11 Haziran 2007
BEKLENDİĞİ gibi, dış ticaret açığında gözlenen göreli istikrar cari işlemler açığına da yansıyor. Bu yılın ilk dört ayında cari işlemler açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3 azaldı. Son on iki ayda cari işlemler açığı 31.3 milyar dolar oldu. 2006 yılının tamamında açık 31.7 milyar doların biraz altındaydı. İlerideki aylarda dış hizmetler sektörü (özellikle turizm) gelirlerinin geçen yıla göre daha da artacağı beklentisiyle cari işlemler açığının düşmeye devam edeceği anlaşılıyor. Dış ticaret açığında ise şimdilik bir artış beklenmiyor.
KÖTÜNÜN İYİSİ
Dış dengelerin sürdürülebilirliği açısından gözlenen gelişmeler olumlu. Geçen yılın ortalarında finans piyasalarında yaşanan çalkantılar enflasyonda küçümsenmeyecek bir tortu bıraktı. Ama artan faizlerin yarattığı şok iç talep artışını belli ölçülerde frenledi.
Döviz kurları çalkantı öncesi düzeylerine geri geldiler. Faizler çalkantı öncesi düzeyin yaklaşık dört puan üzerinde kaldı. Ekonomik büyüme yavaşladı. Dış açıklardaki büyüme durdu ve istikrara kavuştu.
Geriye doğru bakıldığında, geçen yıl ortasında yaşanan çalkantı faiz ve enflasyonu yukarı çekti, ama reel ekonomideki sürdürülemez dengeleri daha sürdürülebilir hale getirdi denebilir. En azından dengelerdeki bozulma durdu. Bu açılardan, ekonomi politikaları yoluyla yapılamayanlar finans piyasalarındaki çalkantılarla gerçekleştirildi. Bununda faturası daha yüksek enflasyon ve faizler oldu.
Normale dönüşte uluslararası sermaye akımları yine küçümsenmeyecek bir rol oynadı. Geçen yılın ortasında yaşanan çalkantı iki ay kadar sürdü. Önce, duruldu. Sonra, uluslararası sermaye akımlarındaki hacim giderek yeniden arttı. Döviz kurlarının yeniden eski düzeylerine gelmesinde sermaye akımlarının önemi küçümsenemez. Aynı şekilde, enflasyonun daha da artmamasının nedenleri arasında uluslararası sermaye akımları var.
YABANCI SERMAYE
Genel izlenimin aksine, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesinin arkasında yalnızca faizlerin yüksekliği yatmıyor. Yıllık bazda 40 milyar doların üzerinde olan Türkiye ekonomisine giren yabancı kaynakların yaklaşık yüzde 25’i Türkiye’deki faizlerden yararlanmak isteyen yabancı sermaye. Geri kalan uluslararası sermaye akımı, doğrudan yabancı sermaye girişi ve Türkiye’deki ekonomik birimlerin dış borçlanması şeklindedir.
Bu yılın nisan ayı itibariyle net bazda son on iki ayda Türkiye ekonomisine 42 milyar dolar yabancı kaynak girmiştir. Bunun 26 milyar doları doğrudan yabancı sermayedir. Türkiye’deki yüksek faizlerden yararlanmak isteyen yabancıların yatırımlarını içeren portföy yatırımları net bazda yaklaşık 11 milyar dolar olmuştur. Bunun yaklaşık 1.5 milyar doları faiz kazanmaya değil, hisse senedi piyasasına gelmiştir.
Son yıllarda Türkiye ekonomisine gelen yabancı kaynakların çok önemli bir bölümünü cari işlemler açığı yoluyla yeniden yurt dışına gönderdik. Dolayısıyla, çok şikayet edilen yabancı sermaye girişlerinin döviz kurları üzerinde aşağı yönde baskı yapması olgusu olabileceğinden çok daha hafif yaşandı. Cari işlemler açığının azalıp yabancı sermaye girişlerinin aynı hızda devam etmesiyle bu açıdan çok daha zor bir döneme girilmesi olasılığı az değildir. Çünkü, cari işlemler açığını oluşturan dinamiklerle uluslararası sermaye akımlarının hacmini belirleyen dinamikler neredeyse birbirlerinden bağımsızdır.
Belki de, geçen yıl olduğu gibi, yeni çalkantılar ekonomiyi biraz daha sürdürülebilir dengelere doğru itebileceklerdir!
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2007
AVRUPA Birliği’ne tam üye olan ve gelişmekte olan (emerging markets) sınıfındaki ülkeler Euro Bölgesi’ne girmekte zorlanıyorlar. Birçoğu birçok kategoride Euro’ya geçme kriterlerini tutturmakta başarısızlar. Bu ülkelerin Euro’ya girişleri defalarca ertelenebilir.
Uluslararası sermayenin gelişmekte olan ülkelere karşı son derece cömert olduğu bir dönemde Euro adayı ülkelerinin en büyük sorunun bütçe açıkları ve enflasyon olması dikkat çekicidir. Macaristan hiçbir alanda kriterleri tutturamamaktadır. Büyük bir olasılıkla Macaristan’ın Euro Bölgesi’ne girmesi ertelenmeye devam edecektir.
EN İYİSİ SLOVAKYA
Tabloda Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’nın bütçe açıkları, kamu borçluluğu (2006 yılı sonu) ile enflasyon ve faizler (2007 mart) konusundaki karneleri verilmektedir. Bilgi için aynı alanlardaki Türkiye verilerine de tabloda yer verilmiştir. Galiba, birbirimizden fazla bir farkımız yok.
Macaristan hiçbir kriteri tutturamazken, kriterlere en yakın ülkeler Slovakya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti görünüyor. Slovakya’da enflasyon kriterin çok az üzerinde. Konunun uzmanları gelecek yıl başında Slovakya’nın Euro Bölgesi’ne katılma olasılığının çok yüksek olduğu düşünüyorlar.
Romanya’nın enflasyonu düşürmek ve faizleri kriterin altına çekebilmek için zamana ihtiyacı vardır. Buna karşılık, Bulgaristan enflasyonu aşağı çekebildiği ölçüde Euro Bölgesine yaklaşacaktır. Kaldı ki, Bulgaristan zaten "para kurulu" sistemini uygulamaktadır. Euro’ya karşı kur sabitlenmiştir.
Euro Bölgesi’ne aday ülkeler içinde olmasa dahi, Türkiye, geçen yıl sonu itibariyle, bütçe açığı konusunda tablodaki tüm ülkelerden daha iyi durumdadır. Kamu borcunun milli gelire oranında kritere çok yaklaşmıştır. Aday olan Macaristan’dan şimdilik daha iyi bir durumda görünüyoruz. En önemli sorunumuz enflasyon ve faizlerdir.
Genel makro ekonomik dengeler açısından da Euro adayları zorlanmaktadır. Örneğin, Macaristan ve Bulgaristan (milli gelire oranı olarak bizden fazla) çok yüksek cari işlemler açığı vermektedirler. Bu ülkelerde cari işlemler açığı daha da artma eğilimdedir. Euro’ya geçmeleri durumunda, özellikle Macaristan, şimdiki makro ekonomik dengeler içinde çok zorlanabilecektir.
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2007
GAYRİMENKUL fiyatlarındaki artış yalnızca Türkiye’ye özgü bir olgu değil. Son yıllarda dünyanın her yerinde gayrimenkul fiyatları artıyor. Yalnızca gayrimenkul fiyatları değil, genelde tüm varlıkların fiyatları artıyor. Dolayısıyla, ekonomik birimlerin gelirleri o denli artmasa da, servetleri artıyor. Bu yolla, ekonomik birimlerin tüketimleri artıyor (servet etkisi). Mal ve hizmetlere olan talep yükseliyor.
Artan tüketimle ekonomik büyüme ateşleniyor. Son üç-dört yıldır dünyanın belli başlı ekonomilerdeki (gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde) büyümenin neredeyse tümü iç talep artışıyla besleniyor. Tüm ülkelerde iç talep artışının ardında küçümsenmeyecek boyutlara varan servet etkisi var.
YATIRIM VE GETİRİSİ
Varlık fiyatları enflasyonun arkasında dünyadaki para olluğu var. Uluslararası sermaye çeşitli ülkelerde yalnızca bono, tahvil, hisse senedi almıyor. Doğrudan borç veriyorlar. Ama, daha da önemlisi, ya doğrudan gayrimenkul alıyorlar ya da gayrimenkul sektörüne yatırım yapan fonlara para koyuyorlar.
Gayrimenkul finansmanı giderek popüler oldu. Arkasında gayrimenkul teminatı olan borç verme operasyonları giderek yaygınlaştı. Bireysel yatırımcılar için dahi gayrimenkul yatırımları yapmak hem kolaylaştı hem de kárlı bir yatırım haline geldi. Bizim gibi gayrimenkul finansmanı sektörünün gelişmemiş olduğu ülkelerde gayrimenkul finansmanına talep daha da fazla arttı. Sonuçta, dünyada gayrimenkul fiyatları fırladı.
Gayrimenkul fiyatlarında gözlenen enflasyon elbette yalnızca o alanda kalmıyor. Fiyat artışları kiralara yansıyor. Örneğin, beş yıl evvel değeri 100 bin YTL olan bir apartman dairesinin aylık kirası 700 YTLK idi. Şimdi aynı apartman dairesinin değeri 400 bin YTL’ye fırladı. Dolayısıyla da, aynı apartman dairesinin aylık kirası 2 bin YTL’ye fırladı.
Kira enflasyonu aşağı yukarı gayrimenkul fiyatları enflasyonuna paralel olarak gelişti. Bu da çok normaldi. Yatırımın yüzde getirisi düştü, ama yatırımın değeri arttığı için mutlak getirisi de arttı. Son beş yıldır Türkiye’de kira enflasyonunun ortalama enflasyonun oldukça üzerinde seyretmesinin en önemli nedenlerinden biri de budur.
Varlık fiyatları enflasyonu genelde olumlu olarak algılanır. Borsa endeksi çıktığında borsa yatırımcılarının sevindiği gibi, gayrimenkul fiyatlarının artmasıyla da gayrimenkul yatırımcıları sevinir. Bu anlamda, varlık fiyatları enflasyonu mal ve hizmet fiyatları enflasyonundan farklıdır. Halbuki, mal stokçuları için de mal fiyatlarının artması sevindirici bir gelişmedir.
Mal ve hizmet enflasyonun genelde tüm dünyada düşük seyretmesi aslında uluslararası yatırımcıları diğer varlıklara yatırım yapmaya yöneltmiştir. Gayrimenkul bu alanlardan biridir. Aynı şekilde, petrol gibi çeşitli hammaddelere de yatırım yapmak bu dönemde popüler hale gelmiştir. Bu alanlarda yatırım ve yatırımcılar arttıkça, fiyatlar da yüksek kalmaya hatta artmaya devam etmektedir.
FİYAT İSTİKRARI
Merkez bankalarının temel görevi mal ve hizmet fiyatlarında istikrarı sağlamaktır. Bu açıdan bakıldığında, varlık fiyatları enflasyonu merkez bankalarını ilgilendirmiyormuş gibi algılanabilir. Aslında, bu yargı doğru değildir. Varlık fiyatları enflasyonu merkez bankalarını çok yakından ilgilendiren bir olgudur. Çünkü, varlık fiyatlarının artmaya devam ettiği bir ortamda mal ve hizmet fiyatlarının da olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir.
Tüm dünyada mal ve hizmet fiyatlarında göreli bir istikrar gözlense dahi, bu istikrarın varlık fiyatlarındaki enflasyondan gelen olumsuz etkilerle tehdit altında olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2007
SON yayınlanan verilere göre nisan ayı itibariyle on iki aylık dış ticaret açığı 53 milyar doların altına geriledi. Bu bazda rekor 53.7 milyar dolarla geçen ocak ayında kırılmıştı.
Yıllık dış ticaret açığında son aylarda göreli bir istikrar gözleniyor.
İhracat hızla artıyor. Ama, ithalat artışı daha düşük gerçekleşiyor. Bu yılın ilk dört ayında ihracat geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25.3 artarken, ithalat artışı yüzde 15.9 oldu. Sonuç olarak,
dış ticaret açığındaki artış yılın ilk dört ayında, geçen yılın aynı dönemine göre, yalnızca yüzde 1.2 oldu. On iki aylık dış ticaret açığındaki artış geçen yılın mayıs ayındaki yüzde 32’lerden bu yılın nisan ayı itibariyle yüzde 11.7’ye geriledi.
İHRACAT İÇİN İTHALAT
Ayrıntılara girildiğinde,
aslında ithalat artışındaki frenlemenin çok önemli bir bölümünün yatırım malları ile tüketim malları ithalatından geldiği görülüyor. Yılın ilk dört ayında yatırım malları ithalatı yalnızca yüzde 3 artarken, tüketim malları ithalatı yüzde 2.9 azaldı. Bu eğilim yatırım mallarında geçen yıl sonundan bu yana, tüketim mallarında ise geçen yılın ortasından bu yana gözleniyor.
Ara malları ithalatınki artışta henüz eğilim oluşturacak nitelikte bir gerileme gözlenmiyor. Örneğin, geçen yılın tümünde ara malları ithalatı yüzde 20.4 artarken, bu yılın ilk dört ayında ara malları ithalatındaki artış yüzde 22’nin üzerinde oldu. Ham petrol ithalatını dışarıda bırakırsak, bu rakamlar sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 23.4 olarak gerçekleşti.
Grafikte tarım ürünleri dışındaki yıllık ihracat ile ham petrol dışındaki yıllık ara malları ithalatı veriliyor. Geçen şubat ayı itibariyle bu iki kalemdeki dış ticaret açığımız yıllık yaklaşık 6.5 milyar dolar. Ortalama olarak,
son altı aydır tarım dışı ihracat arttıkça, ham petrol dışı ara malları ithalatı aynı miktarda artma eğilimi göstermektedir.
Geçen yılın tümünde toplam ithalat içinde ara malları ithalatının payı yüzde 70 civarındayken, bu yılın ilk dört ayında bu oran yüzde 75’e çıkmıştır. Buna karşılık, geçen yıl toplam ithalat içinde yüzde 17’ye yakın payı olan yatırım malları ithalatı yüzde 15’in altına düştü. Tüketim malları ithalatının payı geçen yıl yüzde 12 civarındayken, bu yıl yüzde 10’a geriledi.
OLUMSUZLUĞUN OLUMLU TARAFI
Dış ticaret verilerine göre, iç talep artışında (yatırım ve tüketim) son altı aydır bir yavaşlama olduğu kesindir. Geçen yılın bütününde gözlendiği gibi, bu yıl da dış ticaretin ekonomik büyümeye katkısının olumlu olacağı anlaşılmaktadır. Toplam ekonomik büyüme büyük ölçüde sanayi dışındaki sektörlerce belirlenecek gibi görünmektedir. Bu alanda inşaat sektöründeki gelişmeler önemli olmaktadır.
Dış ticaret açığındaki gelişmelere paralel olarak önümüzdeki aylarda cari işlemler açığındaki artışın yavaşlaması, durması, hatta turizm gelirlerindeki artışla biraz gerilemesi dahi beklenebilir. Bütün bunlar büyük bir olasılıkla daha düşük bir büyüme performansı ile sağlanabilecektir. Bu gelişmeler aslında ekonomik dengeleri kalıcı kılmak açısından olumlu olarak yorumlanmalıdır.
Geçen yılın ortasında yaşanan çalkantı, enflasyon açısından çok olumlu olmadı, ama enflasyon dışındaki makro ekonomik dengeler açısından çok olumsuz olduğu söylenemez.
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2007
MAYIS ayı enflasyonu piyasa beklentilerinin altında çıktı. Mali piyasalar ters köşeye yatmadıkları için sevindi. "Acaba faizler düşer mi?" sorusu yeniden sorulmaya başlandı. Gerçekten de, son yayınlanan enflasyon verileri ileriye dönük bazı olumlu sinyaller içeriyor. Ama enflasyon eğilimlerinin kısa dönemde hedeflenen enflasyonla uyumlu olduğunu iddia etmek olanaksız.
Yıl sonunda enflasyonun yüzde 7’nin altında olma olasılığı hálá o denli yüksek değil. Dolayısıyla 2007 yılı sonunda enflasyonun yüzde 7’nin altında olması hálá çok büyük bir başarı olarak görülmelidir.
ESKİ BANDA DÖNÜŞ
Mayıs ayında tüketici enflasyonu yüzde 0.5 oldu. Geçen yılın mayıs ayındaki yüzde 1.88 olan enflasyonun yıllık hesaplardan çıkmasıyla son on iki aylık enflasyon yüzde 9.23’e geriledi. Enflasyonumuz çift haneli olmaktan kurtuldu.
Bu yılın mayıs ayı enflasyonu aylık olarak 2004 yılından bu yana görülen en düşük mayıs ayı enflasyonuydu. 2004 yılının mayıs ayında yıllık enflasyon yüzde 7’nin biraz üzerindeydi.
Grafikten de görüldüğü gibi, 2004 yılının ilk çeyreğinden geçen yılın ortasına kadar yüzde 7-9 arasında salınan yıllık enflasyon, geçen yılın ortasından bu yana yüzde 9-11 arasında salınıyor. Mayıs ayı itibariyle, yüzde 9-11 bandının alt sınırına gelmiş bulunuyoruz.
Haziran ayı ile beraber yıllık tüketici enflasyonunun, yeniden yüzde 9’un altına inme olasılığı küçük değildir. Mayıs ayında olduğu gibi, haziran ayında da gıda ürünlerindeki fiyat artışlarının yumuşaması söz konusudur. Ek olarak, gıda maddelerinde katma değer vergisi oranlarının düşürülmesi haziran ayında tüketici fiyatlarına olumlu yansıyacaktır.
Sonbahar aylarına kadar yıllık enflasyonun yüzde 7-9 bandının orta-üst sınırı civarında dolaşması büyük bir olasılıktır. Enflasyondaki eğilimin daha açık bir biçimde görülmesi için eylül ve ekim aylarındaki enflasyon verileri önemli olacaktır.
Eylül ve ekim aylarındaki enflasyon üzerinde şu sıralarda artan kamu finansman açıklarının etkileri görülebilecektir. Temel enflasyon diye adlandırılan TUİK’in (H) endeksi enflasyonu, son iki aydır aylık bazda yüzde 1’in üzerindedir. Aynı eğilim, çoğunlukla piyasa dışı kararlardan etkilenen malları hariç tutan (G) endeksi enflasyonu için de geçerlidir. Bu veriler uzun dönemli enflasyon dinamikleri açısından olumlu sayılamazlar.
HEDEF UZAKTA
Mayıs ayında üretici fiyat endeksindeki tarım mallarındaki fiyat artışı yüzde 2.9 olmuştur. Üretici fiyatlarından tüketici fiyatlarına geçişin hızı ve boyutu hakkında, veri setinin göreli kısalığı nedeniyle, henüz güvenilir bir tahmin yapmak zordur. Ama tarımda üretici fiyatlarındaki artışın gıda maddelerinde tüketici fiyatlarındaki artıştaki yumuşamayı sınırlandırabileceği düşünülebilir.
Kısacası yakın dönemde tüketici enflasyonu, geçen yıl ortası öncesi dönemdeki bant içinde seyredecek gibi görünmektedir. Sonbahar aylarında, eğilimin bandın yukarısında mı yoksa aşağısında mı olacağı kamu finansman dengesinin alacağı görünüm ve yaz aylarındaki parasal genişlemenin boyutları ile yakından ilgili olacaktır. En iyi olasılıkla dahi, enflasyon hedefinden bir süre daha uzak kalacağımız aşikardır.
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2007
DÜNYA ekonomileri tarihlerinin en iyi dönemlerinden birini yaşıyor. Ekonomik büyüme tahminlerin üzerinde. Birçok ekonomide enflasyon düşük. Uygulamadaki ekonomik politikalar şimdilik istikrarı tehdit etmiyor, aksine, istikrarı büyük ölçüde destekliyor.
Çoğu gelişmekte olan ülkelerde bütçe açıkları makul düzeylerde. Hükümetler harcamaları kısmak zorunda değiller. Çünkü, göreli olarak yüksek düzeydeki harcamalar ekonomik büyümenin getirdiği vergi artışlarıyla finanse edilebiliyor. Kol bükerek alınan yeni vergiler ya da artan vergi oranları da toplumları o denli rahatsız etmiyor.
NE ZAMAN BİTER
Gelişmekte olan ülkelere akan uluslararası sermayenin son üç yıldır her yıl bir önceki yıla göre düşeceği tahmin ediliyor. Ama, gerçekleşmeler hep tahminlerin üzerinde gerçekleşiyor. Son tahminlere göre, gelişmekte olan ülkelere akan yabancı sermayenin 2006 yılında 550 milyar dolara ulaştığı (tahmin 500 milyar doların altındaydı) düşünülüyor.
Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler giderek uluslararası sermayeden daha fazla pay almaya başladılar. Toplam 550 milyar dolarlık hacimden Avrupa’nın gelişmekte olan ülkeleri (yeni AB ülkeleri, Rusya, Ukrayna ve Türkiye) 2006 yılında 236 milyar dolar uluslararası sermaye çektiler.
Uluslararası yatırımcılar gelişmekte olan ülkelerde ne bulsalar alıyorlar. Öyle ki, küresel düzeyde satın almaya hazır para sanki satılık maldan çok daha fazla. Dolayısıyla, fiyatlar artıyor. Faizler düşüyor. Borç almak çok kolaylaşıyor. Kredi verme standartları düşüyor ve düşürülüyor. Gelişmekte olan ülkelerin arada bir saçmalamalarının maliyeti neredeyse sıfırlanıyor. Bol para pislikleri de örtüyor.
Küresel düzeyde işler iyi giderken, "acaba bu parti ne zaman biter?" sorusu da daha sık sorulmaya başlandı. Risklerin arttığı biliniyor. Şişen balonun ne zaman ve nasıl patlayabileceğinin tahminleri yapılmaya çalışılıyor. Bunu yapanlar genellikle "kötümser" olarak nitelendiriliyorlar.
Küresel dengenin sürdürülebilirliği iki önemli parametreye bağlıymış gibi görünüyor: küresel ekonomik büyüme ve yüksek hammadde fiyatları. Ekonomik büyüme hammadde fiyatlarının yüksek kalmasını sağlıyor. Yüksek hammadde fiyatları yüksek miktarlarda küresel düzeyde "yatırılabilir fon" yaratıyor.
Yalnızca Körfez Ülkeleri’nin (Bahreyn, Katar, Kuveyt, Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) diğer ülkelere yatırımlarının son beş yılda 500 milyar doları geçtiği tahmin ediliyor. Petrol fiyatlarının yüksekliğinden elde edilen fazlanın yarısından fazlası Amerika’ya gidiyor. Beşte biri Avrupa ülkelerine akıyor. Körfez ülkeleri kendi bölgelerindeki ülkeler kadar Doğu Asya ülkelerine yatırım yapmaya başladılar.
GELEN YENMEYE BAŞLANIYOR
Para bol ve ucuz olunca olası riskler önemsizmiş gibi görülmeye başlanıyor. Ekonomi politikalarının gevşemesine göz yumuluyor. Bu şekilde riskler artırılıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerde yaşanıyor. Geçen yıla kadar cari işlemler fazlası veren Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler (Türkiye, Macaristan ve Bulgaristan hariç) giderek cari işlemler açığı vermeye başlıyorlar. Yani, bizim son beş yıldır yaptığımız gibi, gelen parayı yemeye başlıyorlar.
Aynı olgu Brezilya ve Arjantin de yaşanmaya başlandı. Tahminlere göre, gelişmekte olan ülkelerdeki cari işlemler dengesi, Avrupa’da 2006 yılında 22 milyar dolar fazlayken, 2007 yılında 38 milyar dolar açığa dönüşecek. Latin Amerika’da ise cari işlemler fazlası 51 milyar dolardan 18 milyar dolara düşecek. Asya’da ise cari işlemler fazlası artarak devam edecek gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2007
GELİŞMEKTE olan ülkelerde son yıllarda bir şımarıklık söz konusu. Uluslararası sermaye hareketleri yoğunlaştıkça ve derinleştikçe, ülkeler makro ekonomik disiplini boş vermeye başlıyorlar. Gelen uluslararası para pislikleri büyük ölçüde örtüyor. Halbuki, bu çeşit ortamlar bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için yapısal reformların tamamlanması için çok büyük bir fırsat yaratıyor. Küresel sermayenin bolluğu yapısal reformların kısa dönemde yaratacağı sıkıntıların daha az acılı atlatılması için bir pencere açmış oluyor.
Genellikle, bu fırsatlar ıskalanıyor. Yapısal reformların yapılmasının ivediliği ortadan kalmış gibi hareket ediliyor. Duvara çarpıldığında, çok daha olumsuz koşullarda yapısal reformların uygulamaya konması zorunluluk oluyor. Türkiye bu konuları çok iyi bilir.
SEÇENEK DARALMASI
Türkiye, seçim atmosferine girilmesiyle IMF’ye söz verilen bazı ekonomi politika ilkelerini görmezden gelmeye başladı. Bu ilkelerden biri "vergi indirimi" gibi kamu finansmanını olumsuz etkileyecek davranışlardan kaçınılmasıydı. Son niyet mektubu bu konuyu bir kez daha vurgulamıştı.
Ama, mektup gönderilip gözden geçirme tamamlanır tamamlanmaz turizm sektöründe ve bazı gıda maddelerinde "KDV indirimi" gündeme geldi. Anında yürürlüğe kondu. Seçimler yaklaştıkça, buna benzer "şirin görünme" çabaları artabilecektir. İşin ilginç yanı iktidara talip olan hiçbir partiden bu çeşit "şımarıklıklar" karşısında sert bir tepki gelmemektedir. Herkes tribünlere oynamaktadır.
Yurt dışında olumlu hava devam edip uluslararası sermaye akımlarında bir daralma yaşanmadıkça, Türkiye’nin seçim döneminde "yaramaz çocuk" rolünü oynaması makro ekonomik dengeleri kısa dönemde radikal bir biçimde değiştirmeyebilecektir. Bu açıdan, seçim döneminin göreli olarak kısa olması iktisadi açıdan bir şanstır.
Bugün yapılan iktisadi şımarıklıkların faturası seçimlerin sonrasına ertelenmektedir. Bugün boşlanan "çapa" yarın daha büyük bir ihtiyaç haline gelecektir. Seçimlerden sonra gelecek hükümetin IMF ile yeni bir düzenleme yapmama gibi bir seçeneği giderek ortadan kalkmaktadır. Belki, bu açıdan da, olumlu bir ortam yaratılmaktadır. Seçimlerden sonra işbaşına gelecek hükümetin hareket alanı daraltılmaktadır.
BUGÜNLERİ ARAMAK
Gelinen noktada, bozulan kamu finansman dengesiyle, yüksek dış açıklarla, belli bir noktadan sonra inatçılık yapan enflasyonla, yurt dışından gelen fon akımlarına endekslenmiş mali piyasalarıyla ve seçimlerden sonra dahi devam etme olasılığı çok yüksek siyasi belirsizliklerle Türkiye’nin sığ sularda gemisini karaya oturtmadan çapasız dolaşması pek mümkün görünmemektedir. Çok riskli bir döneme girilmektedir.
Gündemde, yılardır ertelenen çok ciddi yapısal reformların uygulamaya konması vardır. Kamu kesiminde verimlilik artışlarından, sosyal güvenlik sisteminin finansman yapısına, kamudaki fiyat ayarlamalarından, istihdamı artırıcı mali ve yapısal önlemlere kadar geniş bir yelpazede kısa dönemde uygulamaya konması zorunlu hale gelen reformlar söz konusudur.
Bütün bunlar IMF’ye verilen son niyet mektubunda da sıralanmıştır. Uygulama seçimlerden sonra zaman kaybetmeden başlamak zorundadır. Aksi takdirde, bugün gözlediğimiz makro ekonomik dengeleri bir yıl sonra çok arayabiliriz.
Bir seyahatim nedeniyle yazılarıma gelecek salı gününe kadar ara veriyorum.
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2007
KLASİK ekonomi teorisi, göreli olarak sermaye zengini olan ülkelerin üretimlerinde göreli olarak daha yoğun sermaye kullanılan malları ihraç edeceğini öngörür. Aynı şekilde, göreli olarak emek zengini olan ülkelerin de üretimlerinde göreli olarak yoğun emek kullanan malları ihraç edeceği tahmin edilir.
Bu öngörülerden yola çıkarak gelişmekte olan ülkelerin tarım malları ihraç edip gelişmiş ülkelerden sanayi malları ithal edeceği düşünülür. Gerçek veriler bu tezi desteklememiştir. Bunun üzerine dış ticarete konu olan malların akımına malların üretiminde kullanılan emek ve sermayenin akımı olarak bakılmış ve daha gerçekçi sonuçlara ulaşılabilmiştir.
FAKTÖR KALİTESİ
Gerçek hayattan alınan veriler emeğin ve sermayenin kalitesinin de önemli olduğuna işaret etmektedir. Teknolojik üstünlük emeğin de, sermayenin de üretimdeki kalitesini artırmaktadır. Aslında emek yoğun diye düşünülen sektörler üstün teknoloji sayesinde emeğin kıt olduğu ülkelerde dahi göreli avantajlar sağlayabilmektedir.
Dolayısıyla, emeğin kıt olduğu düşünülen ülkeler üretimleri emek yoğunmuş gibi görünen malları ihraç edebilmekte, sermaye birikimi göreli olarak kıtmış gibi görünen ülkeler ise üretimlerinde sermaye yoğunmuş gibi görünen, ama aslında o denli yüksek teknoloji gerektirmeyen malları ihraç edebilmektedirler. Üretimde ortaya çıkabilecek olumsuz dışsal etkenler de (hava kirliliği, iş güvenliği gibi) kimin ne üretip ihraç edebileceğini belirleyen unsurlardandır. Bazı sosyalist iktisatçılar bu tahminleri 30-40 yıl önce yapmışlardı.
Teknolojik gelişmelerin hızlanmasıyla, teknolojinin önemi ile emek-sermaye karışımının kalitesi, hangi malların hangi karakterdeki ülkeler tarafından ithal ya da ihraç edilebileceğini çok daha çarpıcı bir biçimde göstermeye başlamıştır.
TEKNOLOJİ
Bugün, Amerika dünyanın en büyük ve en önemli tarım malları (tahıl) üreticisidir. Halbuki, tarım malları üretimi emek yoğun diye düşünülüp eskiden gelişmekte olan ülkelerin işi olarak bakılırdı. Bir zamanların sanayi üretiminin sembolü ve sermaye yoğun olarak görülen otomobil üretimi artık giderek gelişmekte olan ülkelerin işi oldu.
Amerika’nın dış ticaret açığı 2005 yılında 767 milyar dolar olmuştur. Silah ve uçak ticareti dışında, dış ticaret fazlası verdiği tek sektör 3.8 milyar dolarla tarım sektörüdür. Amerika, dünya mısır üretiminin yüzde 40’ını, buğday üretiminin yüzde 10’unu gerçekleştirmektedir. Dünyada en fazla mısır ve buğday ihraç eden ülke yine Amerika’dır. Bu konuya bir başka yazıda geri döneceğim.
Buna karşılık Amerika taşıt araçları sektöründe yılda 125 milyar dolar (toplam dış ticaret açığının yüzde 16’sı) civarında dış ticaret açığı vermektedir. Amerika 2005 yılında 6.6 milyon binek otomobil ithal etmiştir. Bu alanda en büyük ithalat Japonya ve Kanada’dan sonra Güney Kore’den (toplamın yüzde 11’i) yapılmıştır. Amerika’da üretilen binek otomobillerin yüzde 46’sı yabancı firmalarca gerçekleştirilmektedir. Dünya otomobil ve kamyon üretiminin yüzde 35’i gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmektedir.
Rakamlar çarpıcıdır. Kimin ne üretip ihraç edebileceği konusunda üretimin içine giren üretim faktörlerinin miktarından çok kalitesi giderek önem kazanmaktadır. Yani, teknoloji dış ticaret akımlarında en önemli etkenlerden biri olmaktadır. Son yüz elli yılda tekstil sektörünün gelişmiş ülkelerden başlayıp gelişmekte olan ülkelere kayması yoluyla dünyayı dolaşması da bu açıdan ilginçtir. Şimdi, dünyayı dolaşma sırası otomotiv sektörüne gelmiştir.
Yazının Devamını Oku