10 Temmuz 2008
MAYIS ayında imalat sanayi üretimi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1.9 arttı. Yılın ilk beş ayında ortalama imalat sanayi üretimi büyümesi yüzde 5.4 oldu.
2004 yılından bu yana baktığımızda imalat sanayi üretimi büyümesinde belli bir ivme kaybı var. Üretim artmaya devam ediyor, ama artış azalarak devam ediyor.
On iki aylık ortalama imalat sanayi üretimi mayıs ayı itibariyle bir önceki yıla göre yüzde 4.5 arttı. Geçen yılın mayıs ayında aynı bazdaki üretim büyümesi yüzde 6.2 olmuştu.
SEKTÖRLER
Ayrıntılara girildiğinde, imalat sanayi sektöründe yüzde 10’un üzerinde payı olan sektörlerdeki üretim büyümesinde küçümsenmeyecek yavaşlamalar gözleniyor. Örneğin, gıda ürünleri ürerimi artışı 2005 yılı ortalarında yüzde 10’a kadar yaklaşmışken, son dönemlerdeki üretim artışı yüzde 3-4 düzeylerine inmiş görünüyor.
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2008
GIDA ve petrol fiyatlarındaki durdurulamayan artışlar sosyal sorunlar yaratabilecek boyutlara geliyor. Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar konunun bu yönünü sıkça dile getirmeye başladılar. Gıda fiyatlarının geldiği noktada dünyada mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısının ikiye katlanacağından korkuluyor. Petrol fiyatlarındaki artış da temel ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştıran ve pahalılaştıran bir başka etken.
ÜRETİM ARTMIYOR
Dünyanın gelişmiş ekonomileri bu sorunlara çözüm arıyor. İlk akla gelen çözüm de birilerinin bu fiyat artışlarını durdurması. Fiyat artışlarının durması da yetmiyor. Bu fiyatlarda mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayanlara yönelik yardımların artırılması gündeme getiriliyor.
Dünyanın en zengin ülkeleri (G-7) ve Rusya’nın katılımıyla oluşan G-8 ülkelerinin devlet ya da hükümet başkanlarının geçenlerde yaptığı toplantının önemli gündem maddelerinden biri bu konuydu. Konunun önemi vurgulandı. Ama, çözüme yönelik gerçekçi bir mutabakata varılamadı. Tüm ülkeler petrol üretiminin artırılması gerektiğini vurguladılar. Yani, çözümün büyük bir bölümünü Arapların üzerine yıktılar.
Gerçekten de, petrol fiyatlarındaki artışın önemli nedenlerinden biri petrol talebinin son on yıldır hızlanarak artması, ama petrol arzının 2000 yılından bu yana neredeyse sabit kalması. Aslında, petrolde spekülasyonu körükleyen en önemli unsurlardan biri de bu olgu.
Petrol temel enerji kaynaklarından biri olduğundan fiyatın artması özellikle kısa vadede talebi o denli azaltmıyor. Yani, teknik deyimiyle, petrol talebi esnek değil. Petrol üreticileri fiyat arttığı halde kısa dönemde eskisi kadar satış yapabiliyorlar. Dolayısıyla, petrol üretimini artırıp sabit petrol kaynaklarını daha kısa sürede bitirmeyi istemiyorlar. Artan fiyatlarla gelirlerinin artmasından memnunlar. İktisadi olarak petrol üreticilerinin petrol üretimini artırmaları için yeterli bir teşvik söz konusu değil. O nedenle de Araplar petrol üretiminin artırılmasına çok sıcak bakmıyorlar.
VERGİ GELİRLERİ ARTIYOR
Petrol tüketen ülkeler de bu konuda bir şey yapmıyorlar. Dünyanın her yerinde petrol ürünleri üzerinden alınan dolaylı vergiler devletin en önemli gelir kaynaklarından biridir. Ülkeden ülkeye petrol ürünleri üzerinden alınan vergiler değiştiğinden, örneğin benzin fiyatları da büyük farklılıklar gösterir. Amerika’da bir galon benzin için ödenen fiyat neredeyse Türkiye’de bir litre benzine ödenen fiyata eşittir. Çünkü, Türkiye, petrol ürünlerinden Amerika’ya göre çok daha fazla vergi alıyor.
Petrol ürünlerinin artan fiyatlarından şikayetçi olan ülkeler aslında petrol ürünleri üzerindeki vergi oranlarını düşürerek petrol fiyatlarındaki artışların tümünün son tüketiciye yansımasının önüne geçebilirler. Bunu yaparken, vergi gelirlerinden de mutlaka fedakarlık yapmaları gerekmez. Vergi oranları düşürülebilir, ama vergi gelirleri aynı kalabilir.
Hükümetler bu çözüme yanaşmıyorlar. Petrol fiyatlarının artmasıyla vergi gelirleri aynı paralelde artıyor. Bütçe açıkları daha düşük çıkıyor. Yeni harcama kaynağı oluşuyor. Sonra dönüp hep beraber petrol fiyatlarının artmasıyla yaratılan olumsuz ekonomik durumdan şikayet ediliyor.
Bir örnek verelim. Türkiye’de özel tüketim vergisi gelirlerinin yüzde 58’i petrol ve doğal gaz ürünlerinden geliyor. Toplam gelir vergisi gelirlerinin neredeyse beşte biri kadar petrol ve doğal gaz ürünleri üzerinden özel tüketim vergisi toplanıyor. Bu gelirlerden hiç kimse feragat etmek istemiyor. Aksine, vergi oranları artırılarak başka alanlarda toplanamayan vergiler petrol ürünlerinden alınmaya çalışılıyor.
Sonuçta, petrol fiyatlarının artması fazlasıyla son tüketiciye yansıyor.
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2008
DÜNYA ekonomileri enflasyonun daha da artacağı bir ortama giriyor. Bugüne kadar enflasyon olgusu küresel düzeyde ya küçümsendi ya da "yapılacak bir şey yok" anlayışıyla sanki kadermiş gibi görüldü. Halbuki, bir dizi hatalar yapıldı. 1990’lı yılların ikinci yarısında yaşanan Rusya Krizi’nden bu yana petrol fiyatları artıyor. Artış 2004 yılından sonra hızlandı. Ardından gıda fiyatları küresel düzeyde artmaya başladı. Bir anlamda dünyanın tüm ekonomileri dışsal etkenlerle enflasyon tehdidi ile karşı karşıya kaldı.
KANTARIN TOPU
Önceleri, özellikle Amerika ve Avrupa’da kısa vadeli faizler artırılarak artan enflasyon baskılarıyla mücadele edilmeye çalışıldı. Ama, 2007 yılının Ağustos ayında Amerika’da başlayan Kredi Krizi enflasyonla mücadeleyi büyük ölçüde ikinci, hatta üçüncü plana attı.
Artan ortalama enflasyona ilk tepki, enflasyon artışına neden olan etkenlerin para politikasının etki alanının dışında olduğu şeklindeydi. Yani, "enflasyon artacak, ancak merkez bankalarının buna karşı yapabileceği bir şey yok" dendi. Bizde de benzer bir tutum izlendi.
Avrupa farklı bir tavır sergiledi. Amerika’da başlayıp Avrupa’ya da yayılan kredi krizinde Avrupa Merkez Bankası faizleri düşürerek tepki vermedi. Aksine, krizi faizlere dokunmadan piyasaya likidite vererek aşmaya çalıştı, ama enflasyon kaygısı her zaman ön planda tutuldu. Enflasyon kaygılarının daha da artması üzerine, Avrupa Merkez Bankası kaldığı yerden faizleri yeniden artırmaya başladı. Oralarda faiz artırımlarının enflasyon yaratacağı üzerine teoriler henüz geliştirilmeye başlamadı.
Ortalama enflasyonun artması, nedeni dışsal da olsa, bir süre sonra para politikasının etki alanına giren fiyatları da artırması kaçınılmazdır. O kadar ki, bir noktada dışsal olumsuz etkenler ortadan kalksa dahi, para politikasının sessiz kalması durumunda, para politikasının etki alanındaki fiyat artışlarının devam etmesiyle ortalama enflasyon artmaya devam edebilir. Sonuçta, artan ortalama enflasyon kaçınılmaz olarak maaş ve ücretler üzerine de baskı yaparak para politikasını çok daha zor durumlara sokabilir. Bu noktada, para politikasında "kantarın topu kaçmış" demektir.
ÇIKAN DERSLER
Şimdi, bu süreç başlamış görünüyor. Biz de dahil olmak üzere, tüm dünyada enerji ve gıda dışındaki fiyatlar da artma eğilimine girdi. Artan enflasyon ücret artışı taleplerini yoğunlaştırdı. Tüm dünyada enflasyon yeni bir evreye girdi.
Son yıllarda yaşananlar para politikasında ve enflasyonla mücadelede eskiden beri tartışılan bazı konuları yeniden gündeme getirdi.
Bir: para politikası yalnızca mal ve hizmet fiyatlarındaki artışları değil, varlık fiyatlarındaki artışları da göz önüne almak zorundadır.
İki: Tetikleyicisi ne olursa olsun, ortalama enflasyonun artış eğilimine girmesi para politikasının sıkılaştırılmasını gündeme getirmek zorundadır.
Üç: İlk iki kuralı göz ardı eden bir para politikası çok daha büyük maliyetlerle enflasyonla mücadele etmek zorunda kalır.
Farklı ölçülerde bu maliyeti önümüzdeki dönemde tüm dünya ödeyecek gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku 7 Temmuz 2008
HAZİRAN ayında tüketici fiyatları bir önceki aya göre yüzde 0.36 düştü. Ama, bir aylık düşüşe bakarak çok sevinmenin gereği yok. Enflasyon görünümü kötü ve bozulmaya devam ediyor. Bozulmayı yalnızca enerji ve gıda fiyatlarındaki artışa bağlamak da artık geçerliliğini yitirdi. Ortalama enflasyondaki artış diğer tüketim maddelerine de sıçradı. Merkez Bankası’nın para politikasının etki alanında diye nitelendirdiği fiyat endeksi de ortalama endeks paralelinde artmaya başladı.
YAYILMA
Haziran ayında ortalama tüketici fiyatlarındaki küçük azalmanın ana nedeni tarım ürünleri fiyatlarındaki mevsimsel düşüşlerden kaynaklandı. Büyük bir olasılıkla, tarım fiyatlarındaki benzer eğilim temmuz ayında da devam edecek. Ama, temel enflasyon dinamikleri bozulmaya devam ediyor.
Tüketici fiyatlarındaki ortalama artış haziran ayı itibariyle yıllık yüzde 10.6 oldu. Yılbaşından bu yana enflasyon yüzde 6’ya geldi. Mevsimsel ürünlerden arındırılmış fiyat endeksindeki artış yılın ilk altı ayında yüzde 8 oldu.
Gıda, enerji, alkollü ve alkolsüz içeceklerle tütün ürünleri ve altın fiyatlarını dışarıda bırakan, I olarak adlandırılan tüketici endeksi (para politikasının etki alanı içinde olduğu düşünülen endeks) yılın ilk altı ayında yüzde 5.26 arttı. Haziran ayında bu endeks bir önceki aya göre yüzde 0.77 yükseldi. Nisan ve mayıs aylarındaki yüzde 2’nin üzerindeki artışlara göre haziran ayında I endeksindeki artışın yavaşladığı söylenebilir.
I endeksi geçen yılın temmuz ayından bu yana yayınlanıyor. I endeksine en yakın endeks olan H endeksi (tüm gıda maddelerini değil, yalnızca işlenmemiş gıda ürünlerini ve tüm içecekleri değil, alkollü içecekleri dışarıda bırakıyor) haziran ayında bir önceki aya göre yüzde 1.1 arttı. Geçen yılın aynı ayında bu endeksteki bir aylık artış yüzde 0.58 olmuştu. Bu yılın ilk altı ayında H endeksi yüzde 7.26 artarken, geçen yılın ilk yarısında yüzde 3.54 artmıştı. Kısacası, para politikasının etki alanında olduğu düşünülen fiyatlardaki artış bu yıl ikiye katlanmış gibi görünüyor. Ortalama enflasyondaki artış artık para politikasının etki alanına giren ürünlere de yansıyor.
HEDEFİN İTİBARI İÇİN
Enflasyondaki eğilimlerin hedef enflasyon ile tutarlı olup olmadığını tartışmak bu aşamada artık gereksiz oldu. Enflasyondaki bu yılki eğilimlerin gelecek yıl için tespit edilen yüzde 7.5’lik enflasyon hedefini tutturabilmek için gerekli zemini hazırlayıp hazırlamadığı daha büyük önem taşıyor.
Gelecek yıl sonu için tespit edilen hedefin ne derece inandırıcı olacağı bu yıl sonuna doğru gerçekleşecek enflasyon düzeyi ile çok yakından ilişkili olacak. Bu yıl sonu enflasyonun yüzde 10’un üzerinde olması hedefin inandırıcılığını oldukça azaltırken, yıl sonu enflasyonunun yüzde 10’un altında kalması gelecek yılki enflasyon hedefinin itibarını artıracak. Bu açıdan, yılın ikinci yarısında para politikasının duruşu önemli.
Son dönemde enflasyondaki eğilimler ve kamu sektörünün yaptığı ve yapabileceği fiyat ayarlamaları birlikte düşünüldüğünde, bu yıl sonu enflasyonun yıllık yüzde 12’nin üzerinde gerçekleşme olasılığı oldukça yüksek. Dolayısıyla, gelecek yılın enflasyon hedefini itibarlı hale getirmek için bu yılın ikinci yarısında para politikasının daha da sıkılaştırılması gereği ortaya çıkıyor.
Yazının Devamını Oku 6 Temmuz 2008
BUGÜNKÜ haliyle, bizim gibi ülkelere gelen yabancı yatırımcıların risk alma profili aşağı yukarı benzer olduğundan, ya hepsi beraber bizim piyasalara giriyorlar ya da hepsi beraber çıkıyorlar. "Haber" herkesi aynı yönde hareketlendiriyor. Çıkanın karşısında da yerli yatırımcılar var, girenin karşısında da. Ama, çoğu kez, yerli yatırımcılar da yabancılarla aynı paralelde hareket ediyor. Sıcak parayı ekonomik istikrarsızlığın kaynağı yapan olgu da herkesin aynı yönde hareket etmesi.
Bir düşünelim. Amerika’ya giren-çıkan sıcak paranın haddi hesabı yok. Son dokuz aydır Amerikan ekonomisinde yaşanan çalkantılar bizde olsaydı, sonuçları çok daha farklı olurdu. Bu farklılığı azaltmak ancak uzun dönemde istikrarlı bir ekonomiyle olabilir.
GELİŞMEKTE OLAN PİYASA
Çok kısa vadeli yatırımcılar her zaman olacaktır. Bunlar bizim gibi piyasalara girip çıkacaklar. Ama, bunların karşısında uzun vadeli bakış açısı olan kurumsal yatırımcılar da olmalı. Beklentileri yalnızca yüksek risk aldığı için yüksek getiri elde etmek olmayan, farklı bir piyasada ve yatırım aracında olduğu için yatırım portföyünü belli bir yelpazede dağıtmayı amaçlayan yatırımcılara da ihtiyacımız var.
Bu çeşit yatırımcılar, çoğu kez ya kendi yatırım politikaları gereği ya da uymak zorunda oldukları düzenlemeler nedeniyle belli kredi değerliliği üzerindeki ülke ve yatırım araçlarına yatırım yapabiliyorlar. Biz henüz o düzeyden oldukça uzağız. O düzeye geldiğimizde, bugün sıcak para diye nitelenen yabancı yatırımlar o denli sıcak olmayacaklar. Bunun da ötesinde, finans piyasalarımız çok daha istikrarlı olacak.
Gelişmekte olan piyasa kavramını bazı yabancı kaynaklar şöyle tanımlıyor: yatırım araçlarının önemli bir kısmının yabancı yatırımcılar tarafından tutulduğu, ama yatırım araçlarındaki günlük işlem hacminin çoğunun yerlilerce yapıldığı piyasa. Bu tanımın söylediği şu: yatırım aracındaki getiri yabancıları memnun edecek kadar yüksek olacak. Ama, yabancı yatırımcı çıkmak istediğinde, elindeki yatırım araçlarını satabilecek yerli yatırımcılar da az olmayacak.
Bu tanımdan kurutulup daha istikrarlı bir piyasaya ve sıcak paranın o denli sıcak olmayacağı bir ortama sahip olmak için yerli yatırımcı kitlesinin artıp yatırım araçlarının yerli yatırımcılar arasında da derinleşmesi gerekiyor. Örneğin, bono piyasasında en önemli oyuncular arasına bankalar yanında uzun vadeli bakış açısı olan yerli gerçek ve tüzel kişilerin de girmesi gerekiyor. Yabancıların da işlem hacimlerinde daha önemli bir pay sahibi olması gerekiyor. Bazı yabancılar çıkıyorsa, bazı yabancılar da aynı anda bizim piyasalarımıza girme eğilimi içinde olmalılar.
ESKİ YANLIŞLAR
Böyle bir yapıyı oluşturmak her konuda istikrar gerekiyor. Yerli yatırımcıların mali yatırımlardan korkmaması gerekiyor.
Yabancıların vergilendirilmeyip yerlilerin vergilendirildiği bir piyasada arzulanan derinleşme olamaz. Finansal araçların kamu finansman ihtiyacına göre vergilendirildiği bir ortamda finansal yatırımların derinleşmesi beklenemez. Getirilerin geriye dönük vergilendirildiği bir ülkede yerli yatırımcıların yabancıların izinden gitmesi engellenemez. Kendi yatırımcısını dövüp yabancı yatırımcılara davetiye çıkaran bir finans sistemi yabancıya endeksli olmaktan kurtulamaz.
Bugün geldiğimiz nokta yıllarca yapılan yanlışların bir sonucu. Dolayısıyla, çözümün mucizevi bir biçimde bir gecede oluşması beklenmemeli. Ama, geçmişte yaptığımız benzer yanlışları yapmayarak istikrarlı bir finans sisteminin oluşmasına katkıda bulunabiliriz.
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2008
ÇOK nazik bir ortama girildi. Tedirginlik arttı. Bir gün enflasyon kaygısı piyasaları vuruyor. Bir başka gün ekonomik büyüme kaygısı piyasaları karıştırıyor. Böyle dönemlerde piyasalarda oluşan fiyatların hangi ekonomik temeli yansıttığı çok belirgin olamıyor.
Piyasalardaki karışıklıklar ekonomik birimlerin çeşitli fiyatlarda hem ortalama beklentilerini artırıyor hem de beklentilerin aralığını genişletiyor. Yani, herkes her gün her şey olabilir psikolojisi içinde.
PETROL FİYATI
Petrol fiyatı varil başına 150 dolara dayandı. Gıda fiyatlarındaki artış hız kesmiyor. Enflasyon tüm ülkelerin gündeminde. Enflasyon Euro Bölgesi’nde ve Amerika’da yüzde 4 civarına geldi. Uzun süre hareketsiz kalan Avrupa Merkez Bankası kısa vadeli faizleri artırmaya başladı. Dolar değer yitiriyor. Doların değer yitirmesiyle daha fazla enflasyon ithal eden Amerika’da da kısa vadeli faizlerin çok yakında artırılacağı konuşuluyor.
Dünyanın göreli olarak küçük, ama gelişmiş ülkeleri çalkantılardan ilk tokadı yiyen ülkeler konumunda. İzlanda ekonomisi uzun süredir bocalıyordu. İrlanda ekonomisi de alarm vermeye başladı. Danimarka ekonomisi geçen yılın son çeyreği ile bu yılın ilk çeyreğinde küçülerek teknik anlamda resesyona girmiş oldu. İtalya, İspanya ve Portekiz de bocalıyorlar.
Bu yılın ikinci yarısında finansal piyasalarda çalkantıların durulup düzlüğe çıkılabileceği konuşuluyordu. Şimdi, asıl fırtınanın yılın ikinci yarısında kopabileceği tahminleri yapılıyor.
Varlık fiyatları düşmeye devam ediyor. Gelişmiş ülkelerde konut fiyatları da düşerken, konut imalatında durgunluk belirginleşti. Kredi alma koşulları zorlaştı. Tüketicilerin çok büyük bir bölümünün yüz yüze geldiği enflasyon aslında açıklanandan çok daha yüksek. Bir yandan, servetler eriyor. Diğer yandan, alım gücü azalıyor. Gelişmiş ekonomilerin dörtte üçünü oluşturan hizmetler sektörü de doğal olarak sıkıntıya giriyor. İşsizliğin artma riski çok daha tedirgin edici noktalara geliyor.
Dünya ekonomilerine yönelik karamsarlık giderek artıyor. Dolayısıyla, yaz ayları ekonomik birimleri tedirgin edecek gelişmelere sahne olabilir. Petrol fiyatları, yaşanan tedirginliğin en belirleyici parametresi olmuş durumda. Petrol yatının varil başına 200 dolara yaklaşması piyasalarda yeni bir dalgayı başlatabilir. Bu artık hiç de küçük bir olasılık değil.
GÜÇLÜ ÇAPA İHTİYACI
Bütün bu karışıklıklar ve küresel düzeydeki karamsarlık içinde, Türkiye ekonomisi enflasyonun arttığı ve yılın ikinci yarısında ekonomik büyümenin hızla düşebileceği bir döneme giriyor. Cari işlemler açığını finanse edebilmek zorlaşabilecektir. Yurt dışından borçlanma maliyeti artabilecektir. Yurt içindeki faizler, Merkez Bankası kısa vadeli faizleri artırmasa dahi, artış eğilimlerini sürdürebilecektir. Kredi alma koşulları kaçınılmaz olarak Türkiye’de de zorlaşabilecektir.
Dış koşullar olumsuz iç tedirginliklerle birleşince Türkiye ekonomisinin "fırtınalı sularda yol alan dümensiz sandal" görüntüsü daha da belirgin hale geliyor. Bu fırtınayı kazasız belasız atlatmak için üç-beş rakamdan oluşan ve soru işaretleri ile dolu üç yıllık kamu finansmanı dengesi açıklamak yetmez. Çok daha güçlü bir ya da daha çok çapa ihtiyacı var. Aksi takdirde, bu yaz Türkiye’de çok daha sıcak geçebilir.
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2008
GEÇEN yılın tümünde milli gelir yüzde 4.5 büyüdü. Yurtdışında yaşanan ekonomik karışıklıklara yurtiçindeki belirsizlikler de eklenince, ekonomik büyümenin daha da düşebileceği tahminleri yapılmaya başlandı. Siyasi açıdan ekonomik büyüme konusunda kaygı duyuldu. Büyümenin düşmemesi için kamu harcamalarının artırılması gündeme geldi. Faizlerin indirilmesi baskısı yapıldı. Yine de, özel sektörün olası talep artışındaki yavaşlamanın kamu sektörü talebinin artırılmasıyla dengelenmesi hedeflendi. Bir anlamda başarılı da olundu denebilir. Son yayınlanan veriler ekonomik büyüme konusunda şimdilik kaygı duyulmasına gerek olmadığını gösteriyor.
İÇ TALEP BÜYÜYOR
Yılın ilk çeyreğinde milli gelirin yüzde 6.6 büyüdüğü açıklandı. Büyümenin tümü iç talep büyümesinden kaynaklandı. İç talebi kamçılayan unsur da özel sektörün tüketim ve yatırım talebinin 2008 yılında hızlanarak artması oldu. Milli gelir verilerinden çok daha önce ve aylık bazda yayınlanan dış ticaret verileri de bu yöndeki gelişmeleri destekliyordu.
Bu yılın ikinci üç ayının tümüne yönelik dış ticaret verileri henüz bilinmediği halde, nisan ve mayıs ayına yönelik veriler yılın ikinci üç ayında da ekonomik büyümenin oldukça tatminkar düzeyde gerçekleşebileceğini gösteriyor .
Bu yılın ilk üç ayında (ocak-mart) geçen yılın aynı dönemine göre ara mallar ithalatındaki artış yüzde 39 olmuştu. Nisan ve mayıs aylarında ara mallar ithalindeki artış yıllık bazda aynı oranlarda. Yatırım malları ithalindeki artış yılın ilk üç ayında yüzde 36 civarında gerçekleşmişti. Aylık bazda, yatırım malları ithalatı nisan ayında yüzde 31 olurken mayıs ayında yüzde 25 oldu.
Tüketim malları ithalatı toplam ithalat içinde çok önemli bir yer tutmuyor. Ama, tüketim malları ithalatındaki eğilimler ekonomideki toplam tüketim harcamaları konusunda bir fikir veriyor. Yılın ilk üç ayında tüketim malları ithalatındaki artış ortalama yüzde 46 olmuştu. Aylık bazda, tüketim malları ithalatı nisan ayında yüzde 46, mayıs ayında yüzde 41 arttı.
Haziran ayı dış ticaret verilerini henüz bilmesek de, yılın ikinci üç ayında iç talebin oldukça tatminkar bir düzeyde büyüdüğünü söylemek yanlış olmayacak. Dolayısıyla, en azından şimdilik ekonomik büyüme konusunda fazla kaygı duymaya gerek yok. Buna karşılık, iç talep büyümesinin bu düzeylerde devam etmesi enflasyonla mücadeleyi zorlaştıran bir etken olmaya devam edecek gibi görünüyor.
ENFLASYON
Mayıs ve haziran aylarında Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri artırması ve Hazine bonosu faizlerinin ekonomide artan belirsizliklerle artmaya devam etmesi önümüzdeki dönemde iç talep artışını frenleyen etkenler olabilecektir. Haziran ayında yatırım ve tüketim malları ithalatındaki artışlarda bir yavaşlama söz konusu olabilir. Toplam iç talep artışındaki yavaşlama enflasyonla mücadeleye yardım edebilecektir.
Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu enflasyonu indirmekteki başarısızlığıdır. Enflasyon kalıcı olarak yıllık yüzde 2-3 düzeylerine inmediği sürece ekonomik büyüme kalıcı olmayacaktır. Aksine, yabancı sermaye girişleriyle artmayan, hatta gerileyen kurların bir noktadan sonra ekonomik yapıyı tahrip etmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bu sorunları aşmanın yolu döviz kurlarına para basarak müdahale etmek değil, enflasyonu kalıcı olarak indirmektir. Dolayısıyla, asıl kaygımız kısa dönemde ekonomik büyümenin düşmesi değil, enflasyonu indirememek olmalıdır.
Yazının Devamını Oku 2 Temmuz 2008
YILIN ilk üç ayındaki milli gelir büyümesinin yüzde 6.6 olması şaşırttı. Dış ticaret verilerinden yola çıkarak yılın ilk üç ayında yüzde 5’in üzerinde bir büyüme bekleniyordu, ama gerçekleşme beklentilerin de üzerinde oldu. Ara malları ithalatının büyümesi aynen devam ediyor. Yatırım malları ithalatındaki artış ise bu yıl hızlandı. Milli gelir rakamları bu iki gelişmeyi de teyit etti. Sanayi üretiminin milli gelire katkısı yılın ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre hızlandı
. Sanayi üretiminin milli gelire katkısındaki artış yüzde 7.05 oldu.
Talep tarafından da bakıldığında, özel sektörün yatırım harcamalarındaki artış yüzde 11.3’e geldi. Kamu sektörü yatırımları bir azalma gösterdiği halde,
ekonomideki toplam yatırım harcamaları bu yılın ilk üç ayında geçen yılkın aynı dönemine göre yüzde 9.45 arttı.
DIŞ TALEBİN UYARDIĞI BÜYÜMEHer zaman olduğu gibi ekonomik büyümeyi iç talep artışı körüklüyor. Bu yılın ilk çeyreğinde gerçekleşen yüzde 6.6’lık büyüme iç talebin yüzde 7.13 büyümesinden geliyor. Net dış talep değişmesi ise toplam ekonomik büyümeyi yüzde 0.55 aşağıya çekiyor. Yani,
olumsuz yönde etki yapan net dış talep değişmesi hiç olmasaydı, ekonomik büyüme yüzde 6.6 değil, yüzde 7.13 olacaktı.
Veriler ekonomide tüketimin de, yatırımların da küçümsenmeyecek boyutlarda arttığına işaret ediyor. Özel sektör tüketimindeki artışın geçmişe göre daha ılımlı bir sürece girdiği tahmin edilirken, yılın ilk üç ayında yüzde 7.29 arttığını görüyoruz. Kamu sektörü tüketimi de bu dönemde yüzde 4.18 artmış görünüyor. Dolayısıyla,
toplam gayri safi yurtiçi hasılada yaklaşık yüzde 80 paya sahip olan toplam tüketim harcamaları bu dönemde yüzde 6.94 arttı.
"
Dış talebin uyardığı büyüme" Türkiye ekonomisi için inanmak istediğimiz bir masaldan öteye gitmiyor. 2002 yılından bu yana net dış talebin ekonomik büyümeye katkısının olumlu olduğu yalnızca beş çeyrek vardır. Geri kalan tüm üç aylık dönemlerde net dış talebin ekonomik büyümeye katkısı olumsuz olmuştur. Son üç çeyrektir de net dış talebin ekonomik büyümeye katkısı negatiftir.
Grafikten de görüldüğü gibi (2007 yılın dört çeyreği ve 2008 yılının ilk çeyreği 5. veri olarak gösterilmiştir), iç talep büyümesinin toplam büyümeye katkısı geçen yılın son çeyreği ile bu yılın il çeyreğinde yaklaşık aynıdır.
Ekonomik büyümenin bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın son çeyreğine göre çok daha fazla olmasının nedeni net dış talebin olumsuz katkısının bu yılın ilk üç ayında daha az olmasındandır.
ENFLASYON DOSTUİç talep hızlı büyümeye devam ediyor.
İç talebin bu düzeylerde artmaya devam etmesi enflasyonla mücadele açısından iyi bir haber değil. Grafikten de görüldüğü gibi, geçen yılın ikinci üç ayı hariç, iç talep büyümesi yüzde 5’in üzerinde devam ediyor. İkinci çeyrekte başlayan faiz artırımlarının iç talep büyümesini yavaşlatması olası. Ama, böyle bir etki görülecekse,
bunun üçüncü çeyrekte milli gelir verilerine yansıması beklenmeli.
Türkiye ekonomisinde büyümenin dostu iç talep büyümesiyse, iç talep büyümesi gelinen noktada enflasyonun da dostu oluyor. İşin bu yanı tatsız.
Yazının Devamını Oku