16 Nisan 2005
ADALET, zenginlerin mahkemelerinde yargılanan, fakirlerin cezaevlerinde çektiği bir kavramdır... Birileri bu cümleyi çok da doğru bir şekilde söylemiş. Adaletteki en önemli olay, örnektir. Önceden alınmış örnek davada bir karar varsa, hakim ona göre karar verir.
Fenerbahçe-Rizespor maçıyla Osmaniyespor-Adıyamanspor maçındaki oyun kuralı ihlalleri tıpatıp birbirine benziyor. Ama hep söylüyoruz, onun için de bir şey olamıyoruz. Türkiye'de adalet fazlaca zenginden, güçlüden, kuvvetliden yana. Yani, Türkiye'de klasik adalet kavramına göre herkes eşit. Ama bazıları daha fazla eşit.
Kaos kaçınılmaz
Bu kural ihlali ve uygulaması yüzünden geçen sene Fenerbahçe 11 puan önündeki Beşiktaş'ı geçerek şampiyon oldu. Sevgili bakanımız M.Ali Şahin bile özerk federasyonlar konusunda elinin-kolunun bağlı olduğunu zaten söylüyor. Böyle olduğu müddetçe de kaosun devam etmesi kaçınılmaz.
Fenerbahçe-Rizespor maçında verdiğin karar doğru. Osmaniyespor-Adıyamanspor maçındaki karar yanlış. Bu, kestirmeden şu demektir: "Herkes haddini ve yerini bilsin."
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2005
Söylemezoğlu'ndan raporu aldım. Bakan Mehmet Ali Şahin'e çıktım, "Siz gereğini yapana kadar yazmayacağım" dedim. Ve beklemeye başladım. Ama ne bir haber geldi, ne de olayın üstüne gidildi. TELEFONUM çaldı.. Karşıdaki ses, Basketbol İkinci Ligi'ndeki Mersin Belediyesi ile Konya Selçuk Üniversitesi arasında oynanan maçta "Şike" yapıldı" diyordu.
İddia çok ciddiydi. Hemen sordum, "Neye dayanarak bunun iddia ediyorsun?" Aldığım cevap karşısında gözlerim faltaşı gibi açıldı;
- Hakem raporunda yazıyor.
Çok uzun süre futbolculuk ve hakemlik yaptım. Hayatımda ilk defa bir hakemin yönettiği maç için raporuna yazdığı, "Bu maçta şike var" ibaresine şahit olacaktım.
Yalnız gelin
"Şike var" raporunu yazan maçın hakemi Fatih Söylemezoğlu hakkında hemen araştırmaya başladım. Her gelen istihbarat, "Çok düzgün bir insan ve iyi bir hakem olduğu" yönündeydi.
Söylemezoğlu'na telefonla ulaştım. Şaşırmıştı, "Neden olayın üstüne gittiğimi" sordu. Ben de bu işlere futbolculuk ve hakemlik olayım dahil hep karşı geldiğimi söyledim ve "Olayın aslını öğrenmek istiyorum" dedim.
Ankara'da randevulaştık. "Lütfen yalnız gelin" dedi. Zaten aksini düşünmüyordum. Uzun uzun konuştuk. Bana söylediği şu oldu;
Havada kaldı
- Hocam, bu spor aleminde çok kimseye güvenilmiyor. Siz de yıllarca bu işi yaptınız. Ben raporumu çok net bir şekilde yazdım. Yanına da bir ek rapor ilave ettim. Ben FIBA hakemiyim. Eğer benim bu yazdığım cümleler havada kalacaksa, bu sporu yapmanın bir anlamı yok. Ben de hakemliğe devam ediyorum, o iki takım da müsabakalara.
Biraz durdu, düşündü ve devam etti;
- Benden hiç kimse bu raporlardaki cümlelerin açıklamalarını istemedi, sebeplerini sormadı. Yalnız raporda yazdığım cümlelerle değil, çok daha farklı yerlerden bunun ispatı var. Ama maalesef hocam, ben bir hakemim ve elim kolum bağlı.
Sonuna kadar
Söylemezoğlu'ndan raporu istedim. Önce vermek istemedi. Sonra oturduk bir karar verdik, ben sporla ilgili en üst makam olan Başbakan Yardımcısı ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'den randevu alacağımı, raporu ona götüreceğimi ve neticeyi bekleyeceğimi söyledim.
"O zaman tamam hocam" dedi ve raporu verdi.
Ben de söylediklerimi aynen yerine getirdim. Sayın Bakandan randevu aldım, raporu onunla paylaştım. "Siz gereğini yapana kadar ben hiçbir şey yazmayacağım" dedim.
Bakan Şahin de, "Bu işin üzerine sonuna kadar gideceğini" söyledi. Ne zamana kadar...
Şöyle bir baktım, bunun zamanı yok. Yani ne bir haber geliyor, ne de olayın üstüne gidiliyor.
Hatta, 1 ay önce, Meclis Şike Araştırma Komisyonu'na davet edildiğimde, komisyon başkanı, "Hocam şikenin belgesi olur mu?" dedi. Ben de cebimden, Söylemezoğlu'nun "Şike raporu"nu çıkarttım ve, "İşte size belge" dedim.
İspat ederim
Milletvekilleri bu raporu ısrarla istediler. Ben de onlara, "Kusura bakmayın bu raporu size veremeyeceğim. Bunun fotokopisi şu anda Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin'in elinde" dedim. Ama ilave de ettim, "Sonuçta fazla bir şey çıkacağını sanmıyorum."
Burada bir ayrıntı var. Hakemin, "Bu maçta şike var" demesiyle şike kabul edilmez diyebilirsiniz. Ama Söylemezoğlu diyor ki, "Ben bunu ispat ederim."
Evet beyler.. Türkiye işte böyle bir ülke. Adam gibi bir futbolcu çıkıyor, "400 bin Euro"yu elinin tersiyle itiyor.
Adam gibi bir basketbol hakemi çıkıyor, "Bana ne" diyebileceği, "Benim başım belaya girer" diyebileceği bir olayın üstüne gidiyor. Ama dedim ya, burası Türkiye.. Yarın bir gün o adam gibi futbolcu A.Sebat kalecisi Hakan da suçlu hale gelir. Hakem Söylemezoğlu'nun defterini de federasyon dürer.
Antrenöre 2 ay ceza verildi
HAKEM Fatih Söylemezoğlu'nun raporundan sonra Basketbol Federasyonu, Mersin Büyükşehir Beledisiyesi'ni değil, koç Rebah Sıdal'ı ceza kuruluna sevk etti. Ceza Kurulu, Sıdal'a "Takımını rakibe karşı isteksiz oynaktaktan dolayı" 2 ay hak mahrumiyeti cezası verdi. Sıdal bu cezaya itiraz etti ve, "Ben kazanmak için herşeyi yaptım. Ceza haksız" dedi. Ancak Tahkim Kurulu, Söylemezoğlu'nun raporunu onayladı. Mersin, tek yenilgisini aldığı bu maçta Selçuk Üniversitesi'ne 99-79 yenildi. İki takım da final grubuna çıktı.
İsteyerek kaybettiler
23.01.2005 tarihinde Konya'da oynanan Konya Selçuk Üniversitesi Mersin Büyükşehir Belediyesi müsabakasının ilk periyodunda Mersin takımının güçlü kadrosuna rağmen sahada gerekli mücadeleyi yapmadığını hissettim. Devre arasında diğer hakem arkadaşım ve gözlemciye fikirlerini sorduğumda ikisi de benimle hemfikir olduklarını Mersin Büyükşehir Belediyesi takımının bilerek ve isteyerek oynamadığını söylediler.
3. periyot başladıktan sonra Mersin Büyükşehir Belediyesi takımı bu durumu abartarak hiç müdahale etmeden, teknik kadrosu oyuna ve takımına hiç müdahale etmeden, son iki periyot mola dahi kullanmadan, hatta iyi oynayan Amerikalı oyuncusu başta olmak üzere diğer iyi oynayan oyuncularını da çıkartarak çok açık ve net olarak müsabakayı bilerek ve isteyerek kaybetmiştir.
Fatih SÖYLEMEZOĞLU
Başhakem
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2005
<B>EĞER</B> F.Bahçe hakkında maç yorumu yapacaksanız, bu televizyonda olacaksa bir disk yapacaksınız, yok eğer yazılı basınsa aynı yazıyı blok halinde her hafta vereceksiniz. F.Bahçe hiç değişmiyor. Bakmayın siz, ‘Dün akşam 2 top direkten döndü’ diyecekler. Aslında direkten dönen toplar şut değil, F.Bahçe oluyor.
Göze hoş gelen hiçbir şey yok. Herkes bir şeyler yapmak için koşuşturuyor. Aynen akordu bozuk orkestra gibi. Şekilli bir oyun sistemleri yok. 10 tane top yapıyorlar, gittikleri mesafe 5 metre oluyor, ya da başladıkları yerin 5 metre gerisine geliyorlar.
Dün gece Sakarya ahım şahım oyun oynamadı. Defans yaptılar çok az ileri çıktılar. Aslında F.Bahçe’nin defansının üzerine gitselerdi, yani Fener hücumcularını biraz defans yapmaya zorlasalardı, çok daha rahat ederlerdi.
Yine kurtardı
Türkiye’de yıllardır gelen bir gerçek var; eğer büyüklerle oynuyorsan ve puan almak istiyorsan evinde en az 1 gol, deplasmanda 2 gol bulmak zorundasın. Çünkü onların kadro zenginliği bir pozisyonda skoru değiştirebiliyor. Bunun en canlı örneği bu sene F.Bahçe. Yine yan top, bu sefer Luciano.
Rüştü yine bir yan topta yapacağını yaptı. Yine Marco hem takımını, hem de onu kurtardı.
Sakaryaspor’un daha atak, daha çabuk oynayacağını bekliyordum. Onlar da F.Bahçe’nin vitesine uydular. Öyle bir maç oldu ki, sanki şehirlerarası yolda 60 km. süratle giden bir araba gibi.
Maç hiç süratlenmedi. Seyirci hiç hop oturup, hop kalkmadı. Bir İngiliz Ligi ve İspanya Ligi seyrediyorsun, sonra bizim lige dönüyorsun. Fark hemen meydana çıkıyor.
Hakem deseniz aynen maç gibi. Futbolcuların önünde geziyor. En az 6-7 pozisyonda top ona çarpmadı ama o bulunduğu yer ile başlayacak hücumları engelledi. Futbolcular rakip yerine bir de onunla mücadele etti.
1 puan güme gitti
İlk yarı Sakaryaspor 2’ye 1 gidiyor, bariz gol şansı. Hakem önce devam dedi, pozisyon sonrası da Deniz sarı kartı görecekti. Yardımcı Alper Ulusoy cart diye bayrak kaldırıyor. Beyefendi faule karar verdi herhalde.
Hakem mi ne yaptı? O da ilk kararından vazgeçip, yardımcısına uydu. Yani tencere dibin kara seninki benden kara.
İsmi üzerinde maçın bir tane hakemi var, o da otorite. Yani hakemdir. Bizdekiler fark etmiyor. Bizdekiler ayak, ayaklar baş oluyor. Belki de Sakarya’nın gelecek 1 puanı güme gidiyor.
Dün gece çekirge yine sıçradı. Türkiye’de futbol bu kalitede olduktan sonra bu çekirge daha çoook sıçrar.
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2005
Art niyetli ve dayak yiyen futbolcular. Kendine hakim olamayan teknik adamlar. Yalan beyan yazan gözlemci ve hakemler. Allah’tan televizyon çıktı da, maskeler düşüyor. GEÇEN hafta oynanan Ankaragücü- Sakaryaspor maçındaki olaylar, başlangıcından bitimine kadar Türkiye'deki futbolun aynasıydı.
Size bunu çok kısa cümleler halinde yazacağım.
Sakaryasporlu Mustafa sakatlanıyor. Elini kaldırıyor, ama oyun devam ediyor. Ofsaytı bozmamak için top taca çıkınca kendini yere bırakıyor. Sakatlığı düşüncesinin önüne geçemiyor.
Ankaragücü'nden Effa kollarını havaya açıyor "Ben birşey yapmadım" diye haklı olarak haykırıyor.
Bu sefer Sakaryaspor'dan 17 numaralı Cemil bir şeyler söylenerek Effa'nın üzerine yürüdüğü için oyun duruyor. Saha içinde itiş kakışmalar.
Hakem önce Adem'i (kendisine küfür ettiği için) sonra da Effa'yı (Adem'e kart gösterirken Effa benim elime vurdu) gerekçesiyle oyundan attı.
Bu ne tesadüftür ki, gözlemci Erdoğan Diyadin de aynı şeyleri görüp raporuna yazıyor!..
Atılan futbolcuları Yılmaz Vural bir temiz dövüyor. Ne hakemden, ne yardımcıdan, ne de 4. hakemden tık bile yok. Aslında Yılmaz Vural'ın atılması gerekiyor. Buraya kadar, hakemin ve gözlemcinin yazdığına inanmak mecburiyetindesin. Çünkü mühür onların elinde. Adalet onlar. Adalete de inanmak zorundasınız. Nereye kadar? Pazartesi akşamı TRT'nin gösterdiği görüntülere kadar.
Hakem Adem ile Effa'yı kalabalıktan ayırıyor, önce Adem, sonra da Effa'ya karmızı kart gösteriyor. Eline vuran mı, var. Bu iki kırmızıdan sonra Baidoo hakemin eline vurunca, kartlar yere düşüyor. Augustine çimlerin üzerinden kartları toplayıp, hakemin eline veriyor "Al, arka cebine sok" diye.
Evet beyler. Türkiye'de futbol işte bu. Art niyetli futbolcular. Kendine hakim olamayan futbolcular. Kendine hakim olamayan teknik adamlar. Yalan beyan yazan gözlemci ve hakemler. Allahtan televizyon çıktı da, maskeler düşüyor.
Bir de diyorlar ki, tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.
Televizyon olmasaydı, kimin kelek, kimin melek olduğunu nasıl anlardık.
Dayanışma
BİZİM Sadi Kemal Yaşar'ın yaptığı Tuncay Şanlı haberi mükemmele yakın...
Bu habere bir kaç açıdan yaklaşabilirsiniz.
Tuncay "Nasıl olsa Daum beni oynatmayacak, maçtan sonra iki iş yapmayayım" niyetiyle şort yerine slip ile sahaya çıkıyor.
"Uğur olsun" diye böyle bir şey yapıyor.
Veya sahaya girerken işi uzatıp, protesto olsun diye böyle davranıyor.
Artık Fenerbahçe takımıyla bütün ilgisini kesmiş. "Nasıl olsa bu Daum varken burada bana ekmek yok" diyor.
F.Bahçe takımındaki dayanışma üst düzeyde. Türkiye'de ne barajlar açılıyor, ne goller yeniyor. Buradaki barajdan su bile sızmıyor. Zaten baraj açılır, kamera veya bir fotoğraf makinası sızsa, görüntüyü görebiliyor musunuz. O zaman zaten RTÜK'lük olurdu.
Fotoğraftaki görüntü de de enteresan. Şort Tuncay'a göre XXL.
Küçük düşürdü
FUTBOL Federasyonu Başkanı Levent Bıçakçı, 4 kulüp başkanına davet çıkarıyor.
3 külüp başkanı gidiyor, biri de "Yurt dışındayım" diye mazeret belirtiyor. Şu açık ve net bir şekilde görünüyor ki, Aziz Yıldırım davete uymuyor.
Bu, şu demektir...
Hem Futbol Federasyonu'nun otoritesini kabul etmiyorum, hem de diğer üç kulübün başkanlarını.
Aziz Yıldırım'ın özellikle gelmediği bu toplantıyı, Futbol Federasyonu Başkanı diğer misafirlere çay ikram ederek dağıtmalıydı.
Eğer Federasyon Başkanı bunu yapmadıysa, bu sefer de diğer kulüp başkanlarının tavır koyup odayı terketmeleri gerekirdi.
İnsan perdenin arkasında ayrı, önünde ayrı oynamayacak. Eğer "Küfüre hayır" diyorsan, "Küfür ettirmiyorum" diye ısrar ediyorsan, kendin de küfür etmeyeceksin.
Türkiye'de bütün kulüpler eşit, fakat bazıları daha fazla eşit değildir.
Bu zihniyette olanlar yıllarca "Biz daha büyüğüz" diye diye, futbol sahasının dışında da çok şey yaptılar. Ama küçük kulüpler maalesef bunlara "Pardon biraz fazla ileri gidiyorsunuz" diyemiyor.
Aslında Fenerbahçe Kulübü Başkanı bu tavrıyla, Futbol Federasyonu'nu da, diğer üç kulübü de küçük düşürmüştür.
Standart yok
MARATON programında askerle- polis arasındaki maaş ve emeklilik adaletsizliğinden bahsettim. Yayında ve yayından sonra bazı telefonlar geldi. Konuştuk, bari bir de yazalım da daha net belli olsun.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde polis ve asker çok zor bir görev üstlenmiştir.
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra asker mali açıdan bayağı bir ilerleme katetti. Ama polis için aynı şeyi söyleyemem.
Benim söylediğim şu... Polisin de hayat standardı askere yaklaşsın.
Zavallı ve aptal
GEÇEN hafta Ankara'da arabamla Kızılay'dan geçiyorum.
Kaldırımda seyyar kan toplama arabası var. Hemen kaldırıma çıktım, arabamı müsait bir yere parkettim, bir şişe kan da ben verdim. Geri döndüğümde biri arabamı boydan boya çizmişti.
Belki de verdiğim o bir şişe kan, arabayı çizen çocuğun veya insanın akrabalarına lazım olacaktı. Belki de iki- üç saat sonra kendine gerekecekti.
Bu insanlar için ruh hastası demek yanlış mı olur bilemem ama, aptal oldukları kesin. Çünkü o arabanın boya parası benim cebimden çıkmayacak. Herkesin cebinden çıkacak. O çizenin de cebinden çıkacak.
Bunu düşünemeyen ya zavallıdır, ya da aptal.
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2005
Aziz Yıldırım, "Oynatalım Uğur'a" karşı olduğunu söylüyor. Ama hiç sevmediği, "Oynatalım Uğur'a" bu sefer kendisi sarılıyor. Niye? Panik yüzünden. Televizyona telefon açıyor, yayına bağlanmak istiyor. Ve bakın neler neler söylüyor. MAÇLARDAKİ hakem hataları, anarşi, küfür ve şiddet kesinlikle yöneticilerden kaynaklanmaktadır. Aslında yabancı hakem getirileceğine, ithal yönetici getirsek daha faydalı olacak.
Para çok şeydir ama her şey değildir. O meretle inanılmaz işler yaparsınız ama sağlıklı hareket etmezseniz altında da kalırsınız.
Aziz Yıldırım, bir oy farkla F.Bahçe Başkanı oldu. Sonra yaptığı inşaat işleriyle sarı lacivertli kulübe çok şey verdi. Tabii bu inşaat işinde en az onun kadar Nihat Özdemir ve özellikle Nihat Özbağı'nın büyük katkısı var.
Yıldırım'ın bir kulüp başkanı olarak F.Bahçe'nin haklarını koruması çok doğaldır ve en tabii hakkıdır. Ama Aziz Yıldırım basın dahil, federasyon dahil hep, "Benim dediğim olsun" düşüncesinde.
Direkten döndü
Basketbol seçimlerine el attı, az daha Voleybol Federasyonu seçimlerine de karışacaktı, direkten döndü. Bunlarda da haklı olabilir. Çünkü o branşlarda da kulüp olarak hamle yaptı.
Yalnız bazı uygulamalara hakkı yoktur. "Oynatalım Uğur'a" karşı olduğunu söylüyor. Ama aynı Uğur'u kendi oynatıyor. Niye? Panik yüzünden.
Televizyona telefon açıyor, yayına bağlanmak istiyor. En tabii hakkı. Zaten Maraton programına bağlanmak isteyen yetkililere de söz hakkı tanınır.
Yıldırım, telefondaki görevli arkadaşımıza diyor ki, "Erman Toroğlu, Serhat hakkında konuşamaz. O yalnız penaltı veya değil der. Daha fazla yorum yapma hakkı yoktur." Arkadaşımız, Aziz Yıldırım'a, "Ama Erman Toroğlu, hakemi aldatma konusunda yalnız Serhat'a değil, Ahmed Hassan'a, Zago'ya, Arif'e de aynı şeyi konuşuyor."
Yıldırım mantığı
Yıldırım'dan cevap, "Diğer takımlara konuşabilir ama F.Bahçeli futbolcuya konuşamaz." İşte size Yıldırım mantığı. Devam ediyorum.
Aziz Yıldırım kendi haklarını savunurken başkalarının haklarına tecavüz etmeyecek. G.Birliği, Kadıköy'de çok iyi mücadele etti diye İlhan Cavcav'ın üzerine yürüyor ve hareket ediyor. Ertesi günü araya Nihat Özdemir'i sokarak özür dilemeye kalkıyor. Ne yani, G.Birliği takımı 5-6 gol yese daha mı iyi olurdu? Geçen yıl Zafer Biryol ile Altan'ın F.Bahçe maçından önce sarı kart cezalısı durumuna düşmeleri belki bir tesadüf(!) olabilir. Ama o maçın hakemi Bülent Uzun bugün piyasada yok. Neden?
Küfüre herkes karşı. 18 senelik futbolculuk hayatım, 9 yıllık hakemlik hayatım boyunca hep bu işle mücadele ettim. Hatta aynen Beşiktaş- Sakarya maçında olduğu gibi Şenol'un annesine 25 dakika boyunca edilen küfürde çıldırdım. Maraton'da da bunu ağır bir dille eleştirdim.
İlahi adalet
Ama bakıyorum, bazıları konuşmanın parça parça bölümlerini alarak demogoji yapıyorlar. Bakınız o akşam söylediğim bütün cümlelerin arkasındayım. Parça parça değil blok olarak. Yıldırım, o bazıları gibi yine aradan parça alarak beni tenkit ediyor. Hiç sevmediği, "Oynatalım Uğur'a" sarılıyor.
Aziz Bey, Şenol'un annesi de, sizin anneniz de, benim annem de, bütün anneler gibi kutsaldır. Abdi İpekçi'de, Beşiktaş maçında size küfür edildi diye ayağa kalktınız ve küfür edenlerin üzerine yürüdünüz. Tepkinizde haklıydınız. Ama eylem biçiminiz yanlıştı. Maraton'un TV görüntülerini istemek için telefon açtığınızda, annem hakkında sarfettiğiniz cümleler Mersin Belediye Mezarlığı'nda yatan annemin kemiklerini sızlatmıştır.
Siz bu konularda hemen, "Mahkemeye giderim" tehdidi savuruyorsunuz. Ben sizi mahkemelere değil, Allah'ın adaletine havale ediyorum.
Yıldırım'ın alacağı ne kadar
SAYIN Aziz Yıldırım, F.Bahçe'ye tesis olarak çok şey verdiniz. Ve bu Fenerbahçe halka açıldı.
Size soruyorum, "Bir gün F.Bahçe başkanlığını bırakırsanız, kulüpten şahsi alacağınız ne kadar? Yani kulübe ne kadar borç verdiniz? İşadamısınız, devlete her yıl kutsal verginizi de ödüyorsunuz. Eğer bu soruma cevap verirseniz aynı sütunlarda yayınlarım. Bunu öğrenmek de her futbolseverin hakkı olsa gerek."
Tahkim c şıkkını seçti
SAYIN Tahkim Kurulu üyelerine teker teker soruyorum, Emre'nin yaptığı sortiyi ben onlara yapsaydım;
a- Dönüp bana küfür ederler miydi?
b- Dönüp bana vururlar mıydı?
c- Beni mahkemeye verirler miydi?
d- Hiçbiri
Bu yazıyı, Disiplin Kurulu'nun 10 sayfalık gerekçeli raporla, Beşiktaşlı Emre'nin, F.Bahçeli Nobre'ye yaptığı hareketten sonra verdiği 2 maçlık cezayı kaldıran Tahkim Kurulu kararından sonra yazdım. Yazının tarihi de 20 Kasım 2004.
Şimdi sıkı durun. Ne oldu biliyor musunuz sevgili okurlar? Tahkim Kurulu üyeleri C şıkkını tercih ettiler ve beni mahkeme verdiler.
Hadi bakalım, şimdi çıkın işin içinden.
Diyelim ki, hakim Tahkim Kurulu'nu haklı buldu. O zaman sormazlar mı, "Siz niye bu 2 maçlık cezayı kaldırdınız?" diye. Demek ki Disiplin Kurulu doğru karar vermiş.
Yok, hakim beni buldu. O zaman da sormazlar mı, "Niye bu cezayı kaldırdınız?" diye.
Şimdiye kadar mahkemeye verildiğimde hiç bu kadar keyiflenmemiştim.
NOT: Bu pozisyonla ilgili görüntüleri alsam, yanına Disiplin Kurulu'nun 10 sayfalık gerekçeli kararını iliştirsem, sonra Tahkim Kurulu'nun cezayı affeden gerekçeli kararı ile benim yazdığım yazıyı ve Tahkim Kurulu'nun dava açma gerekçelerini bir dosyaya koyup UEFA'ya göndersem ne olur? Cevabı hemen vereyim, rezillik olur. Çünkü Futbol Federasyonu Başkanımız Levent Bıçakcı UEFA Tahkim Kurulu Asbaşkanı.
O Bıçakcı ki, son Avrupa Şampiyonası'nda TV görüntüleriyle tek başına karar alıp İtalyan Totti'ye ceza verdirmişti. Bıçakcı düzgün bir adam ama gücü ve yetkisi bir yere gelip tıkanıyor. Zaman zaman da uygulamalarla altını oyuyorlar.
Tebrik ederim Reha
SEVGİLİ Reha Muhtar.. Beni Futbol Federasyonu Başkanlığı'na düşünmüşsün, teşekkür ederim. İşin daha ilginç yanı hükümet kanalıyla da temasa geçmişim, nabız yoklamışım.
Sevgili Reha, ben de şaşırdım. Çünkü yazdıklarını ilk defa senden öğrendim.
Bak Reha, beni biraz tanırsın, eğer bir gün Futbol Federasyonu'nda görev alacaksam oraya talip olmam. Topyekün isterlerse o iş olur. Eğer talip olursan, göreve geldiğinde diyet ödemek zorunda kalırsın.
Sevgili Reha, benim Boğaziçi'nde yalım yok. Çocuklar da üniversitede okuyorlar. Çalışmaya ihtiyacım var. Futbol Federasyonu makamı fahri bir görev. Yani nizami yollardan bu işi yaparsanız cebinize para girmeyeceği gibi, kaybınız olur. Herhalde anlatabildim değil mi?
Ama sen daha ileri gidip sanal çatışmalar bile yarattın. Seni tebrik ediyorum.
Düzeltiyorum
GEÇEN haftaki yazımda, Fatih Terim'e transfer ziyaretine gidenleri isimlendirmiştim. Serdar Güzelaydın, telefon açtı, "O ekipte ben yoktum hocam" dedi. Düzeltiyorum.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2005
<B>DÜNYA </B>üçüncüsü olan takımdan dün gece sahada üç kişi vardı; <B>Rüştü, Yıldıray, Emre. </B>Yani, yeni bir Milli Takım. Defansta oynayanlara bakıyorsunuz, herhalde ilk defa yan yana oynuyorlar. Orta saha ve forvette kopukluklar var. Şöyle gözü kapalı top atıp, oyun kuramıyoruz. Tek tek isimler çıkıyor ortaya; Emre var, Yıldıray var. Hepsi iyi niyetliler. Ama, bu takım rakipten biraz direnç görürse ne olur, iş zor. Şansımızın hep yaver gitmesi lazım, dün geceki gibi.
Başlar başlamaz iki tane gol rakibimizi şoke etti ama, o şoktan biz daha fazla etkilendik, şaşırdık.
Az önce şans dedik, atarken yanımızdaydı, yiyecekken de yanımızda oldu. Rüştü, ikinci yarı iki tane boş topa çıktı -ki o toplara amatör kaleci çıkmaz- gol olmadı. Yine ikinci devre rakibin bir topu direkten döndü, bir de net penaltıları verilmedi. Yıldıray-Necati ikilisi anlaşamadılar. Necati Ateş belki çok çalıştı ama, beraber oynamadıkları için, takım arkadaşlarıyla, Galatasaray’daki gibi ahenkli değildi.
Arnavutluk takımı bize göre daha kontrollü oynadı. Daha bir takım hüviyetindeydiler. Ama onlarda bir Emre, bir Yıldıray yoktu. Çok kısa boylu oyunculardan kuruluyuz. Özellikle hücumda hava topundan nasıl gol yaparız meçhul. Çünkü, futbolda topu yere indirerek oynamak güzel bir olay, tamam da... Bazen rakibi delemezsen yüklenip yıkacaksın. O zaman da uzun boylu oyunculara sahip olman lazım.
Bir şey oynamadık
Dün gece Arnavutluk’u geçtik. Ama herkes, oynayacağımız Gürcistan maçından şüpheli. Yani, bu Milli Takım çıkar çatır çatır Gürcistan’ı yener, diyemiyoruz. Ancak, çok yeni bir takım olduğu gerçeğini de kabul etmek lazım. Futbolda eskiyle yaşanmıyor. Çok fazla bir şey oynamadık ama, maçı kazandık.
Yalnız bir şeyi unutmayalım; biz Dünya üçüncüsü olurken de çok fazla bir şey oynamadık. Bir Avrupalı ile karşılaşmadık, bir tek Senegal maçında biraz kımıldadık. Yani, bizim Milli Takım Gürcistan maçında tekmeye kafayı sokacak, mücadele edecek, koşacak, şans da yanında olursa galip gelecek. Öyle teknik ve taktik olarak çok üst düzey bir takıma sahip değiliz. Daha bebeğiz, biraz büyüyeceğiz.
Yazının Devamını Oku 23 Mart 2005
Beşiktaş geçen yıl 11 puan öndeyken şampiyonluğu veriyorsa, Fenerliler ‘G.Saray’ı şampiyon yaptılar’ bahanesine sığınmasın. Eğer geçen yıl sahada oynanan futbolun dışında bazı etkenler rol oynadıysa, o zaman da bu sene siz ağlamayacaksınız. FENERBAHÇE’de sorun nerede... Sahada hangi sistem ile oynanmalı... Rüştü degajları uzun mu kullanmalı, yoksa topu oyuna eliyle mi sokmalı. Bunların hepsi hikaye... İşin temeline inmeliyiz... Geçen yıl Fenerbahçe şampiyon oldu... Dönüp bir geri bakalım, nasıl oldu?
Assolist Hooijdonk’tu. Yanında talebeleri vardı... Hooijdonk takım kaptanı değildi ama hem saha içini, hem de saha dışını iyi organize etti. O zaman da teknik direktör Christoph Daum’du. Hooijdonk tek olduğu için Daum onu ısıramadı. Ama Hooijdonk’un varlığından da son derece rahatsızdı. Çünkü Hollandalı gerektiği yerlerde basının da haberi olmadan Daum’a tavrını koyuyordu. Kapalı kapılar ardında Daum’un oyun sistemini de eleştiriyordu. Bence doğru da yapıyordu.
Sonra ne oldu? Alex geldi.
Daha sonra ne oldu? Anelka geldi.
Şimdi artık takımda üç etkili isim vardı... Hepsi de deve dişi gibi... Ama üçünün de yoğurt yiyişi değişikti.
Alex kendi işine bakan bir oyuncu. Fazlaca etliye sütlüye karışmıyor. ‘Ben sadece kendimden sorumluyum’ diyor...
Anelka’yı henüz anlamış değiliz. Tavrı ne olacak. Amaaa, Hooijdonk son derece tavırlı, kişilikli bir insan. Ne yaptığını çok iyi biliyor. Liderlik vasfı da var.
Ne yazık ki F.Bahçe’de Daum’un sivri zekasıyla yumurtalar, yumurtalara tokuşturuldu. Haliyle ilk kırılan Hooijdonk oldu. Daum’un sahneye koyduğu bu senaryo belki Alman hocanın şahsi kaprislerini ve hırsını tatmin edecek. Hooijdonk’u dışlamasıyla tatmin oldu bile. Ama Fenerbahçe’ye verdiği zarar ortada. Bütün bu senaryoyu yazıp ve oynayan (Aziz Yıldırım’ın izni olmadan bu senaryo sahneye konmazdı) Daum, artık öyle bir yola girdi ki, arkaya dönse vurulacak, şampiyon olmazsa yine vurulacak. İstifa etmeye hakkı yok. Bu saatten sonra Aziz Yıldırım’ın onu sudan bahanelerle görevden almaya da hakkı yok.
Galatasaray’ın 100. yılında Fenerbahçe bu imkanlarla şampiyon olamıyorsa, Aziz Yıldırım sakın ‘Galatasaray’ı 100. yılda şampiyon yaptılar’ bahanesine sığınmasın.
Eğer Beşiktaş 11 puan önündeyken, Fenerbahçe onu yakalayıp geçip şampiyon olduysa, (Yani Beşiktaş şampiyonluğu Fenerbahçe’ye elleriyle hediye ettiyse) bu gidişle, Galatasaray’a da hediyeyi Fenerbahçe mi sunacak acaba. Eğer geçen yıl sahada oynanan futbolun dışında bazı etkenler rol oynadıysa, o zaman da bu sene siz ağlamayacaksınız.
Ben bilirim!
BEN yabancı hakem ile futbol oynadım. O rezilliği yaşadığım için, yerliden yanayım. Dışardan gelecek ithal hakem iyi olsa zaten kendi liginde kullanacak. Bana yine ikinci kalite turşusu gelecek. Hem de ne mal varlığını bileceksin, öğrenebileceksin, hem de ne götürdüğünü. Çünkü o zaman teslimatlar yerinde yapılıyor!
Eski kulağı kesikler bunu iyi bilirler.
Ne olur yakmayın
TEMEL ölmüş...
Mezar taşında ‘Ne oldi’ diye yazıyormuş...
Sormuşlar, ‘Hastayım hastayım dedim inanmadınız, sonunda öldüm’ demiş. Dört yıldır tehlikeli, insan sağlığına zararlı zirai ilaç ve kontrolsüz kullanılan hormon konusunda mücadele ettim. Bu işler zaman zaman unutuldu, hasır altı edildi. Ama yeri gelince kazanın altına odun atarak, hep sıcak tuttum.
Bazı yazarlar, bazı gazeteler aleyhimde bile yazdılar. Akıllarınca iğneli cümleler, lastikli cümlelerle beni hedef gösterdiler. Bakınız... Türkiye’de kanser patlaması var. Gene ısrarla söylüyorum, deprem risk haritaları çıkarılıyor. Niye ülkemizde kanser risk haritaları çıkarılmıyor. Neden yeşil ve kırmızı olan yerler belirlenmiyor. Dün Milliyet Gazetesi’nin ekonomi-gıda yazan 9. sayfasını görünce, içim biraz rahatladı. ATO (Ankara Ticaret Odası) ve TZD’nin (Türkiye Ziraatçiler Derneği) sofradaki S.O.S raporu üst başlıklı yazıda, ‘Araştırmalara göre zirai mücadele amacıyla 1250 çeşit ilaç kullanılıyor. 10 bin kayıtsız işletme hiç denetlenmiyor’ haberi vardı. Türkiye’de Bush’tan sonra maketi yakılan ikinci adam benim... Televizyonların önüne gidilerek, adına siyah çelenk konulan yine benim.
Olsun, siz siyah çelenk koyun, benim makedimi de yakın ama bu ülke insanını çoluk, çocuk, büyük yakmaya devam etmeyin. Daha da doğrusu, bu işi doğru üreten ile yan yollardan üretenlerin farkı meydana çıksın.
Orası batı burası doğu
BAYRAK deyince aklıma geldi. İstanbul’da bir kadının tekmelenmesine önce yurt içinden, sonra özellikle yurt dışından büyük tepkiler geldi...
Evvelki gün Türk bayrağının ayaklar altına alınmasına, yakılıp yırtılmasına yurt içinden biraz, yurt dışından hiç tepki gelmedi...
Peki beyler ben şimdi gitsem, Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de onların bayraklarını yaksam, yırtsam, ayağımın altına alsam, o polis beni ne yapar. Düşünmek dahi tüylerimi diken diken ediyor...
Beyler, daha geçen yıl Ankara’dan 4’ü doktor olan 5 arkadaşımı Alman polisi, ellerini, kollarını kırarak hastanelik etti. Ama önce hastaneye değil, hücreye attılar. Ertesi günü bu arkadaşlar hastaneye gidebildi.
Mahkemeler filan da hikaye. Orası Batı, burası Doğu.
Ayaklar altına alınanlardan, tekmelenenlerden birisi kadın, hem de kadınlar gününü provake eden. Diğeri ise benim bayrağım.
Neredesiniz ey entel, solcu, dışa bağımlı, devletimin altına dinamit koyanlar. ‘Savaşa hayır’ diyordunuz. Hayır’ı çıkartarak ilk kademede başarılı oldunuz. Bence bundan sonra da başarılı olmaya devam edeceksiniz.
Bazı ileriyi göremeyen aptallar da bilmeden size çanak tuttular.
Bundan sonraki günlerimiz çok daha zor geçecek.
Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!..
Şu düz mantığı bile yapamadınız. Savaşa hayır diyen kim? PKK ve yanlıları. Benim askerimi öldüren kim? Onlar. Sonuçta çıkan karar ne? Savaşa hayır.
Eğer bir şey anladıysam arap olayım.
Sihirli değnek
ARNAVUTLUK ve Gürcistan maçları... Toplam 6 puan şart. 4 bile alsak, işimiz biter. Finaller hayal olur.
Peki 6 puanı alır mıyız? Bence mucize olursa, alırız.
Çünkü Futbol Federasyonu geldiği günden bu güne, milli takım konusunda yetki kargaşası yaşadı. Hala da yaşıyor.
Maçlar iyi gidince, ‘Biz yetkiliyiz’ diye konuşanlar var. Bazen iki, bazen üç kişi ortaya çıkıyor. Kötü gitti mi ortalıkta kimse yok.
Futbol Federasyonu yetkilileri (Levent Bıçakcı, Zekeriya Alp, Serdar Güzelaydın ve Lütfü Arıboğan) Fatih Terim’in evine gidip, milli takımı teklif ediyorlar.
Cevap net... ‘Tarlayı temizleyip öyle gelin.’ Herşey açık..
İstek de, şartlar da. Peki bu ne zaman oluyor. Cafer Aydın ile Ersun Yanal polemiğinin çıktığı günler.
Ali Kırca, Levent Bıçakcı’nın ağzından o günlerde bir yazı yazıyor. ‘Ersun Yanal’ın yerine birini bulsam, hemen göndereceğim...’
Türkiye’de oynanan futbol alt kalitede. Peki o zaman, bunların hepsini alt alta koyup topladığınızda, bu iki maçtan 6 puan çıkarabilir misiniz?
Bence zor. Ama ‘Futbolda herşey var’ cümlesi de her zaman geçerli. Bakarsınız, bir sihirli değnek, futbolcularımıza dokunur, her şeyi bir kenara iterler, yalnız bayrak için oynarlar. O zaman tamam.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2005
Futbolumuzda baba-oğul futbolcu olmuş kaç kişi var. Ben pek hatırlamıyorum. Dönün bakın kaç tane baba-oğul hakem sayarsınız. Futbolculuk da, hakemlik de kabiliyet işidir. Hakem olunmaz. Hakem doğulur. Bunlardan biri de genç hakem Cem Deda. ŞÖYLE bir dönün, geçmiş 40 yıla bakın. Futbolumuzda baba-oğul futbolcu olmuş kaç kişi var. Ben pek hatırlamıyorum. Bir tek Hilmi Kiremitçi ile oğlu Uğur vardı. Bir de Ogün-Batur Altıparmak vardı. Ama hiçbir zaman oğullar babalarını geçemedi. Neden, çünkü kabiliyetleri o kadardı. Futbol torpille oynanmıyor. Olsaydı, Cruyf’un oğlu Jordi olurdu.
Ama dönün bakın kaç tane baba-oğul hakem sayarsınız. Futbolculuk da, hakemlik de kabiliyet işidir.
Özellikle hakem olunmaz. Hakem doğulur. Bunlardan biri de genç hakem Cem Deda.
Bir insanın genç olması, işinde daha cesaretli olmasını sağlar. Zaten ne yaparsanız, genç yaşlarda yaparsınız. Yaşlandıkça kafanıza şeytanlar girer ve çok yönlü düşünmeye başlarsınız.
Şimdi burada önemli bir nokta var. Hakem düşünerek mi düdük çalacak, yoksa düşünmeden mi? Hakemin düdük çalmadan önce fazla düşünmeye vakti yok. Özellikle disiplin konusunda. Teknik konuda zaten FIFA hakeme ‘oyna avantaj’ dedikten sonra, başa dönüp ceza verme yetkisini verdi.
Hakem penaltı verir veya vermez. Bu onun futbol bilgisi veya pozisyondaki yeriyle ilgilidir. Ama bir futbolcu kendini göstere göstere rakibinin dizine tekmeyi yapıştırıyorsa ve bu ihlal senin 6 metre önünde kabak gibi yapılıyorsa, olay daha olur olmaz sen cebinden kırmızıyı çıkaramayıp 5 metre yürüdükten sonra sarıyı gösteriyorsan, yani tekmeyi gördüğün halde 5 metrede teknik ceza gibi düşünüyorsan, senin işin çok zor. Çünkü sen daha cin olmadan şeytan olmuşsun demektir.
Bakın Marco Aurelio rakibine vurduktan sonra Deda’nın suratına. Üzerinde tonlarca yük var. Sıkıntılı. Sonrasında bir sarı kart.
Hani sen gençtin, cesaretliydin. Demek ki biraz yaşlansan, yandık.
Hakem yetiştirirken, hatta hakemi daha başta seçerken, futbolu ne kadar biliyor, daha da önemlisi yüreğinin çapı ne kadar. Bu ikisine bakacaksın.
Sigara konusu
HAVA limanlarına gidiyorsunuz, oturacak alanlarda yan yana iki masa var. Biri ‘sigara içilmez’ diyor. Diğerinde kül tablası bulunuyor. Bir tek Ankara CIP salonu sigara bölümünü ayırdı. Zaten bu meretin aynen Amerika’da olduğu gibi bütün kapalı alanlarda yasaklanması gerekir.
İçmeyenin günahı ne?
Merak ediyorum
İKİ hafta önceki Beşiktaş-Sakarya maçıyla ilgili Maraton’daki yorumlarımdan dolayı birileri beni mahkemeye vereceklermiş.
Vermezlerse, hakkım üzerlerinde kalır.
Çünkü o günkü yayının kasetini yanımda getireceğim. Kaleci Şenol’un şahit olmasını rica edeceğim. Eğer yaşıyorsa, annesin de duruşmaya şahit olarak getirilmesini rica edeceğim.
Karşımdaki sıralarda kimler oturacak, neler söyleyecek, şimdiden merak ediyorum.
Çürük elmalar!
HAKEMLİĞİMİN son yılıydı... O zaman Milliyet Gazetesi’ne bir açıklama yapmıştım...
‘Kasanın içindeki çürük elmaları temizlemezseniz, yarın bütün kasayı kaybedersiniz’ diye...
Sene 1991... O zamanki MHK Başkanı Ertuğrul Dilek bu sözlerden fazla alınmış olacak ki...! beni ceza kuruluna gönderdiler.
Türkiye’de maç satan hakemlere bile verilmeyen 6 aylık cezayı giydirdiler. Şu anda 2005’teyiz... Aradan 14 yıl geçti. Soruyorum size elma kasası şu anda ne durumda beyler.
Kanser haritası
TÜRKİYE’de deprem riski haritaları çıkarıldı. Peki soruyorum Tarım ve Sağlık Bakanları’na... Niye Türkiye’de bir kanser riski haritası yok. Şöyle yeşillerle kırmızılarla boyanmış... Görelim bakalım, neden bazı bölgeler kanser riskinde tavanda geziyor. Niye ufacık ilçelerden yaş farkı gözetmeksizin her gün bir kanser hastası cenazesi kaldırılıyor. Türkiye’de son 15-20 yılda neden kanser patladı. Versenize bunların cevabını...
Anons yapılmalı!
KÜFÜRE karşı hakemin yaptıracağı anonsa karşıydım. Çünkü o yıpranıyordu. Ama Futbol Federasyonu temsilcisi bu küfür anonslarını yaptırırsa, doğru olur diyorum. Böylece terbiyesizler ve ahlaksızlar belki biraz hizaya gelirler.
Sözleriniz tutmuyor
HEM evde oturursunuz, sigaranızı kahvenizi içkinizi yudumlarsınız hem de Deniz Gökçe’nin dediği gibi, bazılarınız şezlong ile maçı izler, hiçbir maça gitmezsiniz. Televizyonda ne görüyorsanız, o kadar yorum yapmaya mecbur kalırsınız. Ondan sonra da dersiniz ki, ‘Türkiye’de bu işi en iyi bizler yaparız...’ Eğer bu işi en iyi siz yapıyorsanız, Musa Çözen’in görüntüleri çok güzel demektir. Yani neredeyse, maça gitmiş gibi seyredersiniz. (Ama dünyadaki hiçbir TV görüntüsü, maçı canlı seyretmekten daha sıhhatli ve doğru değildir) Yok Musa kötü çekiyorsa, o zaman bu işi çok iyi yaptığınızı nasıl söylersiniz. Her zaman olduğu gibi bir söylediğiniz, diğerini tutmuyor.
Tüketici hakları
YILLARDIR Türkiye’de üreticiler ne yaptıysa, tüketiciler hepsine razı oldular. Tüketici en ufak bir itirazında neredeyse dayak yiyecek duruma geldi. İlk defa tüketici hakları konusunda bir atılım yapıldı. Tüketiciler haklarını sonuna kadar savunmalılar. Aptal yerine konmamalılar.
Yıldırım ifade vermeli
ŞİKE komisyonu yüzlerce kişiyi dinledi. Dinlemeye devam de ediyor. Aziz Yıldırım geçtiğimiz cumartesi günü çok net konuştu. ‘Geçmişte başkanlığın acemiliğini yaşadık. Sporu sadece sahada oynanan oyun olarak görüp kaybettik’ ifadesini kullandı. Demek ki, Aziz Yıldırım’ın da bu sözlerden sonra komisyona giderek çok önemli açıklamalar yapması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku