Emekilere yılda iki maaş ikramiye önerisi tartışılan CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, CHP’yi popülizmle suçlayan Başbakan Davutoğlu’na 2002’de 58. hükümetin icraatının da emeklilere seyyanen zam olduğunu hatırlattı. Öztrak “O dönemin Hazine Müsteşarı olarak benim yaptığım iş, SSK, Bağ-Kur emeklisine iktidarın yaptığı seyyanen zamların kaynağını bulmaktı” dedi.
CHP’nin emeklilere yılda iki maaş ikramiye vaadi tartışılmaya devam ediyor. Son olarak Başbakan Ahmet Davutoğlu, bunun 25 milyar TL’lik ek fatura çıkaracağını belirterek, CHP’yi popülizmle suçladı.
Politikacıların siyasi ve toplumsal tercihlerine saygı göstermek gerektiğini ama bu tercihlerin dengeleri bozacak biçimde olmaması ve mutlaka şeffaf olması gerektiğini düşünüyorum. Yani iktidarlar tercihleri doğrultusunda harcamalar arasında kaydırmalar yapabilir ama fatura tahripkar olmamalı.
Başbakan Davutoğlu’nun karşı çıkışıyla birlikte, AKP’nin ilk iktidar olduğunda emeklilere çok yüksek oranlı zamlar yaptığını hatırladım. Hatta aklımda kaldığı kadarıyla IMF o dönem devam eden anlaşma çerçevesinde bu zamlara karşı çıkmış, ama kaynak gösterilerek, IMF de ikna edilmişti.
Bu kaygı uluslararası platforma da taşındı.
Son olarak Türkiye’nin kredi notunu teyit eden, yani ekonomi konusunda kötümser olmadığı anlaşılan, uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch’den bu konuda çok ciddi bir uyarı geldi. Fitch tarafından düzenlenen telekonferansta önceki gün konuşan Fitch’in kıdemli ülke notu direktörü Paul Rawkins, ekonomi yönetiminde değişiklik olması halinde, yeni oluşacak ekibin ne kadar büyüme yanlısı politikalar izleyeceğinin önemli olduğunu, büyüme yanlısı politikalar izlendikçe Türkiye’nin eskiden yaşadığı dengesizliklerle tekrar karşı karşıya kalabileceğini belirtti.
Rawkins, “Buradaki risk şu: Ekip büyüme yanlısı oldukça, Merkez Bankası’nın üzerindeki faiz indirme baskısının artması ve belki de şu anda yüzde 4 büyümesi daha yüksek bir olasılık olan Türkiye’nin yüzde 5 büyümesi arzusunun geçmişte yarattığı dengesizliklere geri dönülmesi” dedi.
Fitch açıkça söyleyemiyor ama kaygılandığı, Türkiye ekonomisini eski dönemlere döndüreceğini söylediği anlayış, “enflasyon faizi değil, faiz oranı enflasyonu belirler” diyen anlayışın ta kendisi. Yani ekonomik dengeleri gözetmeden ne olursa olsun büyümeyi zıplatalım diyen anlayış. Mevcut rant üzerine kurulu inşaat düzenini devam ettirelim, büyümeyi bu yolla şişirmeye sürdürelim, bunun için de faizi ne olursa olsun hızla düşürelim diyen anlayış. Bu anlayışa sahip otorite 2007 yılından bu yana gereken yapısal tedbirlerin alınmasını engelliyor...
Bu konudaki kaygının en büyük nedeni, mevcut AKP kadrolarının yetersizliği. Babacan ve yakın çalıştığı bürokratlar dışında mevcut kadroların hem yetersiz hem ideolojik yanlarının öne çıktığını görüyorlar. Babacan’ın yerini almak üzere, Başbakan Davutoğlu’na yakın, milletvekilliğine aday eski bir bürokratın adı öne çıkarılıyor. “En iyisi” diye öne çıkarılan bu kişinin bürokrat olurken “faiz haramdır”dan hareketle yazdığı makalenin ortaya çıktığını, tepki çekince internetten bile bu makaleyi kaldırttığını, bürokratken “Reza Zarrap”ı yaratan altın ticaretinin mimarlarından biri olduğunu biliyoruz. En iyi alternatif de bu…
MUHALEFETİN EKONOMİ KADROLARI
Bu ilelebet sürdürülecek bir denge değildi ve hep “sonunda faturanın bizim gibi ülkelere de çıkacağını” söyledik. İşte şimdi küresel krize rağmen, bol likidite nedeniyle yüksek büyüme hızlarını sürdüren bizim gibi gelişmekte olan ülkelere çıkacak fatura belli olmaya başladı. Son dönemde ekonomide yaşanan çalkantıların temelinde bu küresel gerçeklerin yattığını bilmek gerekiyor.
Faturanın bize de çıkacağı günlerin geleceğini, aklı başında herkes görüyordu ama Hükümet yüksek büyüme rehavetiyle bu gerçeği pas geçti. Hani “kriz bizi teğet geçti” dendi ve bu iş bitmiş gibi kabul edildi ya, işte şimdi göreceğiz.
Avrupa faturanın kendine düşen bölümünü bir süredir ödemeye başladı ve bu bizim ödeyeceğimiz faturayı da ağırlaştırıyor. Aslında biz de faturayı ödemeye başladık sayılır. Büyüme oranlarındaki düşüş, işsizlik oranlarındaki artış bunun en iyi kanıtları. Son olarak kurlarda görülen aşırı artışın büyüme, işsizlik üzerindeki katlamalı etkisini ise daha göreceğiz
Bu gerçekler ortada iken bu kaçınılmaz döneme hazırlık yapmamız gerekirken, Hükümet bunu yapmadı. Dolayısıyla faturanın daha da ağırlaşmasına neden olacak kötü yönetimi gösterdi. Ancak bu da yetmedi, temel ekonomik doğrular üzerinde tartışma yaratıp, ağırlaşan faturanın katmerlenmesine neden oldu.
Kurlardaki aşırı tırmanışın, halka da yansımaya başladığını görüyoruz. Dün açıklanan tüketici eğilim anketi sonuçlarında, Tüketici Güven Endeksinin mart ayında bir önceki aya göre yüzde 5.4 gibi yüksek bir oranda düştüğü gözlendi. Endeks 2009’dan bu yana en düşük seviyesine inip, 64.39 oldu. Önümüzdeki bir yıl içindeki hane halkı maddi durum beklentisini yansıtan hane maddi durum endeksi bir önceki aya göre yüzde 1.6 düşerek 85.37’e indi.
Şubat ayında 90.87 olan Genel Ekonomik Durum Beklentisi Endeksi yüzde 5 düşerek, 86.30’a geriledi. Yine aynı dönem için İşsiz Sayısı Beklentisi Endeksi bir önceki aya göre yüzde 6.3 azalarak, 65.28 değerine kadar düştü. Tasarruf Etme İhtimali Endeksi ise yüzde 17.5 azalarak 20.61 oldu.
SEÇİMLERE YANSIMASI
Türkiye’de yatırımı bulunan yerli ve yabancı yatırımcılar, anayasa değişikliğini tek başına yapacak kadar güçlü bir iktidarın artık Türkiye ekonomisi açısından yararlı olamayacağını düşünmeye başladılar. Bir başka deyişle, son günlerde seçimin başlıca konusu haline getirilen ‘Başkanlık Sistemi’ni mümkün kılabilecek bir seçim sonucu çıkmasından, böyle bir sonuç çıkması halinde siyasi çatışmanın artması ve uluslararası ilişkilerin bozulması riskinden endişe duyuyorlar. Piyasaların beklediği daha doğrusu umduğu nedir derseniz; net olarak söylemiyorlar ama Ak Parti’nin yine az farkla tek parti iktidarı olması ve ekonomi yönetim anlayışının devam etmesini tercih eder gözüküyorlar.
ALİ BABACAN UMUDU
Hâlâ Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve ekibinin görevde kalması yönünde umutları olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü Babacan devreden çıktığı zaman yerine gelecek kişi konusunda tedirginlikleri var. Babacan’ın yerini alabilecek bir milletvekili adayı hala göremediklerini söylüyorlar. Piyasada muhtemel isimler konuşulmaya başlarken, henüz adı geçen hiç bir adayın piyasalara güven verecek bir isim olarak öne çıkmadığını söyleyebiliriz. Maliye Bakanı Şimşek’in 3 dönem şartına takılmadığı ama bu göreve getirilmeyeceği konusunda da yaygın bir kanı var. Çünkü Ankara Kulislerindeki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bakan Şimşek’e kızgınlığı konusunda çıkan söylenti, hızla piyasalara da yansımış durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu göreve gelecek kişi konusunda mutlaka inisiyatif koyacağını, kendi görüşlerine yakın birini bu göreve getirmek için Hükümeti zorlayacağını tahmin eden piyasa uzmanları, bunun da kendilerini korkuttuğunu belirtiyorlar. Korkunun en büyük nedeni de yakın geçmişte Merkez Bankası’na karşı, piyasaların bozulmasına neden olan çatışma. Yumuşatılsa bile, temel görüş ayrılıklarının devam ettiği konusunda herkes hemfikir.
PARTİ İÇİ ÇEKİŞME DE TAKİPTE…
BİR kamu bankası yaptığı kampanya ile 3 aydan 9 aya kadar vadelerde, 5 bin TL’ye kadar, faizsiz komisyonsuz nakit kredi dağıtacağını açıkladı.
Hiç maliyetsiz verilen, 9 ayda geri almak üzere dağıtılan paranın toplamı, uygulamanın geçerli olduğu sadece bir gün içinde 30 milyon TL’yi aştığı iddia ediliyor.
Banka yönetimi şubelerinde bu “bedava para” için yığılma olunca, 31 Mart’a kadar uygulayacağını açıkladığı kampanyayı bir günde kesti.
Ancak piyasaları asıl etkileyecek karar bugün açıklanacak ABD Merkez Bankası FED’in kararı olacak. Kurlarda da faizlerde de yeni yön FED’e bağlı şekillenecek. FED’in kararına karşı önceden hazırlık yapılabilir, en azından döviz rezervleri artırılabilirdi ama yapılmadı. Gelinen noktada FED’in kararına karşı yapılacak fazla bir şey bulunmuyor.
Merkez Bankası teknik olarak gerekeni yaptı. Zaten bunu yapması gerekiyordu ama Cumhurbaşkanı ve Başbakandan onay alarak bu kararı vermiş oldu. Çünkü “faiz indirmemek vatan hainliği” suçlaması karşısında çaresiz kaldı. Ya bırakıp gideceklerdi ya da vatan haini suçlamasını sineye çekip, gidip neyi nasıl yapmak istediklerini anlatıp onay alacaklardı, bunu yaptılar.
Bu suçlamayı yapan makam da “yanlış yaptım” demedi ama vatan hainliği için tanımladığı kararın alınmasına göz yumdu.
Neresinden bakarsanız yanlış, saçma sapan bir süreç yaşadık. Normal şartlarda her iki tarafın da yıpranması gerekirdi ama..
Elbette bu yanlışın faturası oldu; zaten bu karar alınacaktı, tartışma yaşanmasaydı kurlar da, faizler de daha aşağı seviyelerde kalabilirdi. Olan artı devalüasyonla varlıklarının değeri azalan herkese oldu.
Merkez Bankası faizi sabit tutma konusunda gerekçesini, uluslararası piyasalardaki belirsizlik ve gıda fiyatlarındaki gelişmelere bağlamış. Bence buna geçenlerde yaşadığı, “kararların Cumhurbaşkanına danışarak alınması” riskini de eklese, daha doğru bir analiz yapmış olurdu.
Analistler, bundan sonra işsizlik oranlarındaki artışın devam etmesini bekliyorlar.
İşsizlikteki artışın, küresel ekonomideki değişimin yarattığı çalkantı ve Türkiye’nin faiz tartışması ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özet olarak söylemek istediğim şu ki; küresel ekonominin gerekleri yerine getirilmez, politikacıların “faiz kompleksi” devam ederse, işsizlik oranlarının çok daha yüksek oranlara çıktığını, hep birlikte görürüz.
Çünkü Türkiye’nin potansiyel büyüme hızı, artık bakanların da itiraf ettiği gibi, yüzde 3’lere kadar indi. Yüzde 3’ün üzerine çıkan büyüme rakamları ekonomide istikrarı tehlikeye atıyor.
Halbuki bu oran daha 10 yıl öncesinde yüzde 5’ler civarında idi ve Türkiye’nin hedeflerine ulaşması için potansiyel büyüme oranlarını artırması gerektiği dile getirilirdi. Yüzde 5 düşük derken, şimdi potansiyel oran yüzde 3’e kadar indi.
Bu oranın mutlaka artırılması gerekiyor. Bunun için yapılacaklar da belli; tasarruf oranlarının artırılmasından başlayarak, üretim yapısının katma değeri yüksek ürünler lehine değiştirilmesine kadar bir dizi önlem gerekiyor. Bu önlemler öyle bilinmedik şeyler değil; en azından Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın zorlamasıyla açıklanan yapısal tedbirler, eksik ve vizyon eksiği olmasına rağmen, bu ihtiyacı saptadığı belli olan adımlar. Eksik olsa da açıklandı ama hakim siyasi iradenin yapısal değişim yapma niyeti gözükmüyor.
Tüm bunları yaparken, kısa dönemde arabayı devirmemek için, küresel finans sistemindeki değişime, Türkiye ekonomisinin çıkarını gözeterek, uyum sağlanması da gerekiyor. Burada da yapılacaklar belli; FED’in faiz artırımı süreci başlayacak ve bizim gibi ülkelerden sermaye çıkışı olacak ve buna hazırlıklı olmak gerek. Bu sürecin geleceği biliniyordu, en azından kurlardaki ani çıkışı önlemek için döviz rezervi biriktirmek gerekiyordu ama yapılmadı. Gelinen noktada geç kalınsa da yapılacaklar belli ama içerideki hakim siyasi otorite izin vermediği için gereken yapılamıyor.
İşte bu nedenle de Türkiye ekonomisine ilişkin riskler çok büyüdü.
Bu hafta ise başta merkez bankalarının faiz kararları ve Fitch Ratings’in Türkiye değerlendirmesi dolarda belirleyici olacak. Ancak Fed biraz daha etkili görünüyor.
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın, tam da dünyada doların değer kazandığı dönemde, çıkardığı faiz tartışması geçen hafta durulmuş gibi göründü. Erdoğan adını koymadan, faiz konusunda geri adım atarak; gerekenin yapılmasına ses çıkarmamayı kabul etti. Bu tavırla kur üzerindeki iç baskının yumuşadığı gözlenirken, yurtdışı kaynaklı doların değer kazancı devam etti. Yeni haftaya, duruldu gibi gözükentartışmalar sırasında ulaşılan 2.64 TL’lik dolar kuru ile giriyoruz. Bu haftanın önemi, faizler konusunda hem yurt içi hem yurtdışından kritik karar ve açıklamaların gelecek olması. Yarın Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısının yapılıp, yeni faiz kararı açıklanacak. Çarşamba günü de ABD Merkez Bankası FED’in faiz kararı ve açıklaması gelecek.
FAİZ İNDİRİMİ BEKLENMİYOR
Piyasalar son gelişmelerden sonra PPK’da herhangi bir faiz kararı alınmasını beklemiyor. Önemli bankacılarla da görüştüm. Cumhurbaşkanı ve bazı bakanların ısrar ettiği faiz indiriminin bu ay yapılmasını beklemiyorlar. Zaten bazı bakanların ağız değiştirip, “şimdi faiz indir demiyoruz” demeye başlamalarına dikkat çekiyorlar. Bir başka deyişle piyasalar faizin inmeyeceğini satın almış durumda. Eğer Merkez Bankası’ndan bir faiz indirimi gelirse, bankacıların deyimiyle “kimsenin doları tutamayacağı” bir ortama girebiliriz. FED’in alacağı karar ve yapacağı açıklama, PPK’nın alacağı karardan çok daha önemli.