4 Nisan 2004
<B>DAKİKA</B> 79.. <B>Ümit, </B>ceza alanı içinde 2 mükemmel hareket yapıyor, rakip defasın bütün adamlarını kaleci dahil oyundan düşürüyor. O sırada Nobre pozisyonunu almış, Ümit'ten alacağı topla ayağının içiyle gol yapacak. Ama F.Bahçe Kaptanı Ümit, oradan kaleye vuruyor. O ilk iki hareketi yapan Ümit, F.Bahçe Kaptanı Ümit olabilir. Ama sonra Nobre'ye topu geçiremeyen veya geçirmeyen Ümit (!) F.Bahçe takımı kaptanı olamaz.
O zaman da herkesin kafası karışıyor. Ve F.Bahçe takımının bazı oyuncuları bu hareketi sıkça yapıyor. Özellikle de Ümit. Aynı Ümit, 79. dakikadan 10 dakika önce bu sefer sol dıştaki Tuncay'a atmıyor, kaleye vuruyor.
Bir takım başarıya ulaşacaksa, en önemli şey yardımlaşma. Yani takım için oynama. Ama sarı lacivertliler, en başta kaptan Ümit olmak üzere birçok oyuncu kendilerine oynuyor. Bu takım için çok önemli bir olay. Yarın bir gün başlarına çok iş açılır. O zaman da Ümit sakın ağlamasın.
Sahanın içinde bir şeyler olurken, tribünlerde entresan bir şey dikkatimi çekti. Şeref Tribünü'nün sol tarafındaki kale arkasında ‘‘Adam gibi adam Tayyip Erdoğan’’ pankartı. Yanında da Genç Fenerbahçeliler yazıyordu. Bu pankart ilk 45 dakika durdu. İkinci 45 dakika kaldırıldı. Niye asıldı, niye kaldırıldı? Merak ettim doğrusu.
F.Bahçe, şampiyonluğa gidiyor. Ama daha hala çok iyi futbol oynadı dedirtemiyor. Maça 1-0 mağlup başlamalarına rağmen, 90 dakika bitiminde galip gelecekleri gözüküyordu. Nitekim yendiler de Sebat'ı. Ama hala kopuk kopuklar. Sebat'ın da gücü meydanda. Futbol tabiriyle futbol oynayarak, pozisyonlar üreterek, tempoyu arttırarak, bastıra bastıra yenmeleri gerekiyordu. Yapamadılar.
Yardımcılar felaket
Geçen hafta İsmet Arzuman, Beşiktaş tribünleri küfür etti diye 1 nolu anonsu yaptırdı. Dün gece F.Bahçe seyircisi, 90 dakikanın çok bölümünde, bazen harbi küfür ederek, bazen tempo tutarak, bazen de şarkı uyarlamasıyla Beşiktaş'a küfür etti. Mustafa Çulcu'dan tık yok. İkisi de etkili hakemimiz. Ama yetkili değiller herhalde. Yardımcıları derseniz bir felaket. Hakemin görmediği poziyonda gole, ele, bayrak kaldır yorumu yapmalılar. Bunlar yanlarından geçen sineğe kaldrıyor. Onlar sinek öldürmek için bayrak kaldrırıyolar. Sonra da evlere şenlik. Çulcu 'devam' diyor. Onların bayrağı hala yukarıda.
Fener'in ofsayt gerekçesiyle sayılmayan bir golü var. Yardımcı, önündeki baraja gidiyor elini kolunu sallıyor. Sonra yerine gidiyor golü saymıyor. Önce işini yapacaksın, sonra şeltoks sıkacaksın. F.Bahçe'nin dezavantajı rakip defanstan dönen topları karşılayıp tekrar hücuma döndürememesi. 60 metre geriye gidip hücuma kalkıyorlar. Bu da büyük enerji kaybına sebep oluyor.
Volkan'ın ayakları biraz yerden kesilmeye başlamış. Kendi kendine havalanmış. Ona bir emniyet kemeri lazım. Ve hala top rakipteyken mesafe ayarını yapıp, duracağı yeri bilemiyor.
Tuncay çok iyiydi. Hooijdonk maestro gibiydi. Nobre gerekeni yaptı. Ümit ve arkadaşları onun gol atmaması için her şeyi yaptılar.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2004
Tebrikler Beşiktaş yönetimine. Bir hafta sonra oynanacak Gençlerbirliği maçında, yedek kulübeleri, haliyle yardımcı hakem ile 4. hakem eski yerlerine alınacaklar. Fenerbahçe yönetiminden ise ses yok. BEŞİKTAŞ yönetimini önce birileri yanılttı... Hem basın tribününü, hem de yedek kulübelerini, haliyle de yardımcı hakemleri ve dördüncü hakemi siyah beyazlıların çok etkili bir taraftar grubu olan Çarşı'nın içine soktular.
Bazıları ‘‘Çarşı'yı oradan kaldırdık, yeni tribünlere gönderdik’’ dediler, ama evdeki hesap bu sefer çarşıya uymadı. Ekonomide olduğu gibi çarşı-pazar ağır bastı, onlar eski yerlerine geldiler.
Hem orada kombine bilet alanlar yandı, hem basın yandı, hem de hakemler... Tabii özellikle de rakip takım oyuncularıyla, rakip teknik direktörler... Bütün bu organizeyi yapan kimdi? Beşiktaş Yönetim Kurulu.
Fakat işte basının görevi burada başlıyor. Tebrikler Beşiktaş yönetimine. Hatadan dönmek de fazilettir, erdemdir. Öbür hafta oynanacak Gençlerbirliği maçında, yedek kulübeleri, haliyle yardımcı hakem ile 4. hakem eski yerlerine alınacaklar.
Bravo Beşiktaş
Basın tribünü de önümüzdeki sezon eski yerine gelecek. Çünkü bu sezon kombine biletler satıldığı için bu değişikliği yapamıyorlar. Ama yönetim kurulunda, onun da kararı alındı. Serdar Bilgili'yi de yönetim kurulunu da tebrik ederim, teşekkür ederim.
Bu sene hem Maraton programında, hem de Hürriyet'te bunları dile getirdiğim için, hem Beşiktaş taraftarından, hem de bazı yönetim kurulu üyelerinden tepki de aldım. Ama maalesef söylediklerim ve yazdıklarım doğruydu. Ve bu Beşiktaş içinde hayırlısıydı.
Zaten fanatik olan taraftar grupları, işler biraz ters gidince, hem hakemlere, hem de futbolculara daha yakın olduklarından takımın ceza alma şansı artıyordu. Ve bunun sıkıntısını da Beşiktaş çok çekti.
Fenerbahçe'den tık yok
Beşiktaş doğruyu bulup uygulamaya geçiyor, ama Fenerbahçe yönetiminde tık yok. Fenerbahçe Stadı'na gelen her takımın kalecisi 2.5 metre arkasındaki tribünlerden atılan her şeyden nasibini alıyor. Aziz Yıldırım iki cümle, kuru özür diliyor. Futbol Federasyonu da İstanbul'da Boğaz'da 4 kişinin yemek yeme ücreti olan 2.5 milyar lira ceza ile yırtıveriyor.
Ve Fenerbahçe yönetimi hala daha, Avrupa'da çok statta olduğu gibi kale arkalarına ağ germiyor. Yani seyircinin baskısını, rakibin ensesinde hissettirmeye devam ediyor. Ensesinde hissettirsinler tamam da, taraftar rakibin ensesinde attıklarıyla boza pişiriyor.
Bu iki olayda, şu anda Serdar Bilgili sınıfı geçti, Aziz Yıldırım sınıfta kaldı.
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2004
Aslında Hırvat futbolcunun isyanı Daum'a. Alman teknik adamın yaptığı yanlışlara. Yönetimin içinden de<B> </B>Daum'un yaptığı yanlışlar görünüyor, biliniyor. Bir yerde Tomas'ın yaptığı Daum'a ‘‘dur’’ demek oldu. BU sene Fenerbahçe'yi Allah kucaklamış götürüyor. Yalnız kucaklamakla kalmıyor, arada sırada öpüyor da. Mesela Bursaspor, mesela Adanaspor maçı. Aslında şanslılar. Neden mi? Tam bir rehavete girmişlerdi, ne yapacaklarına karar veremiyorlardı. Beşiktaş biraz kımıldayıp pençeyi geçirdi mi, sanki bütün tüyleri dökülecekti. Tedirgindiler. Aslında Tomas yaptığı forma atma işiyle Fenerbahçeliler'in ekmeğine yağ sürdü. Bu tip şampiyonluğa oynayan takımlarda arada çıkan tuhaf olaylar eğer iyi kullanılırsa, takımın lehine olur.
Şimdi önlerinde birkaç tane yol var. Tomas'ı buzdolabına kaldıracaklar, bu mevzuyu unutacaklar, hiç bir şey olmamış gibi devam edecekler. Göstermelik bir ceza verecekler, oynatmaya devam edecekler. Oynatmayacaklar, okkalı bir ceza kesecekler, ülkesine gönderecekler. Veya sezon sonuna kadar yabancı haklarını kullanıp, sonrasında biletini kesecekler, oraya da Servet'i hazırlayacaklar.
İsyanı Daum'a
Aslında Tomas'ın isyanı Daum'a. Alman teknik adamın yaptığı yanlışlara. Yönetim içinden de Daum'un yaptığı yanlışlar görünüyor, biliniyor. Bir yerde Tomas'ın yaptığı Daum'a ‘‘dur’’ demek oldu. Haddini bildirmek oldu. Bu olay yönetimdeki bazı yöneticilerin ve takımdaki çok futbolcunun işine geldi. Bu harekete bu yönden bakıldığında, olay Fenerbahçe için avantaj. Daum'un Tomas'a bakmama, bakamama, yüreği yetmeme, ona bir karşılık vermeme veya Tomas'ı anında yardımcısı kanalıyla soyunma odasına gönderememesi bundan kaynaklanıyor.
Bir başka noktayı daha size göstereyim. Hangi yedek oyuncu bir anda fırlayıp Tomas'ın ikinci, üçüncü hareketi yapmasını engelliyor? Hiçbiri... Hatta, gülüyorlar. Belki de içlerinden helal olsun sana Tomas, az bile yaptın diyorlardır. Bu Fenerbahçe'deki olan bazı eksiklikleri de su yüzüne çıkarıyor.
Gönlü elvermiyor!
Bakın bu olay neye benziyor biliyor musunuz? Hani bir oyuncu ceza alanına girerken kendini yalandan yere atarak penaltı istiyor ya. Onun seyircisi de bağırıyor, ‘‘Neden penaltı vermedin?’’ diye hakeme. Hatta tempoyla İ... hakem bile diye bağırıyorlar. Buna karşılık hakem elinin sağ tarafını hafif kaldırarak ‘‘Devam, devam’’ işareti yapıyor. Niye oyunu durdurup kendini atan futbolcuya sarı kart göstererek seyirciyi susturamıyor? Çünkü o pozisyona girmeden evvel, kendisi o kadar çok hata yapıyor ki, gönlü el vermiyor o futbolcuya kart göstermeye.
Dönün Tomas olayına... Eğer bu futbolcuya ceza veremiyorsanız, gücünüz yetmiyorsa, ben sizin yerinizde olsam, erkekliğe helal getirmeden Tomas'a külliyetli miktarda bir üstün başarı primi veririm. Hele sezon sonunda Fener şampiyon olursa, bunu ikiye katlarım.
Nerdeee!
GEÇEN gün gazetede bir haber okudum. İstanbul'da artık kent vergisi alınacakmış. Bizde hep işler yasal insanların üstüne giderek yapılır. Gayri yasallarla kimse uğraşmaz, uğraşamaz. Son Dünya Kupası'nda Kore'de Deniz Gökçe ile beraber arabamızı şehir merkezindeki otelin altındaki kapalı otoparka bıraktık. Ben otelde kaldığım için bizden park parası almadılar. Merak ettim sordum, bir gecelik otopark ücreti 120 dolardı. Merkezdeki diğer otoparkların ücreti bundan farklı değildi. Yani herkes arabasını şehir dışında bırakıp öyle maça gidiyordu.
Peki İstanbul'daki otoparkların ücretleri ne kadar biliyor musunuz? Bu parkların ödedikleri vergileri biliyor musunuz? Bu parklardan alınan ücretlerin ne kadarı parkçıya, ne kadarı resmi görevlilere gidiyor, biliyor musunuz? Burada bir senelik dönen parayı hiç hesap ettiniz mi? Nerdeee...
Hesap sorarlar
SEÇİM 2004 öncesinde Hürriyet Gazetesi adına Trabzon'a gittim. Bu şehirdeki seçim nabzını ölçtüm. 18 Mart tarihli sayıda sonuçta BENCE yorumunu yaptım ve Trabzon'daki tabloyu aşağıdaki gibi dile getirdim.
CHP, AKP ve SP'li adayların tümüne sordum, ‘hep beraber bir yemek yiyelim, tartışalım’ diye. Saadet ve AKP, ‘‘Niye olmasın’’ dediler. CHP ‘‘İşim çok’’ dedi. Dikkatimi çok önemli bir şey çekti. Kime sorduysam, kiminle konuştuysam, ‘‘Eğer AKP Osman Abanoz'u aday gösterseydi, Trabzon'u silme götürürdü’’ cevabını aldım. Demek ki ya Tayyip Erdoğan ve teşkilatı henüz şehirlere tam ulaşamamış ya da kılavuzları onu yanlış yönlendiriyorlar. Yani AKP Trabzon'u kaybederse, bunun tek sorumlusu merkez yönetim ve Tayyip Erdoğan'dır. Trabzon'da halkın adayı Osman Abanoz, partinin adayı Mazhar Yıldırımhan. Böyle dengelerin olduğu yerde aradan CHP fırlayıp çıkarsa, kimse şaşırmasın.
Kamyonu duvara vurdu
Daha yeni milletvekili seçimlerinde Trabzon'u silme götüren AKP, bu kez kamyonu duvara vurdu. Ve CHP adayı M.Volkan Canalioğlu aradan fırlayıp seçimi kazandı. Dünkü Sabah Gazetesi’nde köşe yazarı Ahmet Hakan, Başbakan’ın, annesiyle yaptığı telefon görüşmesini aktarıyor. Erdoğan annesine, ‘‘Trabzon'u kaybediyoruz, görmüyor musun anneciğim’’ demiş... Sayın Erdoğan kullandığınız cümlenin kuruluş biçimi yanlış. Kaybediyoruz ne demek, siz karar verdiniz ve Trabzon'u kaybettiniz. ‘‘Anneciğim Trabzon'u yaptığım hatalardan dolayı kaybettim’’ deseydin daha doğru olurdu. Bu da şunu gösteriyor, Rizelisiniz. Haliyle oraya daha fazla gittiniz, orayla daha fazla alakadar oldunuz. Trabzon'u zurnanın son deliği gördünüz. Bir tane bakanlık bile vermediniz. Trabzon insanı Türkiye'nin genel yapısına benzemez, tavırlıdır, isyankardır, hesap sorar ve gördüğünüz gibi faturayı da önünüze koyar.
Küçük dilimi yuttum
YILLARDIR yurt dışına çıkarım. Valencia havalimanına indim, telefonumu açtım ve bir mesaj gördüm. Okuduğumda az daha küçük dilimi yutacaktım. Senelerdir gittiğimiz bu yurt dışlarında konsoluklara ve elçiliklerimize gitsek, neredeyse gavur muamelesi yapılırdı. Bırakın gavur muamelesi yapmayı, işinizi yokuşa sürmek için her şeyi yaparlardı.
Hakem olarak gittiğimde veya takımla gittiğimizde çok az yerde alaka gördüm veya gördük. Genelde hep Fransız olurlardı. Valencia'ya indiğimde telefonuma gelen mesaj neydi biliyor musunuz... İspanya'ya hoş geldiniz. Herhangi bir durumda sıkıntınız olursa ve yardım istiyorsanız, şu nolu telefonumuzdan elçiliğimizi arayabilirsiniz, teşekkürler.
Büyükelçinin üzüntüsü
Bir ara düşündüm ve dedim ki, her halde dünyanın sonu geldi. Sonra maça gittim. Müsabakayı G.Birliği Yönetim Kurulu üyeleriyle protokol tribününde izledim. Maçtan önce orta boylu birisi yanıma gelip, ‘‘Hoş geldiniz. Ben İspanya Büyükelçisi Volkan Vural’’ diye kendini tanıttı. Şeker gibi birisi. ‘‘Her maça gidiyor musunuz?’’ diye sordum. ‘‘Evet... Bu maça da karayoluyla geldim’’ dedi ve çok üzüntülü bir olay anlattı.
‘‘O kadar işimin olduğu yerde G.Saray'ın Villarreal ile oynadığı maça gittim. Uzun ve yorucu yolculuktan sonra takımın kamp yaptığı yere vardım. Görevli aradım, yetkili aradım, üst katta oturuyorlarmış. Yanlarına gittim, oralı bile olmadılar. Bu bana çok koydu Erman bey’’ dedi ve ilave etti... ‘Bırakın büyükelçilik vasfımı, ben bir de G.Saraylıyım.’
G.Saray'ın niye yerlerde süründüğünü şimdi daha iyi anlıyorsunuz her halde sevgili okuyucular. Fazla ileri gitmeyin.
Oylardan da bu gözüküyor.
O kadar fark olsun
MASLAK'tan yola çıkın, İstinye'ye doğru inin. Yeniköy'e doğru dönün, Yeniköy Spor Kulübü'nün yanından yukarıya doğru çıkın. Yoldaki mazgalların derinliği takriben 30-40 santim arası. Yağmurlu günde inerseniz, ya lastiği, ya da arabayı bırakırsınız. Öyle de oldu. Veya aynı yoldan giderken, daha İstinye'ye inmeden ENKA okulları yazan tabeladan aşağı doğru İstinye'ye gidin. Tereyağı gibi bir yol. Mazgallarla asfalt arasında bir santim yükseklik yok.
Peki bu kadar fark neden? Şimdi merak ediyorsunuz değil mi? Yolun tam aşağısında Amerika NATO karargahını yaptı. Ve araçları bu ENKA okulları yolunu kullanıyor. Onlar Amerikan vatandaşı, biz Türk vatandaşıyız. Aramızda yolda arabayı bırakacak kadar, 30-40 santimlik de fark olsun. Sonra benim belediyelerim diyor ki, ‘‘sizi insan gibi yaşatacağız..’’
Geçiniz beyler.
Ağar ağır ağır
GEÇTİĞİMİZ milletvekili seçimlerinden oyumu kerhen CHP'ye verdim. Geçen zamanda gördüm ki, CHP diye bir parti yok. Burada şunu ayırayım. Belki de genel başkanı ve yönetimi yok. Ve ‘‘Bir daha bu yönetim ile başkana oy verirsem, ellerim kırılsın’’ diye yemin ettim. Nitekim belediye başkanlığı için oyumu Melih Gökçek'e kullandım. Gelecek milletvekili seçimlerinde ne mi yapacağım? Ağır ağır Mehmet Ağar'a bakmaya başlayacağım. Eğer sağlam bir ekonomi grubu kurarsa, partiyi hırsızlardan kurtarırsa, çok puan alacak gibime geliyor. Çünkü biliyorsunuz, burada genel başkanlık yapan bayanımızın malvarlığı açıklandığında halasından, amcasından gelen paralar ve bunların faizleri söz konusu olmuştu. İşte Doğru Yol onun yüzünden Eğri Yol olmuştu. Herhalde Ağar ile doğru yola girmeye başladı.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2004
</B>‘‘Onun adı <B>Tomas</B>, ona bir şey komaz’’ demeyin. Demek ki geldiğinden beri özveriyle oynayan bu oyuncuya geldiği kısa devrede bile Daum'un öyle şeyleri koymuş ki, sonunda isyan etti. Demek ki uygulamalarda Tomas'a göre bir adaletsizlik vardı.
Daum hadi formayı görmedi. Tomas onun önüne bir de palamut gibi su şişesi attı. Hiçbir futbolcu durduk yerde bu olayı yapmaz.
Şimdilik Fenerbahçe iyi gidiyor, çok şey örtülüyor. Aynen Beşiktaş gibi. İki maç ters gitsin, bakın neler çıkacak neler. Zaten Daum'un da korkusu o. Aynı Lucescu gibi.
Dikkat edin bakın. Daum, Lucescu için ‘‘Bu beyanatlar ona yakışıyor mu?’’ diyordu. Şimdi aynı cümleleri kendisi söylüyor. Peki o zaman Daum bunları kendine yakıştırıyor mu?
Bence işin başka bir enteresan tarafı, ya Fenerbahçeli yazarlar çok şeyi bilip yazmıyorlar, ya da yazmaya yürekleri yetmiyor.
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2004
<B>BİTİME </B>dört dakika var, Gümüş Gol uygulanıyor... <B>El Saka </B>vursa gol yapacak, ceza alanı çizgisinin üstü, o ne yapıyor, kendini yere atmaya kalkıyor. Bir çizgi vardır, üstü ve altı arasında belki de çok fazla bir fark yoktur. Ama işte o ufak ayrıntı, birini yukarıda bırakır, diğerini aşağı indirir. Dün gece Valencia ve Gençlerbirliği arasındaki fark buydu.
Hangisi daha iyi takım, Valencia. Gençlerbirliği eler miydi, elerdi. Hangisi daha fazla pozisyona girdi, Valencia. Gençlerbirliği'ne turu getirecek pozisyon gelmedi mi, geldi. Ama, işte o hep aynı ufak ayrıntı, belki de tura mal oluyor. Nasıl mı, Gençlerbirliği'nin yediği birinci golden önce, faul yapıp sarı kart alırsın, belki de golü engellersin. Ama yapmıyorsun. Sonra Mustafa Özkan hiç gereksiz yerde ikinci sarı kartla oyundan atılıyor. Yine o ufak ayrıntılar. Maçın ilk yarısında El Saka ile Deniz rakibe dört tane pozisyon verdi. Yani, bireysel hata. Buna, rahatlık mı desek, yoksa ukalalık mı? Bence ikincisi.
Ferdi hatalar
Carboni, maçın uyuyan temposunu değiştirmek ve oyunu sinirlendirip, hakemi seyircinin önüne atmak için özellikle sarı kart gördü. Bu dakikalarda bile Gençlerbirliği ferdi hatalar yapmaya devam etti. İkinci yarı Benitez kademe kademe jokerleri kullanmaya başladı. Her joker Gençlerbirliği'ne eksi yazmaya başladı. Mustafa da Benitez'e yardım edince zaten olay bitti. Futbol sürprizler oyunu ama, güçlüysen, akıllıysan ve özellikle de tecrübeliysen, avantajlısın. Gençlerbirliği ile Valencia veya Gençlerbirliği ile başka bir takım bu tarz bir maçı oynasa, acaba bizim futbolcular aynı şekilde hareket ederler mi? Bence hayır, onlarca da hayır.
Hafif göbekli, çok koşan ama son derece dürüst bir hakem vardı dün. Gördüğünü çaldı, ufak tefek hatalar yaptı ama mühim değil. Kusura bakmayın, Gençlerbirliği'ne yazık oldu, diyemeyeceğim. Çünkü Valencia, Gençlerbirliği'ne göre daha iyi takımdı. Oynadıkları iki maç bunu gösterdi. Ankara 1-0'dı, burası 2-0. Ama yukarıda Allah var, burası 4-0, 4-1 olmadıysa, Gençlerbirliği'ne Allah yardım etti demek lazım. Yani, hak eden turu geçti.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2004
Galatasaray'da Özhan Canaydın yönetiminin çok fazla dayanacağını zannetmiyorum. Daha birinci günden işler arap saçı. Bu yönetim nasıl kalır, yoluna devam edebilir? G.SARAY'da Özhan Canaydın yönetiminin çok fazla dayanacağını zannetmiyorum. Bir tek şansları var, Futbol Federasyonu, ‘‘100'üncü yılda size pembe bakarım arkadaş’’ derse. (Bu 100'üncü yıl muhabbeti de Türk futbolunun herhalde ocağına incir dikecek.)
Zaten bu G.Saray, eski F.Bahçe'ye dönmeye başladı, hatta onu bile geçti. Gruplar çıkıyor, ‘‘Benim 200 oyum var, benim 500 oyum var’’ diyor. Sonra da gidip patlamış lastiğe yapışıp, tamir eder gibi diğerinin içine giriyorlar. Peki bu lastiklerle araba nasıl yürür, nasıl süratlenir? Bu lastikleri ön tarafa koyamazsınız, biraz süratli gidince patlar, takla atarsın. Arka tarafa koysan zaten hepsi patlak, hangisini arkaya koyacaksın?
İki açıklama
Daha birinci günden işler arap saçı... Turgay Kıran diyor ki, ‘‘Hagi ile 2,5 aylığına anlaştık.’’ Ergun Gürsoy diyor ki, ‘‘2006'ya kadar. Hatta 2010'a kadar da gidebiliriz.’’
Sevgili Ergun Gürsoy, kendi söylediklerine kendin inanıyor musun? Hagi ile Fatih'in ne farkı var? İkisi de aynı yapıda. O zaman ne değişecek, hiçbir şey. Fatih Terim dört futbolcuyu kadro harici bırakırken, hatta Galatasaray'dan göndermeye kalkarken, değişim demişti ve bu kararı yönetim kurulu ile beraber aldıklarını söylemişti. Bu yönetim kurulu, şimdi dört futbolcuyu tekrar antrenmana çıkarıyor. Yani Galatasaray, Özhan Canaydın'la beraber bir yere gidemeyeceği sinyallerini veriyor.
Galatasaray'da perde arkasındaki üstatlar mı desek, duayenler mi desek, onlar gene işaretlerini yaptı. Yine lise ağırlıklı bir yönetim geldi. Ben, ‘‘Galatasaray'da liseliler ile alaylıların kavgası var’’ dediğim zaman, liselilerin bir kısmı, ‘‘Yok öyle şey’’ diye yazı yazmaya kalktılar. Buyrun, şimdi niye yazmıyorsunuz? Şimdi o yazıları ne yapacaksınız?..
Liseli-alaylı
Hani liseli-alaylı kavgası yoktu. Bir kısım liseli istemediği halde, sırf o duayenlerin gönlü olsun diye, istemeye istemeye Özhan Canaydın'a oy attılar.
Bu yönetim nasıl kalır, yoluna devam edebilir? Bundan sonra her maçı kazanacaklar, doğru dürüst transfer yapacaklar, hep başarılı olacaklar. Biraz sallansınlar, seyirci bunları istifaya davet edecek. O zaman ne olacak, olağanüstü genel kurul. Şu andaki görüntü net bir biçimde bu.
Maskeler düşüyor!
HINCAL Uluç, gazetesinde yine İstanbul Emniyet Müdürü'nü göreve çağırmış; ‘‘Nerede Ahmet Çakar'ı vuranlar? Niye bulmadınız?’’ Hep sevgiden, dostluktan bahseden, öyle yazılar yazan, ‘‘Şiddeti hiç sevmem’’ diyen sevgili Hıncal benim için en az beş sene, ‘‘Bu Erman Toroğlu, hakem iken de Galatasaray düşmanıydı, yorumcu iken de Galatasaray düşmanı’’ diye habire yazdı.
Yani, beni belli bir gruba hedef gösterdi. Dedi ki, ‘‘Ey bu grubun taraftarı... Yarın bugün bir şey olursa bunun suçlusu Erman Toroğlu'dur. Onu vurabilirsiniz, ona hakaret edebilirsiniz veya küfür edebilirsiniz.’’
Bunda da bir yere kadar başarılı oldu. Çünkü Galatasaray seyircisi evellallah her maçta kulaklarımı çınlatıyor. Peki bunu yaratan kim, tabii ki Hıncal Uluç. Bu olay, kendisini mahkemeye verdiğim için hakim tarafından da onaylandı.
Şahısları kitlelere hedef gösteren, teröre davetiye çıkaran Hıncal Uluç. Sonra da sıkılmadan çıkıp, gazetesinde emniyet müdürüne terörü şikayet eden yine aynı Hıncal Uluç. Ne dersiniz sevgili okuyucular, şimdi maskeler düşmeye başlayınca insanları daha iyi görüyorsunuz değil mi?
Akrep misali...
BEŞİKTAŞ iyi takımdı ve en büyük rakibi de kendisiydi. Ve Beşiktaş takımı resmen sanki bir akrep gibi kendini sokarak öldürmeye gayret ediyor.
Bunun da tek bir sorumlusu vardır; başkan ve yönetim kurulu. Şimdi nerede hata yaptıklarını anlamaya başladılar. Neden, çünkü kendi içlerinde tartışmaya başladılar da ondan.
Hatayı dışarıda aramak dünyanın en kolay işi. Aynaya bakıp sor bakayım kendine, o zaman doğruyu görürsün.
Ne güzel paslaşma!
ŞENOL Güneş konusunda Futbol Federasyonu son derece hatalı işler yaptı. Şenol'dan bir şey olmayacağı Dünya Kupası sonunda belliydi. Ama inatları bizi Portekiz'deki finallerden etti. Şimdiki durum tam bir orta oyunu.
Şurada Şenol'un mukavelesinin bitmesine üç ay var (13 Temmuz). Madem gönderecektiniz, niye daha evvel göndermediniz? Adamın sözleşmesinin bitmesine sayılı günler kala bu işi yapıyorsunuz ve 500 bin dolar para ödüyorsunuz. Bu paralar kulüplerin parası. Hiç gereksiz yere Şenol'a bu ödemeyi yapacaksınız.
Şu anda hangi antrenörle anlaşırsanız anlaşın, Şenol'a dersin ki, ‘‘Seninle 13 Temmuz'da mukavele yenilemeyeceğim.’’ Yeni teknik direktörle de anlaşırsın, o 14 Temmuz'da başlar, o zamana kadar da hazırlığını yapar.
Ne güzel bir paslaşma değil mi? Nasıl olsa para senin değil, kulüplerin parası. Şenol da mağdur olmasın (!) Hayatında bir daha hiçbir kulüpten böyle bir para alamaz. Yani, yağma Hasan'ın böreği.
Hakan Şükür’ün penaltısı haksızdı...
CEM Papila konusunda, ‘‘Disiplin olarak çok iyi bir hakem. Taviz vermiyor, dürüst, ne gördüyse onu çalıyor. Ama, teknik olarak tam karar veremedim’’ demiştim. Son idare ettiği Galatasaray-Çaykur Rize maçında Hakan Şükür'ün kaleci Murat'la girdiği pozisyona penaltı çaldı.
Bakınız, o pozisyonda Hakan Şükür'ün aleyhine faul verilmesi gerekirdi. Çünkü, Murat topla oynamaya niyetli, havadaki topu yükselerek tutma niyetinde. Hakan Şükür topla oynama niyetinde değil, kalecinin yüzüne bakarak, onun ellerine doğru hafifçe yükselerek altına giriyor ve kambura yatıyor.
Yani, Hakan Şükür'ün yaptığı hareket net bir biçimde faul. Ama penaltıyı Hakan Şükür kazanıyor.
Demek ki, Cem Papila'nın özellikle ikili pozisyonlarda futbol bilgisi ve görgüsü zayıf. O pozisyonu defalarca seyretsin, belki o zaman ileride doğruyu bulur.
Muazzam gözlemciler
ERHAN Albayrak'ı tribünden atlayıp Elazığ'da bir güzel dövmeye kalkıyorlar. Haliyle o da kendini koruyor. Duyuyoruz ki, gözlemci raporlarıyla ceza kuruluna verilmiş. Zaten bizim gözlemcilerimiz muazzamdır. Gördükleri her şeyi duruma göre yazarlar veya yazmazlar (!)
Merak ediyorum, acaba 90'ıncı dakikada Ankaragücülü Özgür'ün kendini denize atar gibi atladığı pozisyonda penaltı düdüğünü çalarak, Elazığspor'un küme düşmesini bir yerde kesinleştiren (Çünkü şimdi Elazığspor'un sahası da kapanacak, hepten yanacaklar), Ankaragücü'nün de ligde kalmasını neredeyse kesinleştiren Mustafa Çulcu'ya acaba bu iki gözlemci, seyrettikleri dört gözleriyle ne puanlar verdi?
Ersun Yanal’la yapamazsınız
FUTBOL Federasyonu Ersun Yanal'ın üstüne gidiyor. Çünkü Gündüz Tekin, ‘‘Olacaksa Ersun Yanal olsun’’ fikrinde. Peki, Milli Takım yöneticileri, Ersun Yanal'ı ne kadar tanıyorlar, hiç. Bakın ben size bir şey söyleyeyim, eğer Ersun Yanal'ı Milli Takım Teknik Direktörü yaparsanız, O, bütün direksiyonu eline geçirmek ister. Hiçbir şekilde sizi işine karıştırmaz.
Hem de nasıl biliyor musunuz, mesela Ümit Milli Takım, Genç Milli Takım, Yıldız Milli Takım, kısacası hepsinin patronu o olacaktır. Oralarda görev alacak bütün teknik adamlar hakkında kararı o verecektir. Ve bu sıralama aşağıya doğru artarak gidecektir.
Dönün bakalım, milli takımlara, hepsi neredeyse Trabzon'un ikinci vatanı oldu. Nerede Karadenizli antrenör var, hep onlar boş yerlere tayin edildi. Yani daha işin başında Ersun Yanal'la bu işi yapamayacağınızı ben tahmin ediyorum. Ayrıca da Ersun Yanal, Milli Takım Teknik Direktörlüğü'nü kabul ederse yazık olur. Çünkü daha kulüplerde yapacağı çok iş var.
Kulüp antrenörlüğü devamlı heyecan ister, adrenalin devamlı yükselir. Milli Takım öyle değildir. Orada senede 3-5 maç yaparsın, diğer zamanlarda yatarsın.
Ayrıca da merak ediyorum, ‘‘Milli Takımımızı dünya üçüncüsü yaptım’’ diyen Şenol Güneş, görevinden ayrıldıktan sonra hangi takımları çalıştıracak ve ne kadar başarılı olacak? Bütün bunların yanında ayrıca bir soru işareti daha var; İlhan Cavcav'la yıldızı hiç barışmayan Haluk Ulusoy, ortaya Ersun Yanal ismini atarak, onu gene rahatsız mı etmek istiyor?
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2004
<B>BEŞİKTAŞ'</B>ta <B>‘‘lale devri’’ </B>bu sezonun devre arasında bitti. Gözünüzü kapatın, şöyle bir düşünün. Son model bir otobüs, Yıldız Yokuşu'ndan freni boşalmış bir şekilde 180 kilometre hızla kontrolsüz iniyor. Direksiyonda Serdar Bilgili, yanında takımın teknik direktörü Lucescu, yönetim kurulu, futbolcular, malzemeciler, doktorlar... Hepsi canhıraş şekilde bağırıyorlar, yardım istiyorlar, ‘‘imdat’’ diyorlar. Ama artık frenler patlamış. Ne yapsalar zor. Ve otobüs hala aşağı süratini arttırarak iniyor. Ya yolculuk denizde son bulacak, ya duvara vuracaklar, ya da devrilecekler.
Bir takım yenilebilir. Ama iyi mücadele eder, elinden gelen her şeyi yapar. Beşiktaş takımı hiçbir şey yapmadı. Bir tek attıkları gol var, onda da rakip defansın ortasındaki Burhan'a sağ dıştaki uymadı. En geride kaldı, ofsaytı bozdu.
Tayfur, sağ dışta oynayamaz. Ne hücum edebiliyor, ne defans yapabiliyor? Oradan yalnız ilk yarı en az 8 tane tehlikeli orta geldi. Yedikleri ikinci golde kaleci Şenol, topu o alandaki Murat Hacıoğlu'na eliyle attı. Murat, Diyarbakır'ın en işlek caddesinde gezse, bu kadar rahat 40 metre top süremezdi. Gitti verkaç yaptı, gol oldu.
Savunma ağır kalıyor
Siyah beyazlılarda yardımlaşma yok. Herkes kafasına göre takılıyor. Defans, rezalet deseniz olmaz, felaket deseniz olmaz. Ancak ‘‘facia’’ diyebilirsiniz. Oyuna çok ağır çıkıyorlar. Böyle olunca da rakip defans, rahat rahat hazırlığını yapıyor. Her türlü önlemini alıyor. Sonra da Beşiktaş elini kolunu sallaya sallaya ‘‘Ben geldim arkadaş, kapıyı aç'' diyor. Nerede, yedirirler mi adama böyle mama?
Kais ağır ama çok iyi bir oyuncu. Topu iyi saklıyor, oyunu iyi yerlerden başlatıyor. ‘‘Biraz da süratli olsa’’ diyorsunuz, bir de o meziyeti olsa Diyarbakır'da işi ne? O zaman Avrupa'nın her takımında oynar. Kaleci Şenol güzel şeyler yaptı ama kendisine atılan toplarda vuruşları zayıf ve tehlikeli.
Beşiktaş'ın dün hiçbir bahanesi yok. Diyarbakır seyircisi neredeyse tiyatro seyircisi gibi, kuzu kuzu oturuyorlar. Uyuyan seyriciyi Ramazan gitti uyandırdı.
Kuddusi Müftüoğlu, mümkün olduğu kadar ikili mücadeleleri bırakmaya, oynatmaya çalıştı. Diyarbakırsporlu futbolcular yere daha sağlam bastılar, ayakta daha fazla kaldılar, mücadele ettiler.
Bir nolu yardımcı Serkan Gencerler bence dün geceki maça damgasını vuran önemli bir isim. Sergen'in ofsayt diye sayılmayan golü, net bir biçimde ofsayt değildi. Buna karşın Murat Hacıoğlu'nun attığı ikinci Diyarbakır golü, tartışılır. Serdar'ın penaltı istediği pozisyon tartışmaya açık. Bana inandırıcı gelmedi. Herhalde pozisyonun dört metre yakınındaki Kuddusi'ye de inandırıcı gelmedi.
Rize'ye yenildikleri maçtan sonra takımlarına küfür eden, bahis oynayan Diyarbakır seyircisi acaba utandı mı?
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2004
8 yılda gelinen noktaya bir bakın. Sonunda borç 215 milyon dolar. 1996'dan 2004'e kadar gelen zaman diliminde sırayla 4 isim hatalıdır; 1-Faruk Süren, 2-Özhan Canaydın, 3-Mehmet Cansun ve 4-Fatih Terim. G.SARAY, 20 Mart'ta yeni başkanını ve yönetimini seçecek. 100. yılında Avrupa kupalarına katılamama tehlikesiyle karşı karşıya kalan sarı kırmızılı takımın başarısızlığı kadar kulübün içinde bulunduğu borç batağı da yeni dönemde görev alacak yönetimin başını ağrıtacak.
İşte böyle önemli bir kongrenin arefesinde, camianın önde gelen isimlerinden, eski asbaşkan Adnan Polat'ın görüşlerine başvurduk. Kulübü borç batağına sürükleyen yönetimlere öfkeliydi Polat. Söze, ‘‘Bizden sonraki yönetimler, borç ödemek için G.Saray'a Sevr Anlaşması imzalattırdı’’ diye başladı. Bugüne kadar yapılan hataları sıralarken çözüm yollarını da gösteriyordu. İşte Polat'ın söyledikleri...
‘‘1992'de bu kulübü 20 milyon mark borçla aldık. 94'te sıfır borçlu duruma getirdik ve 2 yılda takımı tamamen yeniledik. 1996'da G.Saray'ın borcu yoktu. Bankada 6 milyon dolar parası vardı. Alt yapıdan gelen Bülent, Arif, Emre, Okan, Suat, Tugay ve Mert'in de içinde olduğu bir kadro vardı.
Maceraya gerek yok
8 yıl içinde gelinen yere bakın? Stat yapımında macera aramaya gerek yok. Güzel bir futbol stadyumu bir tek konser verilebilecek düzenin sağlanması, büyük otopark ve garaj yapılması yeterliydi. Başka teferruatlar fazla gelir getirmez. Hatta inanılmaz bir giderle karşılaşırsınız.
G.Saray futbol takımı, 60 milyon dolar değerindeki bir arazinin üzerinde antrenman yapma hakkı ve lüksüne sahip değildir. İşte Beşiktaş, işte F.Bahçe. Hepsi şehrin dışındaki tesislere gittiler.
Fenerbahçe 10 yıl yıkılmaz
F.Bahçe bu sene şampiyon olursa ki, puan durumu ve fikstür avantajları var. Şampiyonlar Ligi'nde oynarsa, alt yapısıyla, genç takımıyla ve özellikle stadıyla önümüzdeki 10 yılda F.Bahçe'yi kimse yıkamaz. Yalnız stattan alacakları maç geliri G.Saray'ın tüm gelirlerinden fazla olacak. Bir de G.Saray'ın gelirinin yüzde 40'ının dışarıya gideceğini düşünürsek, olay G.Saray açısından kötü olacak. Senin altında vasat bir araba var, rakibin altında Ferrari. Yani sonucu belli olan bir yarış. F.Bahçe yönetiminde piyasa içinde yetişmiş çok değerli iş adamları var. Bu görüntü G.Saray yönetiminde yok.
Azınlıkta kaldık
Alp Yalman, ahenkli giden yönetimimize önündeki kongreyi düşünerek, ‘‘kaybederim’’ korkusu ile muhalefetten Faruk Süren, Özhan Canaydın, Ateş Ünal Erzen gibi isimleri aldı.. Kemal Onar ile Şengün gittiler.
Biz içeride Mehmet Cansun ve Toni Cauki ile beraber azınlıkta kaldık. Faruk Süren içeriden çalışarak idareyi ele aldı. Yanında da Özhan Canaydın vardı. Sonra da Mehmet Cansun idareyi ele aldı. Hiçbirinin diğerine borç konusunda sallama hakkı yok. Hepsi işin içindeydiler. Hepsinin kuyu kazma ve alt oyma yöntemi aynıdır. Ama sonra dışarı çıktıklarında zemzem suyu ile yıkanmış gibi geziyorlar.
Mehmet Cansun'un başkanlık dönemi kısa sürdü. Takımı şampiyon yaptı ve seçimi Özhan Canaydın'a karşı kaybetti. Şu anda hırs yapması da ondan kaynaklanıyor.
Mali disiplini getirdi
Canaydın borçları arttırmasına rağmen mali disiplini getirdi. Bir yönetim kurulu kurdu, yanındakilere hiç iş yaptırmadı. Ufak tefek dağınık borçları ödeyerek G.Saray'ın imajını kurtardı. Devam ederse mali olarak iyi işler yapar. Ama camiayı ve taraftarı toparlaması imkansız.
1996'dan 2004'e kadar gelen zaman diliminde sırayla 4 isim hatalıdır. 1-Faruk Süren, 2-Özhan Canaydın, 3-Mehmet Cansun, 4-Fatih Terim. İlk üçü seçilmiş başkandır. Dördüncü isim Fatih Terim, tayin edilen kişidir. Türkiye'de hiçbir teknik adam, Fatih Terim kadar yetkili, tek başına ve rahat hareket etmedi. Onunla gelen başarılarda, şans faktörü de yanındaydı.
Fedakarlığa hazırım
Miras bitti, camia bitti, takım bitti. Sonunda borç 215 milyon dolar. Oyumu Mehmet Cansun'a vereceğim. En azından camiayı toparlar, birlik-beraberliği sağlar. Madem herkes ‘‘G.Saraylıyım, fedakarlık yaparım’’ diyor, o zaman bin 500 zengin, 100'er bin dolar versin, ben hemen 500 bin dolarla bu işe girmeye hazırım.
G.Saray niye başarılı?
1-Süren ve Terim, 4 sene yan yana oynamış yaş ortalaması 21 olan ve 3 kez Şampiyonlar Ligi'nde mücadele eden tecrübeli bir takım aldı
2-Neden repo yapıyorsun diye eleştirilen bir yönetim kurulu
3-Bu dönemlerde Ali Şen-Aziz Yıldırım ve Süleyman Seba-Serdar Bilgili kavgası
4-Hagi-Popescu-Taffarel faktörü
5-Fatih Terim ve şans faktörü
6-UEFA ilişkilerinde Şenes Erzik/Haluk Ulusoy faktörü
7-G.Saray'ın oynadığı 11 Avrupa maçında 1 tane hakem hatası olmadı.
8-Fatih Terim'in spor camiası ile olan dostluğu ve medya desteği
9-1996 yılında bıraktığımızda tek yürek bir camia ve statta tek yürek bir taraftar.
10-Altı tane alt yapıdan gelen G.Saray kültürü ile yetişen futbolcu.
G.Saray neden başarısız?
1-Kötü mali ve idari yönetim
2-Camia ve taraftar kopukluğu
3-Medya ilişkilerinin kötüye gitmesi
4-Transferde yapılan yanlışlar
5-Ali Sami Yen Stadı rezaleti.
6-Günlük politikalar kulübe zarar verdi
7-Camianın liseli-lisesiz diye parçalanması
8-İdari harcamaların inanılmaz boyutlara ulaşması.
9-Ekonomimizin krize girmesi, borçların dolar bazında 2'ye katlanması
10-Başarının paraya dönüştürülememesi, halka arzda stratejik hata..
BORÇ, 8 YILDA 215 MİLYON $’A ÇIKTI
1995: 1 milyon 966 bin dolar (banka teminatlarından gelecek 6 milyon dolar hariç)
1996: 14 milyon 373 bin dolar
1997: 31 milyon 948 bin dolar
1998: 45 milyon 591 bin dolar
1999: 57 milyon 863 bin dolar
2000: 102 milyon 544 bin dolar (AIG’den alınan para 20 milyon dolar)
2001: 86 milyon 500 bin dolar (Halka arzdan alınan 22 milyon dolar hariç)
2002: 144 milyon dolar
31 Aralık 2003: 215 milyon dolar
BUNDAN SONRA NE YAPILMALI?
1-Borç 10 yıl gibi uzun vadeye yayılmalı.
2-Genç, maliyeti düşük bir takımla yola devam edilmeli.
3-Elindeki taşınmaz değerleri paraya dönüştürmeli.
Yazının Devamını Oku