15 Haziran 2006
ŞU ana kadar turnuvanın en çatırtılı maçı oldu. İki tarafın 7 numarası oyuna damgasını vurdu. Almanlar’ın 7’si (Schweinsteiger) oyundan düştü. Önce arkadaşlarından fırça yedi, sonra Klinsmann’dan kement. Polonya’nın 7’si (Sobolewski) hiç gereği yokken ikinci sarıdan kırmızı kart gördü ve resmen takımını katletti. Klinsmann, 3 nolu oyuncunun (Friedrich) yerine 22 numaralı Odonkor’u aldı. Ballack’ın attığı uzun toplarla dirençli Polonya defansını sonunda sol taraflarından yıktılar.
Ballack faktörü
Polonya Teknik Direktörü, Alman defansının ortasındaki üç uzunun arasına 15 nolu Smolarek’i sokarak onların dengelerini bozdu. Ballack, belki çok etkili değildi ama takım içindeki liderlik özelliğiyle takımın oyun disiplinini korudu. Maç 0-0 gittiği anlarda bile Almanlar, Polonya’dan iki fazla adamla defans yaptılar.
Polonya kalecisi Boruc mükemmel toplar çıkardı. Bu kadar zor, ikili mücadeleli ve tempolu bir maçı İspanyol hakem üçlüsü mükemmel yönetti. Bu kadar seyirci baskısına rağmen sakinlerdi ve hiç taviz vermediler. Seyirci ve Alman takımının isteklerine boyun eğmediler. Tek gollü olmasına rağmen güzel bir maç oldu.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2006
BURASI Berlin... Saat 21.50. Brezilya-Hırvatistan maçının ilk yarısının bitiminde hakem düdüğü çalıyor. Sizler televizyon başında izlerken, ışıkların yandığını görüp, bunun bir gece maçı olduğunu zannediyorsunuz. Ama Berlin’de gün ışığı hakim. Derler ki, futbolcular gece maçını sever, onun için gündüz performansları düşüktür. Biz de ona yorduk ilk yarıda iyi futbol yok diye. Ama ikinci devre de değişen bir şey olmadı...
Parreira’yı Fenerbahçe’den yıllar önce tanıyoruz. Hani o gün çift santrfor oynadığı takım. Arkada sabaha kadar 128 tane top yaparlar, arada iki hücumda bir gol bulursa maçı bitiren takım. Brezilya, üst düzey oyunculardan kurulu. İsim isim bakıldığında son 30 yılın en güçlü isimleri kadroda. Hepsi teker teker birer takım ederler. Veya hepsi teker teker bir takımı sırtlayıp götürebilirler. Ama hepsi yan yana gelince mahalle takımı olmuşlar. Bunun en büyük sorumlusu teknik direktör.
Çayda dem...
Benim gözüme çarpan bir şey var. Her takımı dışardan teknik direktör idare eder, bu tamam. Ama içerde teknik direktörün eli ayağı olan bir futbolcu vardır. Sahanın içini o idare eder, yönlendirir. Dün gece öyle bir oyuncu Brezilya’da yoktu. Bizde bir deyim vardır; çayda dem, askerde kıdem. Brezilya takımının içinde bu noksanlık var. Birini kabul etmeleri lazım. Bana göre de bu ismin Ronaldinho olması gerekir. Ama diğer futbolcular belki kıdemden, belki de yaştan dolayı böyle bir hava ve yetkiyi Ronaldinho’ya vermiyorlar.
Yani dün geceki Brezilya takımında kağıt üzerinde ve sahada çok güzel malzeme var. Ama o malzemeye göre yediğimiz yemek çok kötüydü. Ne tuzu vardı, ne baharatı, ne de soya sosu... Zaten, yemek iyi olursa hardal ona bir şey katabilir. Şu görünüyor ki, Parreira bu takıma bir şey katmamış.
Hırvatlar, teknik ve fizik olarak gayet iyiler. Ama Brezilya’yı gözlerinde fazla büyütmüşler. Herhalde maç bittikten sonra yatağa uzandıklarında, kaçan balığın ne kadar büyük olduğunu, nasıl bir büyük avı ellerinden kaçırdıklarını görecekler. Ama tren Berlin’den kalktı artık.
Eğer bundan sonra Brezilya böyle oynamaya devam ederse bu turnuvada başına çok trafik kazası gelir.
Beckenbauer Kupası
Almanlar, saçma sapan, son derece aptalca, tam Almanca dediğimiz tabirde önlemler almışlar. İnsanları yokuşa sürmeye bayılıyorlar... Ama ne oldu, kenarda 4 metre derinliğinde 2 metre eninde, sahanın etrafından nehir gibi bir çukur olmasına rağmen Hırvat seyirciler ellerini, kollarını sallaya sallaya 87’nci dakikada gösteri yaptı.
Bu turnuva 2006 Dünya Kupası değil. Beckenbauer Dünya Kupası.. Hazretleri UEFA’yı ve FIFA’yı maymun yapmış. Sebebini size maç yorumu yapmayacağım bir günde geniş bir şekilde yazacağım.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2006
DÜN gece iki zihniyet mücadele etti. Bir tarafta Dünya Kupası’nı kazanmayı düşünen İtalya, diğer tarafta ’Daha üst bir takıma nasıl transfer yaparım’ diye düşünen Gana’lı oyuncular. Bir de sahanın ortasında futbolcuların fizikleriyle ters orantılı, pozisyonlara çok uzak duran, yardımcıların verdikleri faul işaretleriyle maçı idare eden, midilli atı gibi tırıs koşan bir hakem; Carlos Simon.
Artık dünya futbolu santraflar ve santforlarda kesinlikle uzunlara gidiyor. Çünkü herkes herkesin oyun taktiğini ve planını biliyor. Antrenman şekilleri de malum. Geriye bir tek boy farkı, santimetre farkı kalıyor. O da önemli. İşte gördük. Mesela kaleci Kingston... Gelen yüksek yan topların hepsi üzerinden tren gibi geçti. Belki dün gece Gana’lı oyuncuların topla yumuşaklıkları ve birinci penaltı pozisyonundaki mağduriyetleri seyirciye sempatik geldi. Ama bence esas mağdur olan, yardımcı hakem Ednilson Corona’nın kaldırdığı ofsayt bayraklarıyla İtalya’ydı. Kuffour’un kesinlikle atılması gerekliydi. Ama hakemin veremediği cezayı Allah verdi, sayesinde İtalya ikinci golü attı.
Brezilyalılar başarılı olamaz
Brezilya’dan iyi futbolcu çıkıyor. Eskiden Brezilya takımı futbolcuları Brezilya Ligi’nde mücadele ederek Dünya Kupaları’na katıldıkları için Avrupalı takımlar onları fizik güçleriyle durdururlardı. Ama şimdi o Brezilyalılar’ın çoğu Avrupa’da oynuyor. Afrikalılar’ın da çoğu Avrupa’da oynuyor. Ama gariban hakemleri yalnız Brezilya Ligi’nde yetişiyorlar. Onun için de bu tip maçlarda başarılı olmaları zor. Çünkü Şampiyonlar Ligi kalitesi, şu ana kadar Dünya Kupaları’nda yoktu. Bundan sonra da olacağını pek zannetmiyorum. Belki yarı finalde, finalde olabilir.
İleride bir gün mesela Avrupa’da veya dünyada Kulüpler Ligi kurulursa, o zaman Dünya Kupaları’nın hiçbir esprisi kalmaz. Zaten bu turnuvalar gördüğüm kadarıyla heyecanlarını yitirmiş. FIFA’nın üst kaymak tabakası ve sponsorlar halktan kopmuşlar. İnsanlar ne yapıyorlar, kazıklanıyorlar mı, kaz gibi yolunuyorlar mı, onlar için hiç önemli değil. Bütün maçlarda karaborsa dizboyu. 50 Euro’luk kale arkası biletleri dün 1000 Euro’ya alıcı bulduğuna göre, demek ki finalde veya Brezilya maçlarında çok rahatlıkla 10.000 Euro’dan gider. Hani nerede FIFA, hani nerede bütün maç biletlerini FIFA’dan alıp seyahat şirketlerine peşkeş çeken Almanya....
Appiah iyi şeyler yapmak istedi, çok çalıştı, iyi toplar da attı. Ama bütün topları kendinde toplayıp kullanmak istedi, o zaman da takımın akordunu bozdu. Dün gece İtalya Gana’ya göre daha bir takımdı. Ve çok tecrübeliydi, kazandı.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2006
ŞU ana kadar canlı olarak seyrettiğim maçların içinde en kaliteli ve tempolusu buydu. Sırplar, iyi defans yapan bir ekip. En iyi yanları bu. Ama Hollanda takımının kumaşı çok iyi. Forvetteki süratli ve çabuk oyuncuları, Sırp savunmasını çok zorladı. "Eğer maç 2-0 olsa farka gider" demeye başladık. Biz bunu düşünürken Sırp teknik direktör Petkoviç, çok yerinde oyuncu ve yer değişikliği yaptı. Bunun sonucunda da ikinci yarı çok farklı bir Sırp takımı izledik. Ve oyun öyle bir hale geldi ki, Sırplar gol atabilse, maç her türlü skorla bitebilecekti.
Aslında kötü hakem olan Markus Merk’in yerine daha bir tempolu maç idare edebilecek ve futbolu daha iyi bilen bir hakem olsa bu maça doyum olmazdı. Ama maalesef FIFA’dan torpilli Merk sahanın en kötü adamıydı. Maçın daha bir lezzetli olmasını engelledi.
Sırplar’a yazık olur
Öğlen maçları için sıcak diyoruz, bazı teknik direktör ve futbolcular bu cümlenin arkasına sığınıyorlar. Dün de hava sıcaktı. Ama futbol da sıcaktı. Hollanda-Arjantin beraber çıkarlarsa, ki bir şanssızlık olmazsa öyle görünüyor, bu Sırp takımına yazık olur. Çünkü onlardan daha kötü takımlar belki de bir üst tura çıkacaklar.
Bu Hollanda’yı seyretmek hakikaten keyif veriyor. Yıllardır büyük bir istikrarla Dünya kupalarına gidiyorlar ve iyi futbol oynuyorlar. Seyircisi de beyefendi, katılmasalar büyük kayıp olur.
Buradaki organizasyan çok kötü. Almanlar bu işe doymuşlar. Böyle turnuvaları artık heyecanı olan ülkelere vermek gerekir. "Çok müthiş bir stat yaptık" dediler, Allianz adında. Park yerleri ve seyirci girişleri sorun. Karmaşa var. FIFA, biletleri satsın diye Alman Futbol Federasyonu’na vermiş; büyük hata yapmış. Yani nereden tutarsanız tutun, organizasyon kötü. Ama FIFA üyeleri iyi ağırlanıyorlar. Onlar için insanlar fazla önemli olmasa gerek..
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2006
BİRBİRLERİNİ çok iyi tanımayan rakipler; halk dilinde kullanılan "yoklama macunu" atıyorlar. Veya güreşteki gibi "peşrev" çekiyorlar manasında birbirlerine dalamıyorlar. Tamam, hava sıcak, futbolcular sık sık duran oyunda su içmeye geliyorlar ama sahada hiç olmazsa koca 90 dakikada organize 15-20 tane akın veya en az 15-20 tane göze hoş gelen hareket olsun. Hiçbiri yok. Maçın golü, ölü bir yan topta kendi kalesine yapılan vuruş.
İngiltere maç başlar başlamaz ilk 20 dakikada tam saha pres oynadı. Zaten bu, İngiliz futbolunun klasik taktiği Paraguay’a ters geldi. Onlar topu alıp, şöyle iki döndükten sonra hareket yapınca, kaptırdıkları bütün toplarla İngilizler hücum ettiler. Sonra Paraguay uyandı. Aynı taktikle cevap vermeye başladılar, oyun dengelendi. Zaten yarım saat sonra her iki takım da kendi yarı alanına çekilerek rakibi karşılamaya başladı. Bu noktada iki takıma bir yerde hak vermek lazım. Çünkü mazeret, hava sıcaklığı idi.
Uzun ama ağır değil
Enteresandır, Frankfurt, Münih’e oranla 350-400 kilometre daha kuzeyde olmasına rağmen Frankfurt daha sıcak, Münih daha soğuk. Onun da sebebi, hem Alp Dağları, hem de Frankfurt, Münih’e göre daha alçakta.
İngilizler’in ileride en uçta oynattığı 1.98 metre boyundaki oyuncuları 21 numaralı Crouch. "Bu boydaki oyuncular çok ağır" derler ama bu öyle değil. Çok ince olmasına rağmen her topa giriyor. Çalım da atıyor, verkaç da yapıyor, top da sürüyor. Ağır da değil, çabukça ama süratli değil. Yalnız bir hatası var; bu kadar boyuna rağmen hava toplarına çıkarken en son basacağı yeri çok iyi ayarlayamadığı için bazen önce rakibine faul yapıyor, sonra yükseliyor. Meksikalı hakem de buna taktı ve her pozisyonunu dikkatle izledi.
Beckham pilli bebek
Lampard çok faydalı. Beckham tam bir pilli bebek. Bu oyuncu maçlarda ağırlığını fazla koyamıyor. Sahadaki futboluyla değil, saha dışındaki yaşantısı, cilalaması ve pazarlamasıyla futbolda hak etmediği kadar konuşuluyor. Herkes ondan çok şey bekliyor. Ama o zaten bu kadar. İngilizler, Rooney’nin yokluğunu hissediyorlar. Çünkü o koç boynuzu gibi, direkt kaleyle oynuyor.
Paraguay’ın futbol görüntüsü çok demode. Öncelikle oyunda devamlılıkları yok. Belki teknik olarak daha iyi organize olsalar, rakibe basabilirler. Ama dün İngiliz kalesini hiç zorlayamadılar. Düşünün, koca 90 dakikada yayıncı Alman televizyonu, kaleyi bulan bir şutu defalarca oynatıyor. Çünkü pozisyon yok.
Zaten eğer bir maçta Meksika tezahüratı yapılıyorsa bu, oynanan futbolun keyifsizliğindendir. Seyirci sahadaki görüntüden sıkıldığı için başlar kendisi görüntü vermeye. Zaten dün statta en organize heyecanlı ve tempolu grup İngiliz seyircilerdi.
Hakem taç atışlarına, kalecilerin vakit geçirmelerine, pozisyondan sonra kendisini seyircinin kucağına atan futbolcuya haklı olarak doğru tepkiler verdi. Çok koştu, belki futbolculardan fazla. Zaten vücut yapısı da kafasına vursan yere çivi gibi çakacaksın cinsinden. Ama pozisyonlarda yardımcılarına neredeyse 10 dakika geç baktı. Yardımcılar da onu ’bip’lemekte geç kaldılar herhalde.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2006
BU tip turnuvalarda hem evsahibi olmak, hem favori olmak, hem de kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir rakiple oynamak zordur. Ama Almanların da oldum olası bir şansı vardır; kötü başlarlar, sonra bir-iki maç alır, havaya girerler. Özellikle fizik güçlerini kullanırlar ve başarılı olurlar. Dün gece Almanya’nın alacağı en büyük ders 4 gol attığı rakibinden, aynı pozisyonlarda iki gol yemesi, iki tanesinin de kıl payı kaçırılışıydı. Alman, savunmasının -ki bu savunma hep tek hat üzerinde oynuyor- ortasında oynayan iki adamıyla, bu ikilinin önünde oynayan ön libero dahil, üçü de 1.90’ın üzerinde. Stada yağmur yağsa, şimşek düşse, mutlaka bu üçünden birinin başına isabet eder. Hava hakimiyetleri iyi ama topu aralarına attın mı, biz tribünde nasıl seyrediyorsak, onlar da sahada öyle izliyorlar.
Uzun ama akıllı
3 numaralı oyuncuları, Friedrich oyunu iyi okuyor. Bir yerde Alman takımının oyun kurucusu gibi. İyi yerlere top atıyor ama aklı hep hücumda. Defansta hem kademeyi bozuyor, hem defans güvenliğini, hem de ofsaytları...
"Uzun boylu oyuncular topu iyi kullanamazlar" diye geçmişten kalan bir saplantı vardır. Almanların uzunları belki ağırlar, hızlı forvetlerin karşısında zorlanıyorlar ama top ayaklarına geçince sert değiller, yumuşaklar.
Kosta Rika’nın eti budu belli. 9 numaralı oyuncuları Wanchope tecrübeli bir isim, hem defansı oyalıyor, hem topla buluştuğunda, topa iyi sahip olarak, rakibe vermeyerek takımını rahatlatıyor. Ama Kosta Rika takımı onun yardımına çabuk gidemiyor, yalnız bırakıyor. Onun yaptığı duvar toplarına, arkadaşları diklemesine atak yapamıyorlar.
Böyle olduğu halde bile iki tane gol attı. 10 numaralı oyuncuları Centeno resmen top cambazı. Aslında Almanları skor olarak yakalayabilselerdi, öyle bitirme şansları vardı. Ama o son dakikalarda gelen füze, bütün ümitleri yok etti.
Maçın hakemi Horacio Elizondo oyunun akışına kendisini kaptırmadı. Ev sahibi takımın seyircisi baskısını da kaldırdı, pozisyonlara da mümkün olduğu kadar yakındı. Bence iyi maç yönetti.
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2006
Bırakın Aziz Yıldırım’ın askerlik yapıp, yapmamasını, Tümer Metin’in Beşiktaş’tan Fenerbahçe’ye geçmesinde bile bu askerlik sorunu konuşuluyor. Bütün bu dedikodulara son vermek Aziz Yıldırım’ın elindedir. FENERBAHÇE’ye sekiz yıl başkanlık yapan Aziz Yıldırım, 18.05.2006’da aniden ikinci defa "görevi bırakıyorum" dedi. Kimileri bunu, tarihlerinin mali açıdan en kötü dönemlerini geçiren Beşiktaş ve Galatasaray’a iki kupanın da kaptırılmasıyla ilişkilendirdi. Kimileri, "Aziz Yıldırım başarısız oldu, yalnızca işin müteahhitlik yönünde etkiliydi. Futboldaki başarı açısından Galatasaray’ı yakalayamayacağını anlayınca istifa etti" dedi. Kimileri de "güven tazeleyecek, bu arada da Galatasaray’ın şampiyonluk sevincine çomak sokacak" dediler. Ama Aziz Yıldırım’ın "bırakıyorum" cümlesi bir tek Hürriyet Gazetesi’nin 18.05.2006 sayısında çıktı.
Hürriyet’te bu cümle 9 sütun başlığa çıktığı günün saat 14:30’unda Aziz Yıldırım basın toplantısıyla, "Bırakacağım, birincisi gibi olmayacak. Bir daha geri dönmeyeceğim. Kesin kararlıyım" dedi. Sebep olarak da artık ailesiyle uğraşacağını, kendisinin geçmişinin didik didik edildiğini, ilkokul diplomasının, askerliğinin araştırıldığını söyledi.
Şimdi gelelim sadede... Aziz Yıldırım ile Ertuğrul Özkök ne konuştu, bunu bilmiyorum. İkisine de sormadım. Ben, olayı benim taraftan nasıl biliyorum, şimdi size onları açıklayayım. Bir müddet önce, güvenilir bir kaynaktan Aziz Yıldırım’ın çürük raporu alarak askerlik yapmadığı istihbaratı geldi. Gelen istihbarat bir bacağının kısa olduğu yönündeydi. Her istihbarat doğru demek değildir. Eğer gazeteci iseniz araştırmanız lazım. Şöyle bir düşündüm; "bunu Türkiye’de kim araştırabilir, cesaretle üstüne gidip, olayı çözebilir" diye. Tabii ki, aklıma araştırmacı-gazeteci Uğur Dündar geldi. Açıp ona ilettim. Sonra olaylar gelişti. Uğur Dündar, gerekli araştırmalarını yaptı. Belirli konulara ulaştı. Ama Uğur Dündar, bu raporu eline geçiremedi.
1952 Ergani doğumlu Aziz Yıldırım, 1971’de askerlik yoklamalarına başlıyor. Okul dolayısıyla başka sebeplerden tecil oluyor. 1983’te artık iş üst sınıra gelip, askere gidecekken bu yıl, yani 1983’te İzmir Askeri Hastenesi’ne bir dilekçe veriyor. Burada "sağ kalça çıkıklığı nedeniyle bacak kısalığı" cümlesi var. Uğur Dündar bunu resmi makamlara onaylatıyor. Yalnız söylediğim gibi raporu eline geçiremiyor...
Şimdi burada şöyle önemli noktalar var. Aziz Yıldırım’ın hakikaten kalça çıkıklığı vardır. Bir bacağı kısadır. Ve raporu alıp askerliğini yapmamıştır. Bu da çok doğaldır. Aziz Yıldırım’ın hakkıdır. Zaten böyle ortopedik rahatsızlığı olan bir insanın askere gitmesi de mahsurludur. Veya Aziz Yıldırım’ın o devirde bir sakatlığı vardır, bu sonradan olmuştur veya önceden vardır. Duruma göre bu zamanla geçebilir sakatlıktır. Veya kalıcıdır. Buna ancak raporu gördükten sonra tıp uzmanları karar verir. Bize bu konuda ahkam kesmek düşmez.
Bırakın Aziz Yıldırım’ın askerlik yapıp, yapmamasını, Tümer Metin’in Beşiktaş’tan Fenerbahçe’ye geçmesinde bile bu askerlik bıdı bıdıları konuşuluyor.
Aziz Yıldırım’ın 17-18 Haziran tarihinde yapılacak olan kongrede Fenerbahçe Başkanlığı’na adaylığını koyup koymamasından daha önemli olan, bu sorunu Türk milletine açıklaması. Aziz Yıldırım’ın bir basın toplantısı düzenleyip bu askerlik sorununun bütün mecralarını en ince noktalarına kadar Türk kamuoyuna açıklaması gerekir. Çünkü bu bırakın rakiplerini, kendisi için de çok önemlidir. Eğer bunu açıklamazsa bu sakız herkesin ağzında her gün çiğnenecek. Balonlar patlatılacak. Bu işin en doğrusunu da Aziz Yıldırım söyleyecektir ve açıklayacaktır zannediyorum.
Mesala bana sorsalar; "ey Erman Toroğlu, Türk milletinin çok önem verdiği bu kutsal askerlik görevini nerede yaptın?" diye... "4 aylık Tuzla Piyade Okulu’nda dağlarda tepelerde tatbikat yaparak geçirdim. Hatta ve hatta zaman zaman yılan bile tuttum. Ondan sonra da çektiğim kura ile Gölcük Ana Üs Komutanlığı’nda şerefli Türk askerliğimi yaptım" derim, göğsümü gere gere... Ve "vatana olan askerlik borcumu ödedim" derim. "Şu anda da bir savaş olsa seve seve tekrar silahımı alır, vatanım için çarpışırım" derim...
Bakınız, son olarak gene net bir biçimde söylüyorum. Aziz Yıldırım’ın böyle bir ortopedik rahatsızlığı varsa ve bu her gün böyle çiğnenecekse son derece yanlıştır ve haksızlıktır. Bütün bunlara son vermek de, bıçak gibi kesip atmak da kimsenin değil, Aziz Yıldırım’ın elindedir.
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2006
Milli Takım top yekün değil, yavaş yavaş şırınga edilerek değiştirilir. Yani ufak ufak montajlarla. Ersun Yanal, Fatih Terim’in bu yaptığının çok daha mantıklısını, Dünya Kupası elemelerinde ortaya koydu. MİLLİ Takım deneme tahtası değildir. "Milli Takım’da gençleştirme" diye bir kavram da olmaz. Bulunduğu yıllar içinde en başarılı futbolculardan oluşan Milli Takım yapılır. Kiminin yaşı 20, kiminin 22, kiminin de 33 olabilir.
Adam koşuyor ise, mücadele ediyor ise niye Milli Takım’dan çıkarılsın. Veya yeni Milli Takım yapılıyor diye niye millet uyutulsun. Milli Takım top yekün değil, yavaş yavaş şırınga edilerek değiştirilir. Ufak ufak montajlarla.
Ersun Yanal, Fatih Terim’in bu yaptığının çok daha mantıklısını, resmi müsabaka yaparak Dünya Kupası elemelerinde ortaya koydu. Yavaş yavaş da meyvayı toplamaya başlamıştı. Ama ne yazık ki, sil baştan bu günlere geldik.
Aynen Aziz Yıldırım gibi. "2007’de dünya devi olup, Avrupa’yı titreteceğiz" diyordu. Belki de 2006-07’de önelemeyi geçemezlerse, Avrupa’da bile olmayacaklar.
Rıdvan Dilmen gitti, Aziz Yıldırım kaldı. Mustafa Denizli gitti, Aziz Yıldırım kaldı. Christoph Daum gitti, belki yine Aziz Yıldırım kalacak. Teknik direktörlerle oyuncaklar gibi oynandı. Hep onlar tu-kaka oldu. Şampiyonluk geldi mi Aziz Yıldırım başarılı, şampiyonluk gitti mi teknik direktörler kabahatli oldu.
Diyorlar ki, "Fenerbahçe’de başkan adayı çıkmıyor..." Nasıl çıksınlar. Aziz Yıldırım "Bıraktım" diyor, bir bakıyorsunuz. Dışardan emirler yağdırıyor. Kulübün ne kadar borcu, ne kadar alacağı var kimse bilmiyor.
Zaten "istifa edeceğim" konuşmasında bile aday olacaklarla hesaplar konusunda gizli toplantı yapacağını söyledi. Bu gizliliği Fenerbahçe taraftarı, kamuoyu ve ben bilmiyorum.
Daha önce nerelerdeydiniz
GEÇEN gün bir gazetede okuyorum... İki tavuk üreticisi yeni bir tavuk ürünü piyasaya sürmüşler. Ama fiyatı biraz pahalıymış.
Olsun... Bu tavuklar artık 38 günden evvel kesilmeyecekmiş. Bu tavukların gözüne gündüz zannetmesinler diye 24 saat ışık verilmiyormuş. Yani hayvanlar geceleri uyuyormuş.
Hayvanları belli santimetrelerde yatırmayıp, daha rahat yerlerde istirahat ettiriyorlarmış.
Bu hayvanları gün ışığına çıkarıp, otlatıyorlarmış. Mümkün olduğu kadar yabancı maddeler ve antibiyotikler vermiyorlarmış.
Sevgili okuyucular, hani meşhur bir şarkı vardır... "Daha önceleri nerelerdeydiniz" diye...
Olsun ben mahkemelerde sürüneyim. Türk halkı için helal olsun...
Aynen devam
DÜN üreticilerle ilgili olarak Antalya’da mahkemedeydim. 6 Mayıs 2006 tarihindeki Akdeniz Meydan Gazetesi’ni getirdiler, verdiler. "Toroğlu bile gık diyemeyecek..." diye koca bir başlık gördüm.
Antalya Merkez İlçe Örtüaltı Sebze Üreticileri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Bilal Özgür, kaliteli ve dünyanın kabul ettiği standartlarda üretim yapılmasıyla ne Rusya, ne Avrupa, ne de Erman Toroğlu’nun gık diyemeyeceğini ifade etmiş.
Sayın başkan... Benim de yıllardır zaten söylediğim bu... Hem ihraç, hem yurt içinde satılan ürünlerde, hormon ve zirai ilaç kullanımında bir disiplin gelsin istiyordum. Bozukluk olmasın diyordum.
Bütün bunlar Türk insanının ve Türk üreticisinin lehine olan konuşmalar ve girişimler. Tebrikler, aynen devam...
Protesto böyle olur
GGEÇEN hafta içinde Ankara- İstanbul arası uçacağım. THY’nin saat 17.00’de kalkacak uçağına tüm yolcular 16.45’te alındı. Yani kalkış saati gelince kapılar kapanacak ve havalanacağız. Ama 17.10 olmuş ve hala uçak hareketsiz. Yolcular sinirden patlayacak durumdalar.
O sırada uçağın içinde bir haber yayılıyor. Maliye Bakanı Unakıtan’ın eşinin beklendiği dilden dile dolaşıyor. Nitekim kapıda bayan Unakıtan görünüyor. O sinirle hostesleri azarlayan uçak yolcuları ne yapacak diye merakla bekliyorum.
Aniden bir alkış tufanı kopuyor. Uçak yolcuları topyekün protesto ediyorlar. Bayan Unakıtan da ayağa kalkıp, yaşlı babasının hasta olduğunu belirtiyor. Uçak yolcularından anında cevap geliyor.
- Hanımefendi 40 dakika sonra 18.00 uçağı var. Onu bekleseydin.
Türk insanı artık yavaş da olsa, tepkilerini dile getirmeyi öğreniyor.
Nobre ve Tümer
BEŞİKTAŞLILAR Marcio Nobre için söylemediklerini bırakmadılar. Kendini ikide bir yere atan, frikik ve penaltı kazandırmak için çaba harcayan Nobre için "Emek hırsızı" yorumlarını yapıyorlardı.
Hatta ve hatta ileri gidip, "Fenerbahçe bu Nobre’yi göndersin" ifadesini de kullandılar. Sonra ne oldu, o Nobre’yi Beşiktaş transfer etti.
Tümer Metin ise "Yurt içinde Beşiktaş’tan başka yerde oynamam. Askerlik sorunum var. O yüzden yurt dışına gideceğim" demişti. Bir de baktık ki, Tümer bir anda Fenerbahçeli oldu. Her halde Tümer askerliği ile ilgili bazı sorunları çözdü ki, veya söz aldı ki, Fenerbahçe’yi seçti.
Aziz Yıldırım, askerlik yapmakla ve yapmamakla ilgili problemleri çok iyi bildiği için Tümer de Fenerbahçe’yi o yüzden tercih etmiştir herhalde.
Başarının karşılığı!
SEN bunu hakettin Bülent Tulun... Çalıştın, çabaladın, futbolcu ile yattın kalktın. Gereğinde ağabeylik yaptın. Gereğinde otoriteni kullandın. Sonunda başarılı oldun. Başarılı olmanın mükafatını da gördün.
Yazının Devamını Oku