BİR maç düşünün, bir tarafta zengin aile çocuğu var; bir eli yağda, bir eli balda. Bir dediği iki edilmiyor.
Bir tarafta da; gariban, çalışan, çalıştığının karşılığını alamayan bir fakir aile çocuğu. Ama bu arada fakir aile çocuğu, idare olarak büyük hatalar yapıyor. Peki, zengin aile çocuğunun sülalesinin hiç hatası yok mu? Onun hatası yüz misli.
O zannediyor ki, ‘‘Ben herşeyi yaparım, benim için başarısızlık diye bir şey olamaz. Ben yürüsem de kazanırım. Benim adım var. Benim havam var.’’
O zengin aile çocuğunun havası var da, karşısındaki sarı lacivertlilerin nesi var? Bir kaleciler var, evlere şenlik. Bir kaleci bacak arasından gol yer. Bir kaleci degaj yaparken ayağını yere vurur. Bir kaleci pozisyon hatası yapar. Ama bir kaleci, arkadaşları hayat mücadelesi verirken, Kandilli Kız Lisesi'nin bir voleybol elemanı gibi topa çıkamaz.
Maç başlıyor, birisi şampiyonluğa giden, diğeri düşme hattında olan iki takım. Düşme hattında olan takımın, yani Ankaragücü'nün futbolcuları iyi futbol oynamasalar da, her topa ve tekmeye kafalarını, ayaklarını uzatıyorlar. Kalecileri hariç.
Beşiktaşlı oyuncular ise her topa ayaklarının burnuyla, kafalarındaki saçların telleriyle vuruyor. Yani, sanki darbe yerlerse bir yerleri incinecek, kırılacaklar... Sırmaları dökülecek... Eğer bu iki takımın mücadelesinde tekmeye kafa sokan mağlup olsaydı, futbol adına ihanet olurdu.
Maçta futbol olarak fazla bir şey yok. Sarı lacivertliler topu şişiriyorlar, havalandırıyorlar, Beşiktaş aynen cevap veriyor. Doksan dakikada hazırlanmış kaliteli pozisyon var mı, yok.
Amiral gemisi
Şampiyonluğa oynayan takımın, amiral gemisi gibi maçı yönlendirmesi lazım. Karşındakine uyarsan, dünkü gibi olursun. Ama Beşiktaş takımı Bursa'da da hak ettiğinden fazlasını aldı. Ve böyle devam ederlerse fazla bir şey olmayan, iyi futbol oynamayan ama kendilerinin havaya soktuğu Fenerbahçe karşısında hedefi kaybederler. Eğer sen sekiz puan öndeyken iyi futbol oynamayan Fenerbahçe'yi hedef alıp, ondan korkarsan dünkü gibi olursun. Siyah beyazlılar bir şey oynamıyorlar.
Oyundan çıkan Tümer, yardımcı hakemle diyaloğa girerek kırmızı kart görüyor. Sen, oyundan alınmış bir futbolcusun. Bununla ilgili hakemlik dönemimde, oyundan çıkan futbolcuların soyunma odasına gitmesi gerekir, şeklinde bir yorumum vardı. Ama o zamanki Futbol Federasyonu, oyundan atılan futbolcular hariç, çıkanlar otursunlar, demişlerdi. Ne kadar yanlış olduğunu herhalde şimdi görüyorlar.
Tümer, yardımcı hakemle konuşacağına, enerji sarf edeceğine, oynadığı sürece mücadele etseydi... Ama maalesef Beşiktaş yöneticileri, teknik heyet ve futbolcular yanlış adreslerde hedef arıyorlar. Böyle devam ederlerse eğer, kuş elden uçacak. O zaman da bir parça var, ‘‘Kendim ettim, kendim buldum’’ diye, onu koyacaklar, dinleyecekler.