NEDENLERİ ne olursa olsun, bazı makro ekonomik veriler para politikasının şekillenmesi üzerine belli baskılar yaratırlar. Merkez bankaları bu baskıları iyi değerlendirmek zorundadırlar.
Gözlenen eğilimlerin kalıcı olup olmadıkları önemlidir. Kamuoyunun baskı yaratıyormuş gibi algıladığı eğilimlerin gerçekten de önemli olup olmadıkları da merkez bankaları açısından dikkatle değerlendirilir.
Türkiye’ye baktığımızda, para politikasına baskı yapıyormuş gibi görünen eğilimlerin olmadığını iddia edemeyiz. Önce geçen yılın ortasında para politikasının sert denebilecek bir dönüş yapmasının hemen öncesindeki verilerle bugünü karşılaştırmak gerekiyor. Geçen yılın mayıs ve haziran aylarında yaşanan piyasa çalkantılarına Merkez Bankası kısa vadeli faizleri artırıp döviz kurlarının artışını engelleme yönünde döviz piyasasına müdahalelerle cevap vermişti.
DÜN VE BUGÜN
Geçen yılın nisan ayı sonunda Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz oranı yüzde 13.25’e indirilmişti. On iki aylık bazda, enflasyon yüzde 8.8’e gelmişti. İleriye dönük on iki aylık enflasyon beklentisi de yüzde 5 civarındaydı. Zaten, geçen yıl sonu enflasyon hedefi de yüzde 5’di. Geçen yılın nisan ayı ortalama döviz kuru sepet bazında (1 dolar ve 0.77 Euro’dan oluşan sepet) 2.585 civarındaydı. Hazine faizleri yüzde 13’e kadar inmişti.
Geçen ay itibariyle aynı değişkenlere baktığımızda gördüğümüz resim şöyle: Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz oranı yüzde 17.5 düzeyinde devam ediyor. On iki aylık bazda enflasyon yüzde 8.6 civarında geldi. İleriye dönük on iki aylık enflasyon beklentisi yüzde 7 civarında dolanmakta. Bu yılın enflasyon hedefi ise yüzde 4. Haziran ayı ortalama döviz kuru sepet bazında 2.674 civarında. Hazine faizleri yüzde 18 civarında dolaşıyor.
Durumu özetlersek, geçmiş on iki aylık enflasyon geçen yılın nisan ayına göre çok az düşmüş durumda. İleriye dönük yıllık enflasyon beklentisi geçen yılın nisan ayına göre yüzde 2 puan yukarıda. Nominal döviz kuru sepet bazında yüzde 3.4 artmış durumda. Ama, o tarihten bu yana yurt içindeki ortalama fiyatlar yüzde 11 arttı. Yani, yurt dışındaki enflasyon göz önüne alınmazsa, YTL, döviz sepetine karşı yüzde 7.3 kadar reel olarak değerlenmiş durumda. Bütün bunlara karşı, Merkez Bankası kısa vadeli faizleri eskiye göre yüzde 4.25 yukarıda. Hazine faizleri de aynı derecede daha yüksek.
Konuyu böyle koyduğunuzda, Merkez Bankası’nın artık dövize müdahale etmesi gerektiği ve kısa vadeli faizleri de indirmesinin şart olduğu gibi bir durum çıkıyor. Kaldı ki, bu ayın ilk on iki gününde ortalama nominal döviz kuru sepeti daha da düşerek 2.641 düzeyine geriledi. Belki, gerilemeye de devam edecek.
YARIN
Para politikası üzerindeki baskının bir değer boyutu iç talep baskısının belli bir ölçüde hafiflemiş olması ve ekonomik büyümenin ihracat ağırlıklı olmasıdır. Zaten, ilgili çevreler bu yönde moral baskı yapmaya başladılar bile.
Ekonomik büyümenin devam etmesi için ihracat artışının ne denli önemli olduğu vurgulanmaya başlandı. Dolayısıyla, döviz kurlarından gelen olumsuzluklarla ihracat artışının yavaşlamasına neden olmak, döviz kazancı ve cari işlemler açığı gibi konuları bir tarafa bıraksak dahi, ekonomik büyümeyi kösteklemek olacağı söylevleri öne çıkmaya başladı.
Bu baskılar altında para politikası önümüzdeki dönemde nasıl şekillenebilir?