Nedeni kurlardaki aşırı artış nedeniyle ekonomik istikrarın bozulma tehlikesi. Politikacıların sık sık, olmayacak deyip, “kriz” lafından söz etmeleri bile, kritik ve olağanüstü günlerden geçtiğimizin bir kanıtı.
FED’in kararlarına bağlı küresel finans sisteminde dalgalanma yaşanırken, diğer benzer ülkelerde olduğu gibi, TL’nin değeri de düşüyor. İşi kritik hale getiren ise, TL’nin değer kaybının çok yüksek ve hızlı olması. Bunun nedeni de açık; yönetimde parasal politikalar konusunda çıkan derin görüş ayrılığı ve çatışma ile ve Merkez Bankası’nın gerekli kararları almaktan alıkonması...
İşte bu nedenle Ankara’da toplantı üzerine toplantı yapılıyor. Pazar ve pazartesi günleri Başbakan, ekonomiyle ilgili bakanlar, bürokratlar bir araya gelip, 8-9 saat süren toplantılar yaptılar. Dün de Cumhurbaşkanı Saray’da bir zirve yaptı.
Saray’daki Ekonomi Zirvesi’nden beklediğimiz gibi piyasaların fikrini değiştirecek somut bir açıklama yapılmadı. Sadece Başçı sunduğu brifingi Merkez Bankası’nın internet sitesine koydu.
Bu zirvelere rağmen dolar kurunda ise önemli bir değişiklik olmadı.
ÇIKIŞI DÜŞÜNEN YOK
Piyasalarda yılın ilk ayında yüzde 1.7 büyüme beklentisi oluşmuşken, dün açıklanan rakamlar yüzde 2.3 oranında gerileme olduğunu gösterdi.
Bu gerilemede yoğun kış şartlarının etkisi olduğu kesin. Ancak mevsimsel etkilerden arındırıldığında da, oran düşse de, gerileme gözüküyor.
Piyasalar, geçen yıl büyüme oranlarında başlayan gerilemenin, bu yılın ilk aylarından itibaren artışa geçmesini bekliyorlardı. Ancak ocak ayında da gerileme trendinin derinleşerek devam ettiği ortaya çıktı.
2014 yılı büyüme rakamları bu ay kesinleşecek. Geçen yılın büyüme oranının revize edilen yüzde 3 oranına da ulaşamayacağı, yüzde 2.6-2.7 civarında kesinleşeceği tahmin ediliyor. Büyüme rakamlarının belli olmasıyla birlikte kişi başına düşen milli gelir, borçların milli gelire oranı gibi uluslararası arenada ekonomik durumu gösteren stratejik göstergeler de kesinleşmiş olacak.
Türkiye geçen yıllara kadar yüksek büyüme oranlarıyla, başarı hikayesi yazan ve uluslararası sermayenin bu nedenle ilgisini çeken bir ülke idi. Aslında 2008 krizinden sonra oluşan para bolluğunun yüksek büyümeyi yarattığı, bu yıldan itibaren küresel likiditenin daralacağı biliniyordu. Yıllardır söylüyoruz; küresel likiditede normal koşullara geçildiğinde büyüme oranlarını yüksek tutacak yapısal tedbirlerin alınması gerekiyordu, alınmadı. Geç kalındığı kesin ama Cumhurbaşkanı Erdoğan hâlâ ekonomik dengelerin yeniden kurulmasını öngören yapısal tedbirlere bile karşı çıkmaya devam ediyor.
Bu arada yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın körüklediği para politikası tartışması ile birlikte, son dönemde TL’nin değer kaybının iyice hızlandığı da ortada.
Özetle; büyüme daralırken, kurların artmaya devam ettiği bir ekonominin tablonun içinde bulunuyoruz.
HAFTA sonunda dolar kuru 2.65 TL’ye dayanınca, piyasalardaki tedirginliğin yerini korku almaya başladı. Dolar kurunun artık ne yapıp edilip durdurulması gerektiği, aksi takdirde ekonomide kalıcı hasarları yaratacak seviyelere gelindiği söylenmeye başladı.
Bazı oda başkanları dışında, iş dünyasında bu korkunun kamuoyu önünde açıkça dile getirilmediğine şahit oluyoruz. Ancak bu sessizlik, iş dünyasında korkunun boyutunu gösteren bir tavır değil. Sessizliğin birkaç nedeni var. Birincisi; demeçler verip korkularını belirtmeleri halinde kamuoyunda oluşmaya başlayan paniği büyütmekten kaçınıyorlar.
ALTINDA KALMAK
İkinci ve bence en büyük neden ise korkularını açıkça dile getirmeleri halinde siyasi otoriteden sert tepki görme ihtimali. Siyasi otorite diyorum, çünkü hükümetten ya da başbakandan çok, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın vereceği tepkilerden çekiniyorlar.
ÖZELLİKLE bankaların yurtdışından aldıkları kredilerde, 2.60 TL’lik dolar kurunun kritik bir seviye olduğu anlaşılıyor. Bankacılar, aldıkları borçlar karşılığında verdikleri teminatların dolar 2.60 TL’i aşınca artık yetmeyip, ek teminat talebinin gündeme gelmeye başlayacağını söylüyorlar. Bu talebin ilk aşamada çok yüksek rakamlara çıkmayacağı ama bankaların döviz talebini artırması açısından kritik bir sınır olacağını söylüyorlar. Talep artıp döviz fiyatları yükselince, ek teminat ihtiyacı daha da büyüyecek. Yani bir sarmal söz konusu…
Borç sözleşmelerinde belli kur ve faiz seviyelerinin belirlendiği, bundan sapma halinde ek teminatların gündeme geldiğini belirten bankacılar bundan önceki döviz sıkıntılarında da bu yola gidilmesi nedeniyle, döviz ve faizlerdeki hızlanmanın arttığını hatırlatıyorlar. Dolayısıyla yine ek döviz talebinin geldiği bir dolar kuru seviyesine doğru yaklaşıldığına dikkat çekiyorlar. Bankalar dışarıdan aldıkları döviz borcuna karşılık daha çok TL kağıtlarını teminat olarak veriyor. Faiz artınca kağıdın piyasa değeri düştüğü gibi, dolar aşırı değer kazanınca da teminat kağıtların değerindeki düşüş katlanıyor. Bu rasyoların haftalık, hatta günlük olarak izlenmeye başlandığı belirtilirken, teminatların yetmediği hesaplanınca ek teminatlar otomatik devreye girecek.
Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervinin 128 milyar dolar olduğunu hatırlatan bir bankacı, Banka’nın kullanacağı net rezervlerin ise 60 milyar dolardan 42 milyar dolara kadar indiğine dikkat çekti. Brüt rezervler içinde, bankaların kısa vadeli dış borç alıp, munzam karşılık olarak Merkez’e yatırdığı dövizlerin ağırlıklı olduğunu hatırlatan aynı bankacı, ek teminatlar gündeme geldiğinde bankaların TL verip karşılıktaki dövizlerinin bir kısmını bozacaklarını ya da ellerindeki dövizi vereceklerini söyledi. Dolayısıyla bankaların hem döviz almak için ihtiyaç duyacakları TL likiditesine ihtiyacının çok artacağı, hem de döviz likiditesinin azalacağı kaydediliyor. Bu da döviz rezervlerini daha da eritecek.
Bir bankacı yaşanan durumu “Her şey TL’nin aleyhine değişmeye devam ediyor” diye özetledi. Doların, tüm para birimlerine karşı değer kazandığı bir dönemde içeride politik risklerin arttığını kaydeden bankacı, Cumhurbaşkanı’nın faiz açıklamalarından sonra TL’nin diğer para birimlerine göre çok daha fazla değer kaybettiğini hatırlattı.
Faiz silahını çekemiyor
Bankacılar, Merkez’in dalgalanmalarda döviz müdahalesi yapıp faizi artırdığını hatırlatarak, “Merkez’in faiz silahı Cumhurbaşkanı tarafından elinden alındı, herkes bunu gördüğü için tedirginlik büyüyor” dedi. Merkez Bankası’nın her şeyden önce geçmişte bol olan dövizlerin bir kısmını, aşırı büyümeye aktarmak yerine, rezervlerini artırmak için kullanması gerektiğini ama bunu yapmadığını kaydeden bir bankacı, “Şimdi döviz müdahalesi için fazla imkanı yok” dedi. Bankacı, sonunda Merkez’in rezervleri az olsa da, doğrudan müdahale yapmak zorunda kalacağını tahmin etti. Aynı bankacı, “Artık piyasada herkesin gözünün Cumhurbaşkanı ile Merkez Bankası Başkanı arasında yapılacak görüşmeye çevrildiğini” söyledi. Bankacı görüşme sonrası Erdoğan’dan gelecek bağımsızlık vurgusunun piyasayı rahatlatabileceğini ancak bu ihtimalin zayıf olduğunu da sözlerine ekledi.
Citibank’tan Akbank’a veda
CITIBANK, Akbank’ta sahip olduğu yüzde 9.9 oranındaki hissenin satışı için düğmeye bastı. Hisselerin 7.36-7.52 TL fiyat aralığından satılması ve Citi’nin 1.2 milyar dolar civarında bir gelir elde etmesi planlanıyor. 2007 yılında Akbank’ın yüzde 20’sini 3.1 milyar dolara satın alan Citibank, 25 Mayıs 2012’de yüzde 10.1 hissesini 1 milyar 115 milyon dolara satarak bankadaki yüzde 20 olan payını yüzde 9.9’a düşürmüştü. Citibank, Akbank operasyonundan TL bazında yaklaşık 1 milyar TL kârlı çıksa da dolar bazında 650 milyon dolar zarara uğramış olacak. Çünkü 3.1 milyar dolara alınan hisselerden 2 milyar 350 milyon dolar gelir elde edilecek. Bu arada Akbank hisseleri dün günü yüzde 2.79 düşüşle 8 liradan kapattı. Bu Citibank’ın hisselerini piyasa fiyatından daha ucuza satacağı anlamına geliyor. Akbank’ın piyasa değeri ise 32 milyar lira seviyesinde.
En son Suudi Arabistan’a giderken gazetecilere yaptığı açıklamalar, bu tartışmada görüş birliğine varmanın imkansız olduğunu, bence ortaya koydu. Sadece görüş ayrılığı değil, üslup uçurumu da ortada. Cumhurbaşkanı ne söylerse söylesin kendisine yanıt bile verilmesini istemediği gibi, “kendine çeki düzen ver” diyerek, tersini düşünseler de herkesin kendi dediğini yapmasını istiyor.
Hala üst düzey görevde olan bir bürokratla, yaklaşık 1 yıl önce, Erdoğan ile Babacan arasında, daha bu kadar keskinleşmemiş, görüş ayrılığını konuşmuştuk. Bu yetkili, “Aslında ben de aynı çevreden geldiğim için, Erdoğan’ın faiz konusundaki hassasiyetini anlayabiliyorum ama hak veremiyorum. Eğer şimdiye kadar Babacan yerine Erdoğan’ın dediklerini uygulasaydık ekonomide bu başarı sağlanmazdı, işi batırırdık” demişti...
Yani görüş ayrılığı evvelden beri vardı ama doğru görüş uygulamada hakimdi. Erdoğan’ın görüşü; aslında faize tümüyle karşı olan milli görüş...
Yani piyasaya temelden karşı, devletçi ve otoriter bir görüş...
Küreselleşme hızlanırken, içeride bu görüşle politika yapılsaydı, çuvallama kaçınılmaz olurdu. O tüm başarıyı kendisine bağlıyor ama, dünyayı bilen Abdullah Gül ile Babacan ve Başçı olmasaydı, kendisini Cumhurbaşkanlığına kadar çıkaran sürecin yaşanmayacağını görmesi gerekiyor ama görmüyor.
Özetle, çok temel fark olduğu için görüş ve üslupta anlaşmak mümkün değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yatırımların azalmasından şikayet edip, faizin bu nedenle hızla düşürülmesini şart koşuyor. Merkez faiz indirimi yapınca bu ortamda piyasa faizlerinin yükseldiğini, yani yatırımcının maliyetinin daha da arttığını, hiç yatırım yapılamaz noktaya doğru gidildiğini herhalde görmüyor.
30 yılı aşkın süredir Ankara’da gazetecilik yapıyorum; çok baskın kişilikli politikacı gördüm ama kendi atadığı, beraber çalıştığı, hem de başarılı olduğu bilinen bakan ve bürokratına, “vatana ihanet ediyorlar” diyeni hiç görmedim…
“En ağır hakaret” olarak bilinen bu suçlamaya rağmen, görevine devam eden bakan ya da bürokrat da görmedim...
Her ne kadar inkar edilse de, AKP’ye yakın kaynaklar dahil, Ankara’daki genel kanı; geçen hafta hem Başbakan Yardımcısı Ali Babacan hem de Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın istifa ettikleri yönünde. Başbakan Davutoğlu’nun bu istifaları kabul etmediği ve “Böyle bir şey olmadığını kamuoyuna söylemelerini istediği” de konuşuluyor.
Aslında sadece Ankara’dakiler değil, piyasa uzmanları ve bankacılar da böyle düşünüyor. Bununla birlikte “Ne olursa olsun Babacan ve Başçı’nın istifa etmemeleri gerektiğine” de inanıyorlar. Bankacıların asıl derdi ekonomideki istikrarın devam etmesi. Zaten zor küresel ortamda daha fazla sıkıntıya girmek istemiyorlar. Bunun için iki ismin de yerinde kalmasını istiyorlar ve istifa etmeleri halinde, bozulacak piyasalar için “günah keçisi” ilan edilecekleri konusunda uyarıyorlar.
İşin kişisel boyutunu düşünen ise pek yok. “Siz aynı hakarete maruz kalsanız istifa etmez misiniz?” diye sorduğumda, çoğu “ederim tabi’diyor ama…
Doğal olarak “duyguların bırakılıp gerekenin yapılması” isteniyor ama bence olması gereken konusunda da eksik düşünülüyor. Yani Babacan ve Başçı görevlerinde kaldıkları sürece ekonomide işlerin kaza çıkmadan yürüyeceği düşünülüyor ama bu yetmeyebilir.
Gelelim başlıktaki soruya… Bu saatten sonra Babacan ve Başçı nasıl çalışacaklar, nasıl karar alacaklar?
Babacan ve Başçı daha önceki benzer çatışmalarda olduğu gibi; bir süre geri çekilip, kamuoyunda gözükmeyip, olayın unutulmasını bekleme yolunu seçerek yine işlerine devam edebilirler mi? Bence şimdiye kadar bu gerçekleşti ama böylesine bir yöntemi uygulamaları artık çok zor.
Daha doğrusu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Başçı’nın uyguladığı politikaları vatan satmakla eş tutacak noktaya ulaştı.
Ekonomiyi ciddi tehdit eder seviyeye ulaşan bu tartışmanın daha ötesi görünmediği için bir yerde kesilmesi gerekiyor. Aklıma gelen çözüm; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ya bizzat ya da Başbakan Davutoğlu’na söyleyerek, Başçı’nın istifasını istemeli. Hatta vatanı satmakla eş tuttuğu politikaları birlikte uygulayan Babacan ve Başçı’nın birlikte istifaları istenmeli.
Piyasalarda herkes Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tartışmayı bu seviye neden taşıdığını tartışıyor. Bilinçli bir tırmandırma ile gelinen noktanın artık daha ilerisi bulunmadığı söyleniyor. Babacan ve Başçı’nın neden istifa etmediği konusunda ise “Belli ki ekonomiyle ilgili çıkacak sorunların faturası birilerine yıkılmak isteniyor. Dolayısıyla bu faturanın çıkmaması için her ikisinin de tüm baskılara rağmen dayanması gerekiyor” diyorlar.
Piyasa uzmanları zaten bir süredir Hükümet çevrelerinin “seçim öncesi ekonomiyi krize sokacaklar” fobisinin dillendirildiğini hatırlatıyor. Belli ki Erdoğan hem ayrılmalarını istiyor hem de kendilerini istifa ettirip faturayı keseceği bir yer arıyor.
Bence çözüm belli; Başbakan artık devreye girmek zorunda. Ya gidip Cumhurbaşkanı’na artık tartışmayı bitirmesini istemeli ya da Babacan ve Başçı’dan istifalarını istemeli. Her iki tarafın da böyle bir formüle razı olacağını sanıyorum.
Ekonominin daha fazla yıpranmasına artık göz yumulmamalı. Bu formülle sorumluluk direk Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçmiş olur ki; zaten işin aslı da bu…
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Merkez Bankası arasında yoğun tartışmalara neden olduğu için, bugünkü kararın ayrı bir önemi oluştu. Dolayısıyla bugünkü kararın, hangi yönde çıkarsa çıksın, yeni tartışmalara neden olma ihtimali bir hayli yüksek.
Piyasa oyuncularından edindiğim izlenime göre Merkez Bankası’nın faiz indirme beklentisi, sakıncalarına rağmen, hala mevcut. Piyasa oyuncuları arasında “faiz inecek” diyenler var ve büyük bölümü 0.25 puanlık bir indirim tahmin ediyor. Bunun yanısıra 0.50 baz puanlık indirim bekleyenler de var.
Merkez Bankası’nın, enflasyonda beklentilerin gerçekleşmemesi, şubat ayı enflasyon verilerinin, akaryakıt fiyatlarındaki artış ve gıda fiyatları etkisiyle, yüksek çıkma ihtimali ve kurlardaki yüksek seviye nedeniyle faiz indirmeyeceğini tahmin edenlerin sayısı da bir hayli fazla.
Gördüğüm kadarıyla; piyasaların gözü, bu kez politika faizinden çok koridorun üst sınırına dikilmiş durumda. Bazı bankacı ve analistler, üst sınırda 0.25 baz puanlık da olsa bir indirim yapılabileceğini söylüyorlar. Ancak büyük çoğunluk “Merkez’in üst sınıra dokunması halinde, kurların buna büyük tepki vereceği” görüşünü belirtiyor.
Gerektiğinde başvurulacak bir oran olduğu için, şu anda piyasa faizinin yüksek seyrettiği de gözönüne alındığında, böyle bir dönemde üst sınırın indirilmesinin “Merkez Bankası’nın temkinli tutumunu elden bıraktığı” biçiminde algılanacağı belirtiliyor. Bunun aynı zamanda politikacının baskılarına boyun eğme olarak yorumlanacağı da söyleniyor. Normal dönemde bu indirimin yapılabileceğini ama artık faiz kararının çok daha hassas hale geldiğini belirten bir bankacı, “Merkez Bankası’nın karar alırken teknik gerekçeleri bıraktığı biçiminde bir algı, abartılı olarak kurlara yansıyabilir” dedi.
Piyasa oyuncuları Merkez Bankası’nın üst sınırı koruyup, politika faizinde 0.25 baz puanlık politika faiz indirimi yapması halinde piyasaların buna da tepki vereceği ama fazla olmayacağı görüşündeler. Tavan aynı kalıp politika faizi yüzde 0.50 indirilirse, kurlarda daha önemli artışlar olabileceğini söylüyorlar.
Ancak koridorun üst sınırında indirim yapılması halinde, politika faizi ne kadar inerse insin, piyasaların buna ciddi tepki vereceğinden kaygı duyuluyor.