkadaşların başına teknik direktör olarak gelirsen, o dikiş tutmaz. Futbolculuk ayrı iştir, teknik direktörlük ayrı iş.

Bülent Korkmaz'da kabahat yok. Onu oraya getirenler suçlu. Her futbolcunun artıları da eksileri de vardır. Futbolcu, teknik direktörünün her türlü açığını biliyor, teknik direktörleri de onların. Nasıl olacak bu iş? Biri bana anlatsın.

Hormon bilmecesi

PAZAR günü İstinye Park'ta geziyorum. En alt kata manavların olduğu yere indim. Resimde gördüğünüz tabela orada asılıydı. "Hormonsuz çilek" diye. Yıllardır çilekçiler değişik kentlerde benim maketlerimi yaktılar.

Hiç üşenmeden kravat bile taktıkları maketlerimi. Zamanın MHP'li Tarım Bakanı, "Hormonlu sensin Erman Toroğlu. Çilekte hormon olmaz" dedi. Hepsi kabul. Peki sevgili arkadaşlar, İstinye Park'taki manavda asılan tabeladaki cümleleri kim yazdı? Benim yazmadığım kesin. Onun için de hepinizin gözlerinden öperim.

Suçsuz olan Lincoln

LİNCOLN gitmiş. Adam zaten gelmedi ki gitsin. Lincoln'ü getiren de götüren de yönetim. Bu kadar basiretsiz yöneticilerin olduğu yerde Türkiye'nin burnu pislikten kurtulmaz. Futbolcular gelir gider, teknik direktörler de gelir gider. Sonra da onlara tazminat ödersiniz.

Şu geçtiğimiz 5 yıla bakın. O kadar çok örnek varki. Bu şundan oluyor. Herkes bir işi çok iyi yapar. Diğerlerini hikaye. Ama, siz çalıştığınız yerde profesyonellerden faydalanmazsanız olacağı budur. Lincoln'ün hiç kabahati yok ve sonuna kadar haklı.

O G.Saray yönetimi değil mi aylarca, Lincoln'e arka çıkan ve "Ona çok tekme atıyorlar, onu perişan ediyorlar" diyen. "Hakemler Lincoln'ü eziyor" diyen. Lincoln'e sahada tekme mi atıyorlardı, yoksa Lincoln sahanın dışındakilere başka şey mi atıyordu? Sonunda olacağı buydu zaten. Kimse ona kızmasın.

Çanak tutanlar ortada

YENİ yasaya göre bundan sonra statlardaki güvenliği kulüpler sağlayacaklar. Polisin sağlayamadığı güvenliği, kulüp nasıl sağlayacak merak ediyorum. Polisin elindeki bu kadar imkana rağmen halen statlardaki güvenlik tam anlamıyla sağlanamıyorsa bunun asıl sebebine bakmak lazım.

Çok net söylüyorum. Statlardaki anarşiyi körükleyen ve çanak tutanlar (Bu hangi statlarda varsa. Bazılarında var, bazılarında yok) kulüp başkanları ve o kulübün yöneticileridir. Çünkü o kulüp, o taraftara otobüs parası verir, maç parası verir. 20 tane otobüs parası verirler, taraftarlar 2 otobüs kiralarlar. 18 otobüsün parasını iç ederler. Bin tane bilet verirler, 50 tanesini kendi yandaşlarına dağıtır amigolar. Diğerlerini satıp yollarını bulurlar.

Eğer, o kulüp başkanı veya başkanlar damardan bu şırıngayı keserlerde bu sefer o seyirci, diğer seyirciyi kışkırtarak istifa isterler. İstifa istendiği an kulüp başkanı ve yöneticiler tekrar şırıngayı amigolara basmaya başlarlar. Böyle bir düzende o kulüpler statlardaki anarşiyi nasıl engelerler, düşünebiliyor musunuz?

Hangi statta küfür ve anarşi varsa o kulübün başkanı o olayın içindedir. Aksini söyleyenin alnını karışlarım ve canlı yayında her yerde tartışırım.

Maalesef ruhları yok

İSTANBUL BŞB ve Ankaraspor. İkisi de belediye takımı. İkisi de çok kaliteli ekipler. İkisinin de hocaları düzgün adamlar işini seven adamlar. Bu işi farklı yapıyorlar. Dönün öbür tarafa. Mesela Kocaelispor düşme hattında.

Mesela Eskişehirspor. Çatır çatır futbol oynuyorlar. Ama bu dört takımın aralarında iki büyük fark var. Bu fark ne? Seyirci. Yani futbolda olmazsa olmaz grup. İki tarafın da seyircisi mükemmel. Takımlarına hava veriyorlar, ateşliyorlar.

Belediye takımları içeride oynuyorlar. 35 kişi. Dışarıda oynuyorlar. Seyircilerin hepsi yönetici. Peki bunu yapanlar kimler? "Marka değerini yükseltelim" diyen Federasyonlar. Peki bu işe önlem alınmaz mı? Alınır. Neden alınmıyor? Eyyam.

Belediye'de para var, hava var, tesis var. Herşey var. Seyirci yok. Mustafa Sandal'ın şarkısı var ya, "Onun arabası var, güzel mi güzel. Şöförü de var, özel mi özel. Bastınmı gaza gider mi gider. Ama maalesef ruhu yok. Onun için hiç mi hiç şansı yok" diye. Bu da onun gibi.
Yazının Devamını Oku

Lig de bitti

23 Mart 2009
İLK yarıyı statta izledim, ikinci yarıyı televizyonda. 90+1’de Arda’nın bir görüntüsü var televizyonda, takımdan da maçtan da ümidini kesmiş gibi. Galatasaray, Skibbe’ye "Acemi" diyordu. Eee Bülent, tam amatör. Bu tip maçlarda tecrübeli adamlar gerek. Mesela Kewell hiç de kötü oynamıyordu, gereksiz yere aldı oyundan. Lincoln 1,5 yıldır oynamıyor zaten doğru dürüst. Ama bu tip maçta Lincoln’ü de oynat, ona ceza verme.

Rıza Hoca 10 kişi kaldıktan sonra Batuhan’ı çıkarıp Youla’yı ilerde tek bırakmakla çok doğru iş yaptı. Çünkü, Galatasaray defansı bu Youla’yı o dakikadan sonra bir değil, iki değil, üç kişiyle kontrol etmeye kalkıştı. Yani, Youla 3 kişiyi meşgul etti. Haliyle de Eskişehir 10 kişi kalmayı hissetmedi. Çünkü, Galatasaray Teknik Direktörü Bülent, Kewell’ı oyundan alarak, Lincoln’ü sokmayarak Rıza Çalımbay’ın ekmeğine habire yağ sürüyordu. Teknik direktör, mantığıyla hareket eder hisleriyle değil.

Gezer kıyak yaptı

Yani, Galatasaray’da inanılmaz bir başı bozukluk var. Bu tepeden tırnağa gidiyor.Bu sefer 90+4’te Adnan Polat’ın görüntüsü geliyor televizyon ekranına. Onun televizyondaki görüntüsüyle Arda’nın yüz ifadesini yan yana koyun. İkisi de aynı.

Aslında maç başlıyor, ilk yarı Galatasaray’ın pozisyonu yok, rakip kaleye gidemiyor. Futbolu Eskişehir oynuyor. Ama sahneye Bünyamin Gezer çıkıyor. Eskişehirspor’da Nadarevic’e bir sarı kart gösteriyor alakası yok. İkinci sarı kart bile tartışılır ve atıyor. Aslında Bünyamin Gezer istemeden ve bilmeden Galatasaray’a büyük kıyak yapıyor. Eğer Eskişehir 11’e 11 Galatasaray’ı yenseydi, "Olabilir" derlerdi. Ama Eskişehir 10 kişiyle yenince Galatasaray’ın halini siz düşünün.

Aslında böyle bir havada seyirci az olur zannediliyordu ama tahminden fazla geldiler. Galatasaray’ın bazı şeyleri kabul edip, tedaviye geçmesi lazım. Yapabilirler mi? Tartışılır.

Galatasaray kötü oynadığı için Eskişehir kazanmadı. Eskişehir iyi mücadele etti, dikkatli oynadı, sahanın kenarından Rıza Hoca tarafından doğru idare edildi. Ondan kazandılar. 10 kişi oldukları zaman bile Eskişehir hiç zorlanmadı. Ama futbolda şu gerçek var; antrenmanı iyi yapacaksın, hep büyük yapacaksın. Çünkü, Galatasaray takımı 60’tan sonra düşen bir takım. Fizik kondisyonları düşük. Eskişehirspor ise 90 dakika diri takım. 10 kişi kaldıkları dakikadan sonra bu dezavantaj Eskişehir için fazla bir şey ifade etmedi.

Bu Galatasaray için geçen hafta Avrupa bitmişti bu hafta da lig bitti.
Yazının Devamını Oku

İkisi de memnun

22 Mart 2009
KAYBEDENİN çok şey kaybedeceği bir maçtı. Ama berabere kalınca da fazla da bir kazanç olmayacaktı. İki taraf da defanslarını sağlama aldılar. "Mümkün olduğu kadar pozisyon vermeden oynayalım, hatta sert bitirelim" dediler.

Sivas öne geçme şansını iyi kullanamadı. Bir 10 dakika gol yemeselerdi maçı bitirebilirlerdi. İki takım teknik direktörü de rakip takımı futbolcularına iyi anlatmış. İki takım da kenara fazla inmediler. Oraları fazla kullanmadılar. Göbeğe yüklendiler, bu sefer bu kadar kalabalıktan iki taraf da çıkamadı.

Goller mükemmeldi

Atılan iki gol de mükemmeldi. Tek tek baktığımızda Beşiktaş’ta Yusuf, Tello, Sivas’ta Bilica. Diğerlerine göre biraz daha göze battılar.

Hakem 90 dakikada iyi düdükler çaldı veya çalmadı. Ki, ikili mücadelesi yüksek olan bir maçtı. Bir tek Mehmet Yıldız’ın pozisyonunda avantajda hata yaptı, oyunu devam ettirmeliydi.

F.Bahçe’yi ve Trabzon’u seyrettikten sonra Sivas-Beşiktaş maçı hiç olmazsa mücadele açısından ve teknik açısından daha kaliteliydi. İki takımın da bence en büyük noksanlığı kısa sürelerde de olsa tempo yapmamalarıydı. İşin ilginç yanı hem Sivas seyircisi hem Beşiktaş seyircisi sonuçtan memnun oldular.
Yazının Devamını Oku

Evlere şenlik

21 Mart 2009
MAÇ bitmeden yorum yapmak ve yazmak istemem. Sebebi neticeyle ilgili değil. Bir takım 2-0 galip, sonra 3-2 mağlup olmuş. Benim yorumum değişmez. 90. dakikada öyle bir olay patlar ki, maçı bırakır onu yazarım. Ama çok statta benim böyle bir şansım yok. Neden mi?

Bu statlardan biri Bursa Atatürk Stadı. Bu stada geldiğim zaman sülalemden küfür edilmedik kimse kalmıyor. Ben, kendime edilse razıyım. Ama ölmüşlerine edilince, ağrına gidiyor insanın. Ben, Türkiye genelinde bunları yapanlar ve bu küfürleri edenler için, "Ruh hastaları. Tedavi edilmeliler" diyorum. Maalesef, Bursa’da birileri ve Basın Savcısı da bunu okeyledi. Yani mahkemeyi kabul etti. Bana, dün gece de devamlı küfür ettiler. Onun için de ben maç bitimine 4 dakika kala stattan ayrıldım. Onun için de son anda skoru belirleyen penaltı pozisyonu için yorum yapamayacağım. Bu akşam Maraton’da bunu yorumlarım. Onun için de kimse kusuruma bakmasın.

Maça gelince. Hangi taraf kazansaydı, diğerine yazık olurdu. Çünkü, ikisi de kötüydü. Düşünün 90 dakika boyunca Fenerbahçe bir gol atıyor, o da ofsayt. Bursaspor ilk golü atıyor, tamamen tesadüf. Maçın net ve tek pozisyonuna Sercan giriyor. O da topu ayağından açıyor. Bir Bursaspor takımı düşünün. 70 dakika hep geriye oynuyor. Ben, Türkiye’de bu kadar geriye oynayan bir başka takım görmedim desem abartı olmaz. Peki bu zihniyette bir futbol oynayan takıma karşı F.Bahçe ne oynadı? Evlere şenlik bir futbol.

Sahada olmayan Alex’in yerine Emre soyunmuş. Geçiniz. Alex yok, Emre sahneye çıkmalı. Onu da geçiniz. Selçuk, zaten geriye dönük oynuyor. Fenerbahçe’de hücum edecek tek adam var. Sağ bek Gökhan Gönül. İşte büyük Fenerbahçe bu. Roberto Carlos oynayınca, Uğur solda yok oluyor. Çünkü Carlos gidiyor, geriye dönmek için taksiye telefon ediyor. Bir tek Lugano boğuşuyor. O da sonunda sinirleniyor. Emre gene sinirli. Bildiğiniz gibi. Şimdi bu açığını bildikleri için de rakip futbolcular ve seyirci onun üzerine oynuyor. Bunun da böyle olmasına sebep Emre.

Cebinde çip var

Hep geriye oynayan Bursaspor’da Ertuğrul Sağlam hakeme kızıyor. "Volkan Demirel vakit geçiriyor" diye. Bursaspor’da bir tek Sercan var. Rakibin üzerine üzerine giden ve her gittiğinde de birebir rakibi ekarte eden. Hakikaten defans için tehlikeli bir oyuncu. İki tarafa da çalım atabiliyor. Dürte dürte, rakibi geçiyor. Ama arkadaşları ona yardım etmiyorlar.

Güiza gol atar, atamaz. Ama çok çabuk ve süratli bir oyuncu. Bu Fenerbahçe şu ana kadar Güiza’nın bu özelliklerinden faydalanamadı. Onun istediği topları araya atamadılar. Dün bir tane attılar, o da gol oldu.

Maçın hakemi Özkahya enteresan. Kartlarını tuhaf kullanıyor. Rakip takımlardan iki futbolcuya kart gösterecek. Önce sarıyı çıkardı. Üzerine bir şeyler yazdı. Sonra cebine soktu. Ardından yine futbolcuları yanına çağırdı. Cebine soktuğu kartı teker teker onlara gösterdi. Tahmin ediyorum Özkahya’nın cebinde çip var. Kartların üzerine numaraları yazıyor, cebine sokuyor. "Acaba doğru mu, yanlış mı?" diye soruyor herhalde. Çünkü bunun başka türlü bir izahı yok.

Bursa Atatürk Stadı’nın zemini için konuşuyorduk ama yavaş yavaş düzeltmişler. Bakınca oluyor. Mart ayı geldi. Yani benim de dama çıkma zamanım. Ne de olsa büyük bir kediyim. Maç Bursa’da olunca, çekimler de damdan yapıldığı için damdaki kediyi oynuyorum. Maçı oradan seyrediyorum. Sakın beni damdaki kemancıyla karıştırmayın. Mart ayı da sadece tesadüf.
Yazının Devamını Oku