28 Şubat 2004
<B>BU </B>maç için <B>İsmet Arzuma</B>n'ı Fenerbahçe mi istedi, yoksa <B>Cem Papila</B>'yı Fenerbahçe mi reddetti? MHK, adını kukla hakem komitesi veya eyyam hakem komitesi olarak değiştirirse, yerinde bir karar vermiş olur. Bu komiteye şüpheyle bakıyordum, şimdi o şüphem de kayboldu.
Sakın Bülent Yavuz çıkıp, vatan, millet cesaret edebiyatı yapmasın. Seminerlerde istediği herşeyi yapan Cem Papila'ya önce MHK inanmıyor. Çünkü bu maç için oylamada onun lehine yalnız 4 el kalkıyor. O zaman Beşiktaşlıların Cem Papila'yı kendi maçlarına özellikle gönderdiler iddiası doğru çıkıyor.
Yani, MHK Papila'nın yerine, ‘‘Koçum bazı şeyleri gör, bazılarını görme. Kafana göre takıl. Çok fazla sivri olma, bizim söylediklerimizi de çok fazla dikkate alma’’ diyerek Arzuman'ı görevlendirdi.
Çünkü Papila olsaydı, aynen İnönü'de olduğu gibi belki de 4-5 F.Bahçeli atılır, maç yarıda kalırdı. Ey Bülent Yavuz, sakın bir daha cesaretten bahsetme. ‘‘Ben her şeyi tek başıma yaparım’’ derken, korkup yalandan oylama yapmanın da anlamı yoktu.
Yazının Devamını Oku 20 Şubat 2004
Ben, Haluk Ulusoy'un bir yanda Mustafa Denizli'yi, diğer yanda da Fatih Terim'i gördüğünü ve düşündüğünü biliyorum. Bakın, tahmin ediyorum demiyorum, biliyorum. Bu lafıma dikkat edin. Ama Şenol Güneş’in de AKP’nin ağır toplarıyla çalıştığını da biliyorum.
HALUK Ulusoy büyük bir terslik olmazsa yine Futbol Federasyonu Başkanı seçilecek. Ulusoy'un iki elinde iki bomba var. Birisinin üzerinde, ‘‘MHK’’ yazıyor, diğerinin üzerinde ise, ‘‘Milli Takım Teknik Direktörü.’’
Ulusoy eğer seçilir ve bu ikisinde hata yapmaya devam ederse, patlayacak bombalardan kesin olarak hasar görür, hatta yok olur. MHK ile ilgili sorunlarda MHK (Merkez Hakem Komitesi) kadar kendisinin de rolü var. MHK'nin işine ne kadar karışıyor, ne kadar hakem tayini yaptırıyor, FIFA listesine ve klasmanlara ne oranda tesir ediyor?
Bu olay, kulüpleri çok yakından ilgilendiriyor. Zaman zaman direkt olarak maçları ilgilendiyor. Üç büyükler mağlup olunca da kamuoyunu ilgilendiriyor.
Tebdil-i kıyafet
Milli takım olayı ise çok daha başka. Yoldaki herkes, üç büyük takımı ya da diğer takımları tutan tutmayan herkes, bu konuda burnundan soluyor. Ulusoy'un fazla bir şey yapmasına gerek yok. Tedbil-i kıyafet giyinsin, halkın arasına girsin, önüne gelen bin kişiye, ‘‘Şenol Güneş için ne düşünüyorsun?’ diye sorsun. Alacağı cevap yüzde 90'dan fazla menfi olacaktır.
Spor kamuoyunu şu anda iki teknik adam göstere göstere aldatıyor. Biri Şenol Güneş, diğeri Fatih Terim. İkisi de ‘‘La Fontaine'den Masallar’’ anlatıyorlar. ‘Gençleştirme’ yapıyorlarmış. Sonra da hafif sağa dönerek bunu, ‘‘değişim’e çeviriyorlar. Yani laf ebeliği yapıyorlar.
Ne kulüp takımlarında, ne de milli takımlarda ‘gençleştirme’ diye bir olay yoktur. Bu bizim gibi geri kalmış ülkelerde vardır. Neyin gençleştirmesi? G.Saray, UEFA Kupası'nı alırken, Hagi, Taffarel, Popescu kaç yaşındaydı? Biz Dünya Kupası'nda üçüncü olurken yaş ortalamamız neydi?
Gücü yetmedi
Ama Şenol Güneş, dünya üçüncüsü olan takımın üzerinde oynamadı, o takımı kademe kademe değiştiremedi, değiştirmeye gücü yetmedi. Çünkü futbolcusu Şenol Güneş'in üzerindeydi, altında değil. Sonunda Avrupa Şampiyonası elemelerinde rezilleri oynadık.
Şimdi de kardeşimiz diyor ki, ‘‘Ben takımı gençleştiriyorum.’’ O zaman Milli Takım Teknik Direktörlüğü'ne de 25 yaşında bir teknik adamı getirelim. Şenol Güneş de yaşlandı. Onun mantığına göre, benim bu mantığım doğru. Ama aslında ikisi de yanlış. Çünkü futbolun kitabında böyle bir şey yok.
Okkanın altı
Hani namaz kılarsın, namazın sonuna doğru hafifçe sağına bakarsın, ‘‘Es selamun aleyküm’’ dersin, sonra soluna döner yine, ‘‘Es selamun aleyküm’’ dersin. Haluk Ulusoy da tıpkı böyle. Ben, Ulusoy'un iki tarafına bakarken, bir yanda Mustafa Denizli'yi, diğer yanda da Fatih Terim'i gördüğünü ve düşündüğünü biliyorum.
Bakın, tahmin ediyorum demiyorum. Bu lafıma dikkat edin. ‘‘Biliyorum’’ diyorum. Bence Ulusoy, Milli Takım Teknik Direktörlüğü için düşündüğü operasyonu yapacak. Yapması da gerekir. Ama şu anda ‘‘merhaba’’ dediğinde karşısında Şenol Güneş var. Güneş’in de Ulusoy’a karşı AKP’nin ağır toplarını devreye sokmaya çalıştığını da biliyorum.
Kısacası yukarıdaki iki önemli konuda da sorunu çözecek insan Ulusoy. Sonra olacak tersliklerde okkanın altına girecek insan kendisi. Eğer gereğini yapmazsa başı çok ağrıyacak çookk...
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2004
Beşiktaş'ın cezası ertelendi ve İstanbulspor maçına kaydırıldı. Yani o ceza, ekonomik sıkıntı içindeki İstabulspor ile Denizlispor'a verildi. Yani tam bir orta oyunu.. BEŞİKTAŞ seyircisinden dolayı saha kapatma cezası yedi. Yönetim aslanlar gibi çarpışarak bu cezayı Denizli maçında çekmedi ve erteletti. Yani İstanbulspor maçına kaydırdılar. O zaman ceza kime kesildi. Tabii ki önce ekonomik sıkıntı içindeki İstanbulspor'a, sonra da Denizlispor'a kesildi. Yani tam bir orta oyunu oynandı.
Futbol Federasyonu bir taraftan tokat attı, diğer taraftan da diğer yanağını uzattı ve Beşiktaş'tan tokat yedi.
Şimdi düşünün... Böyle bir ortamda İstanbul'da Denizli maçı oynanıyor. Hakem Hamza Mısır... Acaba hakem Hamza'ya, ‘‘Hadi git Mısır, Denizlispor'u ısır mı’’ dediler... Tabii ki hayır, demezler...
Düşünün karar verin...
Ama Mısır'ın diz bağları bu kadar tutuyor... Dayandı, dayandı... Beşiktaş 1-0 mağlup duruma düşünce Mısırlı Ahmed Hassan'a yapılmayan o muazzam pozisyondan müthiş bir penaltı çıkartarak düdüğü çaldı. Gücü o kadardı. Dayanıklılığı o kadardı. Yüreği o kadardı. Aslında Hamza Mısır mı Denizli'yi ısırdı, yoksa Mısırlı Hasan mı, Türkiyeli aslan Hamza Mısır'ı götürdü. Hamza Mısır acaba kazanda biraz daha kaynamalı mıydı. Yoksa kömürde biraz daha kızartılmalı mıydı. Veya Mısırlı Hassan'ın mı fazla spor ahlakı yok... Düşünün bir defada karar verin... A mı, B mi, C mi? Yoksa hiçbiri mi?
Hangisi tatilde?
AHMED Hassan, Beşiktaş için önemli bir oyuncu ve iyi bir transfer...
Oynadığı takım Mısır, Afrika Kupası'ndan elenince, G.Birliği futbolcusuyla temasa geçip, uçak biletini gönderiyor ve vatandaşı El Saka'yı acele Ankara'ya çağırıyor. El Saka eski takım arkadaşı Ahmed Hassan'ı da yalnız bırakmıyor. Beraber bilet işlemlerini yapmaya kalkıyorlar. Ahmed Hassan, Beşiktaş kulübünden çağrı gelmeyince Lucescu'yu telefonla arıyor. ‘‘Hocam ben El Saka ile birlikte döneceğim ne dersin’’ diyor. Lucescu'dan ilginç ve enteresan bir cevap geliyor... Rumen hoca ‘‘Sen bir hafta tatil yap, dinlen’’ diyor futbolcusuna.
Ahmed Hassan bu sözler karşısında morarıyor ve morali sıfıra iniyor. Her şeyi çok iyi incelediğini ve bildiğini söyleyen Lucescu ise aynı hafta Ankaragücü ile zar-zor berabere kalıyor.
Bir hafta sonra Ahmed Hassan Türkiye'de. Bu kadar eksik olan Beşiktaş ilk onbirinde yer bulamayınca isyan bayrağını çekip soyunma odasını terkediyor. Son zamanlarda bütün ipleri eline geçiren Lucescu, Sinan Engin'i hesaba katmıyor. Odadan fırlayan Sinan, Ahmed'i ikna edip geri döndürüyor. Gördüğünüz gibi de, Ahmed hem maçı kurtarıyor, hem Lucescu'yu...
Duyuyorum ki, Beşiktaş, Ahmed Hassan'a ceza verecekmiş...
Peki bu olaydan dolayı Ahmed Hassan'a ceza verecek olan aynı yönetim, Lucescu'ya teşekkür mü edecek, yoksa kol saati mi verecek? Veya sezon sonunda oturup, geçmişin muhasebesini daha bir dikkatli mi yapacak?
Yabancıyı severiz
SAKIP Özberk, Ankaragücü'nde birlikte oynadığım yıllardan takım arkadaşım. İş prensibi olan adamdır. Karınca gibidir. Futbolcuyken de çalışırdı, teknik adamken de aynı. Meslektaşları onun için çok şey söylediler. Çünkü Türkiye'deki teknik direktörlerin birbirlerini sırtından hançerlemekte üzerine yoktur.
Sakıp için de herşeyi dediler... Özellikle de, ‘‘Başarısını dopinge borçludur. İğne yapmadan oyuncuyu sahaya çıkarmaz’’ dediler. Ama çok net biçimde görünüyor ki, eğer bu işler iğneyle olsaydı, bütün eczacılar teknik direktör olurdu. Veya iğneciler...
Onun için, ‘‘Küçük takımların, büyük hocası’’ diyenler de var. Aslında hangisi zor. Elinde imkanı olmayan bu küçük takımların hocalığını yapmak mı? Yoksa milyon dolarlarla oynayıp, seyirci ve medya desteğini arkasına alan büyük takımların teknik adamı olmak mı?
Maalesef Türkiye'de fazla gürültü yapan kazanıyor... Diyarbakır gerçeğine dikkatle bakın... Sizce tesadüf mü? Bence hayır...
Futbolda çok adamla hücum edersen, fazla gol pozisyonu yakalarsın, o zaman, kendi defansında da fazla gol tehlikesi yaşarsın...
Peki o zaman bakın Fenerbahçe'ye... Hem hücumda kalabalık değiller, hem de defansta önüne gelen pozisyon buluyor. Burada net bir yanlışlık var. Bunu çözecek kim? Tabii ki teknik adam.
Bir tarafta Doğu Alman kökenli Daum... Diğer tarafta Gaziantep kökenli Sakıp...
Biz yabancıyı çok severiz...
Büyükşehir çalışıyor!..
İSTANBUL'A kar yağdı böyle oldu. Hep yazıyorlar, ‘‘Büyükşehir çalışıyor’’ diye... Geçiniz... Ne büyüğünüz, ne de küçüğünüz çalışıyor. Geçtiğimiz cumartesi sabah 07.15'te Ankara Oran'daki evimden çıktım. Yolda iki tane kar süpürücü ve tuz atıcı aracın çalıştığını gördüm. Saat 07.45'te Esenboğa Havalimanı'na ulaşmıştım. 08.30'da uçağa bindim ve İstanbul'a indim. Bir gün evvel, yani cumartesi günü hem Yeşilköy, hem de Esenboğa hava trafiğine kapalıydı. Cumartesi sabahına doğru saat 04.00'da Esenboğa'dan, Yeşilköy'e uçak kalkmış.
Bu da demektir ki, İstanbul'da hava normale dönmüş. Aynı gün sabah 10.30'da Yeşilköy'e indiğimde parktan arabamı aldım, E-5'e çıktım. Yurt içinden ve yurt dışından gelenlerin İstanbul'a, ‘‘Selamın aleyküm’’ dediği yerdeydim. Yolda 30 cm kar vardı. Dedeman Oteli'ne kadar. Otelin önü zaten bir felaketti. Arabayı soksan, ne ön, ne de arka tampon kalmaz. Burası da şehrin göbeği...
Neymiş efendim, A planları, B planları ve C planları varmış. Ben size İstanbul'a kar yağınca belediyenin planını söyleyeyim mi.. AÇP (yani araçlarınızı çıkarmayın planı)... Ne kolay değil mi. İşte size hemen hemen aynı anlarda Ankara ve İstanbul arasındaki fark.
Balmumcu gecidi bir yıldır devam ediyor. Ankara bu geçitleri 30 günde bitiriyor.
Muhtar daha iyi çalışıyor...
HÜKÜMET Erzurum'a bir yazı göndermiş...
- Kışın soğuk geçeceği anlaşılmaktadır... Kullandığınız yakıtın cinsini, kod numarasını ve stok durumunu acele bildiriniz... Erzurumlu köy muhtarı da hemen Ankara'ya cevabı yazmış...
- Yakıtımız Poh'tir...
- Kod numarası Yoh'tir...
- Stokumuz da Çok'tir...
Zincir ayıbı...
İSTANBUL'da trafik polisi zincir takmayan araçlara 41 milyon 200 lira ceza kesmiş. Sevgili polis kardeşlerim, benim arabalarımda vakumlu kar lastiği var. Ankara'da büyüdüğüm için bu karı iyi bilirim. Ama sizin amirlerinizin bilmediği kesin. Zincirin çivili lastiğin çekmediği, kalkmadığı, durmadığı yerde ben vakumlu lastikli arabalarımla ıslık çalarak, müzik dinleyerek bu üç işlemi birden yapabiliyorum.
Yani benim arabamda üniversite diplomam var, sen zinciri zorlayarak benden lise diploması istiyorsun. Uygulamanız eşyanın tabiatına aykırı.
Size değil de, amirlerinize veya o kara kaplı deftere o cümleleri yazan cahillere duyurulur.
Soyut Hıncal...
TARİH 18 Eylül 2003... Hıncal köşesinde Süreyya Ayhan hakkında bir yazı döşeniyor... Yazıyı Togay Bayatlı'ya hitaben, ‘‘populizm girdabından çık Togay'' diyerek şu cümlelerle noktalıyor, ‘‘Yanıt verir misin bilmiyorum başkan, verirsen soyut konuşma, somut örnekler ver. Bana saldıran herkes somut örnek versin.. Ne demişim, ne yazmışım tartışalım...’’
Bak Hıncal... TV programında Ahmed Hassan için gol attıktan sonra sevinirken formasını çıkarmasına ‘‘sarı kart görmesi gerekiyor’’ dedin... Halbuki bu kural değişeli 2 yıl oldu. Yazdım cevap vermedin.
Galatasaray- Rize kupa maçında Okan'ın attığı golde pasif ofsayttaki oyuncunun artık ikinci pozisyonda o pasifliği bittiği ve yeni bir pozisyonun başladığı kural kitabında yazıyor. Sen ona da ofsayt dedin...
Bak Hıncal... Bu somut örnekleri sana çok gösteririm. Gözüne sokarım.
Bak Hıncal... Yıllardır, ‘‘Ey spor müdürleri, ey spor yazarları, niye maça gitmiyorsunuz. Atletizme gitmeden atletizm yazdınız, yazdırdınız. Futbol maçına gitmeden futbol yazdınız, yazdırdınız’’ diyen sen değil misin? Eski spor müdürlerinden bazıları hayatta.
Karar ver...
Bak Hıncal... Bunlar soyut mu, somut mu? Yoksa senin gibi soyulunca alttan başka bir şey mi çıkıyor.
Eskiden Fenerbahçeli'ymişsin, sonra dönmüş Galatasaraylı olmuşsun...
Böyle olanlara dönek mi denir, yoksa sonradan dönme mi...
Hangisi somut, hangisi soyut... Allah aşkına cevap versene Hıncal.
Halk soyutu mu seçiyor, somutu mu? Özellikle üniversite öğrencileri.
Şansal ile birlikte ödül aldığımız üniversite adedini sayamadım.. Zahmet olacak ama istersen sen bir sayıver... O zaman soyut mu, somut mu görürsün...
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2004
<B>Ö</B><B>NCELİKLE</B> Beşiktaş'ta o üç maçta devam eden stres, sinirlilik hali, dün yoktu. Belki ligin ilk devresindeki performansları da yoktu ama iyiye doğru bir gidiş olduğu kesin. Oyun disiplininden kopmadılar, yardımlaştılar. Zaman zaman iyi şeyler yaptılar. Özellikle ikinci yarının ilk 25 dakikasında futbol adına güzel şeyler gösterdiler. Siyah beyazlılar, Denizlispor defansının göbeğine çok iyi toplar atarak çabuk gol pozisyonlarına girdiler.
Pancu diriydi. Ümit bu kadar eksiğin olduğu yerde sırıtmadı. Lucescu, Sinan'dan bir türlü faydalanamıyor. Dün o dakikada oyundan alınması Sinan'ı beyin olarak da bitirir. O da zaten rahat değil. Siyah beyazlı yönetim, gene akıllı bir iş yaptı. İlhan'ı verip, İlie'yi almaları tam isabet. Nitekim İlie, dün oynadığı sürece siyah beyazlıların en iyilerinden biriydi. A.Hassan çabuk bir oyuncu. Ama onun da Lucescu ile yıldızı bir türlü barışmıyor. Afrika Kupası'nda işi biten El Saka, G.Birliği'ne geldi, top oynadı. Lucescu, A.Hassan'a ‘‘sen kal’’ diyerek bir hafta daha tatil yaptırdı. A.Hassan'ın düştüğü durumu varın siz düşünün. Ama o, hiçbir şey olmamış gibi çıktı yine futbolunu oynadı.
Beşiktaş rahat değil
Beşiktaş şunu iyi düşünmeli. Şu anda öndeler. Arkaya niye bakıyorlar anlamıyorum. Her maçı kazandıkları zaman şampiyon olacaklar. Ama, onlar daha hala rahat değiller. Nitekim, seyircinin alaksız kimselere küfür etmesi de bunu gösteriyor. Bu olaylar sahaya da sirayet ediyor.
Denizlispor, tutuktu. Rahat futbol oynayamadılar. Düşündüklerini sahaya yansıtamadılar. Beşiktaş ne istiyorsa onları yönlendirdi. Siyah beyazlılar nasıl istiyorlarsa, Denizliler öyle oynadılar. Hücumda çoğalamadılar, defansta büyük gedikler verdiler.
Hamza Mısır, iyi şeyler de yaptı, hatalı şeyler de. Yardımcılar hem felaket verdi, hem de rezalet. Bir nolu yardımcı Erhan Sönmez, defanstaki son adamla oynayacağına, hücumdaki son adamla beraber depar atıyor. A.Hassan'ın penaltı pozisyonu, penaltı olmadığı gibi sarı kartı Hamidou'nun yerine A.Hassan'ın görmesi gerekirdi.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2004
Galatasaray, yıllar sonra sürüngenleri oynuyor. Fatih Terim'in yaptığı herşey yanlış. Hala devam ediyor. Seneye de Fatih Terim'le devam etmeye kalkarlarsa Galatasaray'da karanlık günler devam eder.
GALATASARAY iyi gidiyormuş. İlerideki 10 yılın temeli atılıyormuş. İyi günler ilerideymiş. Tabanca gibi genç bir takım yaratılacakmış. Ben bu filmleri Türk futbolunda zaman zaman gördüm. Bunlar günü kurtarma çabaları.
Özhan Canaydın, futboldan anlamayan bir başkan, basketbolcu. Herhalde fazla merakı da yok. Ama iyi niyetli. İnanılmaz rakkamların altına, milyon dolarların altına kendi imzasını atmış. Cebinden para vermiş.
Takımın başına da tam yetki ile inandığı Fatih Terim'i getirmiş. Ama o Fatih Terim, onu hep yalnış yönlendirmiş, kamuoyu önünde tek bırakmış. Çünkü Fatih Terim'in yaptığı herşey yanlış. Hala devam ediyor. Kadrodan kendisini seven en fazla iki veya üç futbolcu çıkar. Büyük çoğunluk şu anda sessiz. Herkes kongreyi bekliyor.
Tek kurtuluş yolu
Tek kurtuluş yolu var. Fatih Terim'in istifası. Eğer Fatih Terim şu aşamada istifa etmezse onu ileride çook zor ve kötü günler bekliyor. Seneye de Fatih Terim'le devam etmeye kalkarlarsa Galatasaray'da karanlık günler devam eder. Çünkü yalnız bir yılda transfere harcattığı para 28 milyon dolar. Bunların resmi evrakları kulüpte mevcut.
Galatasaray da yönetim kurulu yok. Fatih Terim'in bütün gardları düşmüş durumda. Galatasaray, yıllar sonra sürüngenleri oynuyor. Eğer Galatasaray camiası, hani o hep akıl veren camiası eğer toplanıp, ortaya para koyup elbirliği yapmazlarsa bu Galatasaray lise takımına dönüp, amatör kümede oynayabilir. Bazılarına bunlar belki çok uzak geliyor ama Galatasaray'ın şu andaki görüntüsü bu.
Klavuz karga...
Bakın altını çizerek söylüyorum. Galatasaray'da tu kaka yapılan futbolcu grubu yarın, yani zamanı gelince, bazı yerlerde konuşacaklardır. O zaman içeride neler olduğunu daha iyi ve hayretler içerisinde göreceksiniz. Futbolcusuna yemeği esirgeyen, tabldot yedirmeye kalkan, genç futbolcularına abilerinizle konuşmayın sonra sizi bozarlar diyen zihniyet, bu işi nereye kadar götürür.
Yazık. Hakikaten Galatasaray'a yazık oluyor. Ama maaalesef, onların birkaç tane olan kendini çok akıllı zanneden kalemşör klavuzları var. Yıllarca önce birbirlerini sırtlarından hançerliyorlardı, şimdi yol gösteriyorlar. Ne demişler.. Klavuzu karga olanın...
Gitsin de gelen kim?
BİRİNİ sevmeyebilirsin, icraatlarını da beğenmeyebilirsin. Adamı düşürmek de istersin bunlar çok doğal. Şimdi Fenerbahçe'deki olaylara şöyle bir dışardan bakıyorum. Tek bir şey var. Ama tek. Bir kısım oraya kilitlenmiş. Aziz Yıldırım gitsin.
Peki kardeşim. Aziz Yıldırım gitsin de kim gelsin. Yok. Aziz Yıldırım giderse sizler ne yapacaksınız programlarınız ne, o da yok.
Dönüyoruz, Türkiye'de maçların naklen yayınını bir kuruluş alıyor, başlıyor vermeye. Diğer kuruluş devreye giriyor.
Diyorlar ki, onlardan alın bize verin, onlar yapmasın. Allah.. Allah.. Kimse şunu söylemiyor. Bu kuruluş bu yayınlar için kaç para ödüyor. 100 lira. Gidersin Futbol Federasyonu'na.. Al arkadaş.. Dersin, sana 130 lira.. Eğer sen şimdi bunu bana vermezsen veya ihaleye çıkarmazsan sen art niyetlisin. Ama yok.. O vermesin, o olmasın, onu indirelim, onu mahvedelim.
Peki sen ne yaparsın? Hiçbir şey. Yeter ki o ve onlar iyi olmasınlar. Bu kadar basit.
THY'nın ahırı?
THY'daki rezalet aynen devam ediyor. Pazartesi günü TK 132 sefer sayılı uçakla gene İstanbul'dan Ankara'ya yola çıktım. Gene uçağın içinde 1,5 saat bekledik. Bu sefer bağlantılı uçak, Cidde'den geliyormuş.
Yahu kardeşim. Uçak Cidde'den havalandığı zaman Yeşilköy'de bekleyen yolcuyu uçağa almaya mecbur musunuz? O kadar insana resmen hayvan muamelesi yapılıyor. Tabi uçak da o zaman ahır vazifesi görüyor. Alkışlayarak, bağırarak, protesto edenler, çocuk ağlamaları tam bir rezalet ve felaket. O hırsla aprona çıkıp, yetkili aradım. Bir Allah'ın kulu karşıma çıkmadı. Belki de iyi ki çıkmadı. Ama ben THY'nı son 10 yılda bu kadar başıboş ve kötü görmedim. Yazıklar olsun.
Luca görevine dön!
ORTALIK yangın yeri.. Neden? Üç büyük takımlardan futbolcu atılmaya başlandı, hakemler biraz cesaretlendiler. Olur mu öyle şey. Babalar ne istiyorsa onu yapacaksın.
Lucescu, Meclisi göreve çağırıyor. Ben de Lucescu'yu tekrar Beşiktaş takımı teknik direktörlüğü yapma görevine çağırıyorum. Bir teknik adam ne kadar çok konuşursa o kadar iş yapmaz. Çok net gözüküyor. Sen atılan futbolcuna prim verirsen, ona sahip çıkarsan daha çook maç kaybedersin. İşte en son örneği Tümer...
Acaba yaptıklarını televizyonlardan seyredip, yüzü kızarıyor mu? Bu hafta özet yayında Trabzonlu Yattara'yı seyrettim. Adama net penaltı yapılıyor. Ne rakibe, ne hakeme bakmadan yerden kalkıp, topla oyuna devam etmek istiyor. Ama Yattara bir şeyi bilmiyor. Bizde o pozisyonda yerden kalkan futbolcuya aptal diyorlar.
Yattara akıllı. Beş dakika sonra İstanbulspor maçını seyrediyorum. Bir de Boliç'i.. Yerlerde sürüngenleri oynuyor. Her pozisyonda kendini yerlere atıyor. Daha atarken bile gözleri hakemde. O da futbolcu diğeri de futbolcu. Yattara'ya helal olsun. Boliç'e ne olsun, ona da siz karar verin.
Konya'daki dram ve suçlular...
KONYA'da bir bina yıkıldı. Habire maçlardan önce saygı duruşu yapıyoruz. Bu saygı duruşu yapılırken ben müteahhite fazla kızamıyorum. O binaya temel atılırken, kat betonları atılırken, kiriş bağlantıları yapılırken, atılan betonun sulaması doğru yapılmıyor mu? Yoksa yanar (Konya'daki gibi).
Bakmayan kontrol mühendislerinin hatırını soruyorum. O kontrol mühendislerinin, bağlı olduğu belediyelerin hatırını soruyorum. Belediye başkanlarının gelmişlerinin geçmişlerinin hatırını soruyorum. Çünkü kimse kimseyi aldatmasın. Türkiye'de bazı belediyeler, demir güvenliğinin bağlantılarına bakmaya başladılar.
Oy için görmüyorlar
Yani demir vizesi veriyorlar, ama kaç tanesi. Genel belediyeler gereğini gerektiği şekilde yapmıyorlar, yapamazlar. Çünkü onlara oy lazım. Oy'un sözünü vermek için ne yapmak lazım. Çok şeyi görmemek lazım. Çok şeyden taviz vermek lazım. Çok şeyi görmeyince ne olursun. İşte böyle, oylum oylum oyulursun. Müteahhitine Türk Ceza Kanunu'nun bilmem kaçıncı maddesine göre dikkatsizlik ve tedbirsizlikten ceza veriyorlar. Yani trafik kazalarına uygulanan maddelerden. Yani 1-2 yıl..
Peki, belediyelerdeki görevliler ve en tepedeki belediye başkanları neden dolayı ceza almalılar. Görevi kötüye kullanmak, vazife yapmamak, dolayısıyla kestirmeden cinayetlere sebep olmak, göz yummak. Masada oturup üç kuruş, beş kuruş alıp inşaatın başına gitmeden önüne gelen evraklara ve projelere imzalar atarsanız biz daha çook saygı duruşları yaparız.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2004
<B>BİR </B>maç düşünün, bir tarafta zengin aile çocuğu var; bir eli yağda, bir eli balda. Bir dediği iki edilmiyor. Bir tarafta da; gariban, çalışan, çalıştığının karşılığını alamayan bir fakir aile çocuğu. Ama bu arada fakir aile çocuğu, idare olarak büyük hatalar yapıyor. Peki, zengin aile çocuğunun sülalesinin hiç hatası yok mu? Onun hatası yüz misli.
O zannediyor ki, ‘‘Ben herşeyi yaparım, benim için başarısızlık diye bir şey olamaz. Ben yürüsem de kazanırım. Benim adım var. Benim havam var.’’
O zengin aile çocuğunun havası var da, karşısındaki sarı lacivertlilerin nesi var? Bir kaleciler var, evlere şenlik. Bir kaleci bacak arasından gol yer. Bir kaleci degaj yaparken ayağını yere vurur. Bir kaleci pozisyon hatası yapar. Ama bir kaleci, arkadaşları hayat mücadelesi verirken, Kandilli Kız Lisesi'nin bir voleybol elemanı gibi topa çıkamaz.
Maç başlıyor, birisi şampiyonluğa giden, diğeri düşme hattında olan iki takım. Düşme hattında olan takımın, yani Ankaragücü'nün futbolcuları iyi futbol oynamasalar da, her topa ve tekmeye kafalarını, ayaklarını uzatıyorlar. Kalecileri hariç.
Beşiktaşlı oyuncular ise her topa ayaklarının burnuyla, kafalarındaki saçların telleriyle vuruyor. Yani, sanki darbe yerlerse bir yerleri incinecek, kırılacaklar... Sırmaları dökülecek... Eğer bu iki takımın mücadelesinde tekmeye kafa sokan mağlup olsaydı, futbol adına ihanet olurdu.
Maçta futbol olarak fazla bir şey yok. Sarı lacivertliler topu şişiriyorlar, havalandırıyorlar, Beşiktaş aynen cevap veriyor. Doksan dakikada hazırlanmış kaliteli pozisyon var mı, yok.
Amiral gemisi
Şampiyonluğa oynayan takımın, amiral gemisi gibi maçı yönlendirmesi lazım. Karşındakine uyarsan, dünkü gibi olursun. Ama Beşiktaş takımı Bursa'da da hak ettiğinden fazlasını aldı. Ve böyle devam ederlerse fazla bir şey olmayan, iyi futbol oynamayan ama kendilerinin havaya soktuğu Fenerbahçe karşısında hedefi kaybederler. Eğer sen sekiz puan öndeyken iyi futbol oynamayan Fenerbahçe'yi hedef alıp, ondan korkarsan dünkü gibi olursun. Siyah beyazlılar bir şey oynamıyorlar.
Oyundan çıkan Tümer, yardımcı hakemle diyaloğa girerek kırmızı kart görüyor. Sen, oyundan alınmış bir futbolcusun. Bununla ilgili hakemlik dönemimde, oyundan çıkan futbolcuların soyunma odasına gitmesi gerekir, şeklinde bir yorumum vardı. Ama o zamanki Futbol Federasyonu, oyundan atılan futbolcular hariç, çıkanlar otursunlar, demişlerdi. Ne kadar yanlış olduğunu herhalde şimdi görüyorlar.
Tümer, yardımcı hakemle konuşacağına, enerji sarf edeceğine, oynadığı sürece mücadele etseydi... Ama maalesef Beşiktaş yöneticileri, teknik heyet ve futbolcular yanlış adreslerde hedef arıyorlar. Böyle devam ederlerse eğer, kuş elden uçacak. O zaman da bir parça var, ‘‘Kendim ettim, kendim buldum’’ diye, onu koyacaklar, dinleyecekler.
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2004
Hem Galatasaray, hem de Beşiktaş’ta şerbetten en fazla içen sensin. Biraz başkası içince eski Romanya Futbol Federasyonu’ndan kötü örnekler veriyorsun.
LUCESCU'yu teknik adam olarak beğeniyorum. Sahaya sürdüğü takım, taktik anlayışı, oyuncu değişikliklerini az hatayla yapıyor. Aynı Lucescu'nun verdiği beyanatlardaki samimiyetine ise inanmıyorum. Rumen çalıştırıcının haklı olduğu yerler var. Türkiye'de Futbol Federasyonu, nabza göre şerbet veriyor, bu doğru. Ama sayın Lucescu, Türkiye'ye teknik adam olarak geldikten sonra, hem Galatasaray'da, hem de Beşiktaş'ta bu şerbetten en fazla içen sensin. Şöyle bir haksızlık yapıyorsun. Şerbeti maşrapa maşrapa içerken maaşallah hiç sesin çıkmıyor. Biraz başkası içince, eski Romanya Futbol Federasyonu'ndan kötü örnekleri veriyorsun.
Gaziantepspor maçında Ronaldo atılmadı. Bursa'da oynayamayacaktı. Bursasporlu Erol'un yaptığı hareketin fotokopisini Yasin çekti, atılmadı.
Şimdi sana soruyorum... Aynı haraketten Yasin atılsaydı da, Bursalı Erol atılmasaydı. Üstüne üstlük Bursaspor kazansaydı, ne olacaktı? Yani sen bu hafta hakem şerbetini maşrapa ile değil, güğüm ile içtin. Öyle bir nefes almadan içtin ki, ağırlıktan 4 gündür sesin çıkmıyor. Ne güzel değil mi? Afiyet olsun...
Bursa mı, Ümit Kayıhan mı? Onlar da ne? Onlar zavallılar. Yani onlar senin eski Romanya Futbol Federasyonu'ndan kalıntılar değil mi? Sayın Lucescu...
Selçuk Dereli korktu
İki aynı hareketten Selçuk Dereli, Yasin'i atamadı, atmadı. Yüreği yetmedi. Maç üzerime yıkılır mı, diye korktu.
Şimdi, ben bu hakeme şampiyonluk ve küme düşme maçlarının hangisini güvenerek veririm? Ben bu hakemi hangi zor maça veririm? Çünkü Dereli'yi dikkatle izliyorum, hep aynı şeyleri yapıyor. Korkak bir hakem ve eyyam yapıyor. Maslahatçı. Aslında bazı abilerine baksa doğru yolu bulacak belki ama göremiyor. Çünkü, o abilerinin üçünün elinden FIFA kokartı alındı ve onlar hala hakemlik yapıyor. Ellerinden gelse, imkanları olsa, ölene kadar baston ile hakemlik yapacaklar...
Bazen enteller bazen zavallı
GEÇENLERDE Ertuğrul Özkök'ün yazdığı 555 K yazısı beni eskilere götürdü. Çünkü, o gün orada, su sıkan itfaiyeden ben de nasibimi almıştım. Sonra talebelik yıllarım, üniversitede okurken, günde 30-40 kişinin öldüğü günlerdi. Bunlar bilinen yasal rakamlardı. Bir de resmi olmayan rakamları düşünün.
Talat Aydemir ihtilal denemesinde Devlet Güçleri ile Harp Okulu talabelerinin çatışmasının ortasında kaldıydım. Daha hala bu konuda yazılmayanlar var. Sonra yedek subaylık ve Tuzla Piyade Okulu'nda 12 Eylül'ü yaşadım. Sonra 30 bin şehit verdiğimiz PKK olayı. Sonra cumartesi anneleri.
O benim canım şehitlerimin anneleri seslerini bile çıkaramadılar. Gözyaşlarını içlerine akıttılar. Sonra hayatımız boyunca bir daha gelmeyecek fırsatı teptik. Irak konusundaki birinci tezkereyi reddettik. Hani o enteller var ya. Savaşmayalım diyenler. Yani PKK yanlıları. Ama maalesef bunlar ince ince filmler çevirerek, tiyatrolar oynayarak, topluma damardan şırınga yapmaya devam ediyorlar. Bazen enteli oynuyorlar, bazen de zavallıyı.
Ne demişler el verme yetime...
Kafanızı kuma gömmeyin
TÜRK Hava Yolları... Hani adama sorarlar, ‘‘Nasıldır bu adam veya müessese’’ diye... Havagazı dersin... Yani fiyasko diye yorumlarsın...
Bir yıldır THY böyle... Pazartesi günü TK 124 sefer sayılı uçakla İstanbul'dan Ankara'ya uçacağım. Uçağın kalkış saati 12.45... Herkesi 12.25'te uçağa aldılar. 12.30'da kapılar kapandı. Ve biz 13.25'e kadar uçağın içinde kurbanlık koyun gibi bekledik. Pilot arada dedi ki, ‘‘Bagajlar yerleştiriliyor, bu yüzden biraz gecikeceğiz...’’
Kardeşim, dış hatlardan yolcu geldiğini kabul edelim. Adamlar zaten binanın içinden yürüyerek geliyorlar. Yani 12.25'te onlar da uçaktalar. Bırakın Yeşilköy'de dış hatlardan bagaj geldiğini, bu bagajlar Sabiha Gökçen Havalimanı'na inse, otobandan yarım saatte zaten gelir. Ve bizim uçağımız 13.25'te körükten geri geri haraketlendi. 13.35'te pistten kalktı.
Bu uçağın Ankara'dan sonraki seferi acaba ne olacaktı? Haliyle, o da rötara girdi. Ama bizim saat kaybımız önemli değil. THY'nin ki çok önemli. Eğer, uçuşunuza 12 saatten az zaman kala rezervasyon değişikliği yaparsanız, yüzde 30 ceza yersiniz. Yani, 120 milyonluk bilete 40 milyon ceza.
Ey THY, ben 12 saatte İstanbul'dan Diyarbakır'a özel arabamla bile giderim. Peki, bunların hesabını kim verecek? Hepiniz kafanızı kuma gömüyorsunuz. Ben pazartesi günü uçakla Ankara'ya geleceğime, arabamla yola çıksam daha erken gelirdim. Hem de keriz yerine konularak sinir sistemim de bozulmazdı, param da cebimde kalırdı.
Ali Güneş ofsayttı
BEŞİKTAŞ-Samsun maçındaki Evren'in pozisyonun içinden geri kaçıp, Serkan'ın gol atmasını sağladığı pozisyondaki doğru yorumla, bu haftaki Fenerbahçe-Trabzonspor maçında aynı topa hareketlenen ofsaytta olmayan Ümit ile Ali Güneş'in pozisyonu arasında dağlar kadar fark var.
Birinde Evren, ‘‘Top bana atılmıyor, ben pozisyonun içinden kaçıyorum, pozisyonla alakam yok’’ diye bas bas bağırıyor. Diğerinde, ofsayt pozisyonundaki Ali Güneş, atılan topa ofsayt olmayan Ümit Özat ile birlikte hareketleniyor. Yani Ümit'in attığı golde Ali Güneş ofsayt, hem de aktif. Golün geçersiz olması gerekir.
Ah Hıncal, ah
HINCAL Uluç oturduğu yerden yine ahkam kesmiş. Sana göre, bana göre pozisyon yorumları vardır. Bunlar genel pozisyonların içinde yüzde 10'u geçmezler. Ama bir de kural vardır. Bu kuralın sana göresi, bana göresi olmaz. Ya okuyun, ya sorun, ya da seminerlere gelin.
G.Saray-Ç.Rize kupa maçında, Rize'nin attığı ikinci golden önce sağ iç koridorunda topla buluşan Gürol, ofsayt değil. Aynı anda sol iç kulvarındaki Okan ise pasif ofsaytta. Oyun devam ediyor. Artık bu pozisyon bitti, öldü, mefta oldu. Rahmetli oldu Hıncal. İkinci ve yeni bir pozisyon başladı. Devamında Gürol, ofsayt pozisyonunda olmayan Okan'a topu çıkarttı ve golü attırdı. Ve maalesef, kendimi çok geliştirdim, çok okurum, atlarım, zıplarım diyen Hıncal Uluç, TV'de Okan'ın ilk pozisyondaki ofsaytının devam ettiğini ve golün geçerli olmadığını söylüyor. İşin daha kötü yanı, yanındakiler de cevap vermemiş.
Ah Hıncal, ah. Sana hep söylüyorum, bir bıraktım kötü yola düştün. Tabii kurallar açısından.
Not: Geçen sezon formasını çıkaran Ahmed Hassan'a sarı kart vermeye kalktın. Kullanmayan hakemi suçladın. Hıncal, o kural kalkalı iki sene olmuştu. Herhalde postacı sana bazı evrakları geç getiriyor.
İlhan çok çektirdi
İLHAN Mansız'ı Beşiktaş iki senedir satacak. Ama nasıl... Vitrine çıkarıp, allayarak pullayarak. Koçum aslanım, çok üzgünüz senin gitmenden dolayı deyip, timsah göz yaşları dökerek.
Yönetim bugün İlhan'dan 5 milyon dolar bonservis bedelini bir alsa, hemen yönetim kurulunu toplayıp, kapıları kilitleyip, viskileri açıp, teybe de güzel bir oyun havası koyarak göbek atacaktır.
Çünkü, ondan o kadar çok çektiler ki...
Futbolumuz için asıl tehlike
BİR büyük tehlike kapıda, hala kimse farkında değil...
Ve hala diyorlar ki, Digitürk'ün dekoderlerinin satılma adeti azalıyor. Beyler hala artıyor, asıl tehlike burada. Millet maça gitmiyor, evinde oturup ayaklarını uzatıyor, koltuğunda seyrediyor. (Hoş bunu bazı spor yazarları da yapıyor ya.)
Statlarda anarşi var... Statlarda küfür var... İyi futbol yok. Hakemler, büyüklerden yana. Çünkü büyüklerin maçı gitti mi, o hafta hakem olarak hiç bir sorun olmuyor.
Onun için de zaten ligin üstüyle altı ayrıldı. Heyecan derken bunu kastediyorum.
Galatasaray maçına kaç kişi gidiyor, bakın bakalım... Veya orta sıralardaki takımların maçını kaç kişi izliyor.
Beşiktaş seyircisi bile maçlara gitmemeye başladı. Futbolumuz için asıl tehlike bu... Seyirciyi stada getirmek lazım. Ve herkes hayrettir neredeyse seyirciyi stattan kovmak için elinden gelen herşeyi yapıyor.
Ben bu mesleği yapmazsam, belki de bu ortamda stada gitmeyi istemem. Alırım dekoderimi ayaklarımı uzatır, maçları seyrederim. Ama futbolumuz her gün daha kötü oluyor. Ve bu gidişle daha da olacak.
Yazının Devamını Oku 28 Ocak 2004
Lucescu, bu hafta sonunda dedikleriniz doğruysa, G.Saray'daki başarıyı siz sağlamadınız. Geçen yıl Beşiktaş'ın elde ettiği şampiyonlukta da sizin payınız yok. Şimdi ağlamayacaksın. O zaman yaşadıklarını açıklayabilseydin, şimdi konuşmaya hakkın vardı.
‘BEŞİKTAŞ güzel futbol oynayan, futbolun hücum-defans dengesini iyi kuran, zaman zaman tempoyu artıran, zaman zaman düşüren, rakibine göre oynayan bir takım. Bence Türkiye Ligi nde bu sezon rakibi yok. Çünkü rakipleri kötüler. En büyük rakibi F.Bahçe. Aralarında siyah-beyaz kadar fark var. Böyle bir manzarada, Beşiktaş neredeyse şampiyonluğunu ilan edecek. Hepimiz işsiz kalacağız, kendimize iş arayacağız’ diye bir cümle sarfettim. Yani bir beyin cimnastiği, espri yaptım. Ama bazı geri zekalı tabirini bile kullanamayacağım zavallı şahıslar, bunu öldürülen yılanın derisini çıkartır gibi ters çeviren yorumlarla, ortalığı tahrik etmeye kalktılar. Aslında ben değil, sonunda onlar başarılı oldular.
Yaptığım espriyi anlamadan sazan balığı gibi atladılar ve Beşiktaş bu hallere geldi. Hatta bu hallere düştü. Güya bunlar Beşiktaşlı yazarlar. Yani Beşiktaş'ı seviyorlar, kolluyorlar, koruyorlar. Aslında zarar veriyorlar ve bu tuzağa da, başta Lucescu olmak üzere futbolcular düştüler. Ve kolay gidecek işlerini zorlaştırdılar. Sen maça çıkıp yenersen, zaten işi bitiriyorsun, sana ne rakipten. Şimdi de bin tane senaryo yazıyorlar. Ama gerçek bir tane...
Otorite boşluğu
Pazar günü Türk futbol tarihine geçecek enteresan bir maç oynandı. Bu maça çok değişik açılardan bakmak gerekir.
Hakemi zaten kenarda yazdık... Burada önemli olan nokta Beşiktaş Kulübü, Serdar Bilgili, Lucescu ve futbolcular... Bir de kaptan Tayfur.
Önce Beşiktaş Kulübü'nden bahsedelim. Soruyorum size... Süleyman Seba'nın başkan olduğu bir dönemde, Beşiktaş Kulübü'nün başına böyle bir felaket gelir miydi? 5 futbolcu atılıp, maç yarıda kalır mıydı? Net cevap veriyorum... Hayır... Bu, şu demektir, tepeden itibaren bir otorite boşluğu var. Nitekim yanılmıyorum...
Serdar Bilgili TV'lere çıkıp konuşuyor, kafadan Beşiktaş'a bir eksi çiziyorum. Sayın Bilgili bugün Beşiktaş Kulübü başkanısın, yarın o makamdan ayrılacaksın. Yıllar geçecek bu maçtan sonraki konuşmalarından dolayı üzüntülü olduğunu, belki beyanat yoluyla değil, ama sağda solda söyleyeceksin. Ardından da ilave edeceksin, ‘‘O zaman böyle konuşmaya mecburdum...’’
Hayır Bilgili... Kamuoyu seni centilmen ve düzgün birisi olarak biliyor veya öyle zannediyor. Lütfen yanıtla... Ömür biter maçlar bitmez. Küfürün hepsine karşı çıkacaksın. Şansal Büyüka'ya yapılan küfür için isim verilerek ayıptır demek, diğerlerine küfür edebilirsiniz demektir... Hakem cesaret şovu yapmıştır. Şimdi biz her maçta böyle olmasına dikkat edeceğiz demek, birinci söylediğinizi, ikinci söylediğiniz ile tekzip etmek demektir...
Lucescu’nun demek istediği
Sayın Lucescu... Galatasaray'a geldiniz, başarılı oldunuz. Sonra Beşiktaş'ta da başarılı oldunuz. Ama zaman zaman ve en sonunda Samsunspor maçı bitiminde verdiğiniz demeç, benim aklımı hep karıştırıyor. Birşeylerden bahsediyorsunuz. Eğer bu hafta sonunda dedikleriniz doğruysa, Galatasaray'daki başarıyı siz sağlamadınız. Geçen yıl Beşiktaş'ın elde ettiği şampiyonlukta da sizin payınız yok. Sizin söyleyemediğiniz veya benim sizin konuşmalarınızdan çıkardığım kanaat şu:
Türkiye'de sahanın dışında çok güçlü ve etkili gruplar var. Bunlar futbolu istedikleri şekilde yönlendiriyorlar. Ben bunu Galatasaray ve Beşiktaş'ta yaşadım, şampiyonluklar kazandım. Şimdi aynı güçleri Fenerbahçe kullanmaya başladı. Eğer böyle giderse ben durmayayım, ülkeme döneyim.
Şimdi ağlamayacaksın
Hayır Lucescu... Eğer sen bu gruplardan kuvvet alıp şampiyon olduysan, yani o grupları senin çalıştığın kulüpler kullandıysa, bugün de Fenerbahçe kullanacaktır. Şimdi ağlamayacaksın. O zaman yaşadıklarını açıklayabilseydin, şimdi konuşmaya hakkın vardı.
Hayır sayın Lucescu, sen atlar-köpekler atasözünü söylemiştin hani. Romanya'da kullanılıyordu. Ben de sana Türkiye'de kullanılan halk dili bir tabirden bahsedeyim; Portakal orada kal. Sen bunu kendine göre aynen senin atasözünde olduğu gibi ‘‘Portakal, burada kal’’a çevirebilirsin.
Futbolcular... Mesela Zago... Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray forması giymese, Samsun'da, G.Birliği'nde, Konyaspor'da, Adanaspor'da oynasa, bir sezon oynanacak 34 maçın acaba kaçında forma giyebilir? Sonra diyorlar ki, Erman, Zago'yu hedef gösteriyor. Ya kardeşim, Zago'yu hedef göstermeye gerek yok ki. Zago'yu yaptıklarından dolayı atamayan, yürekleri olmayan hakemler utansın. Aynı Zago, Avrupa kupası maçında bir kımıldadı, ne olduğunu gördü. İbrahim, bu son maçta yaptığı tekme tokadı, başka takımlarda yapsa kaç defa atılır.
Sen kaptansın
Sevgili Tayfur... Sen takım kaptanısın, profesyonelliğine diyecek yok. Kendine çok iyi baktığın belli. Antrenmanların da iyi. Ama son zamanlardaki kaptanlığın iyi değil. Lucescu teknik direktör, yarın gidecek. Belki Beşiktaş'ta oynayan bazı futbolcular da yarın ayrılacak. Sen başka takımda da oynadın. Ama sen Beşiktaşlı Tayfur'sun. Olmaz, ama yarın bakarsın başka takıma gidersin, ama yine Beşiktaşlı Tayfur olarak kalacaksın. Yani sen bir sembolsün. Sen esas ev sahibisin.
Allah aşkına son bir yıldaki maçlarını seyret. Hakem ne zaman aleyhinize düdük çalsa, yanı başında mantar gibi bitip, ilk itiraz eden sensin. Ben sana yakıştıramıyorum. Eğer sen kendine yakıştırıyorsan, aynen devam et. Son maçta sen takım kaptanı Tayfur olsan, ama yalnız bant takan değil hakiki kaptan olsan, o maç bu hale gelir miydi? Bir düşün.
Gözümüzde büyütmüşüz
Şimdi bütün Beşiktaş takımına sesleniyorum... Bu Beşiktaş takımı ligde lider. Şu anda da puan farkı 5. Sizi takip eden takım Fenerbahçe. Siz iyi bir takımsınız. İyi de oynuyorsunuz. Ben sizin maçlarınızı izlediğimde, dakika 80'de 2-0 mağlup durumda bile olsanız, ‘‘Bu Beşiktaş takımı maçı çevirir, galip gelir’’ diyorum. O hissi tribüne vermek önemlidir. F.Bahçe maçlarına da gidiyorum. Dakika 80'de Fenerbahçe 2-0 galip durumda olsa bile, ‘‘Maçın bitiminde 3-2 mağlup olabilir’’ diyorum. Ve sizler hala F.Bahçe'yi rakip görüp, strese girip bu durumları yaşayıp, taraftarlarınıza yaşatıyorsanız, o zaman demek ki ben yanılıyorum ve bu işten fazla anlamıyorum. Veya sizleri gözümüzde fazla büyütmüşüz arkadaşlar. Siz fazla birşey değilmişsiniz. Çünkü pazar günü İnönü'de ve sonrasında bu son cümleyi doğrular nitelikte hareket ettiniz.
Tebrikler Papila
BEŞİKTAŞ- Samsunspor maçının hakemi Cem Papila'yı çok fazla tanımam. Seminerlerde görürüm, bende bıraktığı intiba kaliteli ve beyefendi bir insan olduğu yönünde. Hakemlik kumaşı konusunda henüz karar vermedim. En az 10 maçını canlı seyretmem lazım. Yalnız pazar akşamı özellikle Türk spor kamuoyuna bir mesaj verdi. Onun için kendisini tebrik ederim. Çok net bir şekilde dedi ki, ‘‘Bu maç benim son maçım olabilir... Bir iki futbolcuyu atmam, üçüncü dördüncü hatta beşinci futbolcuyu atmamı etkilemez. Bu benim sorunum değil. Beni büyük takım, küçük takım da ilgilendirmiyor. Beni idare ettiğim şehir ve stat da ilgilendirmiyor. Ben beyefendi bir adamım, hiç bir şekilde kimseyi tahrik de etmiyorum. Gereğini yaparım.’’ Maçta teknik olarak eksiklik yapmadı mı, yaptı. Küfürlerden dolayı gereken anonsları yaptırmadı.
Cem Papila hatalıydı. Çünkü arkadaşları ve ağabeyleri gibi eyyam yapmadı. Gereken neyse onu yaptı.
Bir hakemin tek bir atasözü vardır beyler...
‘‘Bu maç benim son maçım olabilir...’’
Ama hep maç alayım, kimseyle de kötü olmayayım derseniz, işte size bir sürü örneği var. Daha 45 yaşına gelmeden FIFA hakemliği ellerinden alınanlar gibi olursunuz. Yoksa Cem Papila gibi (yani adam gibi) göğsünüzü gere gere hayatınıza devam edersiniz. Sevgili hakemler şunu hiçbir zaman unutmayın; şamar oğlanı olmayın, hakemlik hayatta herşey demek değildir.
‘Hıyar’ demedim ki!
BUNDAN sonra eğer birisi benimle röportaj yapacaksa, mutlak bir şartım olacak. Röportajın en son halini bana ya fakslayacak, ya da okuyacak. Çünkü öyle cümleler çıkıyor ki, sizin söylediğiniz bir kelime yer değiştiriyor ve çok ters bir sonuç doğuruyor.
Yıllar önce üç büyükleri sevmem demişim. Galatasaray'ı daha fazla sevmem diye ilave etmişim. Bu da Aktüel'de böyle çıkmış. Üç büyükleri tutmadığım ve sevmediğim doğru. Sevmeye de mecbur değilim. Ben Ankaragücü'nü seviyorum. (Ama Ankaragücülü veya başka bir takımın taraftarı, yöneticisi hatta başkanı olup, üç büyük kulübün kongre üyesi olanları da tasvip etmiyorum)
Aklı başında bir insanın, G.Saray'ı daha fazla sevmiyorum cümlesini kullanması ne derece doğrudur?
Hiçbir gün, hiçbir spor yazarını aşağılamadım. Böyle cümleler kullanmadım. Çünkü böyle haraket etmeye öncelikle hakkım yok. Haaa, kimseye ‘‘Hıyar’’ da demedim.
Benden yaşça büyüksünüz
Yıllarca spor yazarlığı yapacaksın veya yaptığını zannedeceksin, benim yüzlerce oynadığım maçı yorumlayacaksın, hakemlik yaptığım maçları yorumlayacaksın, sonra da diyeceksin ki, ‘‘Sen kabzımalsın, hıyardan anlarsın.’’ Ve ben de sizlere (yani 3-5 kişiye) diyeceğim ki, ‘‘Evet, ben hıyardan anlarım...’’ Buna da sizler kızacaksınız. Niye alınıyorsunuz? Ben sizlere hıyar demiyorum ki, hadi benden ufak olsanız, çok da samimi olsak, kapalı devre şakalaşırken size dönüp, ‘‘Hadi lan ordan hıyar’’ diyebilirim. Ama benden yaşça büyüksünüz. Size hadi ordan ‘‘Acur abilerim’’ mi diyeyim? (Hıyarın büyüğüne acur denir. Ayrıca turşusu da çok güzel olur.)
Bir aydır bekliyorum, hep aynı şahıslar yazıyor. Bazılarının yazdığı gibi hakikaten yurt dışında ve de uzaklardaydım. Ama sorduğunuz sorunun cevabını zaten kendiniz veriyorsunuz. Gene de dilim varmıyor, size hıyar demeye...
Hooijdonk büyük futbolcu örneği
VAN Hooijdonk'u seyrediyorum... Adam kaliteli ve iyi bir oyuncu. Belli ki düzgün de bir insan. İstanbulspor-Fenerbahçe maçında bir ters topta, ayağı rakibinin dizine geldi. Yalnızca fauldü. Ama Fenerbahçe seyircisi, yerde yatan İstanbulsporlu Yordanov'a kartopu yağmuruna başladı. Van Hooijdonk, Yordanov ile Fenerbahçe seyircisi arasına girerek kartopunu durdurdu. Tedavisi bitene kadar da yerini terketmedi. Helal olsun, büyük futbolcu kolay olunmuyor. Çünkü yalnız iyi futbol oynayarak da büyük futbolcu olunmuyor.
Yazının Devamını Oku