13 Eylül 2010
DÜN geceki Amerika takımı, maçın gazına biraz daha bassaydı, 100 sayıya ulaşır mıydı? Bence evet. Biz, daha iyi şeyler yapar mıydık?
Ona da evet. Peki, biz bu takımla bu Amerika’yı yener miydik? Bence hayır. Hep olsaydı, yapsaydık filan diye konuşsaydık eğer, bize şunu diyebilirlerdi: “Halamın bıyıkları olsaydı, amcam olurdu.”
Peki, biz organize ettiğimiz bu dünya şampiyonasında hedefe ulaştık mı? Bence evet. Hatta bazı maçlarda her şey denk gelip (!) finale kadar da gelmedik mi? Bence ona da evet.
Dün gece bu Amerika takımını yenemezdik. Çünkü, basketbolda sürpriz yoktur. Neden? Çünkü basketbol, futbol gibi değildir. Futbol ayakla oynanır, kalenin eni ve boyu belli iken, basketbol topunun geçtiği çemberin çapı zaten bellidir. Onun için de elle oynanan basketbolda, sürpriz kesinlikle yoktur. Ama ayakla oynanan futbolda, kesinlikle vardır.
Bu turnuvada oynayan Amerika takımı, sanki bir düğmeye basılarak idare edilen takım gibi mücadele etti. Diyorlar ki, Amerika’nın 2 veya 3 nolu kaliteli takımı geldi. Bence böyle takımlarla oynamak daha zordur. Çünkü Kobe Bryant’a antrenör olarak bazı şeyleri yaptıramayabilirsiniz. Ama kolej takımı gibi olan bu takıma, zaten kolej takımı koçu olan bir adam herşeyi yaptırır.
Hücum ederken, defansı düşündüler. Defans yaparken, hücuma çıktılar. Basketbol için var olan her şeyi yaptılar. Hatta tehlikeli olabilecek noktalarda psikolojiye de girdiler. Orada da bizi bozdular. Hidayet’te olduğu gibi...
Sakın bu maçın hakemlerine birşey söylemeyelim. Hakemler güçlüleri, kuvvetlileri severler. Onların genlerinde bu bozukluk vardır. Turnuva geneline baktığınızda, bu konuda şikayetçi olduğumuz da söylenemez...
Bundan sonra ne olur? Dünya ikinciliği, Türkiye’deki çocukları ve gençleri basketbola yöneltmeyi artırır. Ama yıllardır hamal gibi alt yapılarda ve üst yapılarda çalışıp, bu gördüğünüz Milli Takım’ın kuruluşunda emeği olanları bir kenara atmayalım. Bu çocuklara şimdi çok sahip olan çıkacaktır. Ama bırakın veya bu çocuklara sorun kimlerin emeği olduğunu...
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2010
MAÇTA beş tane gol var... Yani, baktığında heyecan verici gibi geliyor. Tamam, futbolla ilgilenenler derler ki; goller tabii ki hatalardan olur. Ama A Milli Takımlar seviyesindeki bir maçta bu kadar hata da biraz fazla oluyor.
Bizim attığımız üç golde de rakibin topları ıskalaması var. Yediğimiz iki golde de önce kalecimizin, sonra defansın hatası var. Tamam, kalecimiz gollerde çok hatalı. Toplar kısa mesafeden sert de atılmıyor, neredeyse 40-50 metreden toplar süzüle süzüle geliyor... Yani, çıkıp fotoğraf bile çektirebilirsin; öyle ortalar... Peki kalecimiz hatalı da, defans adamlarımız ne yapıyor? Hiç... Onlar da seyrediyorlar.
Rakip, 64. dakikada eksik kalmasa ne yaparız? O da ayrı bir konu.
Buraya kadar yazdıklarımız tribünden herkesin gördüğü olaylar. Ama Hiddink herhalde takımı daha yeni yeni tanımaya başladı. Şimdi çok kimse Tuncay’a kızacak; ne yaptı ki diye? Peki ben de soruyorum; Tuncay’ın yanına yardıma kimi soktuk?
Dört kişiden biri fazlaydı
Çünkü koca ilk 45 dakikada orta alan hiç yoktu. Neden? Emre topu iyi kullanan bir oyuncu. Hem kısa yapıyor hem uzun. Onu fazlaca topla buluşturacaksınız. Ama yanında oynayanlar ona yardım edecekler. Kim onlar? Selçuk, Aurelio, Hamit.
Hamit sağ çizgiye gitti, orta sahadan koptu. Aurelio zaten oyuna giren bir oyuncu değil; defansın önünde çakılı kaldı, öyle olunca da Selçuk şaşırdı kaldı. Böyle bir tabloda Emre, geriye doğru mu girerek oynasın, yoksa geriden top alıp mı oyuna çıksın veya top atsın, karar veremedi. Yani, Hiddink’in orta sahasında dört kişiden biri fazlaydı. Ya Aurelio’yu oyundan alacaktı ya da Selçuk’u?
Semih dengeleri değiştirdi
Selçuk çıkıp Semih girince bütün dengeler değişti. Takım olarak rakibin üzerine gitmeye başladık ve pozisyonlar bulduk. Tabii rakibin 64. dakikada eksik kalması da bunda büyük faktör. Çünkü karşımızda 11 kişi oynayan Belçika olsaydı, bu sefer hücuma dönük oynamaya başlayan milli takımımızın orta sahasından onlar faydalanabilirlerdi.
Sadece Emre&Arda
BİR defa şunu kabul edelim; iyi futbol oynamıyoruz. Top Emre’ye, Arda’ya gelince bir şeyler yapıyoruz. Onun haricinde keçiboynuzu gibi. Çiğne çiğne tat vermiyor.
Böyle oynarsak zor
GRUPTAKİ ilk iki maçı öyle veya böyle geçtik. Şimdi Almanya’ya Almanya’da yenilmememiz lazım. Böyle oynarsak işimiz zor. Ama biz öyle bir takımız ki, bazen çıkıyoruz ne oynadığımızı kendimiz de kestiremiyoruz, rakip de çözemiyor; hem kendimizi hem rakibi kilitliyoruz, işi bitiriyoruz. Çünkü ya defansı biraz yapıyoruz ya hücumu. Çiklet çiğneyerek bisiklete binemiyoruz. Olsun, öyle veya böyle 6 puanımız var. Kazandığımızda ders alırsak, başarılı oluruz.
BEĞENDİM
Hatalı goller yesek de maçı hiç bırakmadık.
BEĞENMEDİM
Şükrü Saracoğlu Stadı’nın zeminini.
DİKKAT
Her zaman böyle ballı olmayız.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2010
Sizin beğenmediğiniz o odalarda arkadaşlarınız uyudular. Peki siz o geçtiğiniz odada rahat rahat yattınız mı? Aferin sana Arda, sinemadan sonra cumhurbaşkanının odasını da kapattın. KÖTÜ günde herkes yazar. Pembe bulutların üzerinde gezerken çuvaldızı kalçana batırırsan kendine gelirsin.
Gazetecilikte haber sana bazen gelir, çok zaman sen gidersin. Daha da önemlisi gezersen, yaşarsan gazetecilik yaparsın.
Astana’da gece saat 24.00... Burada yaşayan arkadaş grubu ile geziyoruz. Rixos Oteli’nde kalan iki iş adamı arkadaşı da otelden alıp, gece kulübüne gideceğiz.
Yangın yapıyorlar
Kulübe gittik. Kulübün adı Chocolate. Sohbet başladı. Daha kafadan otelden aldığımız arkadaşlar enteresan şeyler söylemeye başladılar. Futbolcuların bazıları yataklarını ve odalarını beğenmemişler. Bir kısmı hiç ses çıkartamamış. Emre Belözoğlu, yatıştırıcı havalarda olaya iyi niyetle bakan davranışlar içine girmiş. Ama Tuncay ile özellikle Arda yangın yapmışlar. Arda, kesinlikle böyle bir odada kalmayacağını ve kendisine yeni oda verilmesini istemiş. Otel yönetimi çok zor duruma düşmüş ve mecbur olmuşlar cumhurbaşkanının kaldığı odayı açmaya. Arda ile Tuncay bu süit daireye yerleşmişler. Şimdi bu olaya değişik açılardan bir göz atalım.
Ey Tuncay ile Arda, siz bu milli takımda önde gelen ve örnek olacak iki isimsiniz. Yıllarca üst düzey takımlarda oynadınız. Milli takıma ilk defa gelen oyuncular da var. Sizin beğenmediğiniz o odalarda arkadaşlarınız uyudular. Peki siz geçtiğiniz o süit odada rahat yattınız mı? (Aferin sana Arda, sinemadan sonra cumhurbaşkanının odasını da kapattın.)
Bu olaydan teknik direktör ve yardımcı antrenörlerin haberi olmadı.
İşin daha da enteresan tarafı, bizim Atilla Türker’e bu haberi söyledim. O da futbol federasyonu başkanına durumu iletti. Ama, federasyon başkanının olaydan haberi yoktu.
Hiddink ortada kaldı
“Türkiye Futbol Federasyonu otoritesini kaybetti, etkinliğini kaybetti” demeye başladım. Bunu takriben bir senedir söylüyorum. Federasyon daha kendi milli takımına hakim değil. Bu işin bir tarafı. İsterseniz bir de arka bahçeye geçelim. Milli takım stada geliyor. Soyunma odasına girecek, sinirlenmemesi lazım, sakin olması lazım, yalnız maçı düşünmesi lazım. O da ne? Bir anda Kazak polisi ay yıldızlı futbolcuları itip kakmaya, üzerlerini aramaya başlıyor. Araya, Hiddink giriyor. Eliyle, koluyla hareket edip tarafları ayırıyor. Peki soruyorum size? Kazak polisi Hiddink’e bir tane geçirse ne olur? Tam rezillik. Sonra o polisin anasını ağlatırlar ama benim milli takımım rezil olduktan sonra ağlatsalar ne olur.
Musluklar altından
MİLLİ futbolcuların Kazakistan’da kaldığı Rixos President Astana Oteli’nde her türlü konfor düşünülmüş. Ancak, Tuncay ve Arda’nın konakladığı Cumhurbaşkanı suitinde ise lüks sınır tanımıyor. Bu odalarda musluklar, hatta çöp tenekesi bile altından yapılmış.
Ne yaptıklarını bilmiyorlar
KAZAKİSTAN maçı bitiyor, basın toplantısı var. Ben o toplantıların olduğu soyunma odası koridorlarına iniyorum. Şöyle bir etrafı gözlemliyorum. Yaşanan olaylar tam arabesk, amatör ve Arap işi. Futbolcuyu kolundan tutan röportaja götürüyor, eline mikrofon alan röportaj yapıyor, bazı gazeteciler elinde teyp, futbolcularla sohbet ediyor. Aynı Futbol federasyonu, Türkiye’deki maç yayınlarında yeni yeni görevler icat ediyor, ayrıcalıklar tanıyor, yeni yeni yetkili adamlar çıkartıyor. Onlar da neyin ne olduğunu henüz bilmiyorlar. Federasyon da ne yaptığının farkında değil. Türkiye’de yarın bir gün stadın bilmem ne kadar uzağında röportaj yapmaya ya da haber almaya kalkan bir gazeteciye ne yapılır bilemiyorum.
Türkiye Futbol Federasyonu kötü gitmeye başladı
FUTBOL Federasyonu’nu şu anda kim idare ediyor? Kulüpler mi, futbol federasyonu mu? Haluk Ulusoy, Güney Kore’ye uçakları doldurup götürdüğünde en ağır şekilde eleştirmiştik haklı olarak. Hatta o gidenlerin içinde sonradan Spor Bakanı olan Murat Başesgioğlu ve çocukları da vardı.
Oy avcılığı
Yıllar geçti, ne değişti? Hiçbir şey. Aynı gezi bu kez Amerika’ya yapıldı. Bakıyorum Kazakistan’a, Astana’ya da yapılıyor. Hiç kimseyi şartlı eleştirmedim. Ama bu futbol federasyonu kötü gitmeye başladı. Böyle giderlerse, giderler. Ne yaparlarsa kalırlar? Oy avcılığı ve bazı kulüp başkanlarına şirin gözükerek.
Fransız oldular
Futbol federasyonu bir otoritedir. Futbolun başıdır. Kulüp başkanlarının emrine girmeye ihtiyacı yoktur. Türkiye’de futbolu, futbol federasyonu idare eder. Kulüpler değil. Futbol federasyonu başkanı, başkanlığının yetkilerini ve sınırlarını, kulüp başkanları, başkanlıklarının yetkilerini, sınırlarını ve hadlerini iyi bilmek zorundadırlar. Maalesef federasyonlarımız ve kulüplerimiz yabancı teknik direktörlerle çalışırken onları çözemezler. Onlar otele, yatağa, çarşafa, ayakkabıya bakmazlar.
Kendi işlerine bakarlar. Fransız olurlar. Ama bakıyorum, bizim futbol federasyonu da Fransız’dan daha Fransız.
Milli takımlarda veya kulüp takımlarında menajerlik sistemi vardır. O zaman yetkiler nasıl olur? İşte bütün hikaye burada.
NOT: Yukarıda yazdıklarım idari. Ersun Yanal, Guus Hiddink teknik konularını ileriki günlerde yazarım.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2010
FUTBOLDA kazanan haklıdır. Rakip zayıfmış, senin futbolcuların takımlarında oynamıyorlarmış, hepsi tamam. Maç 3-0 olduğuna göre oynamayanlar da haklı, onları seçenler de... Peki nereye kadar?
Önce sadede gelelim. Kazakistan, Bank Asya Lig’inde oynasa kesinlikle küme düşer. Hangi ligde oynar bilemem ama dün gece bizim rakibimiz idi. İlk golü atana kadar Kazaklar iyi mücadele ettiler. Heveslilerdi. Ama iki golü üst üste yiyince işi bıraktılar, havlu attılar. Zaten ondan sonra da bizim takım ayağa top yaparak 90 dakikayı tamamlamayı düşündü. Peki biz bu kadro ile bu gruptan çıkar mıyız? Çok zorlanırız.
Yük Emre’ye biniyor
Bakınız, aynı kadro ile İstanbul’da Belçika ile oynayacağız. Eğer bu orta saha ile sahaya çıkarsak işimiz zor. Nedenine gelince... Yük bir tek Emre’nin üzerine biniyor. Hamit de ona yardım ediyor. Ama Emre dün gece hiç baskı görmeden oynadı. İstediği gibi top koşturdu. Hatta at koşturdu. Peki Belçika’ya karşı orta alanı bu kadar rahat ele geçirebilir miyiz? Bence zor. Çünkü Kazak takımı ne kontratak yapmayı biliyor, ne atak yapmayı, ne de defans yapmayı... Averaj lazım olsaydı iyi oynayabilirdik.
Nihat güzel bir gol atmasına rağmen yine etkisiz idi. Defansta yine açıklar veriyoruz. Bu Kazak takımına bile. Yarın diğer takımlar Kazaklar’ın öremediği çorabı başımıza örebilirler. Türkiye liginden yedekler dahil 5 tane milli takım çıkartsak bu Kazak takımını yener.
Antrenman maçı
Güzel ciddi bir antrenman maçı oldu. Orta alanda ve defansta yaptığımız hatalardan ders alabildik mi bilemem. Bu maçta bile golleri çabuk bulamasaydık sanki bana zorlanacaktık gibi geldi. Ama olsun. Bu tip takımlar tehlikelidir. Körün taşı atarlar, kafanı yararlar. Öyle bir kazaya kurban gitmedik.
İstanbul’daki Belçika maçında ne olduğumuzu daha net göreceğiz. Bu maçta hakem falan sormayın. Maçı Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev bile yönetse zaten bu kadar yönetirdi.
BEĞENDiM
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2010
BEŞİKTAŞ’ın kazandığı gollerde bir değişiklik yok. Eski yıllarda olduğu gibi yandan top gelecek, Nobre atacak.
Siyah beyazlıların, takım olarak oyunları da iyi değil. Quaresma, patlama yaparsa göze hoş gelen hareketler oluyor o kadar. Guti, güçsüz. Bir tek Quaresma ile de ne yaparlar bilinmez. Karabük, kendi yağıyla kavrulan futbolu kişilikli oynayan bir takım. Belli imkanları var. Ama böyle takımların bir tek şeye ihtiyacı var, adalete. Peki Türkiye Ligi’nde bunu bu yıl bulabilecekler mi? Büyüklerle oynayacakları maçlarda zor, diğer maçları bilemem. Nedenine gelince; hani maçta kırılma noktaları var ya, o kırılma noktalarında hakem düdüğü kuvvetliden yana çalarsa, hiç bir şey yapamazsın.
Böyle penaltı olmaz
Mesela; maç 1-1. Karabük, Beşiktaş kalesinde bolca pozisyona giriyor. Her an atabilir. Ama Nobre, adamı çekiyor, eziyor, itiyor, basıyor, golü yapıyor. Hakeme bakıyorsunuz, karar gol. Quaresma, ceza alanına giriyor, bir adamı geçiyor, ikinci adamın hareketini bekliyor, ama Karabüklü defans oyuncusu Quaresma’nın kafa yapısını anlayınca hareketi kesiyor. Yere basıyor. Quaresma da başlıyor uçmaya. Hakemin düdüğü çalıp, Quaresma’ya kart gösterip, aleyhte endirekt vuruş vermesi lazım. Ama penaltı noktasını gösteriyor. Ve skor oluyor 3-1. Bundan sonra sinir sistemin Karabük Demir Çelik de olsa, gümüş de olsa, altın da olsa, dayanamazsın. Sonra da diyeceksin ki, tabelaya bak maç 4-1. Doğru, maç 4-1.
Allah sabır versin
Ey küçük takımlar bu sene bu görüntülere alışacaksınız. Fazla sinirlenmeyeceksiniz. Hakemler akıllı adamlardır, havayı koklarlar, ne yapacaklarına karar verirler. Bu Futbol Federasyonu da olaylara çanak tutmaya başladı. Sistemi öyle kurmaya başladı. İşin sonunda Haluk Ulusoy’u aramayalım. Ne diyelim, Allah küçüklere sabır versin.
BEĞENDİM
Karabükspor’un kendi yağıyla kavrulup, kişiliğini değiştirmesini.
BEĞENMEDİM
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2010
DAKİKA 42... Yardımcı hakem bir karar verdi. Doğru veya yanlış. G.Saray’ın kaptanı Arda, önce 3-4 defa yardımcı hakeme fırça attı.
Hakem geldi, onu da ikaz etti. Çünkü Arda biliyorsunuz, UEFA Başkanı! Ondan sonra da sarı kart gördü. Yahu kardeşim top taç olsa ne olur, korner olsa ne olur? O pozisyona o kadar itiraz etmeye değer mi?
Rakip kötü bir takım. Kadro olarak G.Saray’la mukayese edilemez. Ama futbolda para bir yere kadar...
Bakınız, dakika 72. Adamlar 10 kişi kalmışlar. Bence rakibin 10 kişi kaldığı pozisyonda o oyuncu atılmaz. Öyle veya böyle hakem atmış. G.Saray ne yapacak? Ayağına top gelen her oyuncu, boşa çıkan arkadaşına verse, rakibi ortada sıçana çevirirler. Ve sonunda biri boş kalır. Gol veya goller atıp, rakibi elerler.
Güçleri tükenmiş
Ama onlarda bu güç de yok. O boşa çıkacak, gayret ve heyecan da yok.
G.Saray, Avrupa kupalarından da gitti. Geriye ne kaldı? Türkiye Ligi. Bu saatten sonra bunun hesabını bir kişi verir; Adnan Polat. G.Saray ölmüş, ağlayanı yok. Yarın seyirci de maça gitmez. Decoder de almazlar, loca da. G.Saray’ın bu sezon sesi çıkmaz. 90’da gol atıp, 90+2’de gol yiyip, elenen takım acizdir. Fazla bir şey demeye gerek yok.
İthalleri de gelsin
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2010
SEZON başı diyoruz... Futbolcular, hakemler hazır değil diyoruz... Daha ısınıyorlar diyoruz... Ama işin kötüsü, teknik adamlar bu iki gruba göre daha formsuzlar, daha kötüler. Özellikle üç büyük takımın teknik direktörleri. Hadi “Alex ağır” diyorsun, “süratli değil” diyorsun. Peki Stoch diye bir adamın var. Hem de tam Trabzon deplasmanında oynayabilecek kapasitede bir adam. Ama onu kenarda oturtuyorsun. Nereye kadar? Sana Allah yardım edip, Semih sakatlanana kadar. Yani Semih sakatlanmasa Stoch’un girişi gecikecek.
İki tarafın da attığı gollere baktığınızda bir tek Stoch’un Mehmet Topuz’a verdiği mükemmel pasla hazırlanan, bir de Yattara’ya atılan topta attığı gol. Burada Yattara’nın pozisyonu foto finiş görüntüsüyle ofsayt olabilir. Diğer goller inanılmaz defans hataları. Ölü toptan gol atılıyor, iki veya üç forvet oyuncusu bomboş. Dünyanın hiçbir yerinde ceza alanı içinde böyle topa vurdurmazlar. Bir ara Trabzon 3-1 öne geçti ama oynadığı futbol bu skorun karşılığı değildi.
Çoluk çocukla çıkıyorsun
Trabzon kalecisi Onur kabiliyetli. Ama henüz acemi. İşin en kötüsü, kendini çabuk kıç üstü yere bırakıyor. İyi kaleci poziyon bitene kadar ayakta duran kalecidir. Bakarsın top sana çarpar çıkar. F.Bahçe kalecisi de daha acemi. Ama bu olay F.Bahçe kalecisi Mert’in değil. Sen “dünya kulübüyüm diyorsun”, attığın zaman mangalda kül bırakmıyorsun ama çoluk çocukla maça çıkıyorsun. Eğer takım anlattığın gibiyse en az üç tane deve dişi gibi kaleciye sahip olman lazım. Takımlar ısınırken Alex’i ilk defa gülerken gördüm. Oynamamanın verdiği rahatlıktan mı yoksa sinir sisteminin bozukluğundan mı idi bu gülüş?
İki takım da topu kaptırdıktan sonra rakip alanda baskı yapıp, topu tekrar kazanmayı düşünmediler. Ne yaptılar? 60 metre geri gelip rakibi kendi kalelerine 30 metre mesafeden karşılamaya kalktılar. Onun için de ortada çok büyük bir alan boşaldı. Fuzuli yere enerji tükettiler. Bu enerji tüketiminde Trabzonlular, Fenerlilere göre biraz daha diri kaldılar, o kadar. Maçın genel görüntüsüne baktığında beraberlik daha hakkaniyetli olurdu derim. Çünkü iki taraf da net pozisyonlara girip kaçırdılar. Heyecan var mıydı? Vardı. Gol var mıydı? O da vardı. Zaman zaman sürat var mıydı? O da vardı. Hepsi tamam. Peki kalite var mıydı? Cevabı hayır derim.
Haklı bir penaltı
Trabzon’un kazandığı penaltı net bir penaltı. İnanılmaz goller kaçtı. Yalnız bu kaçan gollerde beceriksizliğin yanı sıra zeminin de rolü büyüktü. Çünkü sahanın bazı yerleri sert, bazı yerleri bataklık gibi. Onun için de futbolcular nerede ne yapacaklarını şaşırdılar. Bünyamin Gezer pozisyonları yakından izleyim derken bazen futbolcularla, bazen topla çarpışıyor. Zaten bir gün gol atarsa hiç şaşırmayacağım.
BEĞENDİM
Büyük çekişmeye sahne olan maçın heyecanı
BEĞENMEDİM
İnönü’den sonr Avni Aker Stadı’nın zemini
DİKKAT
Bu kadar çok gol yersen daha fazlasını her maçta atamayabilirsin
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2010
ÖNCELİKLE şunu belirtmekte fayda var. Beşiktaş’ın maçları keyifli olacak. Yense de keyifli olacak, yenilse de. Bu görüntü kesin.
Hergün seks yapmakla çocuk olmaz, tamam. Belli zamanları var. Çok transfer yapmakla da şampiyon olunmuyor. Ahengi iyi kuracaksın. Daha da önemlisi bu ülkeyi iyi tanıyacaksın. Schuster için, “Aferin. Çok iyi rotasyon yapıyor. Çok futbolcu ile oynuyor” denildi. Rekabeti kurmak önemli. Bu doğru. Aynı zamanda da iyi bir şey. Çünkü, futbolda en iyi olay sahada olan oyuncuyu yedek kulübesindeki futbolcuyla tehdit etmektir. Ama, her maç bu kadar farklı adamla oynayamazsın.
İstanbul BŞB 2-0 kazandı. Haketti mi? Köküne kadar. Beşiktaş’ın bir tek kazanma şansı vardı dün gece. 43. dakikada İstanbul BŞB’li Mehmet Yılmaz, ceza alanı dışında bariz gol şansı varken topla elle oynaması sonucu oyundan atılsaydı.
Kaçak dövüştüler
BU ofsayt taktiğini, Ferrari önderliğinde futbolcular mı uyguladılar, yoksa Schuster mi söyledi? Beşiktaş’ın yaptığı ofsayt taktiği topal. Çünkü, hepsi bir hatta duruyor. Tamam da topun en son atılacağı rakip futbolcuya basan Beşiktaşlı oyuncu veya oyuncular ortada yok. O zaman son İstanbul BŞB’li oyuncu istediği şekilde topu kullandı. Rakibe baskı yapılarak, topa gelişi güzel vurması sağlanmadı. O zaman da Beşiktaş kalesi bir sürü gol pozisyonu gördü. Bu ofsayt taktiği güçsüzlüğün ve kuvvetsizliğin belirtisidir. Futbolda kaçak dövüşmektir.
Schuster’e soruyorum. Takımda libero olarak yani son adam olarak Ferrari’yi mi görevlendirdi, yoksa Cenk’i mi? Cenk kabiliyetli bir kaleci. Ama, yerini garantiler ve futbol ukalalığı yapmaya başlarsa, tehlikeli olur. Şu anda haddini biliyor. Bence sahanın en iyi adamlarından birisi Beşiktaş kalecisi Cenk’ti.
Holosko’yla olmaz
SCHUSTER devre arasında soyunma odasına giderken hakem Fırat Aydınus’a, “Niye rakip oyuncuya kırmızı kart göstermedin” diye sitem etti. Tamam hakem o konuda hatalı. Ama, sahaya sürdüğü kadrodan dolayı da Schuster’e de bırakın sarıdan, direkt kırmızı lazım değil mi?
Yazının Devamını Oku