18 Ağustos 2010
HANİ, Ramazan ayında, iftar saatinde kimse maça gitmezdi. Hani, hava çok sıcak Allah korusun futbolcular ölürdü. N’oldu? Sen hizmeti iyi verirsen, heyecan verirsen, takımını güzel kurarsan stadını da doldurursun. Gerisinin hepsi hikaye...
Siyah beyazlılar işi biraz ciddi tuttular. İyi yardımlaştılar, tur için büyük avantaj sağladılar. Ama 90+2’deki bir anlık dikkatsizlik turu bile götürebilirdi.
Schuster yavaş yavaş kadroyu tanımaya başladı. Mesela Tabata. Hiçbir zaman silinebilecek bir futbolcu değil. Çünkü, iyi yardımlaşıyor. Özellikle de Guti gibi, Quaresma gibi futbolcuların olduğu yerde top alıp veriyor, kullanıyor. Beşiktaş topu ne kadar kendi arasında fazla gezdirirse, rakiplere karşı o kadar tehlike yaratır. Çünkü, Beşiktaş’ta Zapotocny, Ekrem, İsmail, Necip, Ernst gibi her türlü açığı ve deliği kapatan rakibe 404 gibi yapışan oyuncular var. Şimdi bu 5 oyuncun rakibe basıp yıldırdığı zaman öbür taraftan Quaresma da iş yapar, Guti de. Yani, Beşiktaş’ta bu yıl yükü bütün futbolcular aynı oranda taşıyacaklar.
Guti’yi izleyin
QUARESMA topu kaptırdığı zaman “Bana ne kardeşim” demiyor. Hiç olmazsa dönüp 2-3 pozisyon basıyor. Eli belinde yürümüyor.
Guti çok faydalı. İnanılmaz geziyor. Top almak için her pozisyon arkadaşlarına kendini gösteriyor. Topun olmadığı yerlerde Guti’yi çok dikkatli izleyin. Mutlaka rakiplerden kaçarak, uzaklaşarak, arkadaşlarından top istiyor. Daha da önemlisi topu ayağına almadan evvel nereye atacağını çoktan kestirmiş durumda. Bizimkiler gibi topu aldıktan sonra kafasını kaldırıp, nereye atacağını aramıyor.
Schuster ciddi bir teknik direktör. Sahanın kenarında da artistlik işler yapmıyor. Ayağı yere basıyor.
İş ahlakı
BU sezon Beşiktaş iyi şeyler yapacak gibi. Siyah beyazlı taraftarların şöyle veya böyle kombinelerini alıp stata gitmeleri gerekir. Çünkü bu Beşiktaş yense de yenilse de taraftarına heyecan verecek bir kadroya sahip. Kısacası, bilet paraları boşa gitmez.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2010
FENERBAHÇE’nin yeni transferi, Fransa Ligi Gol Kralı Niang tribünde. Fenerbahçe’nin golcü oyuncusu Semih ise oyunda. Semih iki attı, bir attırdı. Gökhan Ünal kenarda. Alex oyundan çıkıyor, kaptanlık pazubandını Semih’e veriyor, o da götürüp Emre’ye teslim ediyor. Emre de almak istemiyor. Bunların anlamı nedir?
Semih “Bundan sonra ben yokum arkadaş mı” diyor? Yoksa Semih şimdiye kadar olduğu gibi hiç sesini çıkarmadan Fenerbahçe’nin tarihi, ebedi ve ezeli yedek santrforu olarak sarı lacivertlilerde futbolu mu bırakacak? Çünkü Semih oynamadığı zaman sorun yaratan bir oyuncu değil. Bir futbolcu grubunu oynatmak istiyorsan eğer, o futbolcu grubunu yedek kulübesi ile tehdit edeceksin. Eğer o oyuncular “kötü mücadele ederim” veya “kötü oynarım” dediğinde yedek kulübesine bakıp “yerime her an girebilecek oyuncular var” diye düşünürse o takım başarılı olur. Yoksa olamaz.
Değneğin ucu
Fenerbahçe’nin en büyük eksiği rekabet. Eskiden tabi senatörler vardı. Aynı onlar gibiler. Hafif değneğin ucunu gördüler, kımıldadılar. İlk yarım saat 4 gol, iş bitti. Peki Antalyaspor’a ne demeli? Anlamak mümkün değil. Sıcağa bahane bulsalar olmaz. Çünkü devamlı antrenman yaptıkları yer ve maç yaptıkları yer buradan berbat.
Güiza da oynardı
Fenerbahçe şunu çözemiyor. Sarı lacivertlilerdeki sorun bir yerde santrfor değil. Bence Güiza da bu takımda oynardı, Semih de. Ama ne zaman? Kenarlardan top getirdiğin zaman. Nitekim biraz getirdiler. Semih de golleri rahatlıkla attı.
Fenerbahçe iki yıldır Gökhan Gönül’le tek kanadı kullanıyor. Sol kanadı iyi kullanamıyor. Bu sene Stoch sol çizgiye indiği zaman F.Bahçe’ye çok yararlı oluyor. Hücumda alanı genişletiyorlar. Alex ve Emre de çabuk yön değiştiren futbolcu tipi olduklarından sarı lacivertliler rakip defansları zayıf anlarda yakalayabiliyorlar.
Lugano’suz revani
Lugano’suz Fener defansı revani gibi oluyor. Parçala parçala ye. Cristian’ın oyuna etkisi çok az. Emre bazen ileriye çıktığında oraya daha sağlam birisi lazım. Dünkü maç F.Bahçe’yi aldatmasın. Dün geceki Antalyaspor’u çok halı saha takımı yener.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2010
SEZON başında kamuoyu öyle bir havaya sokuluyor ki bir, iki takım şampiyon yapılıyor, birkaç takım ise küme düşürülüyor.
Kulüplerimiz yayıncı kuruluştan aldıkları paralarla futbolcuları getiriyorlar, havaalanında karşılanıyorlar sonra da ellerine valizlerini verip tek başlarına yolluyorlar. Eğer transfer yapılarak şampiyonluklar kazanılsaydı Real Madrid yıllarca şampiyonlukları kimseye bırakmazdı. Buraya kadar yazdıklarımız futboldaki klasik şeyler.
Bu yazdıklarımızın ufak bir örneğini dün akşam yaşadık. Bir tarafta büyük paralarla kurulan Beşiktaş, diğer tarafta küçük paralarla kurulan bir Bucaspor. İzmir ekibi aman aman bir şey oynamadı. Çok adamla defans yaptılar, “Beşiktaş üstümüze gelsin” dediler. Golü yedikten sonra biraz oyuna çıktılar. Hadi onu da bırakın 75. dakikada Ediz oyundan atıldıktan sonra maçta en ufak bir farklılık olmadı. Sanki 11’e 11 oynanıyordu.
Rakip Buca olmasaydı
FERRARİ’ye bakıyorsunuz, yerinde müdahaleler yapıyor ama öyle yerlerde oyundan kaçıyor ki rakip rahat geliyor. Neden? Fizik olurak inanılmaz zayıf. Oyundan da toptan da rakipten de kaçıyor. Siyah beyazlılar dua etsinler dün ligin yeni bir takımıyla oynadılar. Rakiplerinin, rakipleri ayarında bir takımla oynasalardı veyahut Gaziantep ve Eskişehir gibi bir deplasmana gitmiş olsalardı işin sonu ne olurdu?
Bunu tabloyu Schuster kenardan görüyor. Memnun değil. Haklı da. Peki Beşiktaş ileride ne olur? Sezon başı böyle iki, üç hafta daha kazanırlarsa sonra bir de arkalarına rüzgarı alabilirlerse ve yelkenleri de şişirebilirlerse işi götürebilirler.
Hakemlere güven yok
MAÇIN en kötüsü hakem Barış Şimşek’ti. Gösterdiği ve göstermediği kartlarla neticeye tesir etti. Öncelikle şunu söyleyeyim. Taban girmek rakip için tehlikeli bir harekettir. Ama hangi taban. Rakibin topa müdahale etme şansı yok. Yalandan topa koşuyor. Ben de topa hakim olmak için tabanımı kullanıyorum. Bu faul olmaz. Ama, Türkiye’de çok hakem bu tabanlara faul veriyor. Neden? Futbolu bilmediklerinden. Dün, Quaresma bir yerde isyan etti. Bu taban hareketine. Son derece haklıydı. İşte bunun için de bizim hakemler Avrupa’da başarılı olamıyorlar ve oyunda disiplini sağlayamıyorlar. Çünkü futbolcu, onların futbol bilgisine güvenmiyor.
DİKKAT
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2010
SKORA bakarsanız Galatasaray rahat geçti. Hele deplasmanda 5-1 olunca, sorun yok gibi gelir. Ama oynadığın rakip senin yaptığın işleri yapınca bu sonuçtaki maçlarda, hatalarını göremez, gereğini de yapamazsan sonra yanarsın. Mesela bunlardan biri... Rakip hücum ediyor. Senin kalene 35 metreye kadar yaklaşmışlar, ya ara topu atacaklar ya da topun dibine vurup kaldıracaklar. Bu pozisyonda defansın yapacağı iki tane iş var. Amma, defans derken sakın yalnız geri dörtlüden bahsettiğimi zannetmeyin. Böyle bir pozisyonda önce rakibin top kullanan son adamına baskı yapacaksın. Aynen Irak’taki intihar komandoları gibi. Neden? Çünkü rakip böyle bir baskıyı yiyince topa vuracak, istediği yere atamayacak. Hem bunu yapacaksın, hem de arka tarafında gelen diğer rakip arkadaşlarını karşılayacaksın.
Sorun Aykut’ta değil
Sarı kırmızılılar bunların hiçbirini yapmıyorlar. Ne yapıyorlar? Bu 20-25 metre mesafede arka dörtlü ofsayta düşürmek için öne çıkıyor. Onu da yapamıyorlar. Birisi önde kalıyor, birisi arkada. İşin daha da kötüsü genelde arkada kalan kenardaki adamlar oluyor. Rakip de armut gibi pozisyona giriyor, ya gol yapıyor ya da yapamıyor. Sonra da diyorlar ki kaleci Aykut dağlara taşlara yaptı! Olay Aykut’ta değil ki. Top Aykut’un en zayıf yerine geliyor. Diziyle ayağının arasına. Bir tek şey yapabilir, topa ayağıyla müdahale eder, yatarak değil. Yatarsan golü yersin dün akşamki gibi. Öyle yatacaksan, git evinde yat daha iyi! Ama Aynı Aykut, belki de turu getiren kurtarışlar yaptı. O kurtarışlarla rakibin direncini kırdı.
Kewell’dan santrfor
Peki şimdi dönelim Galatasaray’ın hücumuna. Kewell’dan santrfor olur mu? Koyunun olmadığı yerde Kewell, Abdurrrahman Çelebi. Allahı var o da tıkır tıkır gollerini atıyor. Karşıdan gördüğüm kadarıyla Kewell iyi oyuncu ama daha da önemlisi ahlaklı bir insan, düzgün bir adam. Bazen seyirci yöneticiden daha iyi görerek ve karar vererek, gitsin mi kalsın mı yorumunu doğru yapabiliyor.
Ayhan’dan kesinlikle faydalanmak lazım öyle veya böyle. Çünkü o, Arda ve Kewell oldukları zaman Galatasaray daha iyi top kulanıyor. Mustafa Sarp her zamanki gibi çok çalışıyor, elinden geleni yapıyor. “Benim adım Hıdır yapacağım budur” misali.
5-1 galip gelen bir takıma daha fazla tenkit yapamazsınız. Galatasaray hücum etmeyi seviyor ama aynı iştahla geri dönmeyi sevmiyor. Biz Türk insanı olarak, defansı yalnız kaleciye ve geri dörtlüye yüklüyoruz. Oysa “golü kaleci atar, golü santrfor yer.” Bunu düşünürseniz işi çözersiniz. Peki ne zaman olacak bu? İnşallah bir zaman.
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2010
F.BAHÇE yöneticileri de, teknik direktörleri de La Fontaine’den masallar anlatıyorlar... Aziz Yıldırım, Türk futbolunun yayınları, İkinci Ligi, Basketbol Ligi’ni idare etmeye kalkıyor ama Fenerbahçe Futbol Takımı’nı idare edemiyor. Maç başladığı gibi bitse yani, 0-0 Fenerbahçe turu geçecek. Ama onu bile beceremiyorlar, neden... İşte bütün hikaye bu “neden”de başlıyor ve bu “neden”de bitiyor...
Teknik-taktik. Onlardan alt satırlarda bahsedelim ama önce çok net biçimde gördüğüm bir olayı sizle paylaşmak istiyorum. Son yıllarda Fenerbahçe takımının sahadaki patronu Alex’ti. Geçen sene bu görüntü değişmeye başladı. Her ne kadar Aziz Yıldırım, Alex’i çok beğense ve desteklese de, Emre-Ali Yıldırım ilişkileri akşam ev muhabbetleri bu yıl görüntüyü değiştirmeye başladı. Daum’un gitmesinde etkili olan Emre, şu anda Alex’in yerine Fenerbahçe’de kaptan konumunda. Her şeyde o etkili. Yani her şeye maydonoz. Bu şunu gösteriyor, Alex out, Emre in. Bunun sıkıntıları haliyle takıma yansıyacak. Aykut’un Fenerbahçe Teknik Direktörü olmasında etkisi olan Emre’nin de çok liderlik olarak sahneye çıktığını net olarak görüyorum.
Yani takımda şu anda iki tane horoz var. Birisi eski horoz Alex, diğeri yeni horoz Emre. Görünen o ki Alex’e yol gözüktü. Peki Fenerbahçe seyircisi Emre’ye tahammül edecek mi? Daha doğrusu Emre’yi kabul edecek mi? O, onların sorunu.
Taraftara yazık
Ama Fenerbahçe taraftarına helal olsun. Takımda bunlar olurken, onlar kombine biletlerini alıyorlar. Fenerium’dan alışverişlerini yapıyorlar. Takımın peşinden otobüsle, uçakla, yürüyerek gidiyorlar. Yani herşeylerini Fenerbahçe’ye feda ediyorlar. Fenerbahçe seyircisi cefakar ve vefakar. Onlar kadar uçakla, otobüsle, yürüyerek koşan taraftar az bulunur. Bir tek onlara yazık oluyor... Diğer başrol artistleri oynuyorlar...
Bu maçın tekniği-taktiği olmaz. Akıllı defans yapsan, gol yemesen tur atlayacaksın. Peki o zaman ne yapacaktın? Mesela, rakibin en tehlikeli adamı dün akşam golü atan oyuncu. Diyeceksin ki defanstan birine; “Kardeşim bu adam tuvalete gitse, peşinden gideceksin. Ufağını da yapsa büyüğünü de yapsa sonuna kadar bekleyeceksin. Orada bile boş bırakmayacaksın. Çünkü her an herşeyi yapabilir.” Ama o adam turun golünü atıyor.
Futbolun kuralları vardır. Ama herkes oyun kurallarına takılır. İşte bu tuvalet de futbolun oyun kurallarından birisidir. Young Boys, çok koşan, yardımlaşan, çabuk oynayan ama acemi bir takım. Fenerbahçe, buna elendi. Neden? Young Boys’a karşı Fenerbahçe, İhtiyar Boys gibi oynuyor. Çok ağır. Fenerbahçe oyuna çıkana kadar, rakip kalesinin önüne 7-8 kişiyle duvarını örüyor. Stoch, ikinci sarı karttan atıldı. Bu Aykut’un, sezon başından beri disiplin zaafiyetinin eseridir. İsviçre takımı kura çekti. Çünkü ilk maçta, maçın kahramanı Volkan ve direklerdi. Dün akşam ki maçın kahramanı yine Volkan’dı. İki maçta da maçın kahramanı Fenerbahçe kalecisi Volkan ise, o zaman biz de yazıyı fazla uzatmayalım. Burada bir tek cümle ile yazıyı bitirmek lazım.
Fenerbahçe seyircisine yazık oluyor. Kimseye değil.
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2010
Koşan rakip, didinen rakip, ikili mücadelelerin hepsini kazanan rakip, pozisyona giren rakip. Adamların adı Young Boys. İsimleri gibi genç çocuklar ve öyle oynadılar. Fenerbahçe ise ihtiyarlar gibiydi. Yani Old Boys.
FENERBAHÇE’de şu ana kadar ışık görmedim. Galatasaray derbisi ve Young Boys karşılaşmalarındaki tablo iç açıcı değildi. İsviçre’de oynanan karşılaşma şunları net olarak gösterdi...
SAVUNMA VE ORTA SAHA YOK
- Fenerbahçe savunması dendiğinde takımın arkasındaki dört kişiye bakmayın. Takım olarak en ileri uçtan, geriye kadar savunma anlayışı çok ama çok kötü. Sarı lacivertli takımda orta saha diye bir şey yok. Hiçbir şekilde topu kullanamadılar. 90 dakika boyunca topa sahip olan ve istediği gibi kullanan Young Boys oldu.
FİZİK VE KONDİSYON SIFIR
- Rakip çok koştu ama biraz acemiydi. Zaten acemi olmasalardı maç 8-9 farkla biterdi. Fizik, kondisyon yönünden Fenerbahçe iyi değil. Bütün ikili mücadeleri rakip kazandı. Adamlar isimleri gibi genç çocuklar. Yani Young Boys. İsviçre temsilcisi adına uygun mücadele etti. Fenerbahçe ise ihtiyarlar gibi oynadı. Yani Old Boys gibiydiler.
DİSİPLİN HAK GETİRE
- Disiplin anlayışı hiç de iyi değil. Disiplin olsa hep beraber defans yaparsın, hücum edersin. Zaten bunu yapamadığın zaman disiplin yok demektir. Genel disiplin olmadığı için oyun disiplini de olmuyor. İşin daha kötü yanı Fenerbahçe’de Daum’un yerine Aykut Kocaman’ı göreve getiren ve onu takımın başında görmek isteyen futbolcular. Bu futbolculara Aykut Kocaman ne kadar disiplin sağlar? Yarın alınacak ters sonuçların ardından futbolcular “Seni biz getirdik, sen bize nasıl muamele ediyorsun” demeyecekler mi? Yani, Aykut Kocaman attığı silahla vurulacak.
KIRMIZILAR AYKUT’UN ESERİ
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2010
Bizim futbolcularımız o kadar küstah ki bırakın rakibe, hakeme bile çelme atmaya onu itmeye kalkıyor. Alman hakem kırmızıyı gösterince de olay oluyor. Bu tablo tamamen bizim hakemlerin eseri.
NERESİNDEN bakarsak bakalım, hala belli bir kaliteyi tutturamıyoruz. Antrenöre bakıyorsun tuhaf, hakeme bakıyorsun o da tuhaf, yönetici zaten tuhaf. Anlamak mümkün değil. Bakınız beyler. Bir maç yapıyorsunuz ismi özel. Dostluk maçı diyorsunuz, hikaye. Bu iki takım dost olamaz. Yaptığınız maça hakem istiyorsunuz. Nereden istiyorsunuz hakemi? Almanya Federasyonu’ndan. Ondan resmi hakem istediğiniz an ve hakem tayin olduğu an o maç resmi bir hüviyete bürünür.
Hakem maçtan sonra, “Selçuk bana çelme taktı” deseydi ve raporuna yazsaydı Selçuk, Avrupa Kupaları’nda en az 2 veya 3 maç oynamazdı. Aykut Kocaman çıkıyor diyor ki, “15. dakikada bu kadar kart gösterilir mi?” Adamın gösterdiği bütün kartlar doğru. Sen antrenman yapıyorsun, lige hazırlanıyorsun da hakem hazırlanmıyor mu? Ama bizim futbolcular o kadar küstah ki bırakın rakibe, hakeme bile çelme atmaya onu itmeye kalkıyor. Bunu bizim hakemlere yapıyorlar. Bizim hakemlerimizin çoğu 3 büyük takım futbolcusuna korkarak baktığı için onlara gerekli kartları gösteremiyorlar.
El bombaları
İşin daha da tuhaf bir yanı var. Bir teknik adam için en büyük tehlike takımını 10 kişi bırakan futbolcudur. O futbolcuları ben el bombasına benzetirim. Ama maalesef çok Türk teknik adam, bu el bombalarını ikaz edeceklerine bu bombalara sahip çıkıyor. İşin sonunda da kendi sonlarını hazırlıyorlar. Taviz vermenin 50 gramı, 1 kilosu, 2.5 metresi olmaz.
Bizim ülkeye tangocu uyar
TÜRKİYE’de bir Brezilyalı futbolcu modası başladı, şimdi gerisin geri gidiyor. Yöneticiler baktılar ki olmuyor, yavaş yavaş onların su yollarını kesmeye başladılar. Ülkeye transfer yaparken, ülkenin yapısına da dikkat edeceksin. Bizim ülkeye Brezilyalı değil, Arjantinli futbolcu tipi daha fazla uyar ve tutar.
İpler futbolcuların elinde
AYKUT Kocaman’ın Fenerbahçe Teknik Direktörü olmasında Emre Belözoğlu’nun payı çok büyük. Bunu net bir şekilde söylüyorum. Ama aynı Emre dakika 1, gol 1 Aykut Kocaman’ı taca atıyor. Yarın Aykut Kocaman, Emre’nin birkaç sefer ayağına bassa Emre şu cümleyi söylemeyecek mi, “Seni ben getirdim, senin yaptığına bak.”
Yazının Devamını Oku 22 Temmuz 2010
HİÇ uzatmadan yazıya tersten başlayalım. Dünkü maç şunu net biçimde gösteriyor. Eğer... Türkiye’de Futbol Federasyonu’nun ve hakemlerin sağı solu oynamazsa, 3 büyük takım şampiyon olamaz. Çünkü bunların oynadığı futbol değil...
Futbolda net birşey vardır. Ya doğru oynarsın, gerçek oynarsın, düzgün oynarsın, ya da sahte oynarsın. Sahte oynamamak için yapacağın işler var. Boşa çıkacaksın, top alacaksın, çok koşacaksın, yardım edeceksin, hep beraber hücum edeceksin, hep beraber defans yapacaksın. Bunları yazdık ama bu kadar kolay değil. Sahte oynarsın ama nasıl...
Dün akşam oynanan maçtaki futbolcular gibi. Neden?
Araya boşa çıkan veya ileriye hücum eden arkadaşını bulamazsan ne yaparsın? Tek bir şansın var. Başka hiçbirşey yapamazsın. O da nedir? Yan top, yani sahte futbol.
İspanya’yı izleyin
* Avrupa ve Dünya Şampiyonu İspanya’nın oynadığı maçları kasetlerden izleyin, kaç tane yan top yapıyorlar ve ne kadar ileriye, araya oynuyorlar. Futbolun aslını görürsünüz. Düşünün, bir takım 80 dakika 10 kişi oynuyor ve siz rakip olarak, futbol oynadığınız zannediyorsunuz. Galatasaray takımında, ne taktik var, ne teknik var ne organize hücum veya organize defans. Bir tek şey var. Arda bir şeyler yaparsa, oynamaya çalışıyorsun. Yoksa, stop ediyorsun. O zaman teknik direktör niye lazım? 10 kişi, 11 kişiye karşı futbol olarak fark ettirmiyorsa, bir tek kelimeyle bu takımı özetleyebilirsiniz. O kelime de “hikaye”dir.
Galatasaray’da zaten değişik oynayabilecek bir tek Arda var. Fenerbahçe de buna mukabil değişik oynayabilecek oyuncu adedi, 3’ü 4’ü buluyor. Galatasaray’la Fenerbahçe arasındaki dünkü maçta, tek fark buydu. Bunun için de 10 kişiyle Galatasaray’ı yendiler.
İşte hakem farkı
* Şimdi gelelim hakeme. Selçuk sarı kart görüyor, çok etkili bir oyuncu ve F.Bahçe’de oynuyor ya... Sarı karttan sonra Almanya’da, Alman hakemle oynadığını unutuyor. Maçı bizim hakemlerden birinin idare ettiğini zannediyor. Karttan sonra hakemi alttan şöyle bir yokluyor. Ve anında ikinci sarıyı görüyor.
Bitmedi. Tribünlerde meşale yakılıyor, hakem tribünleri kesiyor. Meşaleler sahaya atılınca da soyunma odasına gidiyor. Bir süre bekliyor, uyarıyı yapıp geri geliyor. Aynı seyirci bir daha sahaya çöp bile atamıyor. Neden? Çünkü sahada hakem var, otorite var.
Bizde maçtan evvel tribünden atılan cisimle hakemin başı yarılıyor. Acıbadem’den acil 4 tane doktor geliyor. Hakeme konsültasyon yapıyorlar. Hakemlerin babası orta hakem, maça çıkıp aslanlar gibi idare ediyor. İşte Türk futboluyla, Alman futbolu arasındaki fark bu kadar basit.
Ey iki büyük takımın yönetici ve başkanları. Benden size bir tavsiye. Bir daha böyle bir maç organize edeceksiniz Alman bir hakem idare etmesin. Türkiye’den bir hakem getirin. Yardımcıları da Türk olsun. Hatta istemediğiniz kararlar verirse soyunma odasına gidip, onun kokartıyla ilgili konuşma hakkınız da olabilir. Ama Alman hakem hakkında olamaz. Maçta futbolcularınızdan gördüğünüz gibi...
* NOT: Ben bu yazıyı yazdıktan sonra basın toplantısına indim. Aykut Kocaman konuşuyordu, “Bir özel maç yapıyoruz. 14. dakikaya kadar tuhaf sarı kartlar ve sonunda bir kırmızı kart. Böyle bir şey olur mu?” Resmi bir hakem maç yönetiyor ve özel bir maç deniliyor. Oyun kuralları özel ve resmi maçlara göre ayrı ayrı mı uygulanıyor? Merak ediyorum. Bu şunu net şekilde gösteriyor, yukarıdaki yazının ne kadar doğru olduğunu.
Yazının Devamını Oku