13 Şubat 2005
<B>İÇİMDEN</B> diyorum ki: <B>"İnşallah bugün hakem yazmam."</B> Ama nerede... Rahat bırakmıyorlar ki, kaşınıyorlar. Hadi bazıları acemi. İster istemez hata yapıyorlar. Daha civcivler. Yani taze kaşar. Ama bazıları, insanın gözüne soka soka hata yapıyor. Eyyam kokuyor, korkaklık kokuyor. Ondan sonra da "hakemiz" diye ortada geziyorlar.
Dün öyle bir pozisyon oldu ki, akıl almaz. Orhan Ak'a ikinci sarı karttan kırmızı gösterse, haliyle Rizeli oyuncular itiraz etmeyeceği gibi bir tane G.Saraylı oyuncu da itiraz etmeyecekti. Tabii, Orhan Ak da dahil. Hem de ilk yarının ortası.
Mustafa Çulcu, o yukarıdaki tariflerin ikinci kategorisine giriyor. Yani eski kaşar grubuna. Seyretsin, aslında seyretmesine de gerek yok. Akşam yattığı zaman, o pozisyonu aklından atamadığı için rahat uyuyamaz. Ama önemli değil, Mustafa Çulcu, pozisyon Galatasaraylı oyuncunun lehine gelişti. Hiç kimse bahsetmez, onlar da unuturlar, sen de unutursun. Tabii, bazıları tahmin ediyorum, seni yakından takip ederler!
Rize, tempoya dayanamadı
Rizespor, yediği gole kadar çok tempolu oynadı. Eğer 90 dakikayı bu tempoda çıkaracaksan tamam. Yoksa dün geceki gibi olursun. Galatasaray'dan puan alacaksan veya yeneceksen, en az iki gol atacaksın. Atamayınca da kaderine razı olacaksın. Çünkü ne olursa olsun, büyük takımlarla küçük takımlar oynadığında hakem faktörü öyle veya böyle maçın bir dakikasında ortaya çıkar.
Necati eski maçlarına göre kontrolsüz, Hakan Şakar faydalıydı. Ribery nasıl futbolcu? Şu bir gerçek ki, Avrupalı. O kültürde yetişmiş. Hakan'ın attığı üçüncü golde topu alışı ve ilk pozisyonda 90 derece açıyla yaptığı orta. Mesela Fenerbahçe'de Serhat'ı düşünüyorum. 30 tane böyle pozisyona giriyor, ama bir tane arkadaşına atamıyor. Atabilse Nobre, açık ara gol kralı olurdu.
Ergün 10 numara iş yaptı
Galatasaray'da Ergün varsa ve diriyse 10 numara işler yapıyor. Dün Ayhan da zaman zaman ona yardımcı oldu. Mondragon yine kilit noktada bir kurtarış yaptı. Song ile Tomas çok iyi oyuncu değiller ama çok düz oynuyorlar ve hiç ukalalık yapmıyorlar.
Zafer son derece süratli bir oyuncu. Ama hiçbir antrenör onun bu avantajını sahaya tam yansıtamadı. Rizespor ile Galatasaray arasında kadro farkı var. Dün gece bu sahaya skor olarak yansıdı, ama futbol olarak yansımadı.
Hagi, aynı futbolculuğundaki gibi. Teknik alanda hiç durmuyor. Bağırıyor, çağırıyor, zıplıyor, atlıyor. Arada sırada dördüncü hakeme fırça atmadan da yapamıyor.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2005
Sevgili hakem kardeşlerim, şu anda yerlerde sürünüyorsunuz, ayağa kalkın. Ayakta bir defa ölürsünüz. Hakemliği bıraksanız da olur. Ama bu dikdörtken sahanın içindeki soytarılara ve onlara sahip çıkanlara tokadı basın. EY hakemler... Kamuoyunda bir cümle vardır, hakemle, polisten dost olmaz diye... Hangi hakemle, hangi polisten dost olmaz. Görevini yapandan. Arkadaşın bile olsa sahada düdüğü çalacaksın, atacaksın. Arkadaşın dahi olsa bir suç işlemişse, yakalayacaksın.
Bakın, hakem kardeşlerim. Polisten bir farkınız var, sizdeki yetki dünyada kimsede yok. Üzerinizde el bombası var, kaleşnikof var, mayın var, napalm bombası var... Yani dünyada hiçbir güç sizin karşınızda duramaz. Peki bu gücü size niye vermişler, disiplini sağlamanız için.
Disiplinin olmadığı yerde, başarı sıfırdır. Dönün bir kendi halinize bakın. Sebeplerini araştırın. "Niye böyleyiz" diye...
Hakemlikte mantıklı yorum şudur... Bir maçı mümkün olduğu kadar 11-11 bitireceksin. Bu işin ideali. Ama hangi futbolcuların maçlarını 11-11 bitireceksin? Ahlaklı, art niyetli olmayan, seni seyircinin, basının ve yöneticisinin kucağına atmayan. Eli ayağı düzgün, sana küfür etmeyen, sana hakaret etmeyen, seni horlamayan, seni aşağılamayan futbolcuların maçlarını 11-11 bitireceksin.
Sahip çıkılmıyor
Bir geriye dönüp bakın son 7-8 seneye. Bütün maçlarda yukarıdaki her kelimenin tamamına yakınına maruz kalmışsınızdır. Sizi, futbolcular şamar oğlanına çevirdi. Sizinle alay ediyorlar, dalga geçiyorlar. Ve sizler onlardan korkuyorsunuz. Daha da önemlisi formalarından korkuyor ve çekiniyorsunuz. 10 sezon büyük takımda oynayıp bir defa atılan bir oyuncu küçük takıma gidince bir yılda en az iki defa atılıyor. Bunun o kadar çok örneğini verebilirim ki.
Peki siz mi değişiyorsunuz, futbolcu mu? Futbolcu aynı futbolcu, takım değişiyor. Bakın hakem kardeşlerim, sarı kartları kredi kartlarından daha kolay kullanıyorsunuz. Sanki tehlikesi yokmuş gibi. Ama bir türlü kırmızıya dönüşmüyor. Size küfür de edilse, hakaret de edilse kullanmıyorsunuz.
Başka dostunuz yok
Size Futbol Federasyonu da sahip çıkmıyor, çünkü bazı kulüp yöneticileri ve başkanlar sizlere ağır hakaretlerde bulunuyor. Federasyon bunlara ceza verilmesi konusunda en ufak bir eylem yapmıyor.
Bakın sevgili hakem kardeşler. Sizin, sizden başka dostunuz yok. Bir tek kurtuluş yolunuz var. Sahtekarlık yapıp kendini yere atan, (zannedersiniz ki, bu adam öldü veya ayağı kırıldı) size küfür eden, hakaret eden, elleriyle kollarıyla, basına, tribüne şikayet eden, topun olmadığı yerde rakibine küfür eden, tutan, parmak atan, hiç bir darbe yemeden üç metre havaya sıçrayıp, yerde takla atan bu ard niyetli oyunculara top yekün hücuma geçip, sarı kırmızıyla taramazsanız, işiniz zor. Ama şunu iyi bilin ve özellikle iyi niyetli olan futbolcuları iyi tanıyıp, onlara prim tanıyın.
Sevgili hakem kardeşlerim, kıyakçılığın sonu ayakçılıktır. Şu anda yerlerde sürünüyorsunuz, ayağa kalkın. Ayakta bir defa ölürsünüz. Hakemliği bıraksanız da olur. Ama bu dikdörtken sahanın içindeki soytarılara ve onlara sahip çıkanlara tokadı basın.
Yoksa mı? İşte bugünkü gibi olursunuz.
Kar ve İstanbul
İSTANBUL'a kar yağdı mı benim keyfim yerine geliyor. Çünkü Aralık'ın 15'inde arabaya kar lastiklerini takarım. Bu kar lastiği sadece karda kullanmak için değil, yağmur yağdığı zaman da iş görüyor. Ne kadar fosil, arabasını hazırlamayan veya acemi varsa yola çıkamıyor. Bütün yollar benim oluyor.
Kar yağmış, televizyonlar habire yayın yapıyor... Tam komedi filmi gibi. Kriz masası iş başında. Kriz masasından inciler."Toplu taşıma araçlarını kullanın, kendi araçlarınız ile yola çıkmayın."
O sırada görüntüde ne var biliyor musunuz. İETT otobüsü yolda kalmış ve yolcular inip otobüsü itiyor. Haberler devam ediyor. "Yeşilköy Havalimanı saat 14.00'e kadar kapalı. Çalışmalar devam ediyor." Kriz masası devamlı açıklamada.
Hani adama demişler ya, "Ameliyat çok başarılı geçti.." Adam, "Hastam nerede" demiş, "Öldü" demişler.
Kar yağdı mı İstanbul aynen böyle.
TURGAY Demirel'in başı ağrıyacak
GALATASARAY- Büyük Kolej maçında tribüne çıkıp seyircileri döven, hatta birinin burnunu kıran basketbolcular, hala da lig maçlarına çıkıyorlar. Aynı suçu işleyen başka takım oyuncuları da ceza çekiyorlar. Eğer bu kafada devam ederse Turgay Demirel'in başı daha çok ağrıyacak...!
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2005
<B>ÖYLE </B>veya böyle, zor veya kolay, Merkez Hakem Kurulu ve Futbol Federasyonu bu konuda sınıfı geçti. Merkez Hakem Komitesi’nde gözlemciler ile hakemlerin atamaları ayrı ayrı yapılsın, diye ısrarla söylemiştim. Dakika bir gol bir, faydasını gördünüz. Çünkü, MHK Başkanı ikisine de tesir edip raporlarını değiştirebilirdi. Bunun örneklerini geçtiğimiz yıllarda yaşadık. Taner Yalçındağ’a da bravo, Kuddusi Müftüoğlu’na da...
İkisine de aferin
Peki, bütün bunlar olurken, yani gözlemci ile hakem doğru, dürüst, erkekçe ve mertçe hareket edip rapor verirken, tekme yemediği halde rakibini aldatmaya yönelik canhıraş çığlıklar atan, sanki ağır yaralı veya öldü zannettiğimiz milyon dolarlar alan futbolcularımız ve bunlara sahip çıkan teknik direktörlerimiz, kulüp başkanlarımız ve bu konuda yorum yapanlara soruşturma açan iç disiplin kurullarımız, acaba bu olaydan sonra utanacaklar mı? Ve hakemlere aylardır hakaret eden, aşağılayan kulüp başkanı ve yöneticilerine en ufak ceza veremeyen Futbol Federasyonu yetkililerinin yüzü kızaracak mı? Yıllardır Türkiye’de banka soyanlara, hırsızlara prim verildiği için bugün dış borcumuz bu kadar. Ama bakıyorum, aynı olaylar futbol sahalarında devam ediyor. Öyle veya böyle, aferin Taner Yalçındağ, aferin Kuddusi Müftüoğlu. Şimdi ötekiler utansın. Acaba utanırlar mı?
Not: Beşiktaş, maçın 58’inci dakikadan sonra tekrarını istiyormuş. Pes vallahi. Bari ben de onlara iki gol vereyim, maç 3-0’dan devam etsin. Çünkü, yıllardır zaten İstanbul’da maçlar küçük takımların 3-0 aleyhine başlar. Beyler, maç hava muhalefetinden tekrarlanmıyor, oyun kuralı ihlalinden tekrarlanacak. Önce insan bir sorar, sonra ister.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2005
İstanbul için 'yedi tepe' derler. Tepelerin bir tanesi de Mecidiyeköy. Yani Esentepe. Beyoğlu'nda yağmur yağar, oraya kar. Ama stat çok iptidai. Sarı kırmızılıların adam gibi bir stat yapmaları şart. SENE 2005... İnsanlar, daha rahat yerlere gidiyorlar, daha iyisini istiyorlar. Futbolun da, stadın da iyisini... Ali Sami Yen Stadı, tabiri caizse, Yontma Taş Devri Stadı.
Dakika 15: Kale arkasındaki seyirciyi kapalı tribüne alıyorlar. İstanbul için 'yedi tepe' derler. Tepelerin bir tanesi de Mecidiyeköy. Yani Esentepe. Beyoğlu'na yağmur yağar, oraya kar. Ama stat, çok iptidai. Sarı kırmızılıların lafı eveleyip gevelemeden öncelikle adam gibi bir stat yapmaları gerekir ki, artı 30 derecede de veya dün geceki gibi şartlarda da seyiri rahatlıkla gelebilsin...
Sadece ilk yarı var
G.Saray dün bir devre top oynadı. Bizdeki zihniyet böyle. Gaziantep'e ilk yarı dört atmışsın, ikinci yarıda en az dört tane veya altı tane at ki, rekora gidesin. Nerdeee! Sarı kırmızılılar, ilk yarı maçı çözmek için her şeyi yaptılar. Yandan geldiler, ortadan geldiler, kısa yaptılar, uzun yaptılar. İkinci yarı hiçbir şey yapmadılar.
G.Saray'ın zaten maç başlamadan hava üstünlüğü vardı. Yani kenardan gelen ortalar, Gaziantep için tehlikeli olacaktı. Nitekim, böyle de oldu. Ama bence iyi bir kumaş olan Gaziantep kalecisi Hasagiç, öyle inanılmaz hatalar yaptı ki, G.Saray'ın işini kolaylaştırdı. Bir de Gaziantep'in özellikle ithal futbolcuları kendilerini gösterme egosu ve çabası ortaya çıkınca, takım oyunları ortadan kayboldu.
Conceiçao'nun yaptığı serbest vuruşta, 'top çizgiyi geçti mi, geçmedi mi?' tartışmasına kimse net cevap veremez. Bir nolu yardımcı hakem Ekrem Kan gol ikazı verdi. Yani 'top çizgiyi geçti' dedi. Hakem de ona dayanarak santrayı gösterdi. Ama Ekrem, o pozisyonda bayrak direğine inmemişti. En az 2-2.5 metre mesafede idi. Zaten görüntülerde de göreceksiniz, topun tamamı çizgi ile vedalaşıyor mu, vedalaşmıyor mu, belli değil.
Seyirci nerede?
Maçın hakemi iyi niyetli. Gördüğünü çalmaya çabalıyor. Dürüst bir görüntüde. Yalnız topla, oyuncu ile fazla haşır neşir oluyor. Yarın bu konuda başı ağrır.
Gaziantepspor, takım olarak yapılan yatırımın karşılığını veremiyor. Sebep nerede? Onu da çözecek olan Celal Doğan veya yeni belediye başkanı.
G.Saray şampiyonluğa gidiyor. Seyircisi nerede? Tamam, stat müsait değil ama maç Olimpiyat Stadı'nda da değil. Tamam, hava kötü ama kötü şartlarda takımının yanında olacaksın. İyi şartlarda herkes olur...
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2005
<B>CHRİSTOPH Daum</B>, belki bilmiyorsundur, hatırlatayım dedim. Bizim memleket, yıllarca özellikle Almanya'dan gelen eski otomobillerle araba mezarlığına dönmüştü. Sonra bu, futbola sirayet etti. Avrupa'da iş bulamayan teknik adamlar ve futbolcular bizi çarpıp çarpıp gittiler. Bak Sayın Daum... Sen Almanya'da üçüncü sınıf amatör takımlarda futbol oynarken, ben şu anda senin görev yaptığın 1.Lig'de yıllarca futbol oynadım. Milli Takım formasını da giydim. Sonra da hakemlik yaptım. 5-6 yıl da FIFA kokartını taktım. Özellikle büyüklerden hiçbirini tutmam. Yani senin alıştığın veya yöneticilerinin alıştığı silahşor yazar yorumculardan değilim. Yani Daum, maçları seyrederken hem futbolcu, hem hakem açısından bakarım.
Ayağına basılınca...
Sen diyorsun ki: "Erman Toroğlu'nu susturalım." Ne zaman diyorsun, buna dikkat ettin mi? Teknik olarak ayağına basıldığı zaman. Nobre ve Serhat ceza alanı içinde veya dışında en ufak bir temasta kendilerini yere atacaklar, ceza alanı içinde olursa zaten iş tamam, penaltı. Dışında olursa, elinde Alex gibi bir oyuncu var, serbest vuruşları yarım penaltı gibi kullanıyor. Gelsin rakip ceza alanı içine Servet, Luciano, Tuncay. Kısa boylu süratli oyuncuları da koy santraya, at kafa golünü bitir işi.
Zaten F.Bahçe'nin bu sezon attığı çok gol böyle. Hangi golün hazırlanmış, yapılmış. Yüzde kaçı böyle gelmiş. F.Bahçe seyircisi hangi maçı şöyle "oh" çekerek rahat rahat seyrettiğini hatırlıyor? Elindeki yöneticilerin kurduğu bu kadro ile senin taraftarın şu durumdaki bir G.Saray'dan bile hala tedirgin. "Ya bizi geçerlerse diyorlar..."
Herkesi uyuttun
Hagi'nin elindeki kadroya, paraya ve imkana bak, senin kadrona ve imkanına bak. Başta yöneticilerin, herkesi uyuttun. Şampiyonlar Ligi'nde bir turu bile geçemedin. Sonra da diyorsun ki: "Bazılarına Türkiye Ligi'nin zor bir lig olduğunu anlatmak lazım..." Madem Türkiye Ligi zordu da, o kolay Şampiyonlar Ligi grubundan neden çıkamadın?
Sayın Daum, sence Türkiye Ligi çok zor. Rakibin Trabzon, rakibin G.Saray ve Beşiktaş'ın halleri ortada. Şimdi sen Türkiye Ligi liderisin. Kupa-2'de oynayacağın rakibin Zaragoza, 20 takımlı İspanya Ligi'nin 12'ncisi. Yani bu Zaragoza'yı badem gibi yemen lazım. Ama sen hala transfer istiyorsun.
UEFA'yı almalısın
Sayın Daum, F.Bahçe'yi herkes şampiyon yapar. Gelsene Ankaragücü, Rize, G.Birliği'ne, veya Kayserispor'u ilk üçe soksana. Sen Almanya'da üçüncü sınıf bir amatör takımda oynuyordun. Alsana o takımlardaki futbolcuları ve o oyuncularla F.Bahçe'yi şampiyon yap. Bu F.Bahçe kadrosunun tesisleriyle, seyircisiyle ve kadrosuyla UEFA Kupası'nı alması lazım. Eğer alırsan sana "bravo" derim. Alnından öperim.
Ben senden bir teknik adam olarak beklerdim ki, nasıl hayatındaki o en büyük yanlışı yaptıktan sonra "özür diledin ve bir daha yapmayacağım" dedin. "Ben, böyle hak etmeden penaltı istemiyorum. Ne bana, ne de rakiplerime verilmesin" diyemedin veya diyemiyorsun. En kolay yolu seçiyorsun, "Erman'ı susturun" diyorsun. Susturun ki, bazı şeyleri anlatmasın.
Haklısın Daum. Bizim gibi geri kalmış ülkelere, sizin hem ünlü (!) hem de adam (!) olanlar lazım...
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2005
4 büyüklerde forma giyen bazı futbolcular hakemleri aldatmaya yönelik işleri sıkça ve çokca yapıyor. Yedirirlerse, takımları kazanıyor. Yediremezlerse de yanlarına kar kalıyor. Bütün bunları yapıp da maçtan sonra rahat rahat yastığa kafalarını koyuyorlarsa, onlara bir şey söyleyemeyiz.
F.BAHÇE- Çaykur Rizespor maçında en ufak bir temas yokken, Serhat Akın kendini yere attı, penaltıdan da Fenerbahçe 1-0 öne geçti. Sarı lacivertliler belki de bu sayede maçı kazandı. Penaltıyı Erol Ersoy'a ikaz eden yardımcısı Birol Budan verdirdi.
Yardımcı hakemler ne zaman hakeme yardım edecekler. Hakemin o pozisyonu görmediğine kanaat getirdiği zaman. O pozisyonu Erol Ersoy, Birol Budan'dan daha iyi görüyor ve aut vermeye çalışıyor. Yani olay tamamen Budan'ın işgüzarlığı ve yorumu iyi bilmemesi. Bu işin bir yönü.
Şimdi işin bir başka yönü daha var. O da spor medyamız. Darbe yemeden kendini atan Serhat (bir de sarı kart görmesi lazım), penaltıdan golü yiyen Rize, maçı kazanan Fenerbahçe. Burda durun, bir düşünün. Aynı pozisyonda Rizeli Okan kendini atsa, Fener golü yese, Rize maçı kazansa. Düşünebiliyor musunuz, spor sayfaları ve televizyonları. İşte bunun yüzünden Avrupa'da mücadele edemiyoruz. Ne dersiniz benim sevgili, dürüst, tarafsız medyam.
Hakemleri sıkça aldatıyorlar
Şimdi de işin üçüncü boyutuna geleceğim. Galatasaray'dan Arif, Beşiktaş'tan İbrahim Üzülmez, Ahmed Hassan, Fenerbahçe'den Serhat, Nobre (Bir de ceza alanı civarında bu pozisyonlardan faydalanacak Alex gibi süper bir silahı var.), Trabzonspor'dan Fatih Tekke ve Gökdeniz genelde hakemleri aldatmaya yönelik işleri sıkça ve çokca yapıyorlar. Yedirirlerse, takımları kazanıyor. Yediremezlerse de yanlarına kar kalıyor.
Diyebilirler ki, "biz profesyoneliz, sahada kazanmak için her şeyi yaparız’ Bütün bunları yapıp da maçtan sonra rahat rahat yastığa kafalarını koyuyorlarsa, onlara bir şey söyleyemeyiz. Peki bu arkadaşlar, özel hayatlarında bir olaya karışsalar ve şahitlik yapsalar, hakimler onlara ne kadar inanırlar acaba? Bunlara sahip çıkan yöneticiler de en az, onlar kadar sorumludurlar. Türkiye'de televizyonların önünde gösterile gösterile herşey yapılıyor. Düşünün ve bakın...
Bu sezon başlayalı beri, ceza alanı ihlallerinden dolayı kaç tane penaltı tekrarlandı. Benim en son gördüğüm, Fırat Aydınus tekrarlattı. Alex'in attığı penaltıya bakın. Sanki ceza alanında kurban kesiliyor. TEM otobanının kenarındaki kurban kesimleri gibi. Herkes içeride. Eee, ne olacak bu zihniyette futbolcu, bu zihniyette hakem ve bunlara göz yuman bir Futbol Federasyonu. Ve Türkiye'de futbol. Dünya Kupası finallerine gitmek isteyen... Hadi canım siz de...
BASKETBOL DA AYNI
FUTBOLDA bunlar oluyor, basketbol farklı mı? Geçen pazar oynanan Galatasaray-Büyük Kolej maçında tribünden Galatasaraylı taraftarların kendi sporcularına küfür etmesinden sonra, Galatasaraylı basketbolcular maç oynanırken, top yekün tribüne çıktılar. Seyircileri bir güzel dövdüler, birinin de burnunu kırdılar. Tekrar sahaya döndüler, hakem maça devam etti. Hem de Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel'in gözü önünde. Bu işe federasyon ve hakem seyirci kaldı. Ama dava karakolluk oldu. Hayret ki, hayret...
Haksız rekabet
TÜRKİYE'de Futbol Federasyonu'nun bazı şeyleri çok seri bir şekilde disipline etmesi lazım. Ersun Yanal'dan sonra G.Birliği'nin başına getirilen Erdoğan Arıca, kulüpten ayrılınca, 100 antrenör (yanlış anlamadınız yüz teknik adam) kulübe ve başkana müracat ettiler. Bunu faksla veya telefonla yaptılar. Kimisi istediği fiyatı bildirdi, kimisi diğer meslektaşlarını suçladı. Sonra da Oğuz Çetin geldi. Şimdi de Oğuz, D.Bakır'ı çalıştırıyor.
Rıza Çalımbay, Rizespor'dan ayrılıp, Beşiktaş'a geldi. Daum'un söylediği gibi Beşiktaş- Rize ile oynasaydı, Rıza ne yapacaktı. 15 dakikalık devre arasında önce Beşiktaş, sonra Rize soyunma odasına gidip taktik mi verecekti? Bir teknik adamın bir sezonda kaç takımı çalıştıracağı belirlenmeli.
Kiralık oyuncu olayı başka bir felaket. Beşiktaş mukaveleye "oynamayacak" diye yazıyor. Bence hukuken o mukavelelerin geçersiz olması gerekiyor. Çünkü insan haklarına aykırı. Galatasaray telefon açıp, kiralık verdiği futbolcuyu tehdit ediyor. En son örneği Konya'ya verdiği Suat Usta. Bunun yüzünden çocuk maç kadrosundan çıkarıldı.
Federasyonun (altını çizerek söylüyorum), bu çok önemli konulara acil olarak dur demesi lazım. Çünkü inanılmaz derecede ortada haksız bir rekabet var.
Başkanlık kolay değil
G.SARAY'da enteresan işler oldu. Teknik Direktör George Hagi basın toplantısı yaptı. Dışarıdan gördüğümüz kadarıyla söyledikleri doğruydu. Baktı ki, yöneticiler Hagi'yi kayığa bindirip götürecekler ama Hagi akıllı, döndü kendi bineceği kayığa yöneticileri bindirdi. Bu sefer pür telaş Galatasaray transfer taarruzuna geçti. Alınan futbolcular ile ne kadar zamandır konuşuldu. Veya takıma uyum sağlarlar mı? Bunlar ne kadar düşünüldü. Daha da önemlisi, sen oynayan futbolculara, seni bu mertebeye taşıyan futbolculara hakları olan paralarına "yok" diyorsun. Peki dışarıdan aldığın futbolculara çakıl taşı mı veriyorsun.
Türk toplumunda başkanlık, yani otorite önemlidir. Ama "hem degaj yapayım, hem korner atayım, hem de kendi attığım kornere kafayı yapıştırıp gol atayım" dersen, hiçbirini yapamazsın.
Geçen hafta Mehmet Cansun ile bir telefon görüşmesi yaptım. Cansun tatlı adamdır. Kafasındakileri çok yalın bir şekilde söyler.
Dedim ki, "Neler oluyor Galatasaray'da..."
Verdiği cevap değişik geldi... ‘Bak Erman’cığım, Galatasaray'da başkanlık ve futbol şube sorumluluğu yapan bazı kimseler, futbol takımıyla uğraşmaktan, ticari hayatlarında zorlandılar. Örnek mi istiyorsun, işte Alp Yalman, işte Faruk Süren, işte Ergun Gürsoy, işte Adnan Polat. Çünkü biz, ne var ne yok Galatasaray'ın hizmetindeydik. Erman'cığım bir de başkan deyince, hem otoriter olacaksın, hem de arkandan gelen yöneticilere yol açacaksın. Bunun en güzel örneği Faruk Süren'dir. Hepimizi çalıştırır ve görev bölümü yapardı. Ayrıca da çok zekiydi. Bence Faruk Süren Galatasaray tarihinde gelmiş geçmiş en akıllı başkandır. Bütün başkanları alır, toplar suya götürür, su içirmeden geri getirir. Biz de deriz ki, "Oh ne güzel seyahat yaptık..." Onun için de o başkanlık o kadar kolay yapılacak bir iş değildir...’
Mehmet Cansun'a hak vermemek elde değil.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2005
<B>DEVRE </B>arasından sonra kupa maçları oynandı ama, ligin havası başkadır. Bir takımdan yüzde 100 performans bekleyemezsiniz. G.Saray, ilk yarı özellikle 10.dakika ile 45. dakika arası bayağı iyi futbol oynadı. Özellikle Ergün ve Ayhan, toplara dan-dun vurmayıp pas yapınca, önce Konya’nın hızını kestiler, sonra da üzerine gittiler. Song’la Tomas topu kapınca, geriyi de çok çabuk ileriye çıkardılar, ittiler.
Konya bir türlü istediği oyunu tutturamadı. Futbol laubaliliği, hatayı, kıyakçılığı kaldırmaz. İkinci golden önce Konyalı futbolcu Levent faul yapıyor, rakibini yerden kaldırmaya gidiyor. G.Saraylılar da vakit kaybetmeden topu oyuna soktular. Ardından da Necati’nin o güzel golü geldi. Ondan sonra da hepsi Konyalılar’ın hepsi hakemin üzerine gittiler.
Kuralına göre oynayacaksın
Oyunu kuralına göre oynayacaksın. İşte iki takım arasındaki tecrübe farkı. Baliç ilk yarı her tarafta gezdi ama verimsizdi. İkinci yarı sol çizgiyi kullandı, Hagi baktı ki baş edemiyor, karşısına Song’u verdi, onun boşalttığı alana da ikinci yarıda oyuna sürdüğü Bülent’i yerleştirdi.
İkinci yarı özellikle Ergün güç olarak biraz geride kalınca, Konyaspor etkili olmaya başladı. O zaman da sahneye Mondragon çıktı. Hem şansı vardı, hem de iyi kurtarışlar yaptı. 2-1 olsaydı, bu sefer panik başlayacaktı. Öyle veya böyle, Beşiktaş’ı kupadan eleyen takımı yeniyorsun. Ve içeride yaşanan bu kadar olaydan sonra hasar almıyorsun. Bu çok önemli.
Hagi’nin iki genç oyuncuya şans vermesi güzel bir olay. Hem de deplasmanda. Demekki Hagi, artık arkasına hiç bakmayacak, ya başarılı olacak, ya da gidecek.
Konya defansı içler acısı
Hakan Şükür oynadığı sürece çok iyi hücum pres yaptı. Konya defansına rahat top kullandırmadı. Yalnız bu Konya bu defansla ligde daha çok gol yer. Futbolda kolay gol yersen galibiyet şansın zor. Bir yersen, iki atman lazım. Bir de anlayamadığım bir nokta, Konyaspor bütün duran yan topları ön direğe kullandı. Hiçbirisinde de başarılı olamadılar.
Cem Deda iyi niyetli. Gördüğünü çalmaya çalışıyor ama bazen yanlış görüyor, pozisyon hatası yapıyor. Bir de düdükle fazla oynuyor. Ne kadar az çalarsan, oyunda o kadar az kendini gösterirsin ve başarılı olursun.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2005
Sarı kırmızılı yöneticilerin tümü, "Önümüzdeki iki ay içinde lig maçlarında alınacak kötü sonuçlardan sonra seyirci Rumen teknik adama dönecek, biraz da protesto ettiler mi bu iş tamamdır. Hagi kendi ipini, kendi çeksin" diyorlar.BİZ Türk insanı olarak tek adamlılığı isteriz. Demokrasiden çok bahsederiz ama sıkıştığımız zaman da "başımızda bir otorite olsun" deriz. Allah Galatasaray'dan ve Beşiktaş'tan razı olsun. Tabii ki başkanlarından. Çünkü iki kulüpte de otorite sağlanamadığı için devamlı bize iş çıkarıyorlar.
Neden mi? Bakın, Demirören de, Özhan Canaydın da aşağıdan yukarıya basa basa gelmediler. Hep kapı arkasında, perde arkasında, ufak ufak oynayarak, milleti birbirine vurdurarak, hatta ve hatta paralı asker bazı amigoları kullanarak, rakiplerine küfür ettirerek, kötü tezahürat yaptırarak geldiler başkan oldular. Bu işin sonu çok net. Nasıl gelirsen, aynı silahınla vurularak gidersin.
Süren anlatmıştı
20 Aralık 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde çıkan Faruk Süren'in söylediği cümleleri hiç unutmam. O röportajda Mehmet Cansun, aniden Faruk Süren'e dönerek, "Başkan, sen beni seçimlerde desteklemedin. Özhan Canaydın'a çalıştın. Bunu anlayamadım" dedi. Faruk Süren bir kahkaha attı ve devam etti: "Evet, Özhan Canaydın'ın gelmesini ben istedim. Ve seçimlerde ona çalıştım. Neden biliyor musun Mehmetçiğim? Herkes onun vizyonunu ve kapasitesini görsün, neler yapacağını değil, neler yapamayacağını görsün, daha da önemlisi, Özhan Canaydın'ı buraya iten 'küçük olsun, benim olsun' diyen grup da deşifre olsun istedim"
Öbür tarafta, Beşiktaş camiasında da durum farklı değil. Süleyman Seba gibi bir başkana "Ahmet dursun, Seba gitsin" sloganını yine tribündeki paralı amigoları örgütleyerek bağırtan kimlerdi herkes biliyor. Ne oldu? Seba gitti ama sonunda Dursun Ahmet de gitti. Sondan bir evvel Serdar Bilgili de gitti. Şimdi aynı silahla Yıldırım Demirören de vurulup gidecek. Etme bulma dünyası.
Fener tertemiz
Aziz Yıldırım, çok sevimli biri değil. İnsan ilişkileri de zayıf. Ama öyle veya böyle önce futbol takımının içindeki sorunlu futbolcuları temizledi. Zaman zaman elektrik süpürgesi kullandı, zaman zaman kiralık adamlar, zaman zaman da çamaşır suyu. Ama şu anda Fenerbahçe Kulübü'nde çatlak ses yok. Neden? Tek adam Aziz Yıldırım, alt tarafa hakim oldu. En önemlisi, Fenerbahçe iç işlerinden dolayı şu anda basının dilinde değil...
Biraz Galatasaray yazalım. Hagi, çok zeki hareket ederek bir anda ters döndü ve yönetime karşı 1-0 öne geçti. Bu hareketi yapmasaydı zaten onun arkasını oyacaklardı. Tabii ne kadar ekmek, o kadar köfte olayı var, bilirsiniz. Hagi, bütün köprüleri attı. Bazı arkadaşlarım diyordu ki, "Bu Hagi'yi şimdi kovarlar" Hayır, kovmazlardı, kovamadılar da. Neden biliyor musunuz? Hagi'yi kovmak kolay, ama Hagi'nin karnesi şu anda başarılı. Çünkü takımda para yok, transfer yok, yönetim yok, ligde Fener'in 4 puan gerisinde, kupada devam ediyor.
Kovarsan şöhret yaparsın
Hagi'yi kovduğun an, 2 ay sonra onu şöhret yaparsın. Adım gibi biliyorum Galatasaray Yönetim Kurulu'nda başkan dahil kaç kişi varsa, "Biz bu Hagi'nin altını, arkasını kabak oyacağı ile oyacağız. Hem su da kullanmayacağız. Canlı, canlı" diyorlar.. Bu konuşmaları duyar gibiyim. "Önümüzdeki iki ay içinde alınacak kötü sonuçlardan sonra seyirci Hagi'ye dönecek, biraz da protesto ettiler mi tamamdır. Hagi kendi ipini, kendi çeksin" diyorlar. Eğer Hagi'yi hemen kovsalardı, en ufak bir başarısızlıkta o taraftar, o yönetimin altını kabak oyacağıyla oyacaktı. Yani Galatasaray'ın tadı yok.
Eğer bu kadar olaydan sonra futbolcuyla Hagi, birlik olur, silindir gibi yürüyüp giderlerse ve bir de şampiyon olurlarsa (bu çok az bir ihtimal ama futbolun içinde var) yönetim diyecek ki, "Bak gördünüz mü. Biz ortalığı bir sinirlendirdik, Hagi'yi ve takımı kamçıladık. Ve başarılı olduk" Ama at terli, bunu kimse yemez. Biz de zaten onun için yazdık... Mesela yani!
Ergun Gürsoy, Futbol Şubesi Sorumlusu(uydu). "Hala sorumluyum" diyorsa, o zaman ben de ABD Başkanı'yım. Eğer hala Özhan Canaydın, "Ben Galatasaray Kulübü'nün Başkanı'yım" diyorsa, ben de Recep Tayyip Erdoğan'ım. Ben ne kadar Türkiye'yi idare etmiyorsam, Özhan Canaydın da Galatasaray'ı o kadar idare etmiyor, edemiyor. Yerinde olsam, "Pardon" der çekilirim.
Taç giyen baş akıllanır
G.SARAY tarihinin en başarılı başkanı Faruk Süren'e telefon açtım, "2 sene önceki röportajda söylediğiniz herşey bir bir çıktı. Ne diyorsunuz" dedim. Süren, "Çok fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü mücadele alanında değil, başka taraflardan ateş ediyorlar. Yalnızca şunu söylemek isterim, Taç giyen baş akıllanır" dedi. "Sizce akıllandı mı?" dedim, kahkaha attı, "O değerlendirmeyi ben değil, kamuoyu yapsın" cevabını verdi.
Neler öğreniyoruz, neler
BİZİM bilmediğimiz neler varmış, haberimiz yok. Yaşadıkça öğreniyoruz. Futbol Federasyonu Genel Sekreterliği'ne paraşütle indirilen Lutfi Arıboğan, meğerse çok başka işler için oraya getirilmiş. Aydın Torunoğlu ile birlikte, Futbol Federasyonu'nda klasik genel sekreterlik olayı bitmiş. Bundan sonra UEFA örnek alınarak, o sistem bir genel sekreterliğe geçilecekmiş.
Helal olsun sana Levent Bıçakcı. Neden? Şenes Erzik seni elinden tutup UEFA'ya götürdüğünde sen daha çömezdin. Kendini geliştirdin. Mücadele ettin. Bir yerlere geldin. Geldiğin yer de güzel, etkili bir yer. Soruyorum, kaç senede oraya geldin, nasıl geldin?
UEFA'yı FIFA'yı iyi bilirsin. Kolay kolay içlerine adam almazlar. Çok bakarlar, denerler, sonra sindire sindire içlerine alırlar. Yani önce tanırlar. Zaten UEFA'yı şöyle bir yüzeysel tanımak için en az 5 sene lazım.
Kaç tane futbol adamı yolda yürüse Lutfi Arıboğan'ı tanır. Veya Lutfi Arıboğan, kaç tane futbol adamını tanır. Antrenör, yönetici, futbolcu, masör, pasör. Zaten bunları tanıması için 2-3 yıl lazım.
Futbol camiası ile basketbol camiası son derece değişik iki yapıdadır. Önce kendi iç yapını çözemeden, bilmeden, öğrenmeden UEFA'yı nasıl öğrenecek. Ben sizin yerinizde olsaydım madem öyle Lutfi Arıboğan'ı önce bir UEFA'da işe aldırırdım. Verdiğiniz 25 milyarlık maaşı biraz daha artırır, Lutfi Arıboğan'a Zürih'te bir de ev tutardım. UEFA'yı güzel bir tanırdı. Sonra da Türkiye'ye getirtirdim.
Hakem olmak için futbolcu olması şart değildir. Ama bir hakem bu işi dört dörtlük yapacaksa eğer, futboldan gelmişse süper olur. Lutfi Arıboğan genel sekreterlik yapamaz mı? Yapar. Ama futbolun içinden gelseydi, harika olurdu. Hele bir de zorlama, dayatma yapılmadan gelseydi, daha da iyi olurdu.
Ey imam!
TÜRK Hava Kurumu'na kurban derilerini verenler için beddua eden imam. Sana bir şey söyleyeyim mi? Sizin dininizde beddua kendine dönmez mi? Hani o sizin dininizde. Bizim dinimizde, yani müslümanlıkta hep iyilikten bahsedilir. İyi niyetten bahsedilir. Peygamberimiz bize hep bunlardan bahsetmedi mi?
Yazının Devamını Oku