Ankara’nın en pahalı arsası nerede olabilir? Bu soruya cevap vermek için zihnini zorlayanlar, her halde öncelikle Çankaya, Oran, Gaziosmanpaşa, Kavaklıdere, Ümitköy gibi lüks semtleri söylerler.
Kimsenin aklına AltındağBelediyesi’nin sınırları içinde kalan bir mekan gelmez. Oysa şehrin en pahalı arsası bu bölgede konuşlanmış durumda; yeni sahiplerini bekler durur.
Sözü fazla uzatmadan, yeri ve astronomik rakamların nedenini aktarayım. Ankara’nın en pahalı arazisi Cebeci Asri Mezarlığı’nda bulunur, ki oradan tedarik edilebilecek mezar yeri altın değerindedir. Mezarların metrekaresi için ödenen bedel dört bin YTL’yi (eski parayla dört milyar TL) bulur. Zor bulunan bu küçük toprak parçası da Asri Mezarlık dolup taştığı için yıllar önce satın alınıp, ihtiyaçtan dolayı devredilen mezar yerleridir.
Cebeci Asri Mezarlığı’nda şehit diplomatlarla, Uğur Mumcu’yla, AdnanMenderes’in oğulları Yüksel ve Mutlu’yla, eski Başbakan Refik Saydam’la ve daha niceleriyle beraber ebedi uykuların uyunacağı mezarlar, rayiç bedel itibarıyla Ankara’nın en pahalı arsası unvanını hak ediyor. Üç metrekarelik yere 12 bin YTL (12 milyar TL) öderseniz, mezarın metrekaresi 4 bin YTL’ ye (4 milyar TL) geliyor.
Ankara’da en pahalı arsaların metrekaresi ise iki bin 750 YTL’yi geçmez. Tabii, Kızılay, Tunalı Hilmi caddeleri gibi yerlerdeki işyeri olabilecek tek tük arsalar hariç. Örneğin, Çankaya Köşkü civarında arsa alacak olsanız, ödeyeceğiniz bedel taş çatlasa üç bin YTL’ yi bulmaz.
Geçmişe sahip çıkanlar, neden 2 mezara sahip çıkmadı?
Bu arada söz Adnan Menderes’in oğulları Yüksel ve Mutlu’dan açılmışken, önemli bir konuya da değineyim. Doğru Yol Partisi, kendini fes edip DemokratParti adını aldı ve geçmişine sahip çıktı. Yani, Adnan Menderes ile başlayan köklerine geri dönüp, yeni dönemi açtı. Ancak, gel gör ki, mirasın önemli parçalarından birini oluşturan Yüksel ile Mutlu Menderes’in ebedi uykularına yattığı mezarlara aynı hassasiyeti göstermedi. Bugün Adnan Menderes’in iki oğlunun mezarları, bakımsız halleriyle görenlerin içini burkuyor. Hatta, mezarlık müdürlüğünün kayıtlarına göre Yüksel Menderes’in adresi olarak yapılı olmayan ve üzerinde mermer lahiti bulunmayan mezar yeri karşınıza çıkıyor. Acaba bu ilgisizliğin suçu bir döneme sahiplenenlerde mi, yaşamı idam sehpasında son bulan Menderes’e sığınanlarda mı, yoksa sağa sola "Helallik" dağıtan Aydın Menderes’te mi?
Unutanlar için geçmişi şöyle bir hatırlayalım: 10 yıl başbakanlık yapan Menderes’in 18 Şubat 1959’da Londra yakınlarında bindiği uçak düşer, ama bu korkunç kazadan yaralı olarak kurtulur. Ancak Menderes’i 27 Mayıs darbesinden sonra acı dolu günler beklemektedir. Yargı, hapishane derken acı son gelmekte gecikmez: İdam.
Menderes ailesinin dramı, baba Menderes’in idamıyla son bulmaz. O sıralar Aydın milletvekilli olarak Meclis çatısı altında yer alan ailenin en büyük oğlu Yüksel Menderes, 1 Mart 1972’de Ankara’daki evinde ölü bulunur. Başucunda ise kareli bir kağıda yazdığı veda mektubu vardır. Bıraktığı yazıda "Hayatta kaderin bütün cilveleri beni buldu. Kötü hadiseler karşısında daha fazla tahammül gösteremeyeceğim. Artık yaşama gücümü kaybettim" der.
Ailenin diğer ferdi Mutlu Menderes de, Ankara’da 8 Mart 1978 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeder. Adnan Menderes’in hayattaki son oğlu Aydın Menderes de trafik kazası geçirir. Bugün hayati tehlikeyi atlatmış durumdaki Aydın Bey, kol ve bacaklarındaki felçle yaşamak zorunda.
Tesettür odalarında neler oluyor?
Diplomatik plakalı araçtan inip, Ankara’nın en lüks kadın kuaförünün kapısından içeriye giren kara çarşaflı bayan dikkatimi çekmişti. Sonradan öğrendim ki, Arap ülkelerinden birinin Büyükelçisinin eşiymiş. Saç bakımı, manikür, pedikür ve diğer kadınsı ihtiyaçları için tam üç saatini kuaförde geçirirmiş.
İçeride onlarca erkek ve bayan çalışana rağmen, çarşafa bürünerek örttüğü saçlarını açması, merakımı arttırmıştı. Doğru ya, saçının tek bir telini bile erkek çalışanların görmesi günah değil miydi? Üstelik cilt bakımını bile ihmal etmemişken. Kısa bir araştırmadan ve çok özel sohbetlerden sonra tüm sorularıma yanıt aldım. Bunun yanı sıra, Ankara’da başlayan yeni bir modanın detaylarını da.
Büyükelçi eşinin gittiği lüks kuaför gibi, Başkentteki birçok kuaför salonu, hizmet için özel odalar oluşturmaya başlamış. Çarşaflı ve türbanlı müşterilere hizmet için de bayan personeller işe almış. Röfleden saç kesimine, manikürden cilt bakımına kadar her alandaki taleplere bu elemanlar cevap veriyormuş. Bu özel odalara erkeklerin girmesi ise kesinlikle yasakmış.
İlgimi çeken bir başka nokta da, buraların abonesi kadınların çağdaş sayabileceğimiz her imkandan faydalanmaları. Röfleli saçlar, ojeli parmaklar, vücut için her türlü kreme bulanmak, hatta solaryumla bronz tene kavuşmak alışkanlıkları arasında. Aldıkları birçok hizmet her ne kadar çarşafın altında kalsa da, çok sık aralıklarla bu kuaförlere gitmekten geri kalmıyorlar.
Aklıma, bizim AKP iktidarı yöneticilerinin türbanlı eşleri geldi. Öğrendim ki, onlar da bu tip özel kuaför hizmetinden yararlanıyormuş. Örneğin, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunisa Hanım ile bir iki bakan eşinin kuaförü aynıymış. Kimi zaman onlara Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Hanım da eşlik ediyormuş..
Anlayacağınız Ankara’da kuaförde özel hizmet odası modası başladı. Yakında giyim mağazalarında da özel soyunma kabinleri oluşturulursa hiç şaşırmayın. Bakalım mahrem anlayışı hangi boyutlara varacak?
Kararı kamuoyu ve yargı verecek
Gökçek’in oğlu otursun diye aldığı villayı kaleme aldığım yazı birhayli yankı buldu. Üstelik Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i çok öfkelendirdi. Zira, 31 Mayıs ve 7 Haziran 2007 gecelerinde birlikte katıldığımız StarTV’deki Objektif programında, Kadir Çelik’in karşısında açtı ağzını yumdu gözünü. Kimi zaman terbiye sınırlarını aşan laflar ederken de, birçok konuya kendince açıklık getirmeye çalıştı.
İşte bu televizyon programları ile oğluna aldığı "villa" hakkında gazetemizde çıkan haber ve Star TV’de yayınlanan program kamuoyu’nda çok tartışıldı. Emin Çölaşan, Ahmet Hakan, Necati Doğru, Melih Aşık gibi bir çok yazar, yazılarım ile konuşmalarımızı köşelerine taşıdığı gibi, görsel ve yazılı medya da konuya kayıtsız kalmadı.
Sonuçta da karşılıklı iddialarımız mahkeme salonlarına taşınacak boyuta ulaştı. İşte bu nedenle Gökçek hakkında yazılarıma ara verdim. Kararı kamuoyu ve bağımsız yargı verecek.