CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün seçim vaadi olarak sunduğu ‘Mega Kent’i sivil toplumun geliştireceğini belirterek, “TİM-TOBB şu alanlara girelim dedikçe merkez kendi dinamiğiyle büyüyecek. Bu kentte bürokrasi olmayacak” dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun daveti üzerine, İstanbul’da ‘Yüzyılın Projesi’ adı verilen seçim vaadini kamuoyuna tanıttıktan hemen sonra kendisiyle Sabiha Gökçen Havalimanı’nda buluştuk. CHP bu seçimlerde son yıllarda alışık olmadığımız bir taktik uyguluyor. Daha önceki seçimlerde AKP ve zamanın genel başkanına eleştiriye yoğunlaşan CHP bu seçimde yapılanları kötülemek yerine yapacaklarını anlatıyor. Aslında kamuoyu nezdinde bu anlayışın daha çok ilgi gördüğünü söylemek mümkün. Sadece emekliye ikramiye ve 1500 TL’lik asgari ücretin haftalardır tartışılıyor olması bunun en büyük kanıtı. Tam da CHP’nin ekonomiyle ilgili vaatleri popülerliğini yitirmeye başlamıştı ki taktik olarak bu günlere saklandığı anlaşılan ‘yüzyılın projesi’ ortaya çıkıverdi.
Trabzon ve Karabük mitingleri için uçuş sırasında bu projenin ayrıntılarını Kılıçdaroğlu’na sorma fırsatı buldum. Öncelikle belirtmeliyim CHP Lideri bu projeye çok güveniyor. Yeni şehrin mevcut şehirlerden birinin geliştirilerek inşa edilmeyeceğini söylüyor. Bu durumda eğer CHP iktidara gelirse 82. ilimizin bu şehir olacağını söyleyebiliriz. Yer konusundaki sorum üzerine Kılıçdaroğlu, “Yerini sonra belirleyeceğiz. Ancak yeri siyasi kararla belirlenmeyeceğiz. Yurtiçi-yurtdışı yatırımcılar, üniversiteler, kamu ortak fizibilite yapacak. Amaca uygun en uygun yer neresi ise oraya kurulacak. Bu proje hazırlanırken partiden bir uzman grup üniversiteden hocalar vardı. Ek olarak bu konuda teknoloji konusunda birikimi belli işadamları ile de görüştük, çalışmaya kattık. Sivil toplum örgütleriyle önceden haber sızar diye görüşmedik. Ama bu işin içinde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) gibi kuruluşlar olacak” dedi. Mega kente valinin atanacağını ancak idarenin daha çok sivil toplumda olacağını belirten Kılıçdaroğlu, “Bu merkez il, gelişmeye açık olacak. TİM-TOBB şu alanlara girelim dedikçe merkez kendi dinamiğiyle büyüyen bir merkez olacak. Bürokrasi olmayacak. Dışarıda örneği olan özel kentlerden olacak. Avrupa’da böyle bir yer yok. AB zaten bunun için uygun da değil. Türkiye Avrupa’nın da kapısı olacak” diye konuştu.
Kılıçdaroğlu bu projeye sadece seçmenin değil dünyanın da ilgi göstermesini bekliyor. Projenin yabancı sermaye açısından kritik olduğunu belirten Kılıçdaroğlu bu konuda şunları söyledi: “Küresel üretim artık çok uluslu. Ayrı yerlerde üretimler yapılıp birleştiriyor. Türkiye bu merkezle bu küreselleşen üretimden pay alacak.”
Merkez Bankası dün yapılan Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında yine faizlerde bir değişikliğe gitmeme kararı aldı. Son dönemde Hükümetin faiz baskısı altında kalan ve buna göre davranan Merkez Bankası yönetiminin sıkıntısı, 7 Haziran’da yapılacak seçimlerin ardından, önemli ölçüde azalmış olacak. Merkez Bankası’nın asıl faiz kararını ise seçimden sonra, Haziran’da yapacağı PPK toplantısında, artık vermesi bekleniyor.
Son günlerde TL’nin bir ölçüde değer kazanmasına rağmen piyasalardaki tedirginliğin sürdüğü açık. Yani Merkez Bankası şu anda faiz artırmadan durumu idare etme imkanını kullandı. Ancak seçimden sonra çıkacak tablonun da etkisiyle piyasalardaki hareketlerin yeniden artması, dolayısıyla sadece kuru durdurmak için bile faiz artırmak zorunda kalabileceği belirtiliyor.
Bunun yanında Merkez Bankası’nın PPK kararı açıklamasında enflasyon konusunda daha öncekilere kıyasla biraz daha tedirgin olduğu da gözden kaçmadı. Karar metni büyük ölçüde Nisan ayındaki toplantı sonrası yapılan açıklamaya benziyor ama çekirdek enflasyon konusunda biraz değişiklik yapılmış. Geçen ayki açıklamada küresel piyasalardaki belirsizlikler ve gıda fiyatlarındaki artışlar, para politikasında temkinli duruşun devam etmesine gerekçe olarak sunulmuştu. Dünkü açıklamada, son Enflasyon Raporu’nda da yer alan, bu nedenlere ek olarak döviz ve enerji fiyatlarındaki oynaklıklar da enflasyona etki yapan unsurlara eklenmiş ve temkinli duruşun devam etmesi için sayılan gerekçelere eklenmiş.
Dolayısıyla Merkez Bankası yönetimi asıl görevi olan enflasyonla daha sıkı mücadele etme gereği doğduğunun farkında gözüküyor. Seçimden çıkacak sonuç ne olursa olsun, oynakların devam etmesi halinde, önümüzdeki ayki PPK toplantısında küçük de olsa faiz artışına gidebileceği tahmin ediliyor. Piyasalarda bu beklenti konuşuluyor ama yapılacak faiz artırımının boyutu konusunda, seçim sonrası yaşanacak siyasi gelişmelerin önemli rol oynayacağı, dolayısıyla şimdiden bir oran verilemeyeceği söyleniyor.
MERRİL LYNCH DE TÜRKİYE İÇİN UYARDI
Bu arada yabancı banka ve aracı kurumlardan Türkiye ekonomisine ilişkin uyarıcı mesajlar gelmeye devam ediyor. Financial Times’te yeralan “Türkiye’nin büyüme hikayesinin tehlikeye girdiği” biçimindeki yorum dün piyasalarda yoğun olarak konuşuldu.
BANKACILIK Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanlığı uzun zamandır vekaletle yürütülüyordu ve kimse genel seçimler tamamlanmadan yeni başkan atanmasını beklemiyordu. Aynen uzun zamandın boş olan Hazine Müstearlığı gibi, en az bir ay daha bu makamın boş kalacağı tahmin ediliyordu.
Üstüne üstlük, daha sonra vefat eden eski başkan ayrıldıktan sonra BDDK’ya öyle işler yaptırıldı ki; bir süredir vekalet eden kişinin ödül olarak bu göreve getirileceği konuşuluyordu.
Sürpriz biçimde geçen hafta BDDK Başkanlığı’na bir atama gerçekleştirildi. Bu göreve daha çok faizsiz bankacılık deneyimi bulunan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Kurul üyelerinden Mehmet Ali Akben getirildi.
Akben’in uzmanlığı ve deneyiminden ayrı olarak, neden şimdi atama yapıldığı da konuşulmaya başladı. Olası bir koalisyon ihtimaline karşı bu atamanın öne çekildiği de konuşulanlar arasında,
Bu arada Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarı üzerine bu kararmameyi hazırladığı da kulislerde konuşuluyor.
“Böyle bir kritik makam daha uzun süre boş kalmamalıydı” gerekçesi ileri sürülüyor. Ama bu makam zaten uzun süredir boştu ve örneğin çok daha kritik Hazine Müsteşarlığı gibi bir makam, çok daha uzun süredir vekaletle yürüyor.
Atamanın nedenine ilişkin tartışmalar bir yana, bence BDDK’nın Başkanı’nın verdiği ilk demeç, bu atamanın neden yapıldığını gösterecek öneme sahip. Yeni BDDK Başkanı Mehmet Ali Akben ilk demecinde, “Yeni Türkiye sürecinde devlet politikaları ile uyumlu olarak sektör de yeni bir politika içine girecek” demiş. Akben, her gelen yönetimin kendisinin daha rahat çalışacağı bir yapıyı arzu edeceğini belirterek, “Gelecek dönemde sektörün tüm kesimlerini kapsayan, daha fazla üretimi destekleyen ve daha güçlü bir BDDK olacak. Bu beklenen bir durumdur. Koşturacak, çalışacak insanlarla birlikte hareket edeceğiz” şeklinde konuşmuş.
TÜRKİYE’de geliştirilen ‘Durusu arpası’ artık Moldovya’da da ekiliyor. Efes Grubu kendi bira üretimi için geliştirdiği çeşitlerden olan ‘Durusu arpası’nı Moldovya’daki fabrikasında kullanmak üzere ektirmeye başladı. Bir başka deyişle arpa tohumu ihraç ederek, aynen Türkiye’deki sistem gibi, Moldovya’da da sözleşmeli çiftçilere yüksek verim aldığı arpa çeşidini ektiriyor.
Anadolu Efes Türkiye’de geliştirip olgunlaştırdığı sürdürülebilir tarım programını transfer ettiği Moldovya’daki uygulamayı benimde aralarında bulunduğum bir grup gazeteciyi davet ederek yerinde tanıttı. Program çerçevesinde yürütülen Ar-Ge çalışmaları sonucunda, Moldova iklimine en uygun arpa çeşitleri tespit edilirken, özellikle ‘Durusu’ çeşidinden hektar başına 3.5 ton gibi yüksek bir verim alınabildiğini saptadı. Şu anda yüzde 30 girdi ektirilen Durusu arpasında temin edilirken, Moldova’da bira üretiminin 2018 yılında tümüyle yerli maltlık arpayla gerçekleştirilmesinin hedeflendiği anlatıldı. Burada üretilen arpa Ukrayna’ya gönderilip oradaki tesislerde malt haline getiriliyor, ardından yeniden Moldovya’ya getirilerek bira üretimi sürecine sokuluyor.
Anadolu Efes’in, maltlık arpanın yanısıra yine bira üretiminde yoğun olarak kullanılan şerbetçiotu üretimine de destek olmak üzere Moldova’da hazırlıklara başladığını öğrendik. Moldova Tarım bakanı ile görüşmemizde de Efes’in bu tarımsal üretim faaliyetlerine büyük destek verildiğini bizzat öğrendik.
Efes yetkilileri Avrupa’nın 6’ncı, dünyanın 11’inci büyük bira üreticisi olarak Türkiye’de 33 yıldır sürdürdüğü tarımsal Ar-Ge faaliyetleriyle oluşturdukları sürdürülebilir tarım programını Moldova’da da uygulayarak, hem ürün kalitesini ve tadının devamlılığını korumayı, hem da bulundukları ülkede çiftçiden bayiye kadar uzanan sürdürülebilir değer zincirini kurmayı amaçladıklarını söylediler.Anadolu Efes böylelikle, bir bira fabrikası ve 15 markayla faaliyet gösterdiği ve yüzde 70’in üstünde pazar payıyla açık ara lider konumunda olduğu Moldova’da ülke ekonomisine de yeni bir üretim alanı kazandırmış oluyor. Anadolu Efes Grup Kurumsal İlişkiler Direktörü Haluk Özdemir ve Efes Moldova Genel Müdürü Gökçe Yanaşmayan, düzenlenen basın buluşmasında, programın temel aldığı sürdürülebilirlik anlayışı ile Moldova’da bu çerçevede yürütülen çalışmalar ve sonuçlarıyla ilgili detayları paylaştılar,
ÜLKEDEKİ EN BÜYÜK YATIRIMLARDAN BİRİ
BUNDAN tam bir yıl önce, 13 Mayıs 2014’de Türkiye’nin en büyük maden kazası yaşandı ve Manisa’nın Soma ilçesinde 301 madenci yaşamını yitirdi. Kaza sonrası kamuoyunda maden ve iş kazaları konusunda çok şey tartışıldı. Hükümet bu kazaların bir daha olmayacağını, kesin, radikal önlemler alınacağını söyledi.
Bunca lafa rağmen somut bir adım atılmadı. Bir şey yapılmadığını en önemli kanıtı ise Soma kazasından sonra, 28 Ekim’de Ermenek’te meydana gelen yine maden kazası ve 18 madencinin hayatını kaybetmesi oldu…
Soma katliamının birinci yılını anarken, iş ve maden kazalarının bir kader olmadığını, “işin fıtratında bulunmadığını” bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Bu kazaların en önemli nedeni, hakim olan genel ekonomik anlayıştır. Yani işçisi ve vatandaşının hayatını ve sağlığını düşünmeyen, insan haklarına saygı göstermeyen anlayışın getirdiği kaçınılmaz sonuçlardan biridir.
Soma Kazasının 1. yılında TV’lerin canlı yayınlarına izin verilmemesi de, siyasi otoritenin valiler kanalıyla uyguladığı otoriter anlayışın çarpıcı bir göstergesidir.
Peki bu siyasi anlayışla çağdaş bir ekonomik sistem kurulabilir mi?
Son yıllarda hep konuştuğumuz orta gelir tuzağı kavramı var ya. İşte bu tuzaktan kurtulmak, sadece üretimi artırmaktan geçmiyor; aynı zamanda adil ve çağdaş bir ekonominin kurumsallaşmasını sağlamak gerekiyor. Bu anlayış, sizce ekonomiyi kurumsallaştırabilir mi, ya da Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkmasını sağlayabilir mi? Hukuku bu hale getirenler bunu yapabilirler mi?
Kendine yakın sermaye, istediğini istediği koşullarda çalıştırsın, nasıl olsa “işin fıtratında var” diyerek biz kaderci halka bunu yuttururuz diye özetlenebilecek bir anlayışla, Türkiye ekonomisinin kurumsallaşamayacağı, dolayısıyla yüksek ve istikrarlı büyüme ortamına geçilemeyeceği, bence artık çok açık.
GEÇEN haftanın en güzel ekonomi haberlerinden biri arkadaşımız Hülya Güler’in Bank Pozitif’in satışı ile ilgili haberdi. Haberin içinde Bank Pozitif Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Akçakayalıoğlu da satış görüşmeleri yaptıklarını teyit edip, kime satılacağı konusunda şimdi açıklama yapamayacağını söylüyordu...
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin Cuma günü Petkim’de bir tesis açarken, konuyu bu habere getirdiğine şahit olduk. Zeybekci, isim vermeden bazı yayın kuruluşlarında “Şu banka da mı gidecek acaba, falanca da mı gidiyor” diye yayın yapıldığını dile getirip, aynen şunları söylemiş:
“Türkiye’nin en büyük yayın kuruluşu. Baktırdım, öyle bir şey de yok. Derdin ne kardeşim? Sıkıntın ne? Türkiye kötü olursa bir şey mi olacak? Türkiye’den giderlerse senin neren iyileşecek onu söyle. Türkiye cari açıkta, dış ticaret dengesinde destanlar yazıyor. İhracatın ithalatı karşılama oranı Petkim’in de katkısıyla yüzde 80’lere gidiyor. Cari açık diye problem kalmamış kendi önünde kurduğu leğene bakıyor, bu dalgalar bizi yutar diyor. İnşallah seni yutar da biz kurtuluruz.” Bunun ardından habere bir daha baktım; haber yalın, çok düz bir haber, hiçbir şekilde yutandan, dalgadan filan da söz edilmiyor, yorum da yapılmamış.
Bu açıklamayı duyunca, banka haberleri konusunda çok dertli olduğum için izninizle Hükümetin banka haberlerine bakışı için bir şeyler söyleyeceğim.
Haber düz, kuralları yerine getirilmiş bir haber ama tepkiden anlıyorum ki; haberde olmayan telaş bazısında var. Birincisi; yabancı bankaların Türkiye’den çıkışları tabi ki olumlu bir şey değil ama satıştan söz ediyoruz, yani yabancı ya da yerli, başka birisi gelip bu bankayı satın alacak, değer aynen Türkiye’de kalacak. “HSBC Türkiye’den ayrılıyor” haberine alındıysanız; tüm basında çıktı, çıkması da doğaldı çünkü ana şirket açıklama yaptı, habercilerin suçu ne?
Haber için “Sordum böyle bir şey yok” deniyor, acaba Yönetim kurulu Başkanı’nın üstünde hangi Banka yetkilisine soruldu da, hayır yanıtı alındı?
Haberi yazan muhabirin, bizlerin, Türkiye’nin kötü olmasından bir yararı olmaz. Bu haberleri yazanlar, bazı Bakanlar gibi işadamı değil, maaşlı çalışanlar ve ülke ekonomisi kötü olduğunda, işadamlarının bir şekilde kurtulacağını, zararı kendilerinin göreceğini çok iyi bilirler. Ama onlar gazetecidir; kendi lehlerine de olsa, aleyhlerine de olsa, haber neyse bunu halka bildirmekle yükümlüdürler.
Gıda fiyatlarındaki aşırı artışın enflasyonu olumsuz etkilediğini kaydeden bakanlar, son olarak gıda mallarında “terbiyevi ithalat”tan söz etmeye başladılar.
Yani fiyatı aşırı artan mallarda ithalata izin verip, içerideki fiyatları düşüreceklerini söylüyorlar.
Peki, gıdadaki mevcut sistem yeni oluşan bir sistem mi?
Elbette değil; üretimden dağıtım kanalına, pazarından tüketicisine kadar her açıdan çarpık bir sistem var ve bu on yıllardır aynen devam ediyor.
Politikacılar kadar popülizm heveslisi bazı TV aktörlerinin de, sorunların bilimsel yönüne değinmeden yaptıkları sabun köpüğü programlara da bakmayın.
1980’lerin ortalarında Güneş Taner bakanken, “enflasyon benim kişisel sorunum” diyerek hırsla işe asıldığında da gıda fiyatlarının enflasyona etkisini, yine hal yasasında yapılması gereken değişiklikleri konuşuyorduk.
O zamandan bu yana köklü hiçbir değişiklik olmadı.
Çünkü tarımla ilgili sorunlar, makro dengelerle, üretim yapısıyla ilgili, çok daha kapsamlı bir sorun.
NİSAN ayı enflasyonu, yine beklentilerin üzerinde çıktı. Piyasa beklentisi yüzde 1.29 iken, dün açıklanan tüketici fiyat artış rakamı yüzde 1.63 oldu. Yıllık enflasyon rakamı da yüzde 7.61’den yüzde 7.91’e çıktı.
Özetle; enflasyon rakamı yeniden yüzde 8 sınırında. “Türkiye neleri gördü bu rakam çok değil” diyebilirsiniz ama unutmayalım; bu ülke enflasyonu kalıcı düşük tek haneye çekebilmek için bunca bedel ödedi, 2000-2001 reformları bunun için yapıldı. Ekonomide yılların yanlışları, koalisyonu oluşturan 3 partinin baraj altında kalması pahasına, enflasyon başta olmak üzere, kalıcı ekonomik istikrar adına gerçekleşti.
Bunu devam ettirmek gerekiyordu ama yapılmadı. Üstünü üstlük küresel kriz nedeniyle, neredeyse hiçbir ülkede bu oranlarda enflasyon kalmamışken, yani küresel iklim çok uygun iken bu başarılamadı.
İşin kötüsü, uzun süredir Merkez Bankası’nın yeterince enflasyonla mücadeleyi bıraktığı da ortada. Merkez Bankası bağımsızlığını kaybetti, siyasi iktidarın korku ve güdümüne girdi ve bu nedenle asıl görevi olan enflasyonla mücadeleyi savsakladı….
Peki, seçimden sonra enflasyonla mücadele yeniden kararlı biçimde yürür mü? Eğer seçimde tek parti iktidarı çıkarsa, enflasyonla mücadele savsaklanmaya devam eder. Çünkü Hükümetin önceliğinin bu olmadığı, “biraz enflasyon olsa da olur” rehavetine girdiği, bakanların demeçlerinde bile görülüyor.
Politikacının göremediği unsur ise enflasyonla mücadeleyi bıraktığınız zaman tümüyle ekonomik istikrarı tehlikeye attığı ve bununla birlikte diğer makro göstergelerin de önemli ölçüde bozulmaya başladığı. Türkiye gibi dış finansmana bağlı bir ülkede, enflasyonla mücadeleyi bırakır, yabancı sermaye güvenini kaybederseniz, TL’nin değerini de tutamıyorsunuz, toplumu tatmin edecek büyümeyi oranlarını da gerçekleştiremiyorsunuz. Büyümedikçe, zaten genç nüfusa sahipsiniz, işsizlik arttıkça artıyor. Bu takdirde de birbirini besleyen bozulma sarmalı büyüdükçe büyüyor…