Beşiktaş’ın bir kısım seyircisi kulüpteki yönetimi de değiştiriyor, başkanı da, futbolcuyu da, teknik direktörü de... Beşiktaş o kadar demokratik, halka açık bir kulüp ki, taraftar karar veriyor, olay şıp diye bitiyor.
YOULA, Ailton, Adem, Veysel, Çağdaş... Sırada Tümer Metin var. Medyadaki kulüp yazarları, bu futbolcuların hiçbirine hak vermiyorlar. Sıkıysa versinler. Hep futbolcular haksız, seyirci haklı. Beşiktaş’ın bir kısım seyircisi kulüpteki yönetimi de değiştiriyor, başkanı da, futbolcuyu da, teknik direktörü de... Yani Beşiktaş o kadar demokratik, halka açık bir kulüp ki, taraftar karar veriyor, olay şıp diye bitiyor. Şu andaki yönetim, bu taraftara karşı gelemez. Çünkü onları getiren bunlar. Onlara karşı bu işi yapmak veya onların istediklerini yapmamak gibi bir düşünce kesinlikle olamaz.
Seba düzeltmişti
1970’li yıllarda aynı tablo vardı, gittikçe de tehlikeli bir duruma geldiler. O zamanlar yönetici olanlardan bazıları maç çıkışlarında kendi takım futbolcularını döverlerdi. İş Süleyman Seba başkan olana kadar devam etti. Seba, Beşiktaş’ta çok şeyi düzeltti. İşinden emekli olduğunda, ayın 20’sinden sonra kahveye gidemezdi. Çünkü, etrafına çay-kahve ısmarlayacak parası yoktu. Sadece emekli ikramiyesi vardı. Ama bazı aklı evveller der ki: "Süleyman Seba bir memurdu. Kendi parası da maaşıydı. Vizyonu yoktu. Kulüp başkanları paralı olmalı."
Beyler, vizyonu yok dediğiniz, parası yok dediğiniz Süleyman Seba, şu anda üzerinde büyük kavgalar verilen, büyük rantı olan Fulya’yı, Çilekli’yi Beşiktaş’a kazandıran adamdı. Transfer yaparken kılı kırk yarardı. Kendi parası nasılsa, kulübün parasını da öyle harcardı. Hem de çok cimri bir biçimde...
Vardar doğru söylüyor
Gelin bakalım şu anda Beşiktaş’ın borcu ne kadar? Fulya üzerindeki gelecek paralarla Beşiktaş’ın borcu sıfırlanmak isteniyor. Yönetici olması sakıncalı insanlar yönetim kuruluna giriyorlar.
Aslında Beşiktaş’ta son zamanlardaki en iyi cümleyi Sinan Vardar’dan okudum. "Futbol kulüplerini yöneticiler değil, futbol adamları yönetmeli" diyor. Bu cümle bile Beşiktaş’taki durumu bence izah ediyor.
Bu çifte standart niye?
İKİ kulüp inatlaştı, ortada Deniz Barış yandı. Bu konuda G.Birliği yüzde yüz haklı. F.Bahçe gereksiz yere işi uzatıp o parayı vermemeye kalktı. Deniz Barış da bunu net bir biçimde biliyor. Ama işte sonunda olan kendisine oluyor. Federasyon da son verdiği kararda hatalı. Taraflardan birinin itiraz hakkını öldürüyorsun veya kasıtlı olarak o saatte bunu açıklıyorsun.
Art niyet var mı, yoksa tesadüf mü, tartışılır. Ama G.Saray-Diyarbakır maçını Diyarbakırspor’a sormadan, Diyarbakır’ın isteklerini göz önünde bulundurmadan, İzmir’e almak, orada bile stada giren seyirci ile satılan bilet arasındaki orantısızlık, Diyarbakırspor’a ikinci bir darbe oluyor. Nasıl F.Bahçe gidip Manisa’da oynamalıysa, G.Saray da Doğu’ya yakın bir yerde oynayabilirdi. Adana’da, Kayseri’de oynayabileceği gibi. Bu karar böyle çıkınca bu sefer öbür karar hakkındaki tarafsızlık da güme gidiyor.
Muskalar ve günahlar
HURAFEYE hiç inanmam. Büyüye de inanmam. Kurşun döktürmeye inanmam. Bazı Afrikalı takımlar Dünya Kupaları’nda büyücülerini de yanlarında götürüyorlar. Maça çıkmadan evvel ayinler yapıyorlar. Peki bizde acaba bazı şeyler oluyor mu? Bizde de rakip takımın maçtan evvel soyunma odasına girip, sandalyelerin altına okunmuş kağıtlar yapıştırılıyor mu? Veya çimi düzeltmek için sahaya giren birisi hakem saha ve başlama kurasını attıktan sonra rakip takımın kalesinin içine girip çimi düzeltiyormuş gibi yapıp, çimin altına okunmuş muskayı koyuyor mu? Aynı kağıt bu sefer ikinci yarı rakip kalenin içine konuyor mu? Bunları idareciler mi yaptırıyor, yoksa onları birileri telkin ediyor mu? "Bunlara inanırsanız, yapılanlar tutar. İnanmazsanız tutmaz" diyorlar. Şu ana kadar yapanlar tutturdular mı, tutturmadılar mı çok merak ediyorum. Muskaları ve günahları boynuna.
O kelle kimin?
GEÇEN hafta Gündüz Tekin Onay bir yemek verdi. Yemekte Haluk Ulusoy’un bir cümlesi kafamı karıştırdı. Bize verilen ceza için FIFA’yı suçluyor. Ve diyor ki: "Kelle istediler, vermedik.Ondan bu cezayı verdiler." Yemekte olmadığım için buradan soruyorum:
"Sayın Ulusoy, kimin kellesini istediler?Neden istediler? O kelleyi verseydik, cezadan yırtar mıydık? O kelle işin başındaki kelle miydi? Hedef gösteren kelle miydi? İşin içindeki kelle miydi? O kelle suçlu muydu, suçsuz muydu? Eğer suçluysa, olayların çıkış noktası o kelleyse, niye vermedik? Eğer suçsuzsa, niye bu kadar yüklü ceza yedik? Günah değil mi bu ülke insanına? Eğer bir kelle yüzünden 70 milyon kelle mahkum olacaksa ve sizin de mantığınız buna basıyorsa o zaman pardon derim. Çünkü benim kellem basmıyor da ondan sayın Ulusoy."
FIFA Tahkim Kurulu’nun kararından sonra Federasyon Başkan Vekili Affan Keçeci, "Cezanın alınmasından bugüne kadar geçen süreçte bu konuya sebep olanları vicdanları ile baş başa bırakmak istiyorum" diyor. Sayın Keçeci, bunlar kim? Şu anda bunlardan sizinle çalışanlar var mı? Yoksa istifa edip gidenlerden mi bahsediyorsunuz. Kim bunlar?
Nerede küfüre tepki
AZİZ Yıldırım’ın statlardaki küfür konusundaki titizliğine katılmamak mümkün değil. Bu mücadelede sonuna kadar da yanında olurum. Ama Aziz Yıldırım’ın kendi yöneticisi İlhan Ekşioğlu’nun Lig TV muhabiri Deniz’e ve akabinde Lig TV’ye ettiği küfürü ve haberini duymayan ve okumayan kalmadı. Şu güne kadar da F.Bahçe yönetiminden, İlhan Ekşioğlu’ndan ve Aziz Yıldırım’dan en ufak bir tepki yok, özür yok. Deniz’in annesi ile sülalesi veya Lig TV’nin sülalesi hepimizin annesi ve sülalesi kadar değerlidir? Değil mi? Ne dersiniz?
Helal olsun o yolcuya
İKİ hafta önce bir akşam üstü İstanbul’dan Ankaraya THY ile uçacağım. Yarım saat CIP’teyim, yarım saat önce uçağa çağırdılar. Uçağın kalkma vakti geldi, kapılar kapanmadı. Uçağın bagaj kapıları da çoktan kapanmıştı. Uçağın kalkış saatinden yaklaşık 20 dakika sonra kapıda CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve ekibi belirdi. Büyük bir hava ve eda ile yerlerine oturdular. İki dakika sonra bu sefer Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak içeri girdi. Ve uçak takriben yarım saat gecikmeyle körükten ayrıldı. Orta sıralardan, orta yaşlarda bir yolcu, öne gitti, Deniz Baykal’a hitaben, "Siz, muhalefet lideri olarak halkın menfaatlerini koruyorsunuz. Ama bu kadar insanı uçakta bekletiyorsunuz. Herkesin işi gücü var" gibi cümleler sarfetti.
Ve geldi yerine oturdu. Bu sefer o gruptan bir milletvekili, orta sıralarda oturan yolcunun yanına gelerek, "Siz yanlış adrese gidiyorsunuz, biz çok evvel VIP’e geldik, oturduk. Ama bizi yeni çağırdılar, geç kalmanın da sebebi biz değiliz" dedi. Yolcu da, "Siz zamanında gelip otursaydınız, o zaman hedefin kim olduğunu daha iyi anlardık" karşılığını verdi. Bütün bunlar olurken uçaktaki diğer yolcuların o yolcuya verdiği destek mükemmeldi. Artık yavaş yavaş tavır koymaya, halk olarak, kişi olarak hakkımızı aramaya başladık. Helal olsun o yolcuya.