- Dün dolar kuru 2.70 TL’yi aştı. Merkez Bankası yeni reel kur endeksi açıklayıp 2.65 seviyesini normal ilan ederek hata yaptığını anladı mı bilmiyoruz ama “sözlü müdahale” ile alacağı kararı önceden duyurup kuru durduramayacağını herhalde görmüştür. FED’e ilişkin beklentinin yanında siyasi ve ekonomik yönetime duyulan güvensizliğin artması kurun durdurulmasını önlüyor.
- Dün açıklanan işsizlik rakamlarına göre oran yüzde 11.3’e yükseldi. Geçen yılın aynı dönemine göre 1 puanlık artış kaydedildi. Mevsimsel etkilerden arındırıldığında durumun iyi olduğunu söyleyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in mevsimsel etkilerden kaynaklanan düşüşler yaşandığında bu hatırlatmasını duymamıştık. Evet, mevsimsel olarak yüzde 10.3’e düştü ama üretim verileri işsizlik oranlarındaki artışın her bazda yükseleceğini gösteriyor.
- Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dün ocak-mart dönemi bütçe rakamlarını açıklarken Mart ayında bütçenin 6.8 milyar TL açık verdiğini, ilk 3 aydaki açığın 5.4 milyar TL olduğunu söyledi. Bu dönemde bütçe gelirlerindeki artışın yüzde 8.2’de kaldığını kaydetti. İlk çeyrekte dönemsel bozulma olduğunu kabul ederken, içtalebin artmaya başlayacağını, hedefler içinde kalınacağını söyledi.
- Artışını sürdüren özel sektör uzun vadeli dış borç stoku ocak ayında 164.1 milyar dolar iken şubat ayında 165 milyar dolara yükseldi. Türkiye’nin kısa vadeli dış borç stoku ise, 132.8 milyar dolardan 131 milyar dolara geriledi. Bu vadesi dönen kısa vadeli borçların çevrilmesinde sorun olduğunu da gösteriyor.
- Yine dün Milli Piyango İdaresi’nin özelleştirmesinde kazanan firma, kurdaki artışlar nedeniyle, verilen uzatma süresi dolmasına rağmen, parayı yatıramadı.
Tüm bunlar sadece dünün haberleri. Uluslararası camiadan gelen uyarıların artmasını, Ermeni meselesinde dozu çok artan uluslararası tepkileri, cari açık küçülüyor ama finansmanı sıkıntılı derken, cari açığın yeniden büyümeye başlamasını ve birçok görünüme ilişkin olumsuzlukları ekleyebiliriz.
Tüm bunlar epey önceden ipuçları görülen gelişmelerdi. Asıl sıkıntı büyümenin düşmesiyle yani pastanın küçülmesiyle başladığını söyleyebiliriz. Pasta ise uluslararası gelişmelere duyarsız kalan kötü yönetim nedeniyle artık küçülüyor.
Dün Soma kazası nedeniyle açılan davanın mahkemesi başladı. Bu mahkeme nedeniyle, bir süre tartışıp yine unuttuğumuz Soma kazasını tekrar hatırlamakta fayda var. Ben de Soma kazası unutturulmamalı diyenlerdenim.
Unutturulmamalı; çünkü bu kaza Türkiye’deki siyasi parti düzeninden kamu yönetim sistemine, devlet-birey ilişkisinden uygulanan ekonomik sisteme kadar o kadar çok tartışılması gereken sorun olduğunu ortaya koyuyor ki.
Bu sorunlar ciddi biçimde tartışılıp çözülmediği takdirde milli irade de, vatandaşlık hakkı da, çağdaş ekonomik düzen de, güçlü devlet olmak da sadece lafta kalan demagojik sloganlar olarak kalmaya devam eder.
Dünkü dava bize bir kez daha gösterdi ki; bu kaza nedeniyle yargılanan bir kamu görevlisi bile bulunmuyor. Yetkililer hakkında soruşturma ve sorumluluk aranmasına ilgili Bakan tarafından izin verilmedi. Davayla, konuyla ilgili herkes ilgili kamu görevlileri yargılanmadığı takdirde bu sorunun çözümünün mümkün olamayacağı konusunda hemfikir. Bakan kamu görevlileri için izin vermeyerek, aslında işin kendisine gelmesini de engellemiş oldu.
Bir başka deyişle; o dönemin bütün maden ruhsatlarını bizzat veren dönemin Başbakanı için bir şey yapılamadı. Maden İdaresi yönetimini atayan, teknik donanımı yüksek kişiler yerine partiye yakın, işi bilmeyen, donanımı ve liyakatı olmayan kişileri atayan, çalışan madenlerin denetimini yapan birim yetkililerini atayan ilgili Bakan da aynen yerini koruyor.
Teftişe gönderip ek gelir sağlayan kendi birimindeki elemanlardan bile, tarikat derneğine para alıp defterine işleyen, bütün madenlerin işletilmesinden kamu görevlisi olarak sorumlu olan genel müdür ve bakanlık yöneticilerine de bir şey olmadı. Madene gidip burada kömür çıkarılmaya devam edebilir diye rapor veren müfettişler de yine teftişlerine devam ediyor.
Sorumluluk sadece bunlarla sınırlı değil ki; sadece ölen işçilerin yakınlarına biraz maddi olanak sağlamakla yetinen TBMM üyeleri, özellikle de AKP milletvekilleri de sorumlu. Ne iş sağlığı ve güvencesi için durumu düzeltecek bir şey yapılmasına, ne de facianın nedenlerinden olan taşeronluk uygulamasının değişmesine ilişkin bir şey yapmadılar. Gelen önerileri de reddettiler.
Kuralın olmadığı ortada ve Babacan bence bu açıdan çok haklı.
Babacan zaten hep ekonomide kurumsallaşmadan yana tavır koydu ama şimdi niye böyle bir şey söyleme gereği duydu?
Başbakanın ve Babacan’ın son açıklamalarını bir araya getirince aslında niyet anlaşılıyor. Başbakan Davutoğlu, kişilerin önemli olmadığını, ekonomide sağlanan başarıyı bir ekip olarak sağladıklarını söylemeye başladı. Belli ki Babacan’dan da, “başarı kişinin değil” açıklamaları yapması istenmiş.
Çünkü AKP yönetimi de görüyor ki; Babacan’ın ardından ekonomik istikrarı koruyacakları konusunda ciddi endişe doğdu. Özellikle Cumhurbaşkanı ile Merkez Bankası arasındaki son tartışma, zaten bu yönde varolan şüpheleri kesinleştirdi. Özetle; iç ve dış piyasalarda Babacan’ın bakanlığı sona erdikten sonra çağdaş bir ekonomi anlayışından artık uzaklaşılması bekleniyor.
Yeni yönetimde adı geçenler piyasaların neden endişelendiğini ortaya koyuyor.
Babacan’ın ardından ekonomi yönetimine geleceği söylenen isimlere bakalım...
Son günlerde AKP kulislerinde çok yoğun biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olacağı konuşulmaya başlandı. Albayrak’ı iyi tanımıyoruz; bilgimiz köşe yazıları ve Erdoğan’ın danışmanlarıyla aynı görüş ve eylemler içinde olduğuna ilişkin söylentilere dayanıyor. Aslında yazdıkları da bu yakın ilişkiyi teyit ediyor.
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın hafta başında bir araya geldiği banka genel müdürlerine, “Kur seviyesi iyidir, ne aşırı değerli ne de değersiz” mesajını verdiği konuşuluyor.
MERKEZ Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın hafta başında toplantı yaptığı banka genel müdürlerine “mevcut kur seviyesi iyidir” mesajı verdiğini öğrendik.
Başçı toplantıda bankacılara reel efektif döviz kuruyla ilgili çalışmalarını yenilediklerini belirterek, yeni çalışmada ortaya çıkan rakamların TL’nin mevcut düzeyinin “ne aşırı değerli ne de değersiz” olduğunu gösterdiği, yani kurların mevcut seyri ile bir sıkıntıları olmadığını söylemiş. Merkez Bankası toplantı sürerken bir yazılı açıklama yaparak, yeni reel efektif döviz kuru çalışmalarını da kamuoyuna duyurmuştu. Açıklamada eski serilerde reel efektif döviz kuru endekslerinin ağırlık hesaplamasında 2006-2008 dönemine ilişkin ticaret akımları tüm endeks için kullanılırken, yeni endekslerde üçer yıllık dış ticaret verilerinin kullanıldığı, her bir dönem için hesaplanan ülke ağırlıkları kullanılarak oluşturulan endekslerin, zincir endeks yöntemi ile birleştirildiği açıklanmıştı. Toplantı hakkında bilgi veren bankacılar, Başçı’nın en önemli mesajının bu olduğunu, diğerlerinin bilindik olduğunu söylediler. Başçı’nın sunumunda çekirdek enflasyonun düştüğü, kredi artışlarının istedikleri düzeyde olduğu, iç talebin ılımlı seyrettiği ve bunun büyümeye katkı vereceği belirtildi. Bu konular hakkında sorularımızı yanıtlayan bir bankacı “Merkez Bankası da aslında mevcut ağır sıkıntıların farkında ama Başkan daha çok iyi yönleri ortaya koyup, sorunları yumuşatmaya çalıştığı izlenimi verdi” dedi.
Merkez Bankası’nın açıklamasında Başçı’nın bankacılardan dış borçlarını uzatmaya devam etmelerini istediği ve bunun büyümeye katkı vereceğini söylediği yazıyordu. Aynı bankacıya “Hazine borçlanamazken siz dış borç vadesini nasıl uzatacaksınız?” diye sorduğumda “Dediğim de o zaten; bu ortamda böyle bir şey yapılamayacağını Başçı da biliyor ama söylüyor” dedi.
Merkez Bankası’nın bir süredir piyasadaki para miktarını kıstığını ve Başçı’nın konuşmasından bunun bir süre daha devam edeceği izlenimini aldıklarını kaydeden bankacı, sorum üzerine seçim yaklaşırken bunun değişebileceğini bildiklerini söyledi. Son dönemde yüklü çıkışların durduğunu belirtip, asıl sorunun ise yeni döviz girişlerinin yokluğundan kaynaklandığını, bu durumu Başçı’nın da bildiğini ifade etti.
Yabancıların artık gelmemesinin nedenini ise hem içerde yaratılan tedirginlik, hem de büyüme oranlarının düşmesi olarak özetleyen bankacı, yabancı fonlar ve yatırımcıların tedirginliklerinin giderilemediğinin altını çizdi.
REEL SEKTÖRLE İLGİLİ DETAY ÇALIŞMA
Neden olarak özetle; “İyileştirmeler, yenilemeler, kapasite artırımı, yeni devreye girecek santrallerin bağlantı hattı çalışmaları nedeniyle 5 tane iletim hattının devre dışı kaldığını” söyledi.
Bu arada aynı açıklamasında teknik bir arıza olmakla birlikte bir işletim hatası da olduğunu kaydederek, TEİAŞ Genel Müdürü Kemal Yıldır’ın durumu kendi sorumluluğu sayarak istifa ettiğini de kaydetti.
Özetle büyük tepki çeken, tam bir fiyasko olduğu açık, ülke çapındaki elektrik kesintisinin faturası Genel Müdür Kemal Yıldır’a çıkarılmış oldu. Bir başka deyişle Yıldır “günah keçisi” ilan edildi. Bakan Yıldız ilgili daire başkanlarının da açığa alındığını kaydetti ama bu yetkililerin isimleri bile verilmedi, sadece Yıldır’ın adı verilerek istifası açıklandı.
Yıldır ise bu açıklamanın ardından yaptığı açıklamada tamamen teknik bir arıza, bir kaza olduğunu belirterek, Yük Tevzi bölümündeki arkadaşlarının kendisine de sormadan 4-5 hatta aşırı risk aldıklarını söyledi. Bakan da zaten, “arkadaşların aşırı güven veya aşırı risk almasından kaynaklandığını” belirtmişti.
İşin özüne baktığınızda teknik ve yönetim hatalarının yapıldığı ortada. Genel Müdür altındaki kişilerin yaptığı hataların sorumluluğunu üzerine alarak, pek rastlamadığımız bir yöntemle, istifa yolunu seçti. Başka bir açıdan bakarsak; Genel Müdür de Bakanın altında görev yapıyor ama hata zinciri belli ki siyasete yansıtılmadan orta kademe kesilmek istenmiş ve istifa o noktada gerçekleşmiş...
Yapılan açıklamaların detaylarına baktığınızda Genel Müdürü günah keçisi ilan ederek, elektrikteki, toplam enerjideki sorunların giderilmeyeceğini, işin sistematiğinin eksik ya da yanlış kurulduğunu, yanlış yönetildiği de gözüküyor.
Gerçekten çok teknik bir iş ama yapılamayacak yönetilmeyecek bir iş de değil. Aslında Yük Tevzi’dekilerin tek başına kararlarına bırakılmayacak kadar karmaşık ve otomatik olarak düzenlenmesi gereken bir iş olduğu kesin. Öyle bir sistem kurmanız gerekir ki; Daire Başkanı ya da Genel Müdürün inisiyatifine kalmadan, böylesine bir dengesizlikte otomatik olarak kendini düzeltebilmeli.. Zaten sistemin bir bölümü böyle işliyor ama bakımdaki iletim hattı ya da santral varken karar kişilere kalıyor denmemeli, böyle bir risk alınması sistematik olarak engellenmeli.
Sonuncusu geçen haftaki popülist yanı ağırlıklı bir paketti. İş dünyası son teşvikler için cılız bir destek açıklaması yaptılar, emekliler CHP’nin 2 maaş ikramiye taahhüdünün ardından 100 TL zam haberine pek sevinmediler.
Özetle; hükümet haftada bir paket açıklasa bile, artık etkisi olmuyor. Paketlerin içeriğinden açıklanma şekline, teknik yetersizliğinden genel havanın bozulmasına kadar, başarısızlığın bir çok nedeni var. Ayrıca şimdiye kadar seçim ekonomisi uygulamadığı için piyasaların güvenini kazanan iktidar, son açıklamalarıyla bu algısını da bozmaya başladı. Açıklanan paketlerin ve teşviklerin içeriğinde iyi önlemler var ama yetersiz ve her şeyden önce vizyon eksikliği açıkça seziliyor. Teknik yönü çok zayıflayan bürokrasi, tüm talepleri karıştırınca ortaya zaten karışık bir metin çıkıyor.
Başbakanın her paketi bakanları yanında bizzat açıklaması, gereksiz detaylara girip işin özünü kaydırması, siyasi konuşmalarındaki gibi, “kararlıyız”, “hiç tereddüt etmeyiz” “kimsenin şüphesi olmasın” sözlerini sürekli tekrarlaması metinlerin de etkisini azaltıyor. Belki Ali Babacan aynı şeyleri açıklasa, bundan çok daha etkili olabilirdi...
Ancak teşvik ve açıklanan paketlerin etkili olamayışının asıl nedeni güvensizlik. İşaleminde ve toplumda öyle genel bir güvensizlik havası oluştu ki; radikal partililerin dışındaki herkes bu kötüleşen havayı görüyor ve hissediyor. Siyaseten yaratılan kutuplaşmanın artık bıkkınlık noktasına geldiği gözlenirken, hükümet ekonomik açıdan da ileriye dönük umut veremiyor. Güçlü AKP iktidarı çıktığı takdirde; Başkanlıkta ısrar edilerek huzursuzluğun artırılacağı ekonomide mesnetsiz, maceracı yollara sapılacağı konusunda ciddi kuşku var. Özetle; içerik zayıf ama güvensizlik varken, hükümet ne açıklasa etkili olamaz.
GÜVEN GEREKİYOR…
Türkiye tarihinde ilk kez yaşanan bu olay, bir faciadır. Ama doğal afet gibi kontrolü olmayan değil, yetersiz yönetimden kaynaklanan bir facia...
Her şeyden önce; kesintinin nedeni, bu satırlar yazılana kadar, yani 30 saat geçmiş olmasına rağmen hala açıklanmamıştı. Eğer elektriği yönetenler, sorunun kaynağını üzerinden 30 saat geçmesine rağmen bulamamışlar ise, zaten iş vahim. Nedeni buldular da açıklamıyor, işin soğumasını, beceriksizliklerinin unutulmasını bekliyorlarsa, bu da vahameti artırır.
Özetle; yönetimin hem beceriksizliği hem de halka olan saygısızlığı, bu kadar uzun süre geçmesine rağmen açıklama yapılmayışıyla zaten açığa çıktı. Sorumlu kişi ve kuruluşlar bir açıklama yapmadıkları için, yapılan spekülasyonların sayısı da sürekli artıyor. Yani halka saygıları yoksa bile, bari çıkan sorunu iyi yönetebilmek adına, biran önce açıklasalar….
Senaryolar çeşitli ama bence buluştukları nokta elektriğin yönetilememesi. Bakan ve Başbakan sürekli olarak arzda, yani üretiminde bir sıkıntının olmadığını söylediler. İyi de, elektrik işi sadece üretmekle olmuyor ki, dağıtımı da, satışı da yönetmek gerekiyor.
Çok belli ki üretim değil ama dağıtımda, iletimde sıkıntı var. Enerji Bakanlığı’na bağlı TEİAŞ enerji güvenliğini sağlamak, depolanamadığı için de, elektrik talebine göre elektrik arzını dengelemek zorunda. Bunun teknik bir iş olduğu, hassas dengeler üzerinde sürdürmek gerektiği, Avrupa sistemine entegre olduğumuz için belirli frekans standartlarının altında ya da üstünde sistemin çökeceği, zaten biliniyor. Standartlarda süreklilik sağlamak için de geliştirilmiş mekanizmalar var; yeterli arz olmazsa yedekte tutulanlarla denge sağlanıyor, talep düşerse arz kısılıyor. Olmadı, içeride dönem dönem yapılan bölgesel kesintilerde olduğu gibi, talebi zorla kısıp standartlarda kalıyorsunuz.
Elinizde tüm bu argümanlar ,dengeleme mekanizmaları varken, frekansı yüzde 49.5’in altına indirmemeniz lazım. Avrupa bir gün öncesinde frekans düştüğü için enterkonnekte sisteme red vermişken, ertesi gün bunu göre göre frekansı en azından yüzde 49,5’a çıkaramıyorsanız, zaten işinizi yapmıyorsunuz demektir.
EKONOMİDE TIKANMA VE KADROLAŞMA SORUNU
Bir süredir yüzde 2.7 gibi bir büyüme oranı bekleniyor ama oran daha düşük gelirse, belli ki piyasada tedirginliği artıracak
Bakanların da açıkladığı gibi; bu yılın ilk çeyreğine ilişkin büyüme rakamları daha da kötü. Dün açıklanan güven endekslerinin son bir ay içinde bile çok hızlı gerilemiş olması büyüme oranlarındaki düşüşü teyit eder nitelikte. Mart ayında ekonomik güven endeksi, şubata göre yüzde 15.4 oranında azalıp 74.85’e geriledi. Tüketici güven endeksi aynı dönemde yüzde 5.4 oranında azalarak 64.39’a, reel kesim güven endeksi yüzde 3 azalarak, 100.9’a düştü.
Büyüme oranlarının aşağı gelmesi sonucu cari açık rakamları da geriliyor. Geçen yıl bu dönemde aylık 5-6 milyar dolarlık cari açık veren ekonomi, son dönemde aylık 2-3 milyar dolarlık açıklara indi. Üretim yapısını gözönünde tutarsanız, bu bile tek başına büyümedeki gerilemeyi ortaya koyan bir rakam. Büyüme oranları geriliyor, cari açık rakamları azalıyor ama açığın finansmanı, eski yüksek seviyelerdekine kıyasla, şimdi çok daha zorlaştı. Bunun sonucu da zaten kurlar hızla yükseldi. Daha az açığa rağmen, yabancı sermaye girişi çok azaldığı için, doğal olarak kurlar yukarı gitmeye devam edecek gözüküyor.
Farkındaysanız; bu tablo, ekonominin bir sıkışmaya, kısır bir döngüye doğru gittiğinin de somut bir göstergesi. Ekonomi büyümüyor, işsizlik artıyor, aynı zamanda kurlar da yukarı gittiği için varlık değerleri hızla eriyor, enflasyon baskısı yeniden yükseliyor. Sabit ve dar gelirli başta olmak üzere, vatandaşların tümü için ekonomik sıkıntı başladı, bu sıkıntı giderek somutlaşıyor..
Son bir-iki aylık tabloya baktığınızda bile bu kötü gidişin hızını görebilirsiniz.Peki, bu noktaya nasıl geldik derseniz, kabaca; kötü yönetim diyebilirim. Göz göre göre geldik; çünkü FED’in faiz artırım süreci, dolayısıyla yabancı sermaye girişlerinin azalacağı biliniyordu. Kötü yönetim; çünkü hem bu döneme hazırlık yapılmayıp, üstüne vahim yönetim hataları gerçekleşti. Küresel gelişmelere, para politikaları konusunda kalıcı hasar bırakan müdahalelerin eklenmişi kötü gidişi artırırken, büyüme oranlarındaki düşüş de işin tuzu biberi oldu. Özetle; Türkiye’nin artık yabancılara satacak bir hikayesi yok, zaten küresel bazda daralan yabancı sermaye de, başka ülkelere gitse bile, Türkiye’ye artık gelmiyor.
KUR İNSE ÇIKIŞ HIZLANACAK