Erman Toroğlu

Cezalar hafif

17 Nisan 2009
CEZA anormal değil ama, bana göre gene hafif çıktı. Birbirleriyle yumruklaşan Arda ile Semih’in, Emre Belözoğlu’nun boğazına sarılan Sabri’nin ve olayları ateşlediğini bizzat kabul eden Lugano’nun cezaları en az limitte. 90 dakika boyunca sahada küfür eden Emre Belözoğlu’nun es geçildiğini de unutmayalım. Bu cezaları niçin az buluyorum? Oynanan maç Galatasaray-Fenerbahçe. Yani, Türk futbolunun en tepesindeki iki takım. Ve bir 1 numaralı derbi. Bu derbi hem profesyonel liglere hem amatör liglere hem gençlere hem de futbolla ilgilenen herkese örnek olan bir maç. Disiplin Kurulu cezaları bu kadar layık görmüş.

Aslında benim beklediğim daha farklı şeyler vardı. Eğer Galatasaray ve Fenerbahçe başkanları bunu yapabilselerdi, Türk futbolu farklı bir yere gelirdi. Ama ne zaman! Maçtan 5 veya 10 dakika sonra... Diyebilselerdi ki, mesela Aziz Yıldırım; "Lugano’nun yaptığı hareketi kabul edemiyorum. Fenerbahçe takımında böyle bir futbolcu istemiyorum ve onu yolluyorum."

Dönüyorum Adnan Polat’a... "Bir dakika çenesi durmayan Sabri ve ileride Galatasaray Takımı Kaptanı olması kesin olan Arda’ya, Fenerbahçe Takımı Kaptanı Semih’e yumruk attığı için sezon sonuna kadar forma vermeyeceğim" diyebilseydi.

Statlardaki kilitli odalar

Biliyorum sevgili okuyucular, düşüncelerinizi, beyninizin içini okuyor gibiyim... "Sen de ne kadar safsın ey Toroğlu! Bu Galatasaraylı ve Fenerbahçeli yöneticiler değil mi, bundan bir önceki maçta Kadıköy’de, Spor Bakanı’nın, İstanbul Valisi’nin ve Emniyet Müdürü’nün yanında ’Seni evinden aldırırım’ ve cevap olarak da ’Seni karının yanından aldırırım’ diyenler. Böyle bir zihniyetten böyle bir yorum nasıl beklersin? Ne safmışsın!" dediğinizi hissedebiliyorum.

Not: 3 büyük kulübün statlarının altında belli şahısların girebildiği kilitli odalar var mı? Bu odalarda neler var? Bu odalara kimler girip çıkabiliyor? Ve bu odalar Futbol Federasyonu’ndan gelen yetkili kişilere açılıyor? Bu odaların kilitleri yetkili kişiler istediği zaman bulunamıyor mu? Böyle odalar var mı yok mu? Yetkililer açıklama yaparlarsa sevinir, bu sütunlarda bilgi veririm.
Yazının Devamını Oku

Lugano hapse atılmalı

15 Nisan 2009
PAZAR akşamı Maraton’da, "Lugano’nun arkadan Emre Aşık’ın beyincik ve ense köküne vurması insanlık suçudur" dedim. Altını çizerek de şu cümleyi ilave ettim: "Bu adam öldürmeye teşebbüstür." Bazılarına şaka geldi. Çok net söylüyorum. Lugano hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulabilir. Lugano hapis cezası yemelidir. Mutlaka tecil olur ama bu ceza Lugano’yu ömür boyu başka işleyeceği suçlardan kurtarır. Çünkü, Lugano bundan sonra ne sahanın içinde bir maçta, ne de sahanın dışında sivil olarak hiçbir kavgaya girip ceza almaya cesaret edemez. İkinci alacağı ceza ile hapsi boylar. Biz üçüncü dünya ülkesi olduğumuz için bu tip şeyler bizde az cezalandırılıyor.

Doktor raporunu göreceksin

Ama hemen birincisi kadar tehlikeli olan ikinci olaya dönelim. İlk yarı Ali Sami Yen’deydim, ikinci yarıyı televizyondan seyrettim Maratona çıkacağım için. Kaleci Volkan’ın erkeklik organlarını tribünlere gösterdiğini görmedim. Statta olan herkes, "Önce o hareketi yaptı. Sonra infial karşısında korktu. Seyircinin sahaya atlayıp, yaralanmalar ve ölümler olacağı olayları hissettiği için bu sefer kasığını tuttu" diyorlar.

Arkadaşlar, kasık sakatlıkları bellidir. Kolay kolay geçmez. Bir kısmını MR’da çok net görürsünüz. Ben Futbol Federasyonu’nun yerinde olsam onu tam teşekküllü bir hastaneye çağırır, kasık MR’ını çekerim. Doktor raporu isterim. Bu da şaka gelebilir size. Eğer sakatlığı yoksa, Volkan’a inanılmaz bir ceza veririm. Bir daha o hareketi tek başına bile yapamaz.

Federasyon bunu yapabilir mi? Biraz zor. İnşaallah bir gün bir Federasyon Başkanı gelir, ortalık bir-iki sene toz duman olur. Ama sonunda herkes haddini bilir.

N’olur bana küfür edin

BURSASPOR’un tribünlerde yer alan ve sürekli küfür eden (tamamı değil bir grubu) taraftarı var. "Bunları kesinlikle kontrol altına almak ve tedavi etmek lazım" dedim. Bursa’da beni mahkemeye vermişler. İşin daha ilginç yanı bu konuda RTÜK, Digitürk’e bir uyarı yazmış. İnanamadım. Şimdi de ben sonunda şunu yazıyorum. "Ey Bursalı. Ben dahil, önüne gelene küfür eden o seyirciler. Sizden milyon kere özür diliyorum. Sizlere çok ayıp ettim. Sizlere karşı mahcubum. Sizlere özürden ayrı ne isterseniz isteyin, bütün borçlarımı ödemeye hazırım. Bir daha sizin hakkınızda ne konuşacağım ne de yazacağım. Bir daha yazarsam ve konuşursam RTÜK, Maraton’u kapatacak. Allah’ınızı, kitabınızı severseniz küfür etmeye devam edin. Sonuna kadar arkanızdayım. Bir daha Bursa’ya gelirsem ve bana küfür ederseniz, size stadın çatısından el sallayacağım. Öpücükler göndereceğim. N’olur bunu benden eksik etmeyin."

Zavallılar

DERBİDE kavga eden futbolcular hangi takımın futbolcuları? G.Saray ve F.Bahçe. Birbirlerine acımasızca vuran, ana-avrat küfür eden, tehdit savuran, "Dışarıda görüşürüz" diyen hangi takımın futbolcuları? Galatasaray ve Fenerbahçe. Bence bu çocukların yaptıkları normal. Şimdi diyeceksiniz ki "Dalga mı geçiyorsun?" Çok ciddiyim. Az bile yapıyorlar. Fazla uzağa gitmeyin. Bu maçın Kadıköy’de oynanan ayağında "Ben seni evinden aldırırım", daha da ileri giderek, "Ben seni karının yanından yatağından aldırtırım" diyenler kimler? Hangi takımın yöneticileri? Fenerbahçe ve Galatasaray... Bunları da Spor Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü’nün önünde yapıyorlar.

Daha başka şey yazmaya, izah etmeye, anlatmaya gerek var mı?

Zavallılar... Ama kim bu zavallılar? Biz mi hakediyoruz bu lafı, yoksa hakedenler utanmıyorlar mı, yüzleri kızarmıyor mu?

Dört büyük yeter

ŞANSAL Büyüka, Maraton’da, "Kulüp başkanları ve yöneticiler istese Türkiye’de..." dedi ve devam etti. Ben de diyorum ki "Kulüp başkanları ve yöneticiler değil, Türkiye’de 4 büyük kulübün başkanı perdenin önü ve arkasında ayrı oynamasınlar, bütün bu olaylar olmaz." Çok net ve kesin söylüyorum. Bu konuda kamuoyu önünde isteyenle istediği biçimde tartışırım. Ama, tarafların kendileri olacak. Tetikçileri değil.

İstanbul’un göbeği

PAZAR akşamı bir bayan arkadaşım Şişli’den çift katlı Bostancı otobüsüne biniyor. Otobüsün ön üst katında iki Fenerbahçe formalı bayan oturuyorlar. Şans bu ya, otobüs tam derbi bitiminde Ali Sami Yen Stadı’nın önünde duruyor. Dışarı çıkan seyirciler o kızları görüyor. O kızlara ulaşmak için bütün otobüsün camlarını kırıyorlar. Olmuyor, otobüsü devirmek için sallıyorlar. Yolcular çığlıklar içinde. Bağırış, çağırış. Polis yetişemiyor. En sonunda iki polis gelebiliyor. Otobüsün içine giriyorlar, sonra diğer gelen polisler otobüsün etrafında güvenlik çemberi oluşturuyorlar. O sırada yanında 12-13 yaşlarında oğlu olan bir anne, kapılar açılınca oğlunu otobüste bırakıp bağırarak kaçmaya başlıyor. Annenin durumunu düşünebiliyor musunuz? Çocuğu gözünde değil. Çığlık çığlığa koşuyor. Çok korkan ama bu olay karşısında şoke olan bayan arkadaşım, otobüste kalan çocuğu tutarak kadının arkasından gidiyor. 400-500 metre ileride kadını buluyor. Sinir krizleri geçirip ağlayan kadına çocuğunu teslim ediyor. Acil bir taksiye binerek oradan ayrılıyor.

Sizler yayında stadın içini gördünüz. Bu da dışarıda olanlardan sadece bir tanesiydi. İnanılmazlardan biri.

HELAL OLSUN BOLU’YA

BOLU
’da bir çocuk ve bayan tribünü yapılmış. Tek başına gelen çocuklar da var annesiyle gelenler de. Bu tribünde onlara şeker ve balon dağıtılıyor. Bunları gören diğer seyirciler de utanıyorlar. Yani Bolu, inanılmaz örnek bir girişimde bulunmuş. Bununla da kalmıyorlar. Civar köylerden çocukları stada getiriyorlar. Bu çocuklara da "Bundan böyle ve bundan sonraki hayatımda küfür etmeyeceğim" diye de yemin ettiriyorlarmış. Helal olsun onlara...

THY gerçeğini gözümle gördüm

HİÇ unutmam. Şansal Büyüka ile beraber Avrupa Şampiyonası için Cenevre’ye gidiyoruz, THY ile. Benim yemek yiyeceğim ön koltuktaki tabla kırık. Yemeğimi yiyemiyorum. Bunu Hürriyet’te yazıyorum. THY Genel Müdürü ertesi gün toplantı yapıyor ve diyor ki "Erman Toroğlu ve onun gibi THY’nin hatasından dolayı mağdur olan yolcularımız haklıdır. Aslında kabin amirlerinin bu yetkileri kullanmaları gerekir. Şu an emir veriyorum. Bu tip yolcular her kim olurlarsa olsunlar Business’a alınacaklardır ve orada ağırlanacaklardır." Bunu da bana ertesi gün Genel Müdür’ün basın danışmanı bizzat telefon ederek bildiriyor.

Tarih 8 Nisan. Bodrum-İstanbul-Ankara uçuyorum. Sefer sayısı TK-0287. Saat 10.20 Bodrum-İstanbul ayağında uçtuğum 6-D’nin yemek tablosu yine kırık. Kabin amirini çağırıyorum. Gereğinin yapılmasını istiyorum. Bana verdiği cevap, "Hiçbir şey yapamam. Bize en ufak bir şey söylenmedi."

THY uçakları niye leblebi gibi düşüyorlar? Niye sivil yerine askeri havalimanlarına iniyorlar? Düşüre, düşüre bitiremedikleri RC’lerin en son kalanını sattıktan sonra neden apronda deve kesiyorlar şimdi daha iyi anlıyorum. Zaten onlar, bizi deve gibi görüyorlar. Bizi de zaten hem söğüşlüyorlar, hem de kesiyorlar. İşte en son örnek. Bana bunu kimse anlatmadı, ben yaşadım.

Sistem değiştirin beyler, sistem

ÜÇ ay önce Yıldırım Demirören basın toplantısı yapıyor. "Hakemler bizi doğruyorlar, mahvediyorlar. Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu, Galatasaray ile Fenerbahçe’den biri şampiyon olsun, Beşiktaş olmasın diye çalışıyorlar" diyor. Beşiktaş seyircisi de "Şansal ananı, Erman ananı" diye bize küfür ediyorlar.

Aradan üç ay geçiyor, bu kez Galatasaray Başkanı Adnan Polat basın toplantısı düzenliyor. "Beşiktaş ve Sivas’tan biri şampiyon yapılmak isteniyor. G.Saray ve Fenerbahçe’nin önü kesilmek istendi, sonunda da başarılı oldular" diyor. Yani televizyonu ortadan ikiye ayırın. İki konuşmayı da yan yana verin. Sonunda gidin aynaya, "Biz bu kadar gerizekalı mıyız? Bu kadar aptal mıyız, hıyar mıyız?" diye kendi suratınıza bakarak sorun.

Yıllardır yedirdiler ama artık at terli, yemiyorlar. Sistem değiştirin beyler sistem. Ettirdiğiniz her küfür, hedef gösterdiğiniz adamlara yapılan her hareket, fiili veya sözlü bir gün size döner. Unutmayın.

Anlayana!..

DİYORLAR ki "Türkiye’de hakem yetişmiyor." Kabul etmiyorum. Hakemi yetiştiremiyorlar veya kafası çalışanlar hakem olmuyor. Veya hakemlerin kafası çalışmıyor. Öyle futbolcular var ki maça dinamit koyarlar. Benim futbolculuk ve hakemlik zamanımda da böyleydi, bundan sonra da böyle olacak. Hem maçı, hem de seyirciyi dinamitlerler. Aslında bunlar kolay oyunculardır. Hakemler maça kesinlikle şartlı çıkmayacaklar. Sabri ve Lugano’nun oynadığı bir maçta hakemin direksiyonu ele alamaması demek yani Sabri ve Lugano’ya hakim olamaması demek çok net söylüyorum, "O hakem değildir" demektir. Fazla uzatmaya da gerek yok.
Yazının Devamını Oku

İki çıban başı

13 Nisan 2009
SON 10 yılda bu kadar kötü bir G.Saray-F.Bahçe maçı izlemedim. Sahanın içinde mücadele eden 22 oyuncunun belki de 10’u kötü oynuyor. Yani yarısı. Takımlar da zaten bu maça gelene kadar kötülerdi. İki kötüden bir iyi çıkmadı. İki takımın niye bu kadar geride kaldıklarının net belirtisidir dün akşamki müsabaka. Düşünün, hakem 90 dakikanın üzerine 3 dakika oynanmayan süreyi ilave ediyor. Dakika 91’de G.Saray Nonda’yı alıyor. Niye? "Herhalde" diyor Bülent Korkmaz, "Kazanamadım, bari mağlup olmayalım."

Koca F.Bahçe takımında orta saha yok. Bir tek Emre var burada çalışan, mücadele eden. Emre, F.Bahçe’ye geldiği günden beri belki de en iyi maçını oynadı. Belki de seyircinin devamlı tahriki onu itti. Bir de Fener orta sahasında ona yardım edecek bütün futbolcular çok kötü oynadılar. O, tek başına direndi.

Önce Sabri atılmalıydı

Bu arada Sabri’yi unutmamak lazım. Hem rakibi hasta etti, hem de tribünleri. Hakem ona nasıl tahammül etti anlamak mümkün değil. Maçta teknik olarak yazılacak hiçbir şey yok. Ama 90+3 oynanıyor futbolcular birbirlerine giriyorlar. Hep ucuz kahramanlık. Maçta oynanan futbol da rezillik, 90+3’te olanlar da. Aslında bu 90+3’teki rezillik futbolcuların ne kadar güçsüz, ne kadar kapasitesiz, ne kadar zavallı olduklarını gösteriyor. Yaptıkları hep yalan rüzgarı. Bari yapıyorsunuz gidip birine vurun. Onu da yapamıyorsunuz. Olay sırf göstermelik. Bakınız, 90 dakika boyunca maçı kasetten seyredelim doğru dürüst pozisyon bulamazsınız. Doğru dürüst pas bulamazsınız, heyecan bulamazsınız. Ama 90+3’teki pozisyonu seyredeceksiniz. 90 dakikayı yazmaya gerek kalmaz. Tamamen rezillik.

Hakemin yüzünden

Maç başlamadan önce zaten gecekondu gibi olan statta seyirciler için anons yapılıyor, "Tentenin üzerine çıkmayın, çöker" diye. Ama dün gece o tentenin çökmemesi büyük şans. Dün gece 90+4’te 4 tane kırmızı vardı. Ama maalesef bütün bunları yaratan hakem oldu. Çünkü dünkü 90 dakikada maçın altına dinamitleri koyup bu hale getiren bir tane futbolcu vardı. Ama bu hakem, bu futbolcuyu 90 dakika yakalayamadı ve maalesef o futbolcu 90 dakikayı kırmızısız bitirdi ve o futbolcu yırttı diğerleri yandı. Dünkü maçın altına dinamiti koyan, dünkü maçı bu hale getiren Sabri maalesef 90 dakika maçı bitirdi. Sabri’ye söylediklerimizin bir benzerini de Lugano için söyleyebiliriz. İki takımdaki çıban başlarını yakalayamayan bu hakemin zaten başarılı olma şansı yoktu. Yangını çıkarken köpüğü sıkıp söndüreceksin. Çıktıktan sonra itfaiye çağırsan söndüremezsin. Tıpkı dün akşamki gibi.

Ligden koptular

Bu beraberlikten sonra iki takım ligden koptu. Dört kırmızı da olunca tamamen bittiler. Dün sahadaki rezillik iki takımın fizik olarak, teknik olarak, kondisyon olarak ne kadar zayıf olduklarının bir göstergesi. Bu iki takım da Türkiye Ligi’nde şampiyon olacaklarsa bu Türkiye Ligi’ne yazıklar olsun.

Not: Dünkü maçın son dakikasındaki görüntüler, A Milli Takım’ın son yıllarda neden bu kadar başarısız olduğunun net göstergesi. Demek ki bu futbolcular Milli Takım’a gittiklerinde kaldıkları odalarda, soyunma odalarında birbirlerine neler yapıyorlar, birbirlerinin arkalarından kuyularını kazıyorlar. Bunu çok net gördük. Milli Takım neden bu kadar kötü bunu gördüm ve net bir şekilde anladım.
Yazının Devamını Oku

Yıldırım gibi yetişti

11 Nisan 2009
HANİ maçlar vardır ya dakika 1, gol 1... Kocaeli’nde dakika 2, gol 1 oldu. Ama dakika 3’te Taner sakatlanıp çıktı. Bence maçın kırılma noktası Kocaeli’nin attığı gol değil Taner Gülleri’nin çıkmasıydı. Dün gece bu sezonun en kötü Beşiktaş’ını izledim. Peki diyeceksiniz ki, bu kötü Beşiktaş nasıl kazandı?

Önce Allah istedi. Çünkü siyah beyazlılar dün gece her pozisyonda düşeş attı. Maçın ikinci kırılma noktası da penaltıydı. Aynı penaltıyı bu hakem F.Bahçe-G.Saray maçında versin sonra onun halini göreyim! Dakika 37... Bir ikili mücadelede İbrahim Üzülmez yere düşüyor. Kocaelili oyuncu kalkıyor ve sürüyor, boş kaleye gol atacak ama yardımcı bayrak kaldırıyor. Hakem Bülent Yıldırım pozisyonu görüyor ama inisiyatifini kullanmıyor. Neden? Çünkü yürek yok... Hakemlerimiz pırıl pırıl iyi çocuklar da futbolla yakından uzaktan alakaları yok. Ernst basketboldaki perdeleme hareketini yapıyor, adamı indiriyor yere. Ne yardımcı farkediyor ne hakem...

İşe önce hakemden girdik. Ama birisi düşmeye, diğeri şampiyon olmaya namzet iki takımın maçını idare ediyorsun. Adaleti öyle dağıtacaksın ki, sezon sonu o yükün altından kalkacaksın. Hakem ve yardımcıları dün bütün pozisyonlarda Beşiktaş lehine hareket ettiler. Zaten verdiği evlere şenlik penaltıdan sonra Kocaeli’nin bütün direnci kırıldı sonra da 3-1’e gitti maç. Dün geceki maçın yüzde 100 etkili ismi Bülent Yıldırım’dı. Beşiktaşlılar eğer şampiyon olurlarsa, Yıldırım’a bir şilt verirler herhalde. Onlara şunu sorarım, kendi lehlerine verilecek aynı pozisyonda bir penaltıyla şampiyonluk kaçarsa, o hakemi ne yaparlar?

Nobre’yi çok aradılar

Kocaelispor dün akşam Beşiktaş’a göre sahayı daha iyi parselledi. Beşiktaş’ın kötü oynamasına da onların diri, etkili ve baskılı oyunu sebep oldu. Ama Kocaelispor çok yeni kurulan bir takım. Neredeyse sezonun yarısında kadroları değişti. Yedekleri yok. Taner’in yerine oynayan Serdar Topraktepe ise evlere şenlik, kalçasını kaldıramıyor. Tarihte kalmış. İkinci yarı Beşiktaş oyuncu değiştirince ve Kocaeli’nin yaşlı oyuncuları da yorulunca Körfez ekibi hücumda top tutamamaya başladı. Bu sırada Beşiktaş rakibin üstüne fazla gitmeye başladı ama hikayeden gidiyorlardı. Ne zamana kadar? Hakemin verdiği evlere şenlik penaltıya kadar. Bundan sonra gösterilen sarı kartlar da hep Kocaeli’nin aleyhine, Beşiktaş’ın lehine oldu.

Koca bir ilk yarı Beşiktaş takımının tek pozisyonu yok. Şampiyonluğa oynayan bir takım sondan 2. sıradaki bir takıma karşı eğer bu kadar etkisizse halini siz düşünün. Mustafa Denizli çok kötü oynayan futbolcuların içinden en kötülerini seçerek değiştirdi ve 2. yarıya öyle başladı ama sahada fazla bir şey değşmedi. Biraz Yusuf kımıldar gibi oldu ama sonucu yoktu. Tello hiç yoktu. Rüştü ise evlere şenlik. Dün gece özellikle Nobre’nin yokluğu hissedildi. Çünkü bu tarz defans yapan takımlara karşı Nobre iyi iş yapıyor. Koç boynuzu gibi zorluyor. Kocaeli seyircisine de helal olsun. Takımları sondan ikinci ama bir dakika durmadan destek verdiler. Bu seyirciyi görünce aklıma belediye takımları ve seyircileri geliyor. Çünkü seyirci futbolda her şey.

Yazıklar olsun

Dün kamera zaman zaman Mustafa Hoca’yı gösterdiğinde ümitsizliğini yüzünden okuyorduk ama Bülent Yıldırım, Mustafa Hoca’nın imdadına çabuk yetişti. Seyredin maçı, alın pozisyonları teker teker oynatın, Kocaeli’nin nasıl doğrandığını görürsünüz. Yıllar geçiyor ama çok da fazla bir şey değişmiyor gibi geliyor bana. Tam can alıcı maçlarda hep aynı sahneler. Ondan sonra da ümidim azalmaya başlıyor, hevesim de... Yazıklar olsun.

Yazının Devamını Oku

Deveyi diken!..

8 Nisan 2009
İKİ hafta önce Maraton'da topuk dikeninden bahsettim. Bunu iyi tedavi edebileceğimi de söyledim. Doktor değilim. Ukalalık da yapmak istemem. Aslında abim doktor olduğu için onun yanında gezince bir şeyleri çaktırmadan öğrendim. Ama tabi o da bizim müşterilere yaramaz. Çünkü o kadın doğumcu. Neyse biz aşağılara inip, topuğa gelelim. Hakemdim, topuk dikeni çıktı. Hoş deveyi diken yaralarmış, o da ayrı bir olay. Ama topuk dikeni bende çok hasar bıraktı.

Kortizonlu iğneler oldum. "Ameliyat" dediler korktum. Sonra bir telefon aldım. Bando, mızıkada çalışan bir astsubay arkadaştan. Bana bir tarif verdi. "Ben bu sayede atlattım" dedi.

Üç günde geçer

Ama bana bu tarifi verdiklerinde "Hadi lan oradan" diye içimden geçirdim. Ama denize düşen yılana sarılır misali oldum. "Sen de dene" dedi. İsterseniz bu tarifi size vereyim, çok basit.

Üçte iki Vicks’i, üçte bir balla bir kapta karıştırıyorsunuz. En az yarım saat ayağınızı bileğinizin bir karış üzerine kadar mümkün olduğu kadar sıcak suda tutuyorsunuz. Suya devamlı sıcak takviyesi yapıyorsunuz. Sonra ayağınızı kuruluyorsunuz. Bu bulamacı iyice masaj yaparak bileğinizin dört parmak üzerine kadar yediriyorsunuz. Sonra da bir parça jöle gibi üzerine sürüp bir ayağınıza naylon torba geçiriyorsunuz.

Doktorlarla tartıştım

Üzerine de çorap. Bu işlemi akşam yatmadan yapıyorsunuz. Sabaha kadar böyle kalıyor. Sabah çıkarıyorsunuz ayağınızı yıkamıyorsunuz. Silip normal çorabı giyip hayata devam ediyorsunuz. Üç gün yapıyorsunuz. Bende bir şey kalmadı 7-8 kişide de bir şey kalmadı. Sonra gittim doktor arkadaşlarla bunu tartıştım.

Topuk dikeni herkeste olabilir. Sizdeki ağrıyordur, başkasında ağrımaz. Sebebi bu topuk dikeni yerinden çıkıp başka yere batınca o ağrıyı veriyor. Siz bu işlemle adaleyi hamur hale getiriyorsunuz. O da eski yerine gidiyor. Geçme sebebi de öyle. Hakemdim bunu geçirdim. O diken hala başka yere girmedi. Ne demişler, "Deveyi diken..."

Spor ve devlet adamlığı

YILLAR önce rahmetli Kenan Onuk, Hıncal ile bana, "Kale Arkası" programını yapmamızı rica etti. O zamanlar Hıncal, bacağından kurşunsuz benzin yemişti. Hem de Alaattin Çaktırıcı tarafından. Yüzde yüz eğitim programı. Muhabbet de iyi oluyordu. Yaşlı, genç, çoluk çocuk herkes seyrediyor.

Program önceleri 23 gibi başlıyordu. Herkes seyrediyordu. Daha sonraları 24'e aldılar. Sonra geceyarısı 01 hatta 01.30'a kadar gitti. Yönetime dedim ki, "Çok geç oluyor. Eğer böyle devam edecekseniz, ben bu programı yapmak istemiyorum." Onlar da dedi ki, "Erman hocam. Sen futbolu, sporu çok önemsiyorsun. Bu iş bu kadar önemli değil. Bizim için magazin, diziler ve diğer programlar daha önemli." Ben de, "Siz bilirsiniz" dedim. Hıncal ile konuştuk, programı bıraktık. Sonra beni Erol Aksoy, Show TV'ye transfer etti.

Bunları niye yazıyorum. Obama, ABD Başkanı oluyor. Olurken de Türkiye'den ne Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü, ne de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı tanıyor. Bu da çok normal. Ama adam geldi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşurken dakika bir, gol bir yaptı.

Nasıl mı? Dedi ki, "Ben bir basketbolsever olarak Mehmet Okur ile Hidayet Türkoğlu'nu seyrederken keyif alıyorum. Onların Türk olmaları ve Türkiye'den böyle sporcuların çıkması beni çok etkiledi. Ben Türkiye'ye gelmeden önce bu iki sporcu beni inanılmaz etkiledi."

Ülkemizden böyle iki adamın çıkması Türkiye'nin ne kadar etkili bir güç olduğu imajını ona verdi. Şunun altını özellikle çiziyorum. Sporu sevmeyen, sporla haşır neşir olmayan, spor yapmayan adamdan, ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan ne de devlet adamı olur.

Doğru demişler

BATUHAN'ı yakından tanıyan kiminle konuştuysam, inanılmaz derecede eksi haberler verdiler. Şunu söylüyorlar, "Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, onu düzgün yola sokamazsınız." Gelen haberler bunların hepsini doğrulamaya başladı.


Dinleyerek görürler

ÜLKER Grubu ile Madrid'e milli maça gidiyoruz. Sabah Yeşilköy Atatürk Havalimanı'ndaki grupta başta Ülker'den Zuhal Hanım olmak üzere bayan arkadaşlarla sohbetteyim. Karşıdan bir kadın ve onun koluna girmiş bir adam bize doğru yürüyorlar. Tuvalete gittiklerini hissediyorum. Çünkü adam kadının koluna girmiş, onun yardımıyla yürüyor. Tam yanımdan geçerlerken eşi olan bayan adamın kolunu sıkarak, "Bak Erman hocam burada" dedi. "Bak" dediği adam da kocası. Adam bir anda döndü ve elini uzattı. Elini sıktım. Hemen devam etti, "Erman hocam, seni pazar akşamları televizyondan seyrediyorum. Çok güzel konuşuyorsun ama Galatasaray'a çok sallıyorsun. Seni hem seviyorum hem de bu yüzden kızıyorum." Ben de "Merak etme. Bundan sonra çok sallamam" dedim.

Etrafımızdakiler hayretler içinde bakarak bizi izlediler. Engelli vatandaş beni görmüyor. Ama gördüğünü söylüyor. Niye? Çünkü, onlar konuşurken çok daha dikkatli dinlerler. Etkilenirler. Bir yerde görürler. Bunlara engelli veya kör denemez. Çünkü, ne görüp de görmeyen körler var etrafımda. Veya görmek istemeyen körler. İllaki engelli olmak gerekmiyor.

Kumarbaz Kılıçdaroğlu

KEMAL Kılıçdaroğlu kumarı ve pokeri sever mi bilmem. Ama sevdiğini zannetmiyorum. Yoksa devlet kademelerinde en üst katlara gelemezdi. Ama kumar oynasaydı inanılmaz bir kumarbaz olurdu. Çünkü onda poker suratı var. Bakıyor, ne düşündüğünü anlayamıyorsunuz. Ne yapacağını da kestiremiyorsunuz. Kendisi sinirlenmiyor. Karşı tarafı fıtık ediyor, hasta ediyor. Güzel bir Allah vergisi. İnşallah daha üst kademelere kadar yürür. Ne de olsa bizim okuldan...

İkisi de hak etmiyor

PAZAR gecesi derbi var. Galatasaray ile Fenerbahçe kapışacak. Oynadıkları futbolla ve mücadeleyle şampiyonluğu haketmiyorlar.

Ali Sami Yen'de o akşam zaten mağlup olanın işi biter. Ama berabere kalırlarsa ikisinin de işi biter. Bakalım, hakeden mi kazanacak.

Yoksa ikisi de kaybedecekler mi? Ama şu anda iki takım şampiyonluğu hakediyor. Birisi Sivas, diğeri Beşiktaş. "Top yuvarlaktır" derler. Dünyada çok şey yuvarlak ama bazen köşeli de olabiliyor. Ne olduğunu lig sonunda göreceğiz.

Cevşen özrü...

İSPANYA'ya 2-1 yenildiğimiz milli maçta "Cevşenleriniz bol olsun!" başlığı ile çıkan maç yorumumdaki bir ifadede yanlışlık yapılmıştır.

"Dünya Kupası'na eğer İspanya ile biz gitseydik, cevşen değil de Allah bizi çarpardı" ifadesinin doğrusu, "Dünya Kupası'na İspanya'nın yerine biz gitseydik, cevşen değil de Allah bizi çarpardı" olmalıydı. Düzeltir, özür dileriz.
Yazının Devamını Oku

Rakı, roka, balık

7 Nisan 2009
DENİZ Feneri’ndeyim. Ama Bodrum’daki Deniz Feneri’nde. Meyhanedeyim. Bu Deniz Fener’i, o bildiğiniz meşhur Deniz Feneri değil. Maç pazartesi olunca benim de okuldan kaçmak ve dersleri kırmak için hakkım oldu! Nasıl olsa Maraton programı da yok. Bodrum’a geldim. Rakımı koydum, şahane de bir tekir balığı. Hem de ızgara. Maçı seyretmeye başladım. Televizyondan maç yazmak, çakma maç yazmak gibi bir şey. Dünyanın en büyük tembelliği. Çok kolay. Ama maalesef Türkiye’de, "Spor yazarıyım. Ben otoriteyim" diyen adamların birçoğu bunu yapıyorlar. Hem tonla para kazanıyorlar, hem de oturdukları yerden dersten kaçarak sınıf geçiyorlar. Millet de bunu yiyor. Mecbur olsalar tamam. Ama yaptıkları işe ihanet ediyorlar. Herşey yerinde yapılır. Bu sefer "Bir de ben deneyeyim" dedim. Hiç de fena değilmiş. Tabiri caizse rakı, roka, balık.

Musa Çözen güzel görüntüler verdi. Yüz ifadeleri, vücut dilleri, tekrarlar. Yalnız, televizyondan maçı izlerken hangi takımın nasıl bir halt yaptığını zor çözersiniz. Ben de şöyle çözüyorum. Kopya vereyim.

Galatasaray 1-0 galip. Gaziantepspor’un kazanması lazım. Ekran Galatasaray yarı sahasında. Beyaz formalı Galatasaraylılar, kırmızı formalı Gazianteplilerden daha fazla. Kamera dönüyor Gaziantepspor yarı sahasına. Bu sefer kırmızılı Gaziantepliler, beyazlı Galatasaraylılara göre daha fazla. Nereye kadar. 85. dakikaya kadar. Bu neyi gösteriyor. Teknik direktör acemiliğini. Eğer Galatasaray’ın 1-0 galip geleceğine razıysan, o zaman niye oynuyorsun ki? Gaziantepspor mağlup oldu. Yan pas, yan pas, geri pas. Ne araya pas var, ne de ileriye. Demek ki 1-0’lık yenilgiyi kabul ettiler, razı geldiler. Öyle bir maç ki Gaziantepspor camiasının karşılaşmanın pazartesi oynanması tepkisine göre, çarşamba da oynansa, perşembe de, cuma da farketmezdi.

Hayat devam eder

Tabata iyi oyuncu. Bu kesin. Neye göre? Küçüklere göre. Büyükler işin içine girince, tek başına gücü yetmiyor çocuğun. Galatasaray 1-0’dan sonra mantıklı oynadı. Bülent Korkmaz, Ümit’i aldı. Orta sahayı kuvvetlendirdi. Gaziantepspor ne yaptı? Hocası oyunu seyretti. Hakem maça iki tarafa göre çok daha konsantre olmuştu. Çok az hata ile maçı yönetti.

Maçın sonu yaklaşıyor. Arda, "Beni oyundan alın" diye işaret ediyor ve sol açığa gidiyor. Yani tabela kalktığında, yürüyüş mesafesinden vakit öldürecek. Ama öyle bir darbe yiyor ki harbiden çıkıyor.

Galatasaray bu saatten sonra, "Bana iyi oyun değil, herkesin dediği gibi puan lazım" dediği maçtan galip ayrılıyor. Yani Fenerbahçe derbisine kayıpsız çıkacak. Ama pazar akşamı Ali Sami Yen’de, ya iki yaralı göreceğiz ya da bir ölü. Ama bunu ters anlamayın. Tamamen sportif netice olarak söylüyorum. Sporda ölü ve yaşam olmaz. Maç biter, hayat devam eder. Düşman hiç olmaz. Herkes dosttur. En büyük rakibin de olsa.

Yazının Devamını Oku

Havaya girmişler

6 Nisan 2009
BU Eskişehirspor, bu Fenerbahçe’ye yeniliyorsa hiç ağlamasın. Galatasaray’ı yenince herhalde havaya girdiler. İstanbul’da büyük takımla oynamak zordur. Eskişehirspor Kulübü Başkanı herhalde bu alemi tam tanımıyor. Bu kadar eksik bir Fenerbahçe karşısında oyunda hakim gibi gözüküyorsun ama oynadığın futbol hikaye. Neden? Çünkü Eskişehirsporlu futbolcular dün gece Eskişehirspor için oynamadılar. Kendilerine oynadılar, vitrin yapmaya çalıştılar. Bütün hikaye bu.

Topla daha çok oynayan takım Eskişehirspor’du. Ama topla daha fazla oynamak galip gelmeye yetmiyor. Kazanmak için gol atacaksın. Batuhan deplasman maçları için avantajlı bir santrfor değil. Onun ileride Youla’nın yanında olması Youla’nın da hareket alanını daraltıyor. İstediği boş alanı bulamayan Youla kilitleniyor. Batuhan, Eskişehir’de oynanan maçlar için avantaj olur. Çünkü o, uzun boyunun avantajıyla yan ve duran toplarda çok etkili bir oyuncu. Nitekim dünkü maçta golü bu şekilde attı.

Josico tercihi yanlıştı

Alex olmayınca Fenerbahçe’nin bütün kimyası bozuluyor. Çünkü o yokken takım içinde lider bir oyuncu da çıkamıyor. Dün gece bu role çalışkanlığı ile Roberto Carlos soyundu. Allahı var fena da mücadele etmedi. "Lugano yok" derken, Edu da herhalde sezonu kapatacak gibi sakatlandı. Deivid’in biraz hareketli olması ve risk alması lazım. Oyunda daha etkili olmalı. Aragones’in Deniz’in yerine Josico tercihi son derece yanlış. Niye ısrar eder anlamadım. Herhalde vatandaşı diye. Dün gece Fenerbahçe belki hiç ummadığı 3 puanı aldı ama bunu Eskişehirspor’un kötü oyununa bağlamak lazım. Kırmızı siyahlılara bu maç iyi bir ders olmuştur herhalde.
Yazının Devamını Oku

Destek ve köstek

5 Nisan 2009
MAÇTAN evvel Çarşı Grubu bir meşale yürüyüşü düzenlemiş. Ama bu meşale yürüyüşü Beşiktaş meydan muharabesine döndü. Dayak yiyen polisler... Bunun üzerine polisin sıktığı biber gazları... Sarhoş seyirciler tarafından atılan bira şişesiyle kolu kırılan polis... Ve Beşiktaş takımının sahaya geç gelip ısınamaması. Bu nasıl bir seyirci anlayışı anlamak mümkün değil. Bunlar takımlarına destek mi oluyorlar? Köstek mi oluyorlar? Kesinlikle ikincisi. Ondan sonra da polise bağırıyorlar. Polisi şikayet ediyorlar.

Her yerde Ernst

Sahaya gelince... Bir oyuncu eksilince maçın bütün havası kayboluyor. Bizim futbolcular profesyoneliz diyorlar ama uzaktan yakından bu işle ilgileri yok. Senin sarı kartın var ama kaleye 50 metre mesafede rakibine alakasız giriyorsun ve atılıyorsun. O pozisyonda sarı kart görsen ne olur, görmesen ne olur. Atılmaya değer mi, hayır. Bunlar bir bütünün ayrıntısı ama ufak ufak sarılar işte böyle adamı yaralar.

Beşiktaş takımında Tello’nun olmaması hissediliyor. Delgado olmadığı zaman Yusuf iş yapıyor. Aslında o da henüz 90 dakikalık adam değil ama etkili. Yani Beşiktaş Yusuf’ta doğru iş yaptı.

Siyah beyazlılar dün akşam bolca kaçırdılar ama öyle de bir kaşındılar ki, 80. dakikadan sonra Kayseri golü yapsa çıkaramazlardı ve bunu sıkıntısını her ilerleyen dakikada çektiler. Maç 11’e 11 oynansaydı ne olurdu. Demek ki, Beşiktaş zorlanırdı. Ernst yine her yere koştu, yine başarılıydı. Aynı cümleleri İbrahim Üzülmez için de söyleyebiliriz. Ters kademelere girdi, tehlike çıkacak yerleri iyi kapattı. Beşiktaş, zor olabilecek maçı fazla zorlanmadan kazandı.

İlk yarıda Kayserispor’un kullandığı ve Cangele’nin topa iki kez dokunduğu kornerde karar hakem atışı olmalıydı. Onun haricinde Özkalfa’nın yönetimi kötü değildi.

Maçı kestirmeden şöyle yazabiliriz. "İlk yarı Yusuf, ikinci yarı Yusuf Yusuf!"
Yazının Devamını Oku