Erman Toroğlu

4 doğru 1 yanlış

26 Ocak 2004
<B>Y</B><B>AZARIMIZ</B> <B>Erman Toroğlu</B>, Beşiktaş-Samsunspor maçında siyah beyazlı oyuncuların gördüğü kırmızı kartları değerlendirdi. Toroğlu'na göre karşılaşmanın hakemi Cem Papila, gösterdiği 5 kırmızı kartın 4'ünde doğru, 1'inde ise yanlış karar verdi. İşte Erman Toroğlu'nun pozisyonlar ve kartlar hakkındaki yorumu:

* Samsunspur'un golünden önce Pancu'ya faul var mı?

-
Pozisyonun faulle yakından uzaktan ilgisi yok.

* Samsunspor'un golünde ofsayt var mı?

-
Futbolcu kendi alanından çıktığı için ofsayt yok. Samsun'lu oyuncu benim pozisyonla alakam yok diyor. Yardımcı hakemin kararı mükemmel bir karar.

* Zago'ya ilk sarı doğru mu?

-
Sarı kart bence pozisyona verilmeliydi, dalaşmaya değil. Ama hakem sarı kartı dalaşmaya verdi.

* Zago'ya 2. sarı kart doğru mu?

-
Kırmızı kart doğru ama direkt göstermeliydi

* İbrahim'e gösterilen kırmızı kart doğru mu?

-
Direkt kırmızı kart kararı doğru. Çünkü İbrahim'in niyeti kötü.

* Ahmet'in yaptığı hareket kırmızılık mı?

- Bu hareket kırmızı olmamalıydı.
Ayağını sallıyor ama rakibini sakatlayacak olsa zaten sakatlardı. Rakibe müdahalesi yok. Bu pozisyona sarı bile olmaz. Ahmet'e yazık olmuş.

* Pancu'nun Celil'e yapmış olduğu hareket direkt kırmızı kart gerektirir miydi?

- Direkt kırmızı kart kararı doğru.

* İlhan'ın gördüğü ilk sarı kart?

-
İtirazdan dolayı verilmiş bir kart. Karar doğru. Birşey diyemeyiz.

* İlhan'ın ikinci sarı kartı?

-
İkinci sarı karttan kırmızı kart görmesi doğru karar.
Yazının Devamını Oku

Fransız hakemler

2 Ocak 2004
Bülent Yavuz'a diyorsun ki, ‘‘Bu İstanbul Boğazı.’’ O da diyor ki, ‘‘Benim ağzım kırmızı biberden yandı.’’ Bak Bülent, hakem demek, hakim demek, güvenilir insan demektir. Sana kimse güvenmiyor ki... Antalya'ya Spor Yazarları Semineri'ne gittim. İlk oturumda, Bülent Yavuz'la beraberiz. Bülent Yavuz anlattıkça anlatıyor. Askerlikten kalma bir alışkanlık olsa gerek, mikrofona fazla bağırıyor. Herhalde daha tesirli olduğunu zannediyor. Bence yanlış, o hatayı yapmasın.

Bülent Yavuz'a soruyorsun. Diyorsun ki, ‘‘Bu İstanbul Boğazı.’’ O da diyor ki, ‘‘Benim ağzım kırmızı biberden yandı.’’ Yahu arkadaş, kestirme cevap ver, tık diye cevap ver, iş bitsin. Veremezsin. Niye? Yanlış çok fazla. Doğru yapsan zaten seni seminere çağırmazlar. Yanında ve karşında kimse olmaz. Tek sen konuşursun. Nasıl doğru yaptığın hakkında bilgiler verirsin. Herkes de feyiz alır.

Bülent'e soruyorum. Diyorum ki: ‘‘Türkiye'nin en çabuk hücuma çıkan, yani kontratak yapan iki takımının maçına Türkiye'nin en koşamayan hakemini veriyorsun. Bu, yanlış tayin değil mi? Çünkü bu takımlar yarın bir gün ikinci olacaklar. Ona mücadele ediyorlar. Çünkü önümüzdeki yıl, ligde birinci olan takım Şampiyonlar Ligi'nde bir ön eleme, ikinci olan takım iki ön eleme oynayacak. Türkiye Kupası da bu yıl çok önemli. Çünkü Kupa-2'deki takım adedimiz azaldı. O zaman hakemlik çok önemli.’’

Dön baba dönüyor

Bülent Yavuz
şu cevabı veriyor: ‘‘Muhittin Boşat çok dürüst bir çocuktur. Yanlış anlamayın, seyahate çıksam, karımı ona emanet ederim.’’

Biz yanlış anlamayız Bülent. Zaten Muhittin'e ‘‘karaktersiz, üçkağıtçı, dürüst olmayan biri’’ demiyoruz ki. ‘‘O maçı kaldıramaz’’ diyoruz. Nitekim kaldıramıyor. Yani Bülent, ‘‘benim tayinim yanlıştır’’ demiyor, dön baba dönüyor.

Başka bir soru geliyor. İstanbulspor-Konyaspor maçında, hani şu meşhur, tribünden davulun atılıp, golün verildiği maçla ilgili. İzleyenler, bu karar verilirken 7 ile 10 dakika arasında bir sürenin geçtiğini söylüyor. Bülent Yavuz görüntüye bakarak konuşuyor. Yardımcı hakemin hareketini ondan başka gören yok. Yani bir maçın neticesini hakem 7 ile 10 dakika arasında belirliyor. Aslında Bülent Yavuz'u da çağırsaydı, kararı hep beraber birkaç saat soyunma odası muhabbetinden sonra verselerdi iyi olurdu.

Kitap ne diyor? Bu tip konularda makul bir süre. Bülent Yavuz için 1 dakika da makul, 31 dakika da.

Kafana göre yorum

Dönüyoruz F.Bahçe-Rize maçına.Bülent Yavuz, ‘‘Burada kural ihlali yok’’ diyor. Yönetmelikten, başka şeylerden bahsediyor. Kural ihlalini kabul etmiyor. Yahu Bülent, peki o zaman bu maç niye tekrar edildi? ‘‘Bize sormadılar’’ diyor. Her şeyi bırak, Ali Aydın'ın açıklamaları var rapordan daha önemli. Hem de canlı canlı. Çünkü Ali Aydın'a eğer sen, Futbol Federasonu üst düzeyi iki-üç kişi ile yaptığın telefon konuşmalarından çıkan neticeyle istediklerini yaptırabilseydin, bugün o maç tekrar edilmeyecekti. Yani oyun kuralı ihlali olmayacaktı. Zaten sen, önce telefonla ‘‘değil’’ dedin, sonra da araya aracılar soktun. ‘‘Bu oyun kuralı ihlali, kurtar beni’’ diye.

Bülent, oyun kuralları kitabının 26. sayfasında, yani Kural-12'de fauller ve fena hareketlerde, ‘‘ihraç verilecek haller’’ diye 7 ayrı madde var. 7. madde diyor ki: ‘‘Aynı maçta oyuncu ikinci bir ihtar alırsa, kırmızı kart gösterilip, ihraç edilir. İhraç edilen bir oyuncu, teknik alan ve oyun alanının çevresini terk etmelidir.’’ Sen, bırak teknik alanı ve oyun alanının çevresini bile terk ettirecek adamı, maça devam ettiren karara, ‘‘oyun kuralı ihlali değil’’ diyorsun.

Kimse güvenmiyor

Bak Bülent, hakem demek, hakim demek, güvenilir insan demektir. Ağzından çıkan sözlerin inandırıcı olması gerek. Yani ben, ona güvenmeliyim. Yani, kamuoyu ona güvenmeli. Bunlardan dolayı sana kimse güvenmiyor Bülent. Haliyle hakemlerine de güvenmiyorlar. Eğer bugün Ali Aydın'a, yaptığı büyük hatadan dolayı bir destek çıktıysa o, gruptaki istisna kaideyi bozmaz isimlerden biri Ali Aydın olduğu içindir. Böyle devam edersen de geleceğin kötü. İngilizce bilen hakemler, öncelikli olacakmış. Futbola Fransızlarsa ne olacaklar?

Mevsimlik cezalar!

FATİH Terim hakeme hakaretten bir ay hak mahrumiyeti cezası aldı. Sezon içinde bu tip cezalar, teknik adamlara ve yöneticilere çok veriliyor. Ama Fatih Terim isminden ve G.Saray'dan dolayı bu, gündemde fazla kaldı.

Şimdi şöyle bir düşünelim, işi tersten alalım. Bundan sonra biraz akıllı ve dikkatli bir teknik adam, eğer hakeme hakaret edecekse, devre arası ve yıl sonuna göre cümle kurması gerekir. Eğer sezonun yarısında bunu yapacaksa, yani bir aylık sürede, mesela hakeme ‘‘senin ...’’ demeli. Yok, intikamı daha acı olacaksa, o zaman sezon sonunu beklemeli. Yani iki aylık arayı. O zaman hakemin yalnız kendisini değil, hafif yakın akrabalarını, hatta federasyonu bile katabilir. O zaman da iki ay alır. Kışın alacağı bir aylık cezayı, kayak merkezlerinde kayarak, yazın alacağı iki aylık cezayı da deniz kenarlarında kumların üzerinde güneşle vücut kebabı yaparak geçirir.

Her şeyi değiştiriyorsunuz, tabii işinize gelince. Bu yönetmeliği de değiştirin. Teknik adamlar da futbolcu gibi olsunlar, maç cezası alsınlar. Doğrusu da bu. Ama babalar başka işlerle meşgul oldukları için böyle ufak şeylere bakmıyorlar.

Namuslular yanıyor

MALİYE bir şeye başlıyor, sonra duruyor, sonra geri dönüyor. Çek ne demek? Vakti sınırlı iş adamının banka işlemlerini yapmadan kendi ismini, namusunu, şerefini yazdığı ufak bir koçan. Kağıt parçası ama önemli. Senet ne demek? Çekten farklı. Karşılıklı bir anlaşmanın veya alışverişin kağıda dökülmesi. Bazıları derler ya; ‘‘sözüm senettir.’’ Hiç siz ‘‘sözüm çektir’’ diyen insan gördünüz mü? Neden? Çünkü çek demek, kayıtsız şartsız para demektir. Eğer bazı kurallara ve iyi niyetlere uymazsanız gidip anında paraya çevirebilirsiniz veya kırdırabilirsiniz. Eskiden bir ara hapis cezası olan çek, şu sıralar öyle sulandırıldı ki, eskisinden de kötü oldu. Her yeni konan bir cümle ve kelime onu sulandırdı. Vadesinde ödemeyen kazanıyor. Avukata verip hukuk yoluyla almaya kalksanız avukatlar ve mahkemeler kazanıyor. Kim yanıyor? Çeki alan. Onu kim koruyacak? Devlet. Yani babamız, devlet babamız. O kimle uğraşıyor. Annenizle.

FATURAYI BİZ ÖDÜYORUZ

HER yıl bitiyor, yenisi heyecanla karşılanıyor. Hep boş laflar, hikayeler... Daha fazla para, daha güzel bir hayat ve de sıhhat. Üçü için ne yapıyoruz? Hiçbir şey. Hükümetler yıllarca ne yaptı? Onlar, geçtiğimiz 15 yılda kendilerine ve bizlere Lale Devri'ni yaşattılar. Bol faiz, yüksek borsa, milyon dolarlara evler, yalılar, yatlar, uçaklar... Şu anda yatlar kayboldu, uçaklar indi, yalıların fiyatları yarı yarıya düştü.

Bu Lale Devri'nde İstanbul'dan özel uçaklara binip Göcek'e, Marmaris'e, Antalya'ya öğlen yemeklerine gidiliyordu. Şimdi faturaları burnumuzdan gele gele ödüyoruz. Futbolu bunlardan ayıramazsınız. Futbolculara inanılmaz paralar verildi. Kulüp harcamaları, seyahat harcamaları rüya gibiydi. Bu, Futbol Federasyonu'ndan bazı 3. Lig kulüplerine kadar uzandı.

Kulüpler borç batağında

Şimdi geldiğimiz noktaya bir bakalım. Milli Takım koftiden bir gruptan çıkamadı. Şenol Güneş hala bırakmıyor. Kulüplerimiz Şampiyonlar Ligi'nde yok. Bazı takımlar -içlerinde bazı büyükler de var- borç batağında. F.Bahçe'nin borcu ve alacağı ne kadar? Aziz Yıldırım ve Ali Yıldırım'dan başka bilen var mı? G.Saray'ın borcu malum. Futbol oynayacak sahaları bile yok. Trabzonspor borçlu. Onların gelir kaynakları da yok. Bir tek Beşiktaş, ayağını yorganına göre uzattı.

Önümüzdeki sene naklen yayın ihaleye çıkacak. Acaba DigiTürk ne kadar para verebilecek? Veya ona rakip çıkabilecek mi? Kulüplerin şu anda ayakta durmasını sağlayan tek kaynak, naklen yayın gelirleri. Yarın bir gün büyükler ‘‘biz kendi televizyonumuzu kuracağız’’ derlerse, havuzu parçalamaya kalkarlarsa ne olur? Bunların hepsi çok uzakta olmayan ihtimaller. Bir kulüp var; tesislerini bitirmiş, bankada 20 milyon doları olan. O da G.Birliği. Ama İlhan Cavcav diyor ki: ‘‘Bu para önemli değil, iki günde biter. Artık banka faizleri de düştü, giderlerimizi kısmalıyız.''

Gidişat iyi değil

İlk yarı bitti, statlar bomboş. Juventus'u yenen G.Saray'ın İstanbulspor'la Güngören'de oynadığı maça 1700 G.Saraylı gidiyor. Açık ara önde giden Beşiktaş'ın İnönü'deki Rize maçında 11 bin seyirci vardı. Ligde heyecan kayboldu. İşin daha da kötüsü, iyi futbol oynayan takım adedi çok az. Ben salt futbolu seven, kulüp tutmayan bir vatandaş olsam, hangi takımların maçlarına giderim? Şöyle bir sayalım...

Öncelikle G.Birliği. Sonra Beşiktaş, Denizli, Malatya, Gaziantep, İstanbul. Zaman zaman da Samsun. Diğerleri vasat veya kötü. Peki, ben bir maça gidip keyif almazsam niye gideyim? Hakemler mi? Onlar kötü değiller. Haklarını yemeyelim. Çok kötüler.

Profesyonel insanlarız. Bu işten para kazanıyoruz. ‘‘İyi tarafına bakalım’’ diyoruz, zorluyoruz ama kötü tarafı iyi göstermiyor. Maalesef futbolumuzu idare edenler de yaptıkları hataları kabul etmiyorlar. İşin en kötü tarafı da zaten bu ya.

Yürekleriniz yetiyorsa...

HANİ şu meşhur HSBC'ye yapılan bombalı saldırı var ya, o kamyonetle ilk burun buruna gelen güvenlik görevlisi Koray, 23 yaşında, pırıl pırıl bir genç. Bankaya gireli 20 gün olmuş. O anda onu yerden parçalanmış kafatası, dışarı çıkmış beyni, kırık vücudu ile hastaneye kaldırmışlar. İstanbul'da yapılan operasyonlardan sonra, Ankara'daki Bilkent yanındaki dünyada diğer bir eşi Amerika'da olan Gülhane Askeri Hastanesi'ne bağlı rehabilitasyon merkezinde yatıyor.

Futbolu çok seviyormuş. Haber gönderdiler, ‘‘ziyaret edersen çok mutlu olur’’ dediler. Gittim. Ben, televizyonlardan ve gazetelerden o görüntüleri hatırlıyorum ve o görüntülerin evvelsi günkü Koray olduğuna inanamıyorum. Müthiş bir azim, müthiş bir yürüme, koşma, konuşma isteği. Koray'dan çıkıyorum, başka tekerlekli sandalyeli hastalar... Sarılıyoruz, öpüşüyouz. Kimisi koltuk değneği ile. Onlar da PKK ile savaştan bu hale gelmişler. O, Atatürk'e dil uzatanları düşünüyorum, nasıl hala konuşabiliyorlar şaşırıyorum.

Onlar zaten Meclis’te

Sonra bir anda kendime geliyorum. Şaşırmama gerek yok. Onlar zaten Meclis'te. Oraya kadar geldiler. Bir tek denemedikleri yer kaldı; Silahlı Kuvvetler. Yarın oraya da girecekler. Çünkü, minareyi çalarken kılıfı zaten hazırlıyorlar. Dört-beş kademe sonrayı düşünerek hareket ediyorlar. Hiçbir gün gerçek yüzlerini göstermediler, göstermeyecekler de.

Aslında onların da fazla suçu yok. Bizim enteller var ya, hani hep yazdılar, ‘‘cumartesi anaları’’ diye. Onların anaları cumartesi anasıydı, bizim analarımız hangi günün anasıydı? Ama hep onların tuzağına düştük. Biz ne mi olacağız? Ben kendimi değil, çocuklarımızı düşünüyorum. Onlar hızla uçuruma doğru gidiyorlar. O Meclis'te ilk tezkereyi çıkarmayanlar alsınlar ellerine Koray'ın ilk günkü fotoğraflarını, gelsinler o Bilkent'in yanındaki rehabilitasyon merkezine. Bir de kendi aile fotoğraflarını yanlarına koysunlar. Eğer yürekleri yetiyorsa...

Kendine müslüman

YILBAŞI gecesi çarşamba... Perşembe de tatil. Eğer hükümet, cuma günü idari izin verseydi, 4 günlük bir grup tatil olacaktı. Hiç olmazsa iç turizmde kımıldama olacaktı. Zaten milletin morali bozuk, hiç olmazsa insanlar zihinsel olarak rahat ederlerdi. Niye yapılmadı...

Ramazan Bayramı'nda veya Kurban Bayramı'nda böyle bir rastlantı olursa iş şipşak çıkıyor. Neden? Çünkü onlar dini bayramlar. Din kardeşlerimiz, yani hepimiz bu nimetlerden faydalanalım diye. Peki yılbaşında niye verilmiyor? Bazı din kardeşlerimize yılbaşı ters geliyor. Onlar için yılbaşı diye bir kavram yok. Onun için bir gün tatil verilmeyerek diğerleri cezalandırılıyor. Yani bizim gibi müslüman olup, onlar gibi müslüman olmamışsan. İşin tehlikeli boyutu da zaten bu. Nasıl müslüman? Kime göre müslüman? Ama şu bir gerçek ki, işin aslı herkes kendine müslüman.
Yazının Devamını Oku

Süren'den lise açıklaması

26 Aralık 2003
Çarşamba günü yayınlanan ‘‘Kompleksi aşın’’ başlıklı yazımda, Faruk Süren'in, ‘‘G.Saray Lisesi artık kalmadı. Anadolu Lisesi oldu’’ ifadesi yer aldı. Sayın Faruk Süren'in söylediklerini kısaltarak yayınladım. Ama liselilerden gelen tepkiler üzerine Süren'in bu cümleden önce ifade ettiği sözleri de yayınlamak zorundayım. Süren o röportajda aynen şu ifadeleri kullanmıştı;

‘‘Batıda örneklerini gördüğümüz (İngiltere'de Eaton College gibi) geleneğimizi artık maalesef sürdüremediğimiz, başka bir deyişle Galatasaray'da okumuşların çocuklarına bir kontenjan ayıramadıkları, dolayısıyla Galatasaray geleneğini okulla birlikte ailece sürdürme olanağının, ‘‘Anadolu Liseleri Giriş Sınavı’’ olarak tabir edilen sistemde alınan puanlara göre talebe alımıyla engellenmiş olduğu ve bununla da yukarıda bahsettiğim gibi öteden beri ‘‘elitist’’ vasfı olan lisenin bu fonksiyonunun tehlikede olduğunu düşünüyorum.’’
Yazının Devamını Oku

Kompleksi aşın

24 Aralık 2003
Başarıya hep ‘‘biz’’le gidilir. ‘‘Ben’’le değil. Ancak hala birileri kafalarını kuma sokmuşlar. Dünya benim etrafımda yürüyor zihniyetindeler. Kurtulun beyler kurtulun. Bir zamanlar ‘‘Önce Mülkiye sonra Türkiye’’ derlerdi. Galatasaray Lisesi, ayrıcalıklı bir okuldu. Ben Ankara Atatürk Lisesi'ni bitirdim. O zamanlar önce üniversite mezuniyeti değil de hangi liseden mezun olduğunuz konuşulurdu.

Faruk Süren, Mehmet Cansun röportajının herkes bir tarafına baktı. Sahadaki başarısızlık, Fatih Terim, Özhan Canaydın ve gelecek seçimler...

Aslında yazının çok önemli başka bir tarafı var.

Sene 1935... Yusuf Ziya Öniş, büyük düşünen biri... ‘‘Gelin’’ diyor bu lise çerçevesinde kalmayalım. Dışa açılıp, büyüyelim. Büyük tepki alıyor. Bakıyor içerideki tartışmalardan bir şey çıkmayacak. İstanbul Güneş'i kuruyor. Bu takım 2 yıl, gelene 5, gidene 6 atıyor. Mülk almaya da başlıyor. Nerede biliyor musunuz? Sıraselviler'de şimdiki Gençlik Spor İl Müdürlüğü'nün binasını. Mülk bile böyle alınır. Bakıyorlar ki, bu Güneş'le uğraşılmayacak. Liseliler, Ankara'ya baskı yaparak İsmet İnönü'yü devreye sokuyorlar. Ankara'dan bizzat gelen emirle kulüp kapatılıyor.

Yukarıdaki paragrafta yazılanları tane tane anlatan şahıs, sayın Faruk Süren... Aynı Faruk Süren devam ediyor...

‘‘Beyler, artık Galatasaray Lisesi diye bir lise kalmadı. Anadolu Lisesi oldu. Biz tesislerde okul açtık. Bütün talebeler antrenman yapacaklarına odalarına çekilip bilgisayar oynamaya başladılar. Galatasaray takımının Türkiye genelinde resmi 9 milyon taraftarı var. Artık liseliydi, dışarıdandı kavgalarını bırakmak lazım. Halka açılmak lazım’’

Süren'in bundan sonraki kongrelerin statta yapılası lazım cümlesinin altında yatan gerçek bu. Süren, burada da büyük düşünüyor. Bence son derece de haklı.

Küçük olsun benim olsun cümlesinin altındaki gerçek de, bence lisede yatıyor. Beşiktaş'ın 12 bin kongre üyesi var. Son genel kurulda 7 bin 200 kişi oy kullandı. Fenerbahçe'nin üye sayısı ise 10 bin 300. Sarı lacivertilelerde de 7 bin kişi sandık başına gitti. Galatasaray'da 6 bin 700 kongre üyesinden seçime katılanların sayısı sadece 3 bin 500. Artık Galatasaray'ın da salonlarda değil, statlarda kongre yapması lazım. Dünya takımı olsun. Herkes elini uzatsın, destek versin, denetim yapsın. Tek noktadan, tekellikten kurtulsun. Faruk Süren'in kafasının içinde dolaşanlar bunlar.

Hala daha kompleksten kurtulamayanlar var. Bu röportajı kimin yaptığı, nasıl yapıldığı konusunda saçma sapan fikir yürütüp, yorum yapanlar var.

Arkadaşlar ne demişler biz 40 kişiyiz birbirimizi iyi tanırız. Başarıya hep ‘‘biz’’le gidilir. ‘‘Ben’’le değil. Ancak hala birileri kafalarını kuma sokmuşlar. Benden sonra tufan. Benden başka kimse yapamaz. Ben olmazsam bu iş yürümez. Dünya benim etrafımda yürüyor zihniyetindeler. Kurtulun beyler kurtulun. Bize gelin, ve de saadete gelin...

Teşhisi koymuşlar

Pazar akşamı Show TV'de Malatyaspor-Fenerbahçe maçını izleyip Maraton'a gireceğiz. Baktım bizim Ferhan Tezcan'ın yanında menajer Sinan Engin oturuyor. Kendisine ‘‘Futbolcularınız tatile çıktı mı. Ne kadar izin verdiniz’’ diye sordum. ‘‘En uzun tatili biz verdik. 7 Ocak'ta top başı yapacağız’’ şeklinde yanıtladı. Hata yaptıklarını, biraz sonra oynanacak Fenerbahçe maçını beklemelerini, çünkü Malatyaspor'un Fenerbahçe'yi yenmesi halinde, bütün takımı ve seyircileri İnönü Stadı'na çağırıp tur atmalarını söyledim. Odada bir kahkaha koptu. Ama Sinan çok temkinli. ‘‘Ya dur hocam. Rahatlamasınlar’’ diye kestirip attı.

Beşiktaş, iyi takım. Kötü oynadığı zaman bile oyundan kopmuyor. 80. dakikada iki farkla arkaya düşse, hiç kimse artık bu maç bitti diyemiyor. Bunlar Beşiktaş için çok önemli özellikler. İşini bilen çok çalışan, hiçbir gün rehavete girmeyen, takımı hazırlarken ve sahaya sürdüğü kadroyla macerayı sevmeyen, yere sağlam basan, alçak gönüllü, önce düşünüp sonra konuşan bir Lucescu var.

Futbol sürprizler oyunudur. Ama o sürprizi yapacak gücün olacak. Şu anda Beşiktaş'ın sıkıntıları var. Ahmet Dursun gitti, İlhan Mansız yolda. Belki bir iki kişi daha gidecek. Ama bunları yaparken dişlileri bozmamak lazım. Yapılacak bazılarına göre ufak ama futbolu bilen insanlara göre büyük hatalarla bir anda şemsiye tersine dönebilir. Fakat Beşiktaş menajeri, Lucessu ve Beşiktaş yönetimi teşhisi koymuşlar, bence tedaviye geçmişler bile. Eğer o hataları yapmazlarsa, Beşiktaş açısından sorun yok.

Peki Beşiktaş'ı yakalayabilecek diğerleri nasıllar? Rezalet... Felaket... Hayalet... Yani bir sihirbaz çıkacak, el hareketi yapacak, olay tersine dönecek. O zaman olur. Bir tek Fenerbahçe, o da sorunlarını halledebilirse uzak da olsa Beşiktaş'a rakip olabilir.

Aslında şu andaki Beşiktaş ile basını ve seyircisi olsa, federasyondan da köstek almasa, bir tek Gençlerbirliği mücadele edebilir. Ama bakın kırmızı siyahlıların dezavantajlarına. Bir cümlede koskoca üç engel önüne çıkıveriyor dağ gibi. Tabi evelallah hakemlerin de burada hakkını yemeyelim!..

Televizyonda Beşiktaş için söylediklerim bunlar. Hala daha demogoji yapabilecek, cek-cak diyecek varsa, buyursun tartışalım.

Arkadaşlar, mücadele olmayan, büyük rakiple uğraşmayan, zorlanmadan kazanılan başarılar keyifli olmaz. Ne kazanana tat verir, ne seyredene.

Unutmadan ilave edeyim, başarıya koşanların ayaklarına çelme takmak ve tekme atmak, ahlaksızlıktır, şerefsizliktir.

Herkesi kendiniz gibi zannetmeyin...

Ölme eşeğim

DAUM
sinirli. Herhalde bazı şeyler söyleyecek, yutkunuyor. Maraton programında, ‘‘Yıl sonuna kadar bu kadro şampiyonluk mücadelesi için yeterli mi?’’ diye sorduğumda, ‘‘Cevap vermek istemiyorum. Erman hoca da benim görüşlerimde birisi. O konuşsun’’ dedi. Bu demektir ki Fenerbahçe'ye en az 3 oyuncu lazım. Ve bu oyuncular alınmıyor. Veya alınamıyor.

Gazetelerde hep Ortega lafı var. Öyle şeyler yazılıp konuşuluyor ki sanki Ortega gelip futbol oynayacak ve takımını kurtaracak. Gelen haberlere göre Ortega'nın en az 10 kilo fazlası varmış. Normal bir diyet uygulasa vasat bir maça çıkması için en az 2 ay gerekir. O da 90 dakika oynamama şartıyla. Fenerbahçe, daha doğrusu Aziz Yıldırım, paraları kurtarmak için bu oyuncuyu çağırıyor. Getirecekler, antrenmanlara çıkaracaklar, kilo verdirtecekler, sonra antrenman yaptıracaklar, sonra maçlara çıkacak, yani vitrine, ondan sonra da satacaklar. Kaç para, kaç para... Hani bir deyim vardır ya, ‘‘Ölme eşeğim ölme, yonca biçeriz’’

Hareket bereket

PERŞEMBE günü Antalya'da, Limra'da Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin davetlisi olarak bir panele katılacağım. Karşımda da Bülent Yavuz olacak. Yıllar önce yine Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin Balçova'daki bir eğitim seminerine katılmıştım. O zaman faal hakemdim. Şimdi orada neler konuşulacak? Katılımcılardan gelecek sorular, Bülent Yavuz'un cevapları ve benim bazı konularda söyleyeceklerim. Herhade keyifli olacak. Ben hareketi severim. Nerede hareket vardır, orada bereket olur.

Aykutlar

FANATİK Gazetesi'nde sevgili Oğuz Dizer, 2 hafta önceki Maraton'da Sakaryalı Aykutlarla ilgili bir sözüme, hem Aykutlar'ın, hem Sakaryalıların, hem de kendisinin sitemlerini bildirmiş.

Sevgili Oğuz; iki Aykut'un da yıllarca hakemliğini yaptım. İkisi de değişik stillere sahip, çok farklı oyun karakterleri olan, oyunculardı. İkisi de iyi futbolcuydu.

Burada benim söylediğim, Fenerbahçe yönetimindeki transfer yapanların gerçekleştirdiği büyük gaftı. O dönemde onlara Küçük Aykut lazımdı, büyüğünü aldılar.

Onun için de rahmetli Büyük Aykut'un hakkını yemedim. O hem iyi futbolcuydu, hem de mükkemmel bir insan.
Yazının Devamını Oku

Uyanık İbrahim

21 Aralık 2003
Uzun zamandır dikkatle, ibretle ve hayretle bir şeyi izliyorum. Neyi biliyor musunuz? İbrahim Üzülmez'i... Bu oyuncu, rakibi ile arasına topu atıyor, haliyle de rakibini sağ tarafına alıyor. Tam yan yana geldiklerinde, ona doğru yaslanıyor, sağ eliyle rakibinin ya şortundan ya da formasından yakalıyor. Ve bunu o kadar güzel yapıyor ki, rakip futbolcuyu başlıyor peşinden sürüklemeye...

Rakip tutsa, bu sefer faul olacak. Adam, İbrahim'den kurtulmak istese yine faul olacak. Bir de arada küçük takım-büyük takım farkı oldu mu, rakiplerin hepsi yanıyorlar. Ve maalesef futboldan nasibini almamış hakemler de bunu uzun zamandır yiyorlar. Ve her pozisyonda İbrahim, dolayısıyla Beşiktaş, faul kazanıyor. Halbuki kararın, tam ters verilmesi gerekir. Zaten o zaman İbrahim, ellerini-kollarını açarak seyirciyi hakemin üzerine yolluyor.

Bu hareketi eskiden bazı santrforlar yapardı. Öyle yaparlardı ki, rakibi üstüne çekerler, hem defans adamını düşürürler, hem de penaltı alırlardı. Ondan sonra da diyorlar ki, ‘‘Niye futbolcuları hedef gösteriyorsunuz?’’ Eee, bunu sahadaki hakemler çözemezse, birileri ikaz edecekler. Çünkü adaleti onlar dağıtıyorlar. Bakın şimdi böyle bir pozisyon, maçı nerelere getiriyor?

Siyah beyaz bakıyorlar

Rizespor çok iyi futbol oynayan bir takım. Beşiktaş zaten iyi. Maçın neticesi, iki taraf arasında gidip geliyor. Her şey olabilir. Ama İbrahim'in uzun zamandır yaptığı bu klasik hareketinde hakem, Rizespor aleyhine faul veriyor. Futbolcular isyandalar haklı olarak. Ve bu top, gidip gol oluyor. Sonra da Ali Eren geliyor, hakeme konuşuyor. Bir kırmızı kart, hadi güle güle.

Peki, sevgili Ali Eren, sen Beşiktaş'ta oynarken bu yaptığın konuşmaların on misli ağırını yapıyordun, atılmıyordun. Şimdi dikkat et artık Rizespor'da oynuyorsun. Adama leblebi gibi gösterirler. Ne oldu? Beşiktaş beş attı. Yahu, Beşiktaş, Rizespor'u normal şartlarda zaten yener. Bugün okuyun gazeteleri, göreceksiniz, Beşiktaş'ın siyah beyaz bakan yazaları bu olaylardan hiç bahsetmeyecek.

Herkes Sergen'in müthiş frikiğinden, yaptığı güzel verkaçtan, A.Hassan'ın yedek kalıp, ikinci yarı girip daha iyi oynadığından, Cordoba'nın gene noktaya degaj yaptığından, İlhan Mansız'ın zaman zaman pres yapıp, rakibi rahatsız ettiğinden, Lucescu'nun yerinde adam değişikliği yaptığından söz edecek. Ama, İbrahim'e normal bir müdahale yapan Rizesporlu Şener'in seyirci istedi diye kart görmesinden yine kimse bahsetmeyecek.

Her kapıyı açıyor

Yıllardır bu ortaoyunu oynanıyordu, hala devam ediyor. Ama şimdiki kılıflar daha iyi. Ne de olsa uzay çağında yaşıyorruz. Adamı böyle rokete koyar, uzaya atarlar. İbrahim bir de bu hareketleri yaparken mazlumu oynuyor. Türk insanı biliyorsunuz, garibanı, mazlumu sever. Toptancı halde bu tarz uyanık geçinenlere ‘‘saf köylü çocuğu’’ derler. Gariban ama akıllı. Çaktırmadan uyanık. Peki kabahat bunlarda mı? Hayır. Adalet dağıtan vatandaşlarda.

Beşiktaş seyircisi takımının maçlarına artık gelmiyor. ‘‘Nasıl olsa, bu takım şampiyon olur’’ diyor. Siyah beyazlılar iki maç kaybetsinler İnönü gene tıklım tıklım olur. Yani Türk seyircisi de enterasan. İyi mala gelmiyor, kötü mala gidiyor. Neyimiz doğru ki.

Sergen, 22 futbolcunun içinden yürüye yürüye maçı aldı götürdü. Beşiktaş takımı bazen sıkışıyor, daralıyor, zorlanıyor. Ama hep kafada şu var; ‘‘Sergen çıkar, bir iş yapar, maçı döndürür.’’ Yani futbolcu değil mübarek maymuncuk, her kapıyı açıyor.
Yazının Devamını Oku

Canaydın Terim'in kumandasında

20 Aralık 2003
Yaklaşık 5,5 saat başbaşa görüştüğüm iki eski başkan, açıkça ifade etmeseler de bir gerçeğin altını çiziyorlar; ‘‘Ey Canaydın, maalesef sen, yani seçilmiş başkan, atadığın Fatih Terim'in kumandasına girmişsin.’’ G.SARAY hasta, koca takım göz göre göre eriyor. Virüs var ama nerede? Her gün sütunlar dolusu yazılar... Akıl veren çok, tedavi eden yok. Önce, hastanın sorumlularıyla konuşayım dedim, Özhan Canaydın ve Fatih Terim'den yazılı istekte bulundum.

Bu isteğimize yazılı bir cevap gelmedi. Sadece Özhan Canaydın'dan şifahen, ‘‘İlerideki günlerde’’ yanıtı geldi. Ama günler ilerliyor, koca takım hala erimeye devam ediyor. O zaman son görev alan iki başkana başvurdum. Çünkü bu hasta onların elinde bırakın, ‘‘Yatakta kıvranmayı’’ son sürat koşuyordu.

Vur de, öldürsün!

Faruk Süren
ve Mehmet Cansun ile yan yana hiç konuşmamıştım. Daha ilk saniyelerde aralarındaki hiyerarşi net bir biçimde gözüktü. Faruk Süren, sanki gemi kaptanı gibiydi. Bazı konularda anlaşamıyorlardı. Ancak, anlaşamadıklarında bile tartışmaları çok keyifliydi.

Mesela, Başkan Süren, Asbaşkan Cansun'u transfere gönderdiğinde çok korkarmış. ‘‘Vur deyince öldürür’’ diyor. ‘‘Ben 4 ver derim, o 6'ya çıkar. İşi bitirmeden gelmeyi hiç sevmez.’’

Faruk Süren
, büyük düşünen bir başkan. Ufak şeyler onu tatmin etmiyor. Mehmet Cansun, ‘‘Ben okuldan yetiştim ama, bunlar gibi (Süren ve Canaydın'ı kastederek) aristokrat değilim. Tribünden geldim. Amigoluktan geldim. Maçlarda dayak yiye yiye geldim’’ diyor. İkisini de dikkatle dinledim. Stilleri ayrı da olsa, gittikleri yolda başarıya ulaştılar.

Altını oymuşlar

Mehmet Cansun
şimşekleri çok fazla üzerine çekmek istemiyor. Onun için de fazla toz kaldırmadı. Ama Faruk Süren öyle değil. Başından geçenler, yaptıkları, altının oyulması onu çok rahatsız etmiş. Rakip takımlar için en ufak bir şey söylemiyor. Havası, ‘‘O işler kolay, önemli olan kendi camiamız. Arkadan vuranlar ve aşağı çekenler hep bizim camiadan.’’ Konuşmasından hep bu noktalar çıkıyor.

‘‘Sudan sebeple’’ kendi yönetim kurulundan ayrılan Özhan Canaydın'ı dolmuşa getirip 4 sene sonra başkanlığa itenler, yani kendisinin deyimiyle, ‘‘Küçük olsun, bizim olsun diyenler kim?’ diye soruyoruz? Gülüyor, ‘‘Selahattin Beyazıt mı, Murat Beyazıt mı?’’ diyorum. Kahkaha atıyor, ‘‘Sen söyledin’’ diyor, ‘‘Ben söylemedim.’’

Süren büyük oynuyor

O arada Esat Yılmaer, Necdet Çobanlı ismini telaffuz ediyor, yine kahkaha, yine aynı cevap, ‘‘Ben söylemedim Esat sen söyledin’’.

O anda herhalde, bize haksızlık yaptığını anlamış olacak ki, bir ismi de o telaffuz etti. İnan Kıraç. Herhalde o yine büyük oynadı en tepedekinin ismini verdi. Dedim ya, büyük oynamayı seviyor. Kafasında Real Madrid ve M.United gibi bir G.Saray var. Öyle idare edilen, kongrelerini statlarda yapan, 9 milyon taraftarı kulübe ortak etmek isteyen..

‘‘Başkan olsan, bu takımı ne yaparsın?’’ dediğimizde, ‘‘İkinci yarı başlamadan bu takımı alayım, sezon sonu şampiyon bitiririm’’ dedi. Der demez de, öne doğru fırladı, çünkü söylediğini yaşıyordu.

Neden?

İşte yazının başındaki olaydan. Yani hastayı iyi tanıyordu. Teşhisi koymuştu. Gördüğüm kadarıyla kinci de değil. ‘‘Hırsı aklının önüne geçmiyor’’ Geçmiyor ki, ‘‘Takımı alırsam Fatih Terim ile devam ederim’’ diyor. Ama hemen ilave ediyor, ‘‘Başına birilerini koyarım.’’

Kumandasına girmişsin

Bunları net söylemiyor. Ben konuşmalarından çıkarıyorum. Yani, ‘‘Bu takımın bu duruma düşmesindeki tek sorumlu Özhan Canaydın’’ derken, şunu söylemek istiyor, ‘‘Ey G.Saray Kulübü Başkanı sen, G.Saray'ın kongre üyelerince başkanlık sistemine göre seçilmiş birisin. Yani sen ne dersen, ne istersen, kimlere görev verirsen işler öyle yürür. Rotayı, vizyonu, misyonu, çıtayı sen belirlersin. Kulübün Başkanı sensin. Sen geminin kaptanısın. Ama maalesef sen, yani seçilmiş başkan, atadığın Fatih Terim'in kumandasına girmişsin. Kulübü sen mi idare ediyorsun, Terim mi?’’ Faruk Süren, ‘‘Terim idare ediyor’’ demiyor ama bütün konuşmalarından benim çıkardığım sonuç bu.

Süren, enteresan birisi. Seçimde Mehmet Cansun'a karşı Özhan Canaydın'ı desteklemiş. Buna Cansun bile şasırmış. ‘‘Hayretler içinde kaldım’’ diyor. Sebebi mi? ‘‘Özhan Canaydın gelsin, icraat yapsın, herkes vizyonunu ve kapasitesini görsün’’ istemiş. Ben öyle gördüm ve Özhan Canaydın'ı buraya iten o, ‘‘Küçük olsun, benim olsun’’ diyen grubu da böylece deşifre etmek istemiş.

Satranç oynuyor

Şu gözüküyor ki, Faruk Süren, resmen santranç oynuyor. Altıncı, yedinci hamleyi düşünerek hareket ediyor. Zeki adam, zaten bunu Mehmet Cansun da kabul ediyor... ‘O çok akıllı ve vizyonu geniş biridir. Bizden farklı düşünür.’

Avrupa Kupası'nı getirmek kolay iş değil. Süren’in gözlerine baktığımda, tatmin olmamış bir ifade yakaladım. Aklı hep Şampiyonlar Ligi Kupası'nda. Ama önce içeriyi temizlemek istiyor. Sonra sahneye çıkacak. Başkanlık için, ‘‘Hayır’’ diyor. Ama aynı fikirde değilim. Zamanı gelince tekrar başkan olacak.

Cansun bu başkanlık için daha esnek konuşuyor. Zaten 22 milyon dolarını yeni kurtarmış. Ağzı yanmış, bu ifadeleri kullandığına göre tekrar başkanlığa aday olup para kaptırmaya niyetli değil.
Yazının Devamını Oku

Hep Terim mi haklı!

17 Aralık 2003
Hep karşıyla kavga var. Haliyle bu da futbolcuyu sahada agresif hale getiriyor. Eğer böyle devam ederlerse ve o Türkiye'deki korkak hakemler cesaretlenirlerse G.Saray'dan her maçta 2-3 oyuncu atılır. Bu kırmızı kartların sorumlusu da yine Fatih Terim olacaktır.

EY ruh nerdesin... Eğer geldiysen fincanı hareket ettir. Bu sözler üzerine fincan masanın üzerinde hareket etmeye başlar.

G.Saray nasıl olacak, kötü mü, iyi mi?

İyi olacak ise EVET'e, kötü olacaksa HAYIR'a git.

Fincanın üzerinde 4-5 tane işaret parmağı var zaten.

Bu fincan dolaşır, gider HAYIR’ın üzerinde durur.

Neden mi?

Bir buçuk yıldır Galatasaray'da yeni bir yönetim şekli doğdu. Galatasaray Başkanı ve Teknik Direktörü var. İkisinin arasında kimse yok. Haliyle de yanlarında da yok.

Bu ikili ne istediyse, onu yaptı.

Gelelim şu andaki görüntüye.

Galatasaray bir futbolcu mezbahası ve hurdalığına döndü.

Terim kimi istediyse onun kellesi uçtu. Veya hurdalıkta bekliyor.

Basın çok kötü. Neredeyse bazı gazeteler için Florya'da sürek avı yapılacak. Hatta yapılıyor. Ceza kurulu da kötü. Hakemler kötü. Ben size soruyorum. Bir tarafta Lukunku, Arif, Hakan Şükür, Ümit Karan.

Dönün Beşiktaş'a bu zenginliğe siyah beyazlılar sahip mi? Cevabı hayır.

Eğer Fatih Terim'in Özhan Canaydın'ın biraz cesaretleri varsa, versinler Ümit Karan'ı Beşiktaş'a bakın ne olur.

Dönüyorsunuz Fatih Terim, habire futbolcu gönderiyor. Haliyle de yerine oyuncu alınıyor. Peki hep mi futbolcular kötü. Hep mi onlar kamuoyunun önüne atılıp aslanlara parçalattırılacak. Hep mi basın suçlu.

Fatih Terim'i futbolcular bir yere getirmedi mi? Hiç mi o futbolcuların Terim'in geldiği noktada payları yok.

Korkak hakemler cesaretlenirse

Başarıya giden yolda Nezih Alkış ağabeyi, Şansal Büyüka ağabeyi, Mehmet Ağar ağabeyi, Terim'in önündeki çakıl taşlarını grayderlerle az mı temizledi.

Şimdi herkes kötü. Bir tek Terim doğru.

Galatasaray'da basınla ilişki kuracak kimse yok. Futbolculara ağabeylik yapacak, dert dinleyecek kimse yok.

Hep karşıyla kavga var. Haliyle bu da futbolcuyu sahada agresif hale getiriyor. Eğer böyle devam ederlerse ve o Türkiye'deki korkak hakemler cesaretlenirlerse G.Saray'dan her maçta 2-3 oyuncu atılır. Bu kırmızı kartların sorumlusu da yine Fatih Terim olacaktır.

Geçtiğimiz aylarda ‘‘Ümit Karan, Beşiktaş ile konuştu’’ diye açıklamalar yapılmıştı. Menajer Sinan Engin o zaman çok enteresan bir açıklama yaptı. Kimsenin de dikkatini çekmedi. Engin, ‘‘Biz Ümit ile konuşmadık, öyle bir şey olursa G.Saray'a gider konuşuruz. Ama Lucescu G.Saray'dan bize geldikten sonra bir çok G.Saraylı futbolcu, Beşiktaş'a gelip oynamak istediğini telefonla iletti’’ demişti.

Çok futbolcu alkolik olacak

Bakın size yine birşey soracağım. Bu G.Saray kadrosu bence şampiyonluğa oynar. Olur veya olmaz. Geçen gün bir yerde sohbetteyiz. ‘‘Bu G.Saray kadrosunun başına şu anda Lucescu'yu getirin. Beşiktaş'ın başına da Fatih Terim'i.. 2 ay sonra sizce ne olur’’ dedim. Oradan bir bayan ‘‘Allah korusun, ben Beşiktaşlıyım. Herkes yerli yerinde kalsın’’ dedi.

Futbolcunun da bir gururu, haysiyeti var. Zaten konuşamıyorlar. Korkarım, G.Saray'da çok futbolcu alkolik olacak. Çünkü Batista ilk belirtileri gösterdi.

Sevgili Fatih gazeteci kovalıyor, futbolcu kellesi uçuruyor. Saddam da öyle başladıydı, sonunda sığınakta bulundu. Hem de ateş edemeden.

BU SİZLERE AZ BİLE...

GEÇEN hafta Terim'in ‘‘yazıklar olsun’’ cezasıyla Trabzon'daki aklı evvel iki kişinin sahaya girmesiyle ilgili raporlar için ‘‘Yüreğiniz yetiyorsa’’ açıklayın demiştik. Şu ana kadar ‘‘Tık’’ yok.

Ben raporlarda ne yazıldığını cümle cümle biliyorum.

Size isterseniz bu konularda kendi düşüncemi açıklayayım. Önce Ankara'daki Federasyonun Hukuk Kurulu'nda görevli Kemal Kaya ağabeyime yazıklar olsun. Sonra o cezayı veren ve vermeyen disiplin kuruluna yazıklar olsun. En sonunda da haliyle Futbol Federasyonu'na yazıklar olsun.

Bozacının şahidi şıracı derler. Bu gözlemcileri ve temsilcileri eğer gönderiyorsanız, raporlarına uyun. Uymayan gözlemcilerin de kellesini uçurun. Ama Futbol Federasyonu olarak siz, hem öyle hem de böyle yapıyorsunuz. Sonunda da Galatasaray'ın Olimpiyat Stadı'ndaki hopörlörlerinden özel yayınlanan ‘‘yazıklar olsun’’ parçasıyla dalga geçiliyorsunuz. Bu sizlere az bile.

Yarıda bırakmak var mı?

TRABZON'da başkanlık seçimi var. Şu anda üç aday gözüküyor. Bence bu üç adaydan hangisi kazanırsa kazansın, Trabzonspor kaybedecek.

Adaylar kaliteli, onlara birşey dediğim yok. Ama Trabzonspor camiasında üç tane adaya ayrı ayrı üç kaliteli yönetim kurulu çıkaracak şahıs da yok. Hepsi listelere ikişer üçer bölünmüş durumda. Eğer anlaşıp tek listeyle sonuca gitmezlerse Trabzonspor'a yazık olur.

Özkan Sümer'in neden zamansız istifa ettiğinin gerçeği yeni yeni meydana çıkmaya başladı. Sümer teknik direktörlük, menajerlik dahil, herşeye talibim diyor. Anlaşılıyor ki, maddi olarak sıkıntıda. Federasyonun Trabzon'a verdiği ceza bahane. O zaman Özkan Sümer'in hiç olmazsa kongreye kadar devam etmesi gerekirdi. Eğer Federasyonda bir görev alırsa veya bir kulüpte göreve başlarsa, bence onun ismine yakışmayacak gibi geliyor.

Ya başladığını bitirecekti, ya da başlamayacaktı. Para için yarıda bırakmak ona yakışmadı.

Malum hakemler

YARDIMCI hakemler ellerindeki bayrakları resmen silah gibi kullanarak, maçları öldürmeye başladılar. Hakemler için artık birşey söylemeye gerek yok. Çünkü bazı isimler göstere göstere eylemlerine...! organizasyonlarına devam ediyorlar! Bazıları da korkaklığına devam ediyor. Göstere göstere tekme atana göz yumuluyor, penaltı yapanın tersine faul veriliyor. Bana göre bazı maçlara bazı malum hakemler gönderiliyor. Tayinlerde baskı var mı yok mu, herkesin günahı boynuna.

Şerefli Güneş!

Yıllar önce Trab-zon'da oynanan Trabzonspor- Zonguldakspor maçıyla ilgili, ikinci defadır Şenol Güneş'ten açıklama bekledim, gelmedi. O zaman Güneş'e bir tavsiyem var...

Aklına estiği her yerde başkalarına şeref, haysiyet, kişilik sözcüğü kullanmasın.

Rekabet olunca

Aziz Yıldırım'a ciddi rakip çıkmıyordu. O da transferde biraz yan çiziyordu. Sadettin Saran'ın adı bile onu rahatsız etti. Ve ciddi paralar ödeyerek transfer yapmaya kalktı. Rekabet her yerde avantajdır.

Böyle kaza olur mu?

HÜRRİYET Gazetesi'nde bir fotoğraf. İş kazası diye başlık atılmış. Üzerine de binlerce insan konuştu, yüzlerce insan yazdı.

Neyin iş kazası arkadaşlar? Kaza beklenmedik hallerde ve anda olur. Hani bayan muhabir eteklik giyer, eğilince rüzgar gelir eteği açılır. Bu bir kazadır. Hafif yırtmaçlı etek giyer, eğilirken yırtılır. Bu bir kazadır. Sen düşük kemer pantolon giy, tangayı da çek, sonra muhabirlik yapmaya git. Laila'ya gidersen tamam. Ama ciddi bir yerde o kıyafeti giyersen olmaz. O kızın kaza yaptığı değil de, bilerek şov yaptığı meydana çıkıyor. Bunun sorumlusu da o kız değil, o kızı o kıyafetle işe çıkaran bağlı olduğu şefidir.
Yazının Devamını Oku

Gördün mü Cordoba'yı?

14 Aralık 2003
<B>N'ABER </B>bazı Beşiktaşlı renkli yazarlar. İki hafta önce Cordoba üzerine gelen Tuncay'a rağmen sallana sallana halk diliyle ‘‘artistlik’’ yaparken, pres yapmaya devam eden Tuncay'a kırmızı kart istemiştiniz. Ya dünkü maç Cordoba'nın o pozisyonuyla 1-0 bitseydi, ne yapacaktınız? Şu fanatikliği bir türlü bırakamıyorsunuz.

Sebat'ın gücü belli. Dünkü maçta Chelsea rolünde Beşiktaş, Beşiktaş rolünde Sebat vardı. Siyah beyazlılar, 1-0'dan 2-1 yaptılar, 2-2 olsa, 3-2 yaparlardı, 3-3 olsa 4-3. Yani o kadarını kafi görüp, fazlasına gitmediler.

Şampiyonlar Ligi'nden elenmeleri onları her yönüyle çöküntüye uğratmış. Bu normal. Avrupa'da assolist olacaklardı, şimdi solist altında mücadele edecekler. Elenirlerse de figüran. Para olacaktı, şan olacaktı, şöhret olacaktı. En önemlisi itibar olacaktı. Bu, saha kenarındaki Lucescu'nun kemiklerine kadar işlemiş.

Emekli memur gibi!

Son yıllarda bu kadar kötü ışıklandırılmış bir stat görmedim. Sahanın bazı yerleri resim sergilerindeki tablo ışıklandırmaları gibi pırıl pırıl. Bazı bölgeler de gece kulübü. Al bir hatunu yanına, bırak hakemi statta hiç kimse seni görmez. İstediğini yaparsın.

Ankaralı iki tane yardımcı hakem kardeşim vardı. Emekli memur gibi olmuşlar. Hakan Osman Yavuz 2, Cengiz Akyüz 1 olmak üzere 3 tane penaltıdan iyi, penaltıdan net ofsayt olmayan pozisyonu doğradılar. Ne güzel. Kaldır bayrağı dursun, indir bayrağı, devam etsinler. Sen de devamlı maç al, git gel. İkisi de heyecanlarını kaybetmiş.

İlhan'ın yerine forvette Sinan oynadı, ikinci yarıda çıktı. Oynadığını kimse görmedi. Serdar, hücuma girdikten sonra bir şeyler yaptı. Tümer oynuyor, iyi şeyler yapıyor. Ama kafası hala dolu. Aklı Şampiyonlar Ligi'nde kalmış. Giunti'yi ayrı bir yere koymak lazım. İlk geldiğinde herkes şüpheyle baktı. Her geçen gün üstüne koydu. Şu anda oynamadığı zaman eksikliği hissediliyor. Çünkü o, defansı da ofansı da aynı oranda etkili yapan bir oyuncu.

Formadan ürktüler

Ahmet Yıldırım'
la Giunti gördükleri sarı kartlarla cezalı duruma düştüler. Haftaya Rize maçında ikisi de yok. Seyredin görüntüleri, Ahmet Yıldırım'ın pozisyonunda bırkın sarı kartı, faul dahi yok. Bizim hakemler uçan kuşa sarı kart gösteriyorlar. Onlar için önemli değil. Nasıl olsa maç almaya devam ediyorlar. Ama futbolcu maç başına para kazanıyor. Yani onun göreceği bir sarı veya kırmızı kart, geleceğini etkiliyor, çoluğunun çocuğunun ekmek parası.

Sebat elinden geldiğince mücadele etti. Kapasiteleri bu kadar. Aslında Beşiktaş'ı yenebileceklerini düşünseler veya inanabilseler belki bir şey yapabilirlerdi. Aslında bir hata yapıyorlar. Ben onların yerinde olsam, büyük takımlar dahil maçlarımı bir daha Avni Aker'de oynamam. Kendi stat atmosferimde oynarım. O zaman çok şey değişir.

Selçuk Dereli, Ahmet Yıldırım'a gösterdiği kolay sarı kart dışında kötü değildi. Yardımcılarını mı soruyorsunuz? Onlar için fark etmez. Nasıl olsa bayrak sallamaya devam edecekler. Ha statta ha tren istasyonunda...
Yazının Devamını Oku