Siyah beyaz da olsa bir çok ilki onunla yaşadık

Geçenlerde kalabalık bir grup oturmuş, TRT’nin dünü ve bugününü konuşuyorduk. Masada kimler yoktu ki.

Eski TRT Genel Müdürü Yücel Yener ile yardımcısı Bülent Varol duayenler olarak başı çekerken, şimdi özel kanallarda yönetici konumundaki bir çok eski kurum çalışanı. Tabii daha çok geçmişe dalıp, şimdi hafızalardan silinmeye yüz tutmuş kişi ve olayları hatırlıyorduk. Sahi, tek kanallı TRT hayatımıza renk katarken ilk kez tanık olduğumuz görüntüler nelerdi? İşte bunları tek tek hatırladık ve sizlere aktarmak üzere de notlar aldık.

31 OCAK 1968: TRT’de ilk kez televizyon yayınları başladı. Nuran Devres’in açılış anonsu ve Zafer Cilasun’un sunduğu ilk haber bülteni büyük ilgiyle izlendi.

15 HAZİRAN 1968: Dünya turunu tamamlayarak dönen Kısmet teknesi ve Sadun Bora ile eşi İstanbul’da krallar gibi karşılandı.

25 EKİM 1968: Fransa Cumhurbaşkanı General De Gaulle ziyaret yapmak üzere Türkiye’ye geldi ve " Kıbrıs için bölünme şarttır" dedi. Bu gün Fransa’nın izlediği politikaya değinecek olursak, nereden nereye geldiğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

21 TEMMUZ 1969: İnsanoğlu ay’a ayak bastı. Ben o sıralar 11 yaşındaydım ve televizyondan izlediğim görüntüleri dün gibi hatırlıyorum. Ne büyük heyecan ve şaşkınlık yaratmıştı.

12 MART 1971: Askerlerin verdiği muhtıraya ait televizyonda yayınlanan ilk haber korku saçmıştı.

6 EKİM 1971: 6b Akdeniz Oyunları İzmir’de sonradan Atatürk Stadı adı verilen Halkapınar Olimpik Stadı’nda törenle açıldı.

6 MAYIS 1972: Deniz Gezmiş, Aslan, İnan hakkında verilmiş olan ölüm cezası, Ankara Cebeci Sivil Kapalı Cezaevi avlusunda yerine getirildi. Ve bizler bu haberi içi burkularak izledik.

8 MAYIS 1972: İnönü, 33 yıldır sürdürdüğü CHP liderliğinden istifa etti. TRT günlerce ilk haber olarak verdi. Tabii, 14 MAYIS 1972’de gerçekleşen CHP Özel Kurultayı’nda Bülent Ecevit’in Genel Başkan seçilmesini de.

1 EKİM 1972: Boksör Cemal Kamacı 63,5 kg.da Avrupa profesyonel boks şampiyonu oldu.

30 EKİM 1973: İstanbul Boğaz Köprüsü, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından törenle açıldı ve TRT canlı yayınla bizlere izletti.

25 ARALIK 1974: ismet İnönü vefat etti. 3 gün sonraki cenaze törenini TRT naklen yayınladı.

20 TEMMUZ 1974.: Türkiye Kıbrıs’a müdahale etti. TRT, müdahaleyi ve sonrası başlayan savaş görüntülerini geniş bölümler halinde verdi. Bu televizyondan izlediğimiz ilk savaş görüntüleri oldu.

30 TEMMUZ 1976: Hora(sismik 1) gemisi Ege’ye açıldı ve Yunanistan ile aramızda kıta sahanlığı sorunu yeni boyut kazandı. Hepimiz Hora ile yatıp kalktık ve Yunanlılarla bir deniz savaşını bekledik.

1 ŞUBAT 1979: Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi öldürüldü ve olayın aydınlanma sürecini televizyondan takip ettik. O sıralar 2 yıllık bir muhabir olarak bu olay beni çok etkiledi.

12 Eylül 1980: Darbe yapıldı. TRT’den bu darbenin ilk veriliş haberi yeni bir döneminde başlangıcı oldu.

Peki, hepimizin yaşamında izler bırakan dramalara ne demeli. İsterseniz hatırlayabildiklerimizin adlarını şöyle bir sıralayalım.Diyet, Bir muharririn ölümü, Ferman, Hanende Melek, Pembe İncili Kaftan, Topuz, Yılkı Atı.

Gelelim müzik eğlence programlarına. Cemile Kutgün’ün sunduğu, Erşan Başbuğ’un yönetmenliğini üstlendiği "Bizden Size" halen akıllardadır. Tıpkı, TSM Özel Konserleri gibi. Bir de darbe ve muhtıraları hatırlatsa da Hasan Mutlucan programları.

Serin sulardan derin düşüncelere

Ankara’nın
bozkırına düşen o kavurucu sıcağı hissetmeden havuz başında öğle yemeğimi atıştırıp, buz gibi kolamı içiyorum. Üstelik yemek sonrası uzandığım şezlong o kadar rahat ki, uyuşukluktan kapanan gözlerime Saygı Öztürk’ün son kitabı "Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü"nü okuması için direktif bile veremiyorum. Ve o anda kulaklarımda patlayan sesle irkiliyorum.

"Teröristlerin yola döşediği mayına basan er ..... hayatını kaybetti"

Evet, günlük hayatımıza giren Güneydoğu’dan bir şehit haberi daha ve spikerin benzer metni bilmem kaçıncı kez okuması. Kısacası gece gündüz demeden görevini yapan askerlerimizden yine kötü bir haber var.

O Ankara sıcağında bilgisayarımın karşısında öyle hayallere dalmışım ki, masanın altına doğru yayılan bacaklarımı toplayıp, ellerimden birini klavyenin üzerinden, diğerini Saygı Öztürk’ün kitabından ayırıp, televizyon ekranına dikkat kesiliyorum. Sıcak havadaki havuz üzerine kurduğum fantezilerim ise son buluyor. Bizler hayal bile kurabilecek rahat bir ortamda yaşarken, elleri tetikte, gözleri teröristlerin üzerinde vatan kahramanlarını düşünüyorum. Aslında onlara ne kadar çok şey borçluyuz.

İşte o an Saygı’nın son kitabına göz gezdirmeye devam ediyorum. Tıpkı önceki kitapları gibi soluksuz okutuyor ve sürekli bir sonraki sayfada neler yazdığını merak ettiriyor. Katır Reşo ile çatışmada gülen askerin hikayesi ise aldığım notların ilk sırasına yerleşiyor.

Askerin madalyalı katırı

O çatışmadan kendileri sağ kurtulmuşlardı ama yüklerini taşıyan katır, her taraftan yağan kurşunlardan ne yapacağını şaşırmıştı. Bir o yana, bir bu yana koşuyordu. "Katır Reşo"nun öyküsü biliniyordu, ama ona "Reşo" adını kimin verdiğini bilen yoktu. Irak’ın Kuzeyi’nde her operasyonda yıllarca "Reşo" da yer aldı. Teröristlerin döşediği mayınları bulmak için gerekli donanımları olmayan askerler, geçecekleri yerlerde mayın olup olmadığını belirlemek için önden katırları sürer, arkasından da onların izine basarak askerler ilerlerdi.

Katırların kimi mayın patlaması sonucu telef oldu. Nice mayınlı araziden geçen "Katır Reşo"ya ise bir şey olmadı. Eğer "Reşo" bir yerden geçiyorsa siz merak etmeyin, orası mayın yönünden "temiz"dir. "Reşo" o dağlarda, sanki mayının nerelere konulduğunu biliyor, bazen mayınlı bölgeden geçerken, birden gidiş yönünü değiştiriyordu. Bazen anırıyor, garip işaretler yapıyordu. Ondaki bu değişiklik hemen dikkat çekiyor, oradan geçilirken mayınlara karşı daha dikkatli olunuyordu.

"Reşo"nun ünü, Güneydoğu’da tüm birlikler tarafından biliniyordu. Bazen komutanlar, "Reşo olduktan sonra bizim için mayın tarayıcıya gerek yok" diyorlardı.

Güneydoğu’nun bu efsanevi katırına, Türk Silahlı Kuvvetleri de o güne kadar yapılmamış bir şey yapıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri Süvari Birliği’nde bir tören düzenleniyordu. Güneydoğu’dan Ankara’ya getirilen "Katır Reşo" bir anda kendini törenin içinde buldu. "Katır Reşo"ya o gün "kahramanlık madalyası" takılmıştı. O, ömrünün bundan sonraki kısmını çok iyi bakılarak geçirecekti.

Kurşun bir yanağından girdi diğerinden çıktı

Onu ancak yaşayan bilir. 10 kişilik bir tim vadide ilerlerken üzerlerine kurşun yağmaya başladı. Sabah saatlerinde sıkıştırılan tim, ne dağa tırmanabiliyor, ne de geriye doğru gidebiliyordu.

Vakit ilerliyor, beklenen yardım da bir türlü gelemiyordu. Saatlerdir ölümle burun buruna olan askerler işi şakaya vuruyorlardı. Ataist olduğunu daha önce söyleyen Dr. Asteğmen, dualar okuyordu.

İşte, o ortamda asker gülmeyi de ihmal etmiyor. İnanılmaz bir olay yaşanıyor. Kurşun vızırtıları arasındaki esprilerden birisine er gülüyor. O an, biraz da kafasını gizlediği taşın üzerine çıkarıyor. İşte, o an merminin "cıvv" diyen sesini duyuyor...

Komutan, askerinin o an neye güldüğünü anımsamıyor. Er kahkaha atarken, kurşun yanağından giriyor, diğer yanağından çıkıyor. İşin bir başka ilginç yönü de dişlerine de bir şey olmuyor. Tabip Asteğmen, sürünerek erin yanına gidiyor. "Bir ,şey yok, kurşun bir yanağından girmiş, öteki yanağından çıkmış" diyor. Yaralı eri pansuman yapıyor.

O er, "ben iyiyim komutanım" diyor ve operasyon bölgesinden ayrılmıyor.

Kamera şakası gibi

Ankara-Konya Otoyolu’nda kalabalık bir motosiklet filosu tüm şeritlere yayılmış ağır ağır ilerliyor. Dikkatleri motorların üzerine çeken şey ise sürücülerin beline sımsıkı sarılmış kızlar. Özel aksesuarlı deri kıyafetleri ve çeşit çeşit kasklarıyla dokuz motorcu, arkasında taşıdıkları dekolte kıyafetli kızlarla tezat bir giyim tarzı sergiliyor.

Oldukça yoğun trafikte kamyon ve otobüs şoförlerinin hali görülmeye değer. Yanlarından geçen motosiklet filosunu ilk anda algılayamıyor, daha sonra da gördüğünün bir rüya olmadığını anlayıp yetişebilmek için gaza basıyor. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken de, az ötedeki kavşakta kovalamaca son buluyor.

Trafik polisleri motorcuları durdurup, ceza yazıyor ve oldukça komik bir diyalog içine giriyor. Görevli polisin gözleri, yarı çıplak kızların üzerinde dolaşırken, ceza yazacağını söylemesi belki makul karşılanabilir, ama bu cezayı kızların kask takmamasından dolayı kesmesi ise bana komik geliyor. Makbuzun üzerine konuşlanmış kalemi tam yazmaya hazırlanırken de yaşanan komedinin ikinci perdesi başlıyor.

Motorcular, polislere telaşlı bir şekilde konuşmaya ve hemen hareket etmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyor.

"Siz ne yapıyorsunuz? Şu anda film çeviriyoruz ve siz bizi durdurmakla bütün çalışmaları engellediğinizin farkında mısınız?"

Bu sözler üzerine "geçin" komutunu veren polisler, bir yandan makbuzlarını ceplerine sokmaya, diğer yandan da meraklı gözlerle çevreyi izlemeye çalışıyorlar. Doğru ya, bu kamera ekibi nerede? Onlar çevredeki tüm tepelerin üzerine göz gezdirip, kamerayı ararken motorcular da ufukta kaybolup, izini kaybettiriyor.

Sonradan öğreniyorum ki, uyanık motorcular bellerine sımsıkı sarılan kızlarla bir tanıtım için bir araya gelmiş. Aslında aktivitenin yapılacağı alan içinde gezinmeleri gerekirken otoyola çıkmışlar ve kendi zevklerini tatmin için biraz önce bahsettiğim ortamı yaratmışlar. Tabii polise yakalanınca da, film çekimi yapılıyor yalanını uydurmuşlar. Benden söylemesi, polisler uzun zamandır bu motorcu grubunu arıyor ve ilk fırsatta intikam almak için diş biliyor.
Yazarın Tüm Yazıları