18 Mart 2004
<B>MAÇI </B>televizyondan izleyenler nasıl gördü bilemem. Çıplak gözle bakıldığında, maç sabaha kadar oynansa bu F.Bahçe, bu G.Birliği'ni eleyemezdi. Görüntü o. Aslında bakmayın siz maçın 4-2 bittiğine. Youla'nın son vuruşlardaki kontrolsüzlüğü olmasa, skor daha ilk yarıda 4-1, 5-1 olurdu. Peki, bu aradaki fark neden doğuyor? Öncelikle bu bir çalışma ürünü. Olaya bilimsel bakarken, her şeyi uygularsan, başkanından malzemecisine kadar herkes üstüne düşen görevi yaparsa ortaya bu çıkar.
Hooijdonk iyi frikik atıyor, tamam. Nitekim dün gece yine harika bir frikik golü attı. Basın, Hooijdonk'un antrenmanlarda frikik çalıştığını söylüyor. Peki kimse biliyor mu Ali Tandoğan'ın yaptığı antrenmanlardan sonra yüzlerce frikik çalışması yaptığını ve kaçını gole çevirdiğini? Hayır. Recep'e ‘‘barajın arkasından o mesafeden o topu çıkarabilirdi’’ diye kızabilirsiniz. Nitekim öyle oldu. Seyirci Recep'i protesto etti. Peki atanı niye alkışlamıyorsunuz?
Bir Youla'ya dört kişi
F.Bahçe'ye karşı orta alanda kalabalık oldun mu, sarı lacivertlileri bozuyorsun. Yanal, Youla'yı ileride tek bıraktı. Arka yanında Serkan'ı oynattı, gezdirdi. Mustafa'yı orta alana çekti. Daum ne yaptı? Dört kişiyle Youla'yı tuttu. Haliyle de hücum gücü azaldı. İkinci yarı bu sefer Daum kartlarını açmaya başlayınca, Ersun Yanal hemen mukabele etti. Özellikle 74. dakikada arkada aksayan Ümit, Veysel'le değişince birdenbire Fener defansı, karşısında iki kişi görüverdi. Ve Daum bu sefer geride bunlarla kafa kafaya mücadele etti. İşte o zaman da artık her an öldürücü darbe gelebilirdi.
Uzun zamandır sakat olan Serhat'ı böyle tek neticeli bir maçta oynatmak büyük hata. Sonra tutup bir müddet sonra oyundan alırsan, 10 kişi de kalırsın, hatta bu hatandan dolayı maçı verip, turdan da olursun. Ya maç uzasaydı, o zaman 10 kişiyle hiç şansın olmayacaktı.
Damir profesyonel değil
Toplara dan dun vurmayan kırmızı siyahlılar, biraz da pres yapınca F.Bahçe, bu sezonki en fazla top kayıplı maçını oynadı. Aslında sarı lacivertliler iyi dayandı. Eğer 3-4 fark ilk yarım saatte gelseydi, inanın ikinci yarı Daum sahaya havlu atabilirdi.
Kaleci Damir faydalı oynuyor ama hiç profesyonel değil. Rakipten ona top geliyor, hiç vakit geçirmeden topu eline alıp degaj yapıyor. Biraz beklese, belki de uzatmanın 5 dakikasını götürecek. Eğer Valencia'da da bunları yaparsa iş zorlaşır. Biraz ama kuralına göre profesyonel olacaksın.
Ersun Yanal çok dar bir kadroyla mücadele ediyor. Oynatamayacağı futbolcuların hepsini verdi. Hem de İlhan Cavcav'a rağmen. F.Bahçe'de Tuncay bir şeyler yapmaya kalktı ama gücü yetmedi.
G.Birliği'ni rahat bırakın
Ey İstanbul basınındaki bazı süper spor ulemaları! Hani G.Birliği, rakibi oyundan düşürmek için arkadan tekme atıyordu? Hani hakemler onlara kart vermiyordu? Hani Ersun Yanal bunları özellikle yaptırıyordu? Acaba yüzünüz kızarıyor mu? Ne gezer? Bir de utanmadan ‘‘Bu G.Birliği takımı Avrupa'da çok başarılı olur’’ diyorsunuz şimdi de. Ne olur sakın G.Birliği'nin yanına geçmeyin. Tenkit edin ki, bu takım başarılı olsun.
Acaba G.Birliği takımının her maçını televizyon verseydi, hakemler bu takımı daha otobana çıkmadan yan yollarda öldürebilir miydi? Ve bu takım maalesef ortalarda can çekişiyor. Niye? Çünkü bizde bir kanun var. Üç büyüklere zarar gelmesin de ne olursa olsun. Diğerlerinin canı cehenneme. Bu G.Birliği bu sene Türkiye Ligi'nin en kaliteli ve yalnız futbol oynamyı düşünen, adama keyif veren, seyircinin parasını helal ettiren tek takımı. Bu takımı izlerken zevk alıyorum. Helal olsun.
Unutmadan söyleyelim. Bu F.Bahçe Stadı'nda kale arkalarına ağ gerilmesi şart. Yoksa sarı lacivertliler bu işten çok zarar görür.
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2004
Adamlar can derdinde. Ateşe düşmüşler, ligde kalma mücadelesi yapıyorlar. Büyükler ise squash oynar gibi küçükleri duvarlara vuruyorlar da vuruyorlar. İşte Konya, işte Elazığ.. Önümüzdeki haftalarda bunların adedi artacak.
FENERBAHÇE ile Beşiktaş şampiyonluğa oynuyor. İkisi de büyük takımımız. Hani Türkçe'de, ‘‘Atlar tepişir, eşekler zarar görür’’ diye bir deyim vardır ya... Tabi buradaki eşekler küçük takımlarımız değil. Ama maalesef ve maalesef o küçük takımlarımızı, bu tabire doğru itiyorlar.
Adamlar can derdinde. Ateşe düşmüşler, ligde kalma mücadelesi yapıyorlar. Büyükler ise squash oynar gibi küçükleri duvarlara vuruyorlar da vuruyorlar.
İşte Konya, işte Elazığ.. Önümüzdeki haftalarda bunların adedi artacak.
İki hafta önce Konya, iki önemli futbolcusunu ‘‘Neden yan bastın?’’ sebebiyle gösterilen sarı kartlarla kaybetti. Bu pazar aynı şartlar yüzünden Elazığ İnönü'de badem oldu.
Hani seyirci, ‘‘Vur kır parçala, bu maçı kazan’’ diyor ya. Aslında seyircinin dediğini çok uyanık olarak yönetici zaten yapıyor.
Nasıl mı? İşte son örnek İnönü Stadı. Siyah beyazlıların en fanatik ve ateşli seyirci grubu Çarşı. Onun olduğu yerin önüne rakip yedek kulübesini koyuyorsun. Yardımcı hakemin zaten orada kurbanlık koyun gibi gidip gidip geliyor ve kesileceği günü bekliyor. Basın tribününü dersen, fanatik seyircinin tam ortasında. Sakın ha biri kötü yazarsa, ertesi hafta yandı. Yayın yeri de hemen bitişikte.
Onun da kameralarını atkılarla kapatıyorsun. Peki bütün bunları yapan seyirci mi?... Tabii ki hayır... Çünkü tüm ortamı hazırlayan yönetim.
Ama oradaki çok Beşiktaşlı bilmez. Güvenç Kurtar sapına kadar Beşiktaşlı'dır. O takımda da forma giymiştir. Seyirci balgamı eski futbolcusunun sırtına, suratına atıyor. Ben balgamı atanları değil, attıranları kınıyorum.
BORÇ BAHANE ADAYLAR ŞAHANE
ÖZHAN Canaydın geleli iki yıl oldu. ‘‘Kaderdaşım’’ dediği Fatih Terim ile geldiler. Ne de olsa basketbolcu olan Canaydın, temiz bir fake atarak kaderdaşını potaya bırakıverdi. Arkasını da dönmeden gitti.
Bu Galatasaray camiası hakikaten muazzam. Bu camiada etikten filan çok bahsedilir. Ve herkes inanılmaz ince düşünür. Yüzüne bakıp gülerler, arkanı dönme hemen sallarlar...
Bir buçuk yıldır Özhan Canaydın parasızlıktan yakınıyor. ‘‘İşimiz çok zor. Önceki iki başkan büyük bir borç bıraktı. Para bulamadığımız için üç yıldızlı transferler yapamadık’’ diyor ve dönüyor, ‘‘Transfere iki yılda ödediğimiz para 58 milyon dolar’’ diye ilave ediyor. Sonra tekrar dönüyor, ‘‘Yalnız bu 58 milyon dolar, tamamen transfer paraları değil. Futbolcuların harcamaları da bunun içinde’’ diye tamamlıyor.
Hepsi tamam... Peki, böyle bir ortamda Galatasaray'a kim başkan olmak ister?. Tabii ki hiç kimse.
Bedava reklam
Seçime 15 gün kala başkanlığa tam 5 yiğit aday var. Bu, şu demektir... Ya gösterilen borçlar hikaye, çok çok uzun vadeli ve millet aday olmasın diye şişiriliyor. Ya da bu kadar aday Galatasaray'ı filan düşünmeden ‘‘İsmimiz ortalarda gezsin, bedava reklam yapalım. Sonunda da birileriyle birleşiriz’’ düşüncesindeler.
Son bir hafta kaldı, hepsini göreceğiz. Ama gözüken şu... Özhan Canaydın içinden diyor ki, ‘‘Keşke iki yıl önce göreve geldiğimde Fatih Terim'i getirmeseydim..’ Tabii burada bir başka önemli nokta daha var. O zamanki popüler Terim ismini kullanmasaydı, başkan olabilir miydi?
Yani iş öyle bir noktaya geliyor ki, aslında ikisinin de iki yıl önce G.Saray'ın başına gelmesi yanlışmış.. Bütün bu kavgalar nasıl engellenir? Kulübün gizli ve resmi defterlerini kamuoyuna açıklayabilirler mi? Çünkü futbolcuya verdikleri resmi transfer ücretiyle maliyeye gösterdikleri ayrı. O zaman ne konuşurlarsa konuşsunlar. Kamuoyu zaten doğrusunu bilmiyor.
Dikkat edin Mehmet Cansun, ‘‘Önce evrakları inceleyeceğim. Hesaplara bakacağım, sonra aday olup olmayacağıma karar vereceğim’’ demişti. Demek ki Galatasaray'ın durumu o kadar kötü değil.
Bu durumda şöyle bir sonuç çıkıyor... Gariban taraftarı neden ve nasıl aldatırsınız?...
Oynattı Musa Çözen
OYNATALIM Uğur'cuğum.. Maraton’da dilimizden düşmeyen cümle. Kamuoyu genelinin hoşuna giden, basındaki çok arkadaşın işine gelmeyen ve sevmediği cümle. Yıllardır ‘‘Olur mu böyle şey?’’ diye konuşanlar, sonunda Kore ve Japonya'daki Dünya Kupası'nda utandılar. (Hoş çoğu kez maça gitmeden otel odasındaki TV'den yorum yaptılar ya) Çünkü Dünya Kupası'nın oynandığı maçlardaki dev ekranlar pozisyonları anında tekrar ederek, stattakileri de bilgilendirdi. Hatta bir kaç maçta o seyirci, ard niyetli olan futbolcuları ıslıklayarak, 90 dakikayı tamamlatmadı. Penaltısı verilmeyen takımın futbolcuları hakemin yanına gidip, omuzuna vurarak ‘‘Penaltıyı nasıl vermedin?’’ diye itiraz etti.
Kötü mü oluyor yani... Herşey açıkca görünsün. Ama bizim işimize gelmiyor. Çünkü ne kadar gizli yaparsan, o kadar malı götürürsün.
Pazar akşamı İnönü'de Serdar Tatlı'nın çıkış koridorunda Güvenç Kurtar'a söylediği ‘‘Sizin de attığınız gol ofsayttı’’ cümlesinin çıkış noktası, bu sefer Musa Çözen'in stat ekranına yansıttığı görüntülerdi. Bu sefer de Musa oynattı.
Yeşilköy çilesi
EĞER Yeşilköy'den 06.30 ile 08.00 arasında bir uçağa binip yurt içi seyahat yapacaksanız ve uçağınız mesela saat 08.00'deyse, saat 06.00'da orda olun. Çünkü bismillah daha ilk arama taramadan geçişte bekleme süreniz takriben 45 dakika. İki tane X-ray cihazındaki kuyruk mesafesi 150'şer metre.
Hadi eskiden yalnız THY uçuyordu. Şimdi özel firmaların da uçakları yüklenince, aynı kalan yer hizmetine iki misli yolcu yüklendi.
Eskiden bu aramalar biraz üstünkörü yapılıyordu. Ben palamut gibi 6 tane yemek bıçağıyla geçtiğimi bilirim. Ama şimdi Allah'ları var, aramaları dikkatli ve titiz yapıyorlar. Bu güvenliğimiz açısından çok iyi. Ama bu cihaz girişinin artırılması lazım.
Bir de yolcunun burada beklediği yer açık alan. Yağmur varsa, uçağa bindiğinizde kilodunuza kadar ıslanıyorsunuz...
TATLI’NIN SİGORTASI
SERDAR Tatlı... Sert ve dürüst bir Doğu çocuğu. Tavırlı, kişilikli, hatta biraz fazla ketum... Belki de ilk mesleğinin (gardiyan) mecburen verdiği görüntüler.
İlk çıktığı yıllar kaybedeceği bir şey yoktu. Ne görüyorsa onu çalıyor, babasının oğlunu da tanımıyordu. O yüzden de hepimiz onu seviyor ve ‘‘delikanlı’’ diyorduk. Onun bir başka sorunu daha var. Yetişme tarzından dolayı, adale yapısı, yaptığı işi reddediyor. Tek telle sarılmış sigorta gibi. En ufak bir zorlamada, yüklemede atıyor da atıyor.
Aslında takımlarımız daha yeni yeni bu işlerin derinliğine girdiler. Futbolcuları bilinçlendirmeye ve ona göre çalıştırmaya başladılar. Hakemlerimiz henüz bu bilimselleşmenin dışındalar. Sezon başı yalandan alınan heyet raporları, ondan sonra da koşular.
Futbolcuyken de, hakemken de inanmadığım haybeye yapıldığını düşündüğüm Couper testi var. Tamam, FIFA ve UEFA da hakemlerde bu testi uyguluyor. Ama artık bence bunu değiştirme zamanı geldi. Biz öncü olalım. Dayanıklılık ayrı şeydir, kuvvet ayrıdır. Çabukluk ayrı, sürat ayrıdır... Futbolcunun çalışma şekliyle hakeminki aynı değildir. Bir yerden sonra yardımcı hakem ile hakemin çalışma şekli de bir değildir.
Serdar Tatlı sahada koşarken hem maça bakıyor, hem pozisyonu düşünüyor, hem de ‘‘Biraz sonra acaba nerem atacak?’’ diye tedirgin dolaşıyor. Bütün bunlar üst üste gelince de maçın içinden çıkamıyor. Eline yüzüne bulaştırıyor. Bak Serdar. Takriben 1.5 yıldır sallanıyorsun. Eğer fizik gücün iyi değilse ve bu fizik- adale işini halledemeyeceksen bırak. Ama ‘‘Hayır ağabey, ben fizik olarak da adale olarak da iyiyim’’ diyorsan o zaman iş tam bir felaket. Yani o sağlam, gördüğünü çalan, cesaretli, yürekli Serdar Tatlı gitmiş, eyyam yapan, büyüğün yanında olan, seyirci ve futbolcunun etkisinde kalan Serdar Tatlı gelmiş.
Eğer öyle isen ve ‘‘Eskiden kaybedecek birşeyim yoktu, ama şimdi FIFA hakemi iyi kazanıyor, toplumda da tanınıyor. Artık kaybedecek çok şeyim var’’ diyorsan, zaten bırakamazsın devam edeceksin. Ama tabii bundan sonra her çıkacağın yeni maçta eski güvenilir Serdar Tatlı'nın sana sağladığı olumlu imajı yiye yiye, bitire bitire hakemlik yapacaksın.
İmam-cemaat
BÜLENT Yavuz İzmir seminerinde esnemeye başlayan hakemlere ‘‘Bir saat on dakika zor dayanıyorsunuz, çay- kahve molası veriyorum’’ demiş. Sevgili Bülent, sen baskıya bir maç dayanmıyorsun. Hakemler yine bir saat on dakika dayanmış iyi.
Süper maç yöneten Papila'ya korkudan Fenerbahçe- Galatasaray maçını hadise çıkar diye vermedin. İmamın bunu yaptığı yerde, cemaat biraz esnemiş çok mu?
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2004
<B>ŞAMPİYONLUK </B>zor iştir. Engebeli, taşlı, tozlu yollardan geçersin. Bazen de kar yağar, yollar buzlanır. Ama senin kara yolları ekibi gibi çalışan, buz çözen, tuz atan, yol açan bir hakemin varsa Bülent Uzun gibi, fazla sıkıntın olmaz...
Bu F.Bahçe, bu Konya'yı Konya'da da yendi. Dün gece de yendi. Ama, işte aması var... Maalesef bazı isimlerin artık Türkiye'de kellesinin koparılması lazım...
Cem Papila pırıl pırıl bir adam, belli. Gördüğünü çalıyor, cesaretli. Yanlış çaldığı da olmuyor mu? Oluyor tabii ki. Ancak, her hareketiyle güvenilir bir hakem. Bazıları gibi kalçası, başı ayrı ayrı oynamıyor. Bundan sonra işi zor. Onu bazı maçlara MHK istemeyecek, federasyon istemeyecek, büyük takımlar içeride istemeyecek. Olsun, sen çık, bildiğin gibi maçını idare et. Mesela dün gece Luciano'ya gösterdiği sarı kart yanlış. Yan yana mücadele eden iki adamın birbirini çekmesi diye bir şey olamaz. Aynısında kırmızı yapabilecek misin? Yapamayacaksın. O zaman kartlarını daha bir cimri kullanman lazım.
Kanatlar iyi çalıştı
F.Bahçe dün gece müthiş istekliydi. Her topa bastılar. Hatta bazen bu presi kontrolsüz bile yaptılar. ‘‘Kontrolsüz güç, güç değildir’’ diye boşuna söylememişler.
Konya takımı koca bir ilk 45 dakika doğru dürüst pas yapamadı, rakip kaleye gidemedi. Mehmet Yozgatlı F.Bahçe'de yavaş yavaş yeşermeye başladı. Daha da iyi olacağı kesin. Ali Güneş'le dinlene dinlene rakibin üstüne gidiyorlar ve çok da çabuk geri dönüyorlar. Uzun bir sakatlık geçiren Kemal de sol kanatta iyi. Tuncay'la beraber onlar da iyi bir ikili oldular.
Penaltı yapmak en son iştir. Artık hiç çaren yoksa yaparsın. Ama Türkiye'de bazı defans oyuncuları leblebi gibi penaltı yapıyorlar. Dün gece bunun iki tane misalini yaşadık. Toplar kenara inip sert ortalar gelince hem Nobre, hem de Hooijdonk çok rahatladılar.
F.Bahçe her geçen gün mücadelesinin ve futbolunun üzerine koyuyor. Yani F.Bahçe maçına gelenler, verdikleri paranın karşılığını alıyorlar. Kazanırlar, kaybederler ama önemli olan keyif almak değil mi? F.Bahçe son şampiyon olduğu yılda bile bu tarz mücadele etmiyordu.
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2004
<B>BİR </B>tarafta Beşiktaş'ı, yani geçen sezon bizim ligi şampiyon bitiren Beşiktaş'ı iki maçta da yenen Valencia... Diğer yanda mütevazı bir bütçeyle UEFA Kupası'nda başarıdan başarıya koşan G.Birliği... Bir önceki turda Beşiktaş, Valencia karşısında her iki maçta da bayağı gol pozisyonu yakalamıştı. Aynı Valencia, mütevazı G.Birliği karşısında bu sezon Avrupa kupalarındaki ilk mağlubiyetini aldı.
G.Birliği bu sezon Avrupa kupalarında hiç yenilmedi. Peki o zaman Türkiye Ligi ile kıyaslarsak ortaya nasıl bir durum çıkacak? Puan cetveline bakın, G.Birliği kaçıncı, Beşiktaş kaçıncı sırada? Bunları niye mi söylüyorum? Bizim muazzam spor basını, bizim muazzam Futbol Federasyonu ve bizim harika hakemlerimiz olduğu müddetçe bunlar hep olacak.
Gençler'in bir şansı var
Ancak, G.Birliği'nin bir şansı var. Artık maçlar eskisi gibi kapalı kapılar ardında oynanmıyor. Biraz dürüst yazan, biraz sağı solu oynamayan spor yazarları, pardon tarafsız spor yorumcuları yüzünden artık bazı şeyler meydana çıkmaya başladı. Yarın G.Birliği, Valencia'daki rövanş maçını kaybedip elenebilir. Hiç önemli değil. G.Birliği bu kadrosuyla ve bu futboluyla Türkiye Ligi'nde neden orta sıralarda geziniyor? Hiç olmazsa Avrupa'da aldığı bu başarılı sonuçlarla bazı gerçekleri bazılarının gözüne! tam olarak sokmuştur.
Bakınız, G.Birliği yerli-yabancı transferler yapıyor. En fazla bonservis ücreti ödediği oyuncu Youla. Onun için de 1 milyon dolar vermişler. Bu Youla öyle bir adam ki, Türkiye liglerinde onun kadar etkili bir hücum oyuncusu yok. Büyük dediğimiz takımlar bu tip oyunculara 5-10 milyon dolar bonservis ücreti ödüyorlar. Dün gece Valencia, bu Youla'yı hep üç kişiyle markaj yaptı.
Helal olsun Youla'yı alana
Siz televizyondan seyrederken bunu göremediniz. Valencia üç kişiyle bu oyuncuyu tutunca, G.Biliği defansı rakibinden hep fazla kaldı. Onun için de Valencia'nın maç boyunca bir tane etkili hücum pozisyonu yok. Yani dün geceki maçın kilit adamı Youla idi. Eğer bir Youla, Valencia'yı bu kadar korkutmuşsa o zaman transfer edenlere helal olsun demek lazım.
Şimdi ne olur? Bu netice G.Birliği için mükemmel. Çünkü düzgün, cesaretli bir hakemle Valencia kendi sahasında 80. dakikada 2-0 bile önde oynasa yiyeceği bir golle elenecek. Ve bu G.Birliği takımı, defansif yönden bireysel olarak hata yapmazsa bu turu geçer. (Son 5-6 maçtır Gençler defansı teknik ve taktik olarak hata yapmıyor. Ama bir futbolcu çıkıyor inanılmaz bir iş yapıp, bir çuval inciri berbat ediyor. Son zamanlarda da bunun baş aktörü Ümit.)
Norveçli hakem, Türkiye liglerinde verilmeyecek bir pozisyonda penaltı çaldı. Ama aynı hakem maç boyunca aynı pozisyonların hepsine faul verdi. Ama son 20 dakika herhalde biraz duygusal davranıp, Valencia lehine fazlaca düdük çaldı.
Yazının Devamını Oku 10 Mart 2004
Lucescu, Beşiktaş'taki iç kavgalardan rahatsız oldu. Zincirin halkaları kopmaya başlayınca, bu kez beyanatlar vermeye başladı. Serdar Bilgili'nin seyahatleri biraz kısıp, Ümraniye Tesisleri'ni fazlaca ziyaret etmesi lazım. BEŞİKTAŞ'ta neler oluyor... Evvelki sene güzel bir yönetim yaptılar. Herkes birbirine yardım etti. Ve 100. yılda şampiyon oldular. Ne olduysa, bundan sonra oldu. Başarıyı paylaşamadılar. Önce Yıldırım Demirören- Kıvanç Oktay ikilisi gitti. Bu ikilinin ayrılmasından sonra futbol takımında inanılmaz bir çöküş başladı.
Çünkü, şu andaki Futbol Şubesi Sorumlusu Haşmet Kürüm'ü bir yerde Demirören getirmişti. Kürüm'e koltuk cazip geldi. Daha camiayı tanımadan, üzerinden acemiliğini atmadan şube başkanlığına geldi, getirildi.
‘‘Beni Demirören getirdi. Şu aşamada onun yerine geçmem, görev kabul etmem’’ yürekliliğini gösteremedi.
Serdar Bilgili gittikten sonra başkan kim olacaktı. Geçen yıl iki aday vardı. Birisi Hüsnü Güreli, diğeri Yıldırım Demirören'di. İki yumurta çarpıştı, başkan Bilgili de Güreli'den yana olunca, Demirören gitti.
İç kavgalar
Güreli, mali açıdan iyi şeyler yapıyordu. Beşiktaş'ı kurumsallaştırıyordu. Ama bu işler tek yönlü olmuyor. Bu huzursuzluk, sonunda Sinan Engin'e de sirayet etti. Bakmayın siz onun ‘‘Beşiktaş'ta birşeyler olmuyor’’ dediğine. O da biliyor neler olduğunu da, konuşmuyor. Konuşmaması da normal.
Bütün bu iç kavgalardan Lucescu da inanılmaz rahatsız oldu. Yalnız kaldı. Zincirin halkaları kopmaya başlayınca, Lucescu en zayıf halka durumuna düştü. Bu sefer beyanatlar vermeye başladı. Belki Beşiktaş'ın menfaatlerini korumak istiyordu, ama Beşiktaş'ın menfaatlerini koruyacak bir yönetim kalmamıştı. Soruyorum size.. Altı aydır Serdar Bilgili deplasmandaki hangi önemli maça gidip, şeref tribününde oturdu. Beşiktaş takımı yöneticilerini çok deplasman maçlarında mahalli takım yöneticileri tanımıyor. Ve Beşiktaş takımı, eskiden herkesin ikinci takımıydı. Galatasaray'lıya sorardık, ‘‘Fener olmasın, Beşiktaş olsun’’ derdi. Fenerli'ye sorardık. ‘‘G.Saray olmasın, Beşiktaş olsun’’ cevabını verirdi.
Geç bile kaldı
Beşiktaş kamuoyunda antipatik olmaya başladı. Seyircisinin agresif tutumu, küfür, tehdit onları hızla aşağı doğru indirmeye başladı.
Fatih Altaylı senin maçına gelmiş, hem de siyah- beyaz kaşkol takarak. Al içeriye, çay kahve ikram et kardeşim. Rakip takımdan etkili bir dostun olsun. Ama nerede o zihniyet. Sadece küfür ediliyor.
Bu misalleri çoğaltabiliriz. Bunun da tek sorumlusu Serdar Bilgili'dir.
Ben de gezmeyi seven bir adamım.. Ama Serdar Bilgili'nin seyahatleri biraz kısıp, Ümraniye Tesisleri'ni fazlaca ziyaret etmesi lazım. Aslında bence geç bile kaldı.
G.Birliği gerçeği ve Hıncal Uluç
BÜTÜN spor branşlarını bilen! Bütün meslek dallarından anlayan! Bilmediği ve anlamadığı hiçbir şey kalmayan büyük üstad Hıncal Uluç, Sabah'taki köşesinde ‘‘tele-yorum’’ başlığında futbol yorumları yapıyor.
Aslında bu tele'yi ben çözemedim. Bu telefon da olur, televizyon da olur. Şunu adam televizyondan yorum yapsa daha iyi. Yanına da sevgili Deniz Gökçe'nin cümlesini eklese daha iyi olur. Televizyondan ve şezlongtan yapıyon yorum.. 16 Şubat 2004 tarihindeki 2-2 biten G.Birliği-G.Saray maçından sonra büyük üstadımızın (!) yazdığı, doldur boşalt yazısından size bir bölüm aktaracağım..
G.Birliği cephesine geldiğimiz zaman, Ersun Yanal'ın bütün hakemlere yutturduğu bir taktik var. Çok adamla hücuma çıkıyor, ama bunu risk almadan yapıyor. Geride çok adam bırakmıyorlar. Ama rakip kontratağa başladığı zaman faul yapıp indiriyorlar. Ölü top kullanırken de savunmadaki yerlerini alıyorlar. Şimdi bu kötü niyet ve sarı kart ifadesi. Ali Aydın Gençler'in 20 tane bu tarz faulüne kart vermedi.
Aynı Hıncal Uluç, hem televizyonda, hem gazetede ‘‘Bizim Türk hakemleri bu yutturmacayı yiyorlar. Ama G.Birliği Avrupa'da maçlar yapacak. Göreceksiniz, oradaki hakemler bu taktik için ne yapacaklar..’’ diyor.
G.Birliği önce Blackburn Rovers'ı, sonra Sporting Lizbon'u (Bence UEFA Kupası'nda finali oynayacak takımlardan biriydi..) sonra da Parma'yı eze eze yeniyor.
Asıl hedef farklı
Şimdi sadede gelelim. G.Birliği şu anda Türkiye liginde oynadığı 24 maçta, 57 sarı kart görmüş. Yani, takriben maç başına 2 ortalama ile oynamış. Türkiye Kupası'nda 3 maç oynamışlar, 7 sarı kart görmüşler. Kırmızı siyahlılar, Blackburn, S.Lizbon ve Parma takımlarıyla oynadığı 6 maçta toplam 10 sarı kart görmüş. Yani, maç başına 1.6 kart.
Şimdi, bizim TV'den şezlong ile maç yazdıran büyük futbol üstadının (!) değerli fikirleri ve yorumları net bir biçimde ortaya çıkıyor, değil mi?
Ama bu zihniyet ne zihniyeti biliyor musunuz? Bu cümleleri sağdan soldan alıp, bir kaç tane daha yazan ulema var. Futbolu bilmedikleri için kulaktan dolma fısıltılarla yorum yapmaya kalkarlar. Buradaki hedef, o futbol yorumcusunun tuttuğu takımın başarısıdır. Bir de özellikle şampiyonluğa oynayabilecek G.Birliği'ni devre dışına çıkarmaktır. Bu konuda kulübünü çok iyi idare eden ve bu işleri çok iyi bilen İlhan Cavcav'ın Futbol Federasyonu Başkanlığı’na aday olması tehlikesi de mevcuttur. O zaman G.Birliği Türkiye'de ilerlememelidir.
Utanmadan, sıkılmadan
Aslında hakemler G.Birliği'nin sezon başında yan yollarda çok önünü kestiler. Allah'tan UEFA maçlarını bizimkiler idare etmiyorlar ve o G.Birliği maç başına 1.6 sarı kart ile tıkır tıkır Avrupa'da yürüyor. Ama, o İstanbullu böyük spor yazarlarının Avrupa'da mücadele eden hiçbir takımı kalmadı. Ve bu böyük üstad, futbol uzmanı Hıncal Uluç, birinci Parma maçından sonra yüzü kızarmadan ‘‘Ben zaten 4 takım içinde bu turu bir tek G.Birliği geçer demiştim’’ diyebiliyor. Vah zavallı Türkiyem vah... Sana kimler akıl veriyor... Utanmadan ve de sıkılmadan.
NOT: Hıncal ne olursun G.Birliği'nin aleyhine yazmaya devam et, lehine yazma. Kimin yanına geçtiysen, kimi desteklediysen, onun sonu oluyor. Misal mi, tonla. İşte Fatih Terim, işte Mustafa Denizli, işte Süreyya Ayhan, işte Voleybol Milli Takımı. Daha sayayım mı? Bunlar isteklerim. Sana bir de tavsiyede bulunayım mı? Ne olursun şu Şenol Güneş'in lehine yazmaya başlasana.
Aman arkamda durmayın
BERABER yürüdük biz bu yollarda.. Beraber geldik, beraber gideceğiz.. Ölümüne kadar beraberiz..
Bizi kimse ayıramaz..
En sonunda da merak etme arkandayız..
Son yıllarda futbolumuzdaki temel sözcükler bunlar..
Özhan Canaydın dedi ki, ‘‘Biz Fatih ile beraber geldik, beraber gideceğiz.’’
Önce Özhan Canaydın ateş etti, sonra Fatih masadan kalktı ve o acemi Canaydın'a pazar günü ateş etti.
Şu anda ikisi de ağır yaralı..
Galatasaray nasıl, derseniz... O komada, kolunda bir serum var. Başında da doktor yok. Yalnızca hemşireler ve hasta bakıcılara emanet edildiler.
Dönüyoruz Beşiktaş'a...
Geçen yaz daha ortalıkta hiçbir şey gözükmezken, bir gece Laila'da başkan Serdar Bilgili'ye ‘‘Yıldırım Demirören ile Kıvanç Oktay istifa ediyorlar, ne dersin’’ dediğimde ‘‘Yıldırım hiçbir yere gidemez, benim çocukluk arkadaşım. Beraber geliriz, beraber gideriz’’ cevabını verdi.
Sonra da bir güzel afiyetle Hüsnü Güreli uğruna, hem Demirören'i, hem de Kıvanç Oktay'ı yedi.
Karşımda dursunlar
Arkandayız.. Bu kelimeye bayılıyorum, ama bana söylenmesini hiç istemiyorum. Kimse benim arkama geçmesin, herkes karşımda dursun arkadaş..
Aziz Yıldırım, Mustafa Denizli'nin arkasına geçti, ‘‘Sen merak etme, arkadandayım, sağlam duruyorum’’ dedi. Diyarbakır dönüşü uçağı, hem geç kaldırdı, hem havada fazla döndürdü ve taraftarın havalimanına toplanmasını sağladı. İki ay sonra Mustafa Denizli gitti.
Özhan Canaydın açıklama yaptı, ‘‘Fatih Terim'in sonuna kadar arkasındayız’’ dedi. Fatih de gitti.
Dün Serdar Bilgili'nin açıklamalarını okudum. Lucescu'nun hiçbir günahı olmadığını dile getiriyor ve yönetim olarak aslanlar gibi arkasında olduklarını söylüyor. Lucescu'nun durumu diğerlerine göre daha vahim. Çünkü bütün yönetim arkasına geçtiyse, bu çok çabuk ve hızlı gidecektir anlamına geliyor.
Yan yolda kazaya dikkat
YILLARDIR futbolun içindeyim. Futbolculuğumda da hakemliğimde de çok şeyler yaşadım. Aslında belki de biraz vakit bulamamaktan, biraz da tembellikten şu kitap yazma işini ihmal ediyorum ve geç kalıyorum.
Çok eski bir sistem vardır. Bir takımın rakibini yan yolda boğacaksın. Kimse yokken, dikkat etmezken. Otobana çıktığı zaman zaten o takımın işi bitmiştir. Diğeri onu ezer geçer.
X takımı şampiyonluğa giderken, esas rakibi olan Y önemli değildir. Diğer maçlar önemlidir. Çünkü oradan alınacak puanlar da üç puandır. Siz Türkiye şartlarına göre biraz uyanıksanız ve iş bilirseniz, o diğer takımların, başka takımlarla oynadığı maçlarda etkili futbolcularını saf dışı bırakarak kendi maçınıza hazırlarsınız.
Rüya zannetmeyin, kabus
Yani çiğ köfte gibi onları dışarda yoğurursunuz, sonra da kıvırcık yaprağının içine koyarak, üzerine de bir iki damla limon sıkıp, afiyetle yersiniz. Ben bu filmleri her sene sık sık görürüm. Sakın bunları rüya filan zannetmeyin. Aslında bunlar benim için birer kabustur. Çünkü futbolculuğumda bunlardan çok çektik.
Bu yazıyı neden yazdım. Geçen hafta Konya- Bursa maçında midem bulandı. Altan'ı, Zafer'i gördükçe içim sızladı. Birkaç cümle daha yazarsam, bu sefer ben suçlu duruma düşerim. Ve onlar teleferik gibi bana tazminat davası açarak, iki taraflı kazanırlar.
Ticaret yaparken, bazı dükkanların duvarına asılan tabelada, ‘‘Benim için ne düşünüyorsan, Allah sana 100 katını versin. Allah herkesin gönlüne göre versin..’’ cümlesini okurdum. Okurdum da, Türkiye'de o cümleler okunmakla kalıyor ve hiç bir şey ifade etmiyor. Çünkü Türkiye'de herşey yapanın yanına kar kalıyor.
Fıkradaki yaşam
YILLAR önce Kayserispor'da Üveyiz Molu adında, tatlı ve espirili başkan vardı. Kayserispor şampiyon olmuş, maçtan sonra koridorda onu dalgın dalgın yürürken görmüşler.
‘‘Başkan şampiyon olduk, niye dalgın yürüyorsun, sevinmiyorsun’’ diye sormuşlar. ‘‘Yahu kardeşim, bu nasıl iş? Rakip futbolcuya para verdik, hakeme para verdik. Kendi futbolcumuza prim verdik, sonunda şampiyon olduk. Onu çözmeye çalışıyorum'' diye cevaplamış. Bu olay fıkra gibidir, ama maalesef gerçektir.
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2004
İki teknik adamın taktik savaşından Christoph Daum galip çıktı. Alman hoca, Türkiye’nin en iyi futbol oynayan üç takımından biri olan G.Birliği'ni iyi analiz etmiş.Van Hooijdonk faktörü de devreye girince sarı lacivertliler sahadan fire vermeden ayrıldı.
MAÇIN geneline baktığınızda sanki çok tat vermeyen bir havası var. Özellikle de ilk yarı. Ama sahaya çıplak gözle baktığımızda, iki teknik adamın taktik savaşını gördük. İkisi de diğerini çok iyi analiz etmiş. G.Birliği'nin bir dezavantajı var. Üç gün evvel İtalya'nın üst düzey takımlarından Parma'yı 3-0 yenmiş. Hem de kanırta kanırta.
Ben, bu sezon G.Birliği takımını mümkün olduğu kadar fazla seyretmeye gayret ettim. İddia ediyorum, bu sene Türkiye'nin en iyi futbol oynayan takımı. Önümüzdeki günlerde de yazacağım, bazı sebeplerden dolayı şampiyonluk mücadelesinin dışına itilmiş bir takım. Halbuki bu kırmızı siyahlılar, Beşiktaş ve F.Bahçe ile beraber şampiyonluk mücadelesinde olsaydı o lig ne güzel olurdu.
Daum, öncelikle Youla gerçeğini kabul etmiş. Çünkü bu oyuncu, önünde geniş alan bulduğu zaman araya atılan toplarda dünyada geçemeyeceği bir defans oyuncusu yok.
Gol vuruşlarında etkisiz. Hafif de tabanı gösterirsen iyice korkuyor. Hatta bence bu maçta Ersun, onu dışarı almakta biraz gecikti. Çünkü onun kafasında büyük ihtimalle dört gün sonra Valencia ile oynayacağı maç var.
Kafalarda Valencia var
G.Birliği futbolcuları şunu söylüyorlar: ‘‘Biz, Fener'i, G.Saray'ı, Beşiktaş'ı yensek ne olur? Yurt içinde ‘helal olsun Gençler' derler. Ama sonunda gene bazı kesimler önümüzü keserler. Biz, Valencia'yı elersek, dünya bizi tanıyacak.’’ Aslında son derece haklılar. Onun için de dün gece G.Birliği takımı en fazla yüzde 50-60 kapasite ile oynadı. Youla geniş alan bulamayınca iş diğer arkadaşlarına kaldı. Onlar da maça çok fazla asılmadılar, tempoyu yükseltmediler. Çünkü hepsinin kafasında Valencia var.
F.Bahçe bence akıllı oynadı. Rakip hücumlarda defansta çok güzel bir derinlik bıraktılar. Ama bu derinliği hiçbir zaman açmadılar, uzatmadılar. 19 Mayıs Stadı’nda maça baktığımızda zaman zaman G.Birliği ile F.Bahçe en geri adamı arasındaki mesafenin en fazla 50 metre olduğunu gördük. Bu mesafe hiçbir zaman 60-70 metreye açılmadı. Böyle bir maçta iki taraf da kazanabilirdi.
Hooijdonk bir attı, -yalnız attığı golde vuruşu çok güzel de topu Nobre'ye geçirip golü ona attırsaydı, futbolda doğrusunu yapmış olurdu- Ama aynı Hooijdonk bir defans elemanı gibi bu sene belki de kendi kale çizgisinden 6., 7. rakip gol poziyonunu defetti. Recep kaleciye pas verilen bir pozisyonda büyük hata yaptı. Gol olmadı. Beş dakika sonra benzer pozisyonda Botanjic aynı hatayla maçın neticesini belirledi.
Fatih hala akıllanmadı
Kuddusi Müftüoğlu zaman zaman ikili mücadeleleri oynatmaya gayret etti. Bu tip saha ve hava şartlarında hakeme biraz pembe bakmak lazım. Net, neticeye tesir edecek hata yapmadı. Yalnız F.Bahçeli Fatih, 90 dakika boyunca, ‘‘Ne olursun Kuddusi, Allah aşkına bana bir kart göster veya gerekirse beni at’’ diye yalvardı. Bu Fatih hala akıllanmadı.
Hiç kimseyi bulamasa kendi arkadaşıyla dalaşıyor, ona konuşuyor. Evde aynanın karşısına geçip, devamlı konuşarak antrenman yapması, kendisini eleştirmesi lazım.
F.Bahçe takımı şampiyonluğa gidiyor. Belki de ligde oynadığı en zor maçlardan biri. Çünkü bundan sonraki oynayacağı dört maç çok daha kolay gözüküyor. Ama F.Bahçe seyircisi 19 Mayıs Stadı'nda yok. İlhan Cavcav'ın bilet fiyatlarını yüksek tutması mı, yoksa havanın soğuk olması mı?
Güzel havada herkes maça gider, takımını destekler. Önemli olan böyle havalarda gitmek. Ama Türkiye'de bir tehlike çok net olarak gözüküyor. Futbol seyircisi iyice tembelleşti.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2004
Bu G.Saray'a iki yıl önce ‘‘dünya takımı’’ diyorduk. Şimdi Türkiye takımı bile değiller. Peki, buraya nerelerden gelindi? Tek bir özet var. Terim-Canaydın ikilisi iflas etmiştir. İkisinin de tekrar G.Saray'da görev almaları sakıncalıdır. HANİ benzetmeler vardır. Bir şey söylersin, aklına karşıtı gelir. İşte örnekleri: bardak-su, ekmek-peynir, balık-rakı. G.Saray diyorsun, karşına borç çıkıyor...
Bu G.Saray'a iki yıl önce ‘‘dünya takımı’’ diyorduk. Şimdi Türkiye takımı bile değiller. Peki, buraya nerelerden gelindi? Özhan Canaydın ortaya çıktı, ‘‘Ben, bu G.Saray'ı kurtarırım’’ dedi. Seçildikten sonra dedi ki: ‘‘Bana gösterilen bilançolarla devraldıktan sonra çıkanlar çok farklı.’’ Yani topu bir evvelki Mehmet Cansun yönetimiyle, ondan önceki Faruk Süren yönetimine attı. Mehmet Cansun da diyor ki: ‘‘Ben verdiğimde borç 2'ydi, şimdi 5'e yükseldi.’’
Bu, işin parasal yönü. G.Saray'ın borcu olabilir. Büyük camiadır, taraftarı fazladır. 150 milyon dolar olarak telaffuz edilen borç, ödenir. G.Saray camiasının bu yükün altından kalkacak gücü vardır. Ama G.Saray Kulübü'nün öncelikli dalı futbol. G.Saray takımının vitrini iyi olursa, yani mal parlarsa, o vitrine çok seyirci gelir.
Faruk Süren yönetimi de Mehmet Cansun yönetimi de bu malı vitrinde çok güzel sergilediler. Ama Özhan Canaydın yönetimi, malı mundar etti. Aslında Özhan Canaydın yönetimi demek yanlış olur. Bunu başaranlar, Özhan Canaydın ve Fatih Terim ikilisi.
İyi insan olmak yetmiyor
Özhan Canaydın da, Fatih Terim de iyi insan. Ama insanların iyi olması, başarıyı getirmiyor. Dünyada ender gözüken bir kulüp yönetim şekli son iki yıl G.Saray'da sergilendi. Sadece başkan ve sadece teknik direktör. Arada kimse yok.
Özhan Canaydın, Fatih Terim'i teknik direktör olarak getirdiğinde, futbol şube sorumluluğunu da omuzlarına yükledi. Dedi ki: ‘‘Futbol takımının eti senin, kemiği benim. Sen ne derse o olur.’’
Rivayete göre Fatih Terim, transferlerde yardımcı olarak yanına Burak Elmas'la Özer Saraçoğlu'nu istiyor. Ama başkan ‘‘hayır’’ diyor. Ve Fatih Terim çok iddialı biçimde Avrupa Şampiyonlar Ligi Kupası'nı getirmek için kolları sıvıyor. Fatih Terim'in geldiği günle ayrıldığı güne kadar G.Saray takımında bir otobüs dolusu değil, bir vagon dolusu futbolcu oynuyor. Yani 50 adet futbolcu. Onun döneminde 27 tane futbolcu G.Saray takımından gidiyor. Bunun 10 tanesi yabancı, 14'ü yerli, 3 tanesi de kadro harici bekleyen. Şu anda kadroda 23 futbolcu var.
58 milyon dolar harcadı
Terim, 29 tane futbolcu transfer etmiş. Bunun 14'ü yabancı 15'i yerli. Hatta bazı futbolcuları almış, hiç oynatmadan göndermiş. Duro ve Müslim Can gibi. Ve bu 1,5 yılda kasadan çıkan para 58 milyon dolar.
Fatih, yapı olarak hırslı birisi. Tabiri caizse diyor ki, ‘‘Ben hem kaleci oynayayım, hem defans oynayayım, hem orta saha ve forvette görev yapayım.’’ Neredeyse degaj yapacak, sonra koşup rakip kaleye kafayla gol atacak. Tartışmayı ve kavgayı seven bir yapısı da var. Hakemlerle, basınla, Futbol Federasyonu ile, hatta kendi yöneticileriyle bile hep kavga etti. Futbolcusuna yardımcı olacağına, onlarla mücadele etmeye kalktı. O kadar çok örneği var ki... Bülent mi desem, Arif mi, yoksa bir başkası mı... Bu kadar geniş alanda mücadeleye kalkarsan cephen genişler. Çok büyük yaralar alırsın. Sayfa 5, şekil 6'da olduğu gibi.
Herkesle kavga etti
Terim, kendinde hiç hata bulmadı. Onları hep karşı taraflar yaptı. Her maça ayrı bir takım çıktı. Futbolcusunu kamuoyunda küçük düşürdü. Futbolcusunu, en önemlisi kaptanı Bülent'i kendi taraftarının önüne attı. Gece hayatı olan futbolcuları bildiği halde sustu. Sonra onları kamuoyuna deşifre etti.
Hakan Şükür'ü istemedi. Ama Hakan Şükür'ün gelmesine gücü yetmedi. Hakan Şükür, takımın içinde başkanla direkt münasebete girdi. Kendisinden sonra gelen ve başarılı olanlarla ters düştü. Lucescu'nun da maddi imkanları azdı, kendi yağıyla kavruldu. Terim, hep onun yaptıklarının tersini yaptı. Kendisinin Lucescu ile karşılaştırılmasına kızdı. Kendi işiyle uğraşacağına çok teferruata girdi. Ama sonunda öyle bir hale geldi ki, Villarreal maçında sahaya çıkan Sabri'nin formasında ‘‘Sarbi’’ yazıyordu, onu bile göremedi.
Sabri'nin R'si gibi
Terim, milli takımda da, kendi takımında da futbolcusunun kıyafetine çok dikkat eden bir teknik direktör. En az kendi kıyafetine dikkat ettiği kadar onların kıyafetine de özen gösterir. Ama G.Saray, Sabri'nin ‘R’si gibi ters döndü, tuş oldu. Bunda da iki tane hatalı insan var. Birisi Özhan Canaydın'dır, diğeri Fatih Terim.
Tecrübeli insanlara, senden önce o işi yapan insanlara hürmet etmek, bilgilerine saygı duymak, onlara danışmak lazım. Faruk Süren diyor ki, ‘‘Fatih Terim kötü antrenör değil. Ama Fatih Terim'in kapasitesi bazı şeyleri tek başına yapmaya yetmez. Biz, zaman zaman onun kulağını çekerek, zaman zaman da onu tenkit ederek, hırpalayarak ama basının ve kamuoyunun önüne çıktığımızda ondan yana tavır koyarak başarılı olduk.’’
Fatih Terim, aynı Fatih Terim. Fatih Terim'de bir değişim yok. Terim, o niye o zaman çok başarılıydı da şimdi başarısız oldu. Faruk Süren bu cümlelerinde yerden göğe kadar haklı. Ve bunun da tek sorumlusu Özhan Canaydın'dır...
Şimdi ne olacak?
Peki şimdi ne olacak? Malın tekrar süslenip püslenip vitrine konulması lazım. Malın tekrar albenisi olması lazım. Malı iyi satmak, pazarlamak lazım. 20 Mart'taki G.Saray kongresi buna karar verecek. Özhan Canaydın, geçen seçimlere girmeden önce ‘‘Fatih Terim'i getireceğim’’ diye slogan atmıştı. Şimdi de konuşulanlar Özhan Canaydın, bu seçimlere ‘‘Hagi antrenör, Taffarel kaleci antrenörü, Popescu menajer’’ sloganıyla giriyor.
Mehmet Cansun grubu da hazırlanıyormuş. Onların da kafasında Trapattoni gibi veya daha başka isimler var. Yani G.Saray'ın önünde inanılmaz derecede virajlı ve engebeli yollar var. Ama Özhan Canaydın bir şeyi başardı. Eğer Fatih Terim'i getirmeseydi veya Fatih Terim gelmeseydi, devamlı olarak G.Saray'da görev yapacak teknik adamların ve yönetimlerin üzerinde ‘Demokles’in kılıcı' gibi kalacaktı. Hem Fatih Terim, hem Canaydın G.Saray'da başarıyla kendilerini bitirdiler.
Bütün kadro değişmeli
Atatürk Olimpiyat Stadı'nda Şampiyonlar Ligi finali oynanacak. Oynanır, Dünya Kupası finali bile oynanır o statta. Ama hiçbir kulüp o statta lig maçlarını oynamak istemez. Seyirci tembeldir. Stada giderken karnaval havasında gitmek ister. Bir yerlerde yemek yiyip, iki duble içki içmek ister. O stada çabuk ulaşmak, çabuk çıkmak ister. Bugün Ali Sami Yen de yok. Biraz daha geç kalırlarsa yarın belki de hiç olmayacak.
G.Saray'ın kaybettiği maddi ve manevi değerleri düşünebiliyor musunuz? Fatih Terim diyor ki veya diyecek ki, ‘‘Bana söz verilen futbolcular alınmadı. Bana vaadedilenler yapılmadı.’’ O zaman niye geldin? Alınmadıysa G.Saray'da oynayamayacak futbolcuları niye aldın? Parayı niye çarçur ettin. Bu G.Saray kadrosu Şampiyonlar Ligi'ne girse ne yapar? İşte gördünüz Kupa 2'de badem oldu. Bütün kadronun değişmesi lazım.
Senin yerinde olsam
Peki o zaman lig şampiyonu olan ve Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayan Lucescu'nun takımını niye dağıttınız? Tek bir özet var. Fatih Terim-Özhan Canaydın ikilisi iflas etmiştir. İkisinin de tekrar G.Saray'da görev almaları sarı kırmızılılar için sakıncalıdır.
Fatih Terim, ‘‘istifa ettim’’ diyor. Hayır, Terim istifa etmiyor. Villarreal maçından önce başkanına diyor ki, ‘‘Sayın başkan, bu maçtan elenirsek, ben bırakmayı düşünüyorum.’’ Aldığı cevap net: ‘‘Doğruyu yaparsın.’’
Maçtan sonra da Fatih Terim görevi bırakıyor ve futbolcularıyla veda ediyor. Peki bütün bunları yapan Özhan Canaydın ne yapıyor? Tekrar başkanlık yapmak istiyor. Bir dönem daha yetki istiyor. Sevgili Canaydın, hakikaten düzgün bir insansın. Ama bu işte kabiliyetli değilsin. Ben senin yerinde olsam, ‘‘pardon’’ der, aday bile olmam. Çok düzgün bir G.Saraylı olarak camianın içinde kalırım.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2004
F.Bahçe kalecisi Volkan, maçın dışında yaptığı ufak bir hatayla kulübün geleceği açısından bir çuval inciri berbat etti. Şu andaki Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durum da disiplinsizlikten kaynaklanmaktadır. Daha hala olayı başka yerlerde arayan zavallılar var.
BEN Fenerbahçe'de yönetici veya futbol şube sorumlusu olsam, kaleci Volkan'a ceza verirdim. AB'ye girelim diyoruz, Avrupalı olalım diyoruz, ama hala doğu kafasıyla haraket ediyoruz.
Aptal adamdan sporcu da olmaz, futbolcu da. Özellikle futbol inanılmaz derecede zeka isteyen bir olaydır. Yoksa oynayamazsın. Ve Volkan'a kendi teknik adamı ‘‘aptallık yaptı’’ diyor. Doğru da söylüyor. Volkan inanılmaz bir çıkış yakaladı. Bu çıkışı yakalarken demek ki kendini iyi hazırladı ve konsantre etti. Ama maçın dışında yaptığı ufak hatayla kulübünün geleceği açısından bir çuval inciri berbat etti.
Bakınız arkadaşlar, futbol şakaya, ihmale ve dalga geçmeye gelmez. Bunun en büyük örneğini bu sene Beşiktaş takımı gösteriyor. Bu Beşiktaş takımı kadro olarak da, oyun olarak da, yönetim olarak da 1.5 yıl iyi şeyler yaptı. Ve ikinci yarıya girerken 11 puan öndeydi.
Bir F.Bahçe-Ç.Rizespor maçının tekrarına tepkiyi (ki orda haklı oldukları çok da yönler var) yönetimden görevli şahıslar veya menajer yapacağına sahneye Lucescu çıktı. Ve o Beşiktaş takımı gitti, şimdilerde gördüğünüz Beşiktaş geldi. Bundan sonra da işleri çok zor. Peki bütün bu hataları yaptınız, ama 5 kişinin atılmasıyla yarıda kalan maçtan sonra bu olaylara sebebiyet veren futbolcuları cezalandırsaydınız, ‘‘Oturun oturduğunuz yerde’’ deseydiniz, cezayı da kesseydiniz Fenerbahçe'yi bu duruma getirmeyecektiniz.
Seba olsaydı kapının önündeydiler
Siz ne yaptınız, atılan 5 futbolcuyu neredeyse kahraman ilan ettiniz. Ellerine ödül olarak bir tek prim vermediğiniz kaldı. Maalesef Lucescu- Sinan- futbolcular- Hüsnü Güreli derken, herkes birşeyi kaçırdı. Kulüp başkanı Serdar Bilgili çıkacaktı, masaya vuracaktı ve gürleyecekti. ‘‘Beyler Beşiktaş kulübü herkesin, her kafadan konuştuğu bir kulüp değildir. Hepiniz haddinizi bilin, burada başkan benim. Ben ne dersem odur’’ diyecekti.
Yine tekrar ediyorum. Kulüp başkanı Süleyman Seba olsaydı, o 5 futbolcu kendini attırabilir miydi? Attıramazdı. Ve hatta o 5 futbolcu kendini attırdıktan sonra Beşiktaş kulübünün kapısında bulurlardı. Başarı disiplinden gelir. Şu andaki Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durum da disiplinsizlikten kaynaklanmaktadır. Daha hala olayı başka yerlerde arayan zavallılar var. İş bittikten sonra sizlere yol gösteren insan çok olacaktır. Ama nafile.
Şimdi anladınız mı?
MHK, F.Bahçe-G.Saray maçına İsmet Arzuman'ı görevlendirdi. O da görevini MHK'nin istediği doğrultuda yaptı. Hatta Haluk Ulusoy'un istediği şekilde düdüğünü çaldı. Hiç toz kaldırmadı, sivri olmadı, gerektiği yerde tavrını koymadı, bazı şeyleri gördü, bazılarını da görmedi. Şimdi maçtan evvel ‘‘Neden Cem Papila olsaydı, daha iyi olurdu da, İsmet Arzuman tipindeki adam neden olmaz’’ dediğimi herkes daha iyi anlar.
Teşvik primi var
Teşvik primi var mı? Hem de köküne kadar. Ben futbolcuyken de vardı, şimdi de var. Ama bu teşvik primini alacak takımın yöneticileri bu işten haberdar olmazlar. Hatta teknik adamlar bile bilmez. Parayı gönderen kulübün yöneticileri de bu parayı resmi kimseyle yollamaz. İki tarafın da itimat ettiği bir aracı vardır. Maçtan evvel para ona teslim edilir. Eğer teşvik primini alan takım maçı kazanmışsa, müsabakadan sonra o para oynayan futbolculardan birine direkt olarak teslim edilir. Ve bu miktar o gün yedekler dahil sahaya çıkan kadroya, sus payı olarak da malzemeci ve masöre dağıtılır. Onun için de bunun ispatı çok zor olur.
Bana sorarsanız şike de suçtur, ahlaksızlıktır. Teşvik primi de.. Ama bazılarına göre birincisi hata oluyor, ikincisi hak.
Orman kanunu
SON yayın ihalesini Digitürk aldı. Bundan sonra başka bir grup alabilir. İsim önemli değil. Bugün Türkiye'de futbol, naklen yayından gelen parayla yürüyor. Bu gelir kesilirse iddia ediyorum, Türkiye'de en fazla 5 tane kulüp kalır. Ve sen bu görevi yapan insanların kameralarının objektiflerini özel güvenlik birimlerince kapattırıp, görev yaptırmıyorsun. Bu hem orman kanunudur, hem de kulüplerin bindikleri dalları kesmesidir.
Terim'in rekoru
FATİH Terim Galatasaray'a geleli 1.5 yıl oldu. Ve şu anda da deniz bitti.. Genelde bir yerde hata yapıyoruz. Fatih Terim, Fenerbahçe maçını kazansaydı, bugün de Villarreal'i eleseydi, bu iki maç onun seneye tekrar Galatasaray'da kalmasını sağlayacak mıydı?
Çünkü 1.5 yıldır yaptıklarının yüzde 80'i yanlış. İşte herşey ortada. G.Saray dergisinin kapağında resmi çıkan bir çok futbolcu şu anda yok. Hayrettir ve enteresandır, en son sayının kapağında da Terim'in resmi var. Ve Galatasaray camiasının önde gelen isimleri ‘‘Fatih Terim'in istifa etmeye hakkı yok, kendisi ayrılamaz ancak sezon sonu görevden alınır’’ diyorlar.
Dünyanın hiçbir yerinde transferde bu kadar başarısız olan, saha neticelerinde bu kadar başarısız olan kimse görevde kalmamıştır. Aslında Fatih Terim'in bu olayı belki de futbolda dünya rekorudur.
Bozuk para TAŞIYIN
ANKARA-İstanbul arasını eğer otobandan gidecekseniz, önce bulunduğunuz büyükşehirde bir umumi tuvalete gidin. İster büyük, ister ufak ihtiyacınızı giderin, sonra orayı terkederken kapıdaki adama 10 milyon verip, paranın üzerini 500 binlik, özellikle 250 binlik olarak alın.
Çünkü otobana Ankara'dan girip, Abant'tan çıktığınızda ödeyeceğiniz para 1 milyon 750 bin lira. Kaynaşlı'dan girip, İstanbul'daki gişelerde ödeyeceniz para ise 3 milyon 750 bin lira. Geçenlerde bir AKP milletvekili Ankara gişelerinde kendisine 50 bin lira para üstü veremeyen görevli hakkında dava açmış. Ne yapsaydı yani adam. O parayı nasıl bulacaktı. Sen vermeye mecbursun. Ben geçerken de bir gişe görevlisi 250 bin lira istedi, ben ise ona 100 bin lira verebildim. Yani o görevlinin bana 150 bin lirası geçti. Her kim ise o AKP milletvekili, görevlinin bozuk parasıyla uğraşacağına paraları düz hale getirirse daha doğru yapmaz mı?
Bir daha maça sokmayın
BAZI emniyet müdürleri diyor ki, ‘‘Maçlar emniyetle bitti, hiç bir olay olmadı.’’ Ama bir şeyi düşünmüyorlar. Ortada gezen potansiyel suç işleyecek kişiler var. Ve bunlar her grupta mevcut.
Bakın.. Pazar günü F.Bahçe-G.Saray maçı öncesi konuk takımı taşıyan otobüslerin camları, bizzat G.Saraylı taraftarlarca içeriden kırıldı. Bu sezon Trabzon'a giden F.Bahçe seyircisinin otobüsünde döner bıçakları çıktı, geçen hafta Trabzon'dan, Samsun'a giden, Trabzonlu seyirciler yolda Fenerbahçe Derneği'ni basıp bir kızı komaya soktular, diğerlerini dövdüler. Ben Emniyet Müdürüleri'nin yerinde olsam (olsam değil, onların yapması gerekirdi) maçtan önce de maçtan sonra da bu eylemi yapanların otobüsünü emniyet müdürlüğüne çekerdim. Hepsinin fotoğrafını çeker, parmak izini alır, ‘‘Bir daha maça giremezler’’ listesine sokardım. Eğer maçtan önce yapmışlarsa, maçın bitimine kadar da o seyirciyi bırakmazdım. Bunları böyle yaparsanız, olacak ve olabilecek olayların önüne geçersiniz. Yoksa havanda su dövmeye devam edersiniz.
Tribüne emniyet şeridi
İSTANBUL polisi yıllarca uğraştı ve otobanlarla köprüye giden yollardaki emniyet şeridi ihlalini engelledi. Artık emniyet şeridine giren, anında cezayı yiyor. Bunu niçin yapıyorlar. Cankurtaran, itfaiye geçtiğinde, kaza olduğunda trafik polisi olay yerine çok çabuk ulaşsın diye.
Peki hiç dikkatinizi çekiyor mu? İstanbul'da oynanan büyük maçlarda aynen Almanya ve İngiltere'de olduğu gibi maçın oynandığı statta merdivenleri boş görüyor musunuz? Bizdeki statların hepsinde silme insan görüntüsü var. Çıkabilecek herhangi bir panikte kaç insanımız telef olur, düşündünüz mü? Cevap: Olduğu zaman görüşürüz.
Yazının Devamını Oku