Bu cinayetin ardından, konuşulmayan ve en başta sorulması gereken sorulardan birisi de şudur:
* * *
“Sosyal medayada eli silahlı fotoğraflarını paylaşan ve silah kaçakçılığından hüküm giymiş birisi nasıl olur da bir toplu taşıma aracında direksiyona geçebilir?” Devletin en tepesi de dahil olmak üzere, herkes bir daha böyle bir olayın yaşanmaması için ceza sisteminin masaya yatırılmasını tartışıyor ama, hala kimse çıkıp da, şoförlerinin büyük bir çoğunluğu kayıt dışı çalışan dolmuşları gündeme getirmiyor.
* * *
Söz konusu kişinin EGO otobüsünde şoför olduğunu düşünebilir misiniz?
Düşünmezsiniz...
Çünkü bir kişinin belediye otobüsünde ya da özel halk otobüsünde çalışabilmesi için belli şartları taşıması gerekir.
‘Yoğun’.
Misal, ‘Eskişehir Yolu, yoğun’ deriz, ya da daha iyimser bakış açısıyla ‘yoğun akıcı’...
Peki en gerekli oldukları zaman; yani sabah-akşam bu yollar neden sürekli yoğun ve en önemlisi; açılan yeni yollara rağmen her geçen gün neden daha da yoğunlaşıyor?
* * *
Çünkü artık imar planlarındaki ‘yoğunluk’ kıstası, kağıt üzerinde kaldı da ondan. Kabaca anlatımla, imar planları hazırlanırken bölgenin yolları, okulları, parkları, nüfusu kısaca yaşama dair her unsuru dikkate alınarak bir yoğunluk hesabı yapılır ve binaların kat yüksekliklerinin sınırıyla, inşaat alanları bu yoğunluğa göre belirlenir.
Müteahhitten de bu sınırlara uygun inşaatlar yapması beklenir.
* * *
Müteahhit, adamını bularak, rüşvet vererek ya da siyasi baskı mekanizmasını kullanarak bu sınırları aşarsa ve belediye meclisleri buna göz yumarsa ne olur?
Akyar, Ankara’da suya bırakın zam yapılmasını aksine ucuzlaması gerektiğini savunuyor. Akyar, iddiasını da şöyle temellendiriyor:
* Ekonomi temel kitaplarından öğrendiğimize göre bir malın fiyatını belirleyen unsurlardan en başta gelen ikisi, miktarı ve kalitesidir.
* Belediyelerin su ücretleri, esas olarak miktar üzerinden alınmaktadır. Arz ettikleri suyun kalitesi ile orantılı bir fiyatlandırma yoktur. Oysa serbest piyasa ortamında suyun fiyatını belirleyenlerden en öne çıkanı o suyun kalitesidir.
* Aynı miktar/hacimde marketlerde satılan şişelenmiş suların fiyatları birbirlerine göre 10 katına kadar farklılıklar göstermekte ve alıcı bulmaktadır. Bir başka deyişle, suyun miktarı değil asıl, kalitesi/niteliği fiyatının belirleyicisi olmaktadır.
* İvedik Arıtma tesisinde işlenen hamsu eğer, Ankara’nın mevcut kuzeyindeki depolanmış yerüstü su kaynaklarından geliyor ise (Akyar, Eğrekkaya, Kurtboğazı, Çamlıdere ve Kavşakkaya Baraj gölleri) ve bu kalitedeki suyun birim fiyatı belirlenmiş ise, Kesikköprü Barajı’ndan Kızılırmak suyunun paçallanarak kente verildiği sürelerde söz konusu birim fiyatın da değil zamlanması, tam tersine ciddi bir biçimde düşürülmesi gerekir.
YOKSA YİNE Mİ ERTELENECEK
Meclis’in engelliler yasasıyla ilgili kamu kurumlarına tanıdığı üç yıllık sürede sona geliniyor. 2012’de ertelenen yasanın Temmuz’da yürürlüğe girmesi gerekirken; kaldırımları, yeşil alanları, yürüyüş yollarını, resmi binaları kısacası tüm kenti engellilerin erişilebilirliğine uyumlu hale getirme yükümlülüğü bulunan yetkililer, sanki yasanın bir kez daha erteleneceğini biliyormuşcasına rahat davranıyor.
Bizdeki yerel yönetim anlayışına göre, en ücra köşedeki belde belediyesinin bile bir basın birimi olmalıdır. Belediyenin büyüklüğüne göre, ama bir kişiyle ama 10 personelle... Mutlaka olmalıdır ki; her yapılan hizmet doğru düzgün bir lisanla ‘seçmene’ anlatılabilsin diye...
Bu birimlerin her tür çabası; ağaçların budanması, sokaklardaki afişlerin toplanması, kaldırımların temizlenmesi gibi en ince detaylar bile, süslü fotoğraflarla mümkünse ulusal, olmazsa yerel, o da olmazsa mahalli bir gazetede yer bulabilsin diyedir. Bazen öyle hallere bürünürler ki, propagandanın ustası Goebbells’i solda sıfır bırakırlar.
* * *
Asfalt mesela, en kaymağını sersen ahalinin ayağına ‘bilmem ne mahallesinin, bilmem ne sokağı asfaltına kavuştu’ başlıklı bültenin yanında ‘asfaltınız hayırlı olsun’ pankartını dalgalandırmadığın vakit, yaptığın iş makbul olmaz. Bizdeki yerel yönetimlerin en önemli özelliği ise, “Verirken davul zurnayla, alırken ince bir fısıltıyla” kuralından şaşmıyor olmalıdır.
Yani vatandaşa verdiğin ‘iğne ucu’nu ballandıra ballandıra anlatırken, almaya gelince ses etmeyeceksin.
* * *
Asfalt örneğini vermem de bu yüzdendir.
Dizinin son gününde ise, bazı eleştirilerin yöneltildiği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerini dinliyoruz:
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ankara’da hava kirliliğini önleme adına ne gibi çalışmalar yapıyor?
Hava kalitesi değerlendirme çalışmaları; emisyon envanteri oluşturulması, hava kalitesi modelleme çalışmaları ve kirlilik haritalarının yapılmasını kapsamaktadır. Bu çalışmaların peşinden, emisyon senaryoları ve projeksiyonları ile hava kirliliğinin olası dağılım ve birikim durumlarının belirlenmesi ve kontrolü ile eylem planları ve emisyon yönetim planlarının oluşturulması önem arz etmektedir. 6 Haziran 2008 tarihli genelge kapsamında, iller tarafından hazırlanması gerekli temiz hava eylem planları bulunmaktadır. Bu eylem planları; ilde mevcut kirlilik kaynaklarından ortaya çıkan emisyonların miktarının belirlenmesi için emisyon envanteri çalışmaları, ölçülen hava kirletici konsantrasyonlarına bağlı durum değerlendirmelerine dayanmaktadır. Bu kapsamda Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri ve Belediyelerin de içinde yer aldığı KENTAIR projesi, Büyükşehirlerde Hava Kalitesi Yönetiminin İyileştirilmesi adıyla Ankara ilini de kapsayan 6 ilde yürütülmüştür. Söz konusu proje çıktısı olan “Ankara ili Değerlendirme Raporu” Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü web sitesinde yayınlanmaktadır. Bununla birlikte; Mahalli Çevre Kurulu tarafından gerekli önlem ve uygulamaların takibi ve kararlaştırılması sağlanmaktadır. Ayrıca ilde kullanılan katı yakıtlar ile sanayi kaynaklı hava kirliliğinin kontrolü kapsamında yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında denetimler gerçekleştirilmektedir.
VALİLİKLERİ UYARIYORUZ
İstasyonlar aracılığıyla yapılan ölçümlerin ardından 24 saatlik ortalaması sınır değerlerin üzerinde çıkan bölgeler için yetkililer, yerel yöneticiler uyarılıyor mu?
Hava kalitesi ölçüm istasyonları ile gerçekleştirilen ölçümler saatlik ortalamalar şeklinde www.havaizleme.gov.tr web sitesinde yayımlanmaktadır. Ölçüm sonuçları üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, ilgili kurum/kuruluşlar ile vatandaşın kullanımına açık bulunmaktadır. Hava kirliliğinin/hava kalitesinin durumunu kamuoyuna açıklarken halkın kolayca anlayabileceği bir sınıflama sistemi de kullanılmaktadır. Tüm dünyada yaygın olarak kullanılan, Hava Kalitesi İndeksi (HKİ) denilen bu sınıflama sistemi ile havadaki kirleticilerin konsantrasyonlarına göre hava kalitesi iyi, orta, kötü, tehlikeli vb. şeklinde derecelendirme yapılmaktadır. Saatlik olarak değişen HKİ bilgisine de söz konusu web sitesi üzerinden ulaşılabilmektedir. Söz konusu ölçüm sonuçları üzerinden yapılan değerlendirmeler paralelinde illerde görülen günlük sınır değer aşım durumları, resmi yazı ile 81 il Valiliklerine gönderilmektedir. Bu çerçevede; özellikle yüksek kirlilik potansiyeli bulunan illerde öncelikli önlemlerin hayata geçirilmesi ve bilgilendirme faaliyetlerine hız verilmesi hatırlatılmaktadır.
TEK FARK İNDEKS KESME NOKTASI
Hava kalitesi değerlerinin yayınlandığı internet sitesinde, hava kalitesi ‘hassas’ olarak değerlendirilen bölgeler için aynı anda Avrupa Birliği’nin hava kalite izleme ağı, ‘sağlıksız’ ya da ‘çok tehlikeli’ değerlendirmesinde bulunuyor. Aradaki fark neden kaynaklanıyor?
Bugün de “350 Ankara”nın kurucularından enerji uzmanı Önder Algedik’e, büyük kentlerin büyük problemlerinden biri olan hava kirliliğine karşı önerilerini sorduk.
Kentlerde hava kirliliğinin her geçen gün arttığını gözlemliyoruz. Ancak, gözlemden daha önemlisi bilimin ortaya koyduğu veriler. Siz de bir iklim ve enerji uzmanı olarak, bilimsel anlamda bu değerleri takip ediyorsunuz. Rakamlar ne anlatıyor? Mevcut yönetimlerin dediği gibi, kentlerimizin havası geçmişe oranla daha mı temiz?
Kentlerde hava kirliliğinin üç temel sebebi var. Birincisi sanayi ancak, Ankara’da sanayiye dayalı kirliliği çok fazla görmüyoruz. İkincisi ulaşım, üçüncüsü ise konutlarda fosil yakıt kullanımı. Otomobil sayısına baktığınızda Türkiye’de 1990’da 1,6 milyon olan otomobil sayısı 2014 yılında 10.6 milyona ulaştı. Konutlarda kömürden doğalgaza geçildiği halde 1990 yılında 8,9 milyon ton olan kömür kullanımı, 2013 yılında 10,3 milyon tona çıktı. Yani kömür kullanımını azaltmak için bir dizi önleme rağmen binalarda daha fazla kömür kullanır olduk. O zamanlar kentlerde konutlardaki kömür kullanımı ve karayolu ulaşımı kaynaklı karbondioksit emisyonunu hesaplarsanız 1990’lı yıllarda 50 milyon ton iken, bugün 117 milyon tona çıkmış durumda. Hiç ölçmeye gerek yok. Bu rakamlarla kentlerin havasının daha temiz olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ankara’da durum nedir?
Bir otomobilin sırf park ederken kapladığı alan 12.5 metrekare ve ömrü boyunca en az 40 ton karbondioksit salıyor. Ankara’da bugün 1 milyon 530 bin araç var ve bu otomobilleri park ettiğiniz zaman Türkiye’nin en doğusundan en batısına dört şerit yol oluyor. Sadece Ankara’da 2013 yılında 7 milyon ton asfalt serimi yapılmış, bu bir Türkiye rekorudur. Doğada bu kadar otomobile, asfalta yetecek yer var mı? Ankara’da 2013 yılında kişi başına dökülen asfalt miktarı 12 metrekare. Asfaltın içinde ne var? Petrol türevleri var, bunlar kimyasal ve kanserojen. Şimdi sen ağacı kesiyorsun. Ağaç ne yapıyor, tozu toprağı, karbondioksiti alıyor. Ağacı kestin bir, üzerine asfalt döktün iki, asfalt için kimyasal kullandın üç, bir de üzerinden otomobil geçirdin dört. Çarpan etkisi katlanarak gidiyor.
Kentlerde asfalt da gerekmez mi? Otomobile binmeyecek miyiz?
Hava kirliliğini önlemek istiyorsak, toplu taşımaya yönelmeliyiz. Dünyada şu an hesap ne üzerinedir? Toplu taşıma, yaya ve bisikletin payına bakılır. Avrupa ülkelerinde yaya ulaşımı, bisiklet ve toplu taşımanın yüzde 80’e vardığı kentler var. Ankara’da bu oranı biliyor musunuz? Bilmiyoruz, çünkü hesaplarda yok. Bisiklet ulaşımının payını biliyor muyuz? Onu da bilmiyoruz. Hesaplayamadığınız bir şeyin politikasını yapamazsınız. Toplu taşımanın yeri? Onu da çok kabaca biliyoruz. EGO’nun resmi internet sayfasındaki 2014 yılı Eylül ayı tablosuna göre, dolmuş ve minibüsler günlük olarak 982 bin yolcu taşırken, koskoca belediye otobüsleri, metro ve Ankararay ile EGO’nun taşıdığı yolcu sayısı sadece 966 bin! Yani siz belediye olarak otobüslerinizle, Metro’nuzla, Ankaray’ınızla, 20 kişilik minibüslerin taşıdığı yolcu kadar yolcu taşıyamıyorsunuz. Hava kirliliği, trafik ve iklim değişikliği sorununu çözmek için Ankara’da toplu taşıma ücretsiz olmalı.”
Tüm bu soruları, halk sağlığı uzmanı olan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Recep Akdur’a yönelttik.
Havanın kirli olup olmadığını nasıl anlarız? Hava kirliliği gözle görülür mü?
Hava kirliliği bazı maddeler ile oluşur ise çıplak gözle fark edilir, diğer bazıları ise fark edilemez. Özellikle partikül madde dediğimiz tozlar, katran ve duman ile oluşan kirlilik gözle fark edilebilir. Dolayısıyla yoğun bir partikül madde, toz, duman ve karbon kirliliği olduğunda vatandaş gökyüzüne bakarak bile hava kirliliğini anlayabilir. Ama diğer bazı kirleticilerle örneğin C02, S02, Azot Oksitler ve Ozon gibi gaz kirleticilerle olan kirlilikler gözle görülmez. Vatandaşın, hava kirliliğini anlamak için Çevre Bakanlığı’nın Hava Kalitesi İzleme Ağı’na bakması daha doğrudur.
Bakanlığın sitesine bakıyoruz ancak, sitede hava kalitesinin ‘çok kötü’ görünmediği zamanlarda dahi, siz hava kirliliği uyarısı yapıyorsunuz. Siz mi yanılıyorsunuz, Bakanlık mı?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, uluslararası sözleşmelere ve bizim kanunumuza göre havanın kirlilik derecesini ölçmekle yükümlüdür. Bunu da 122 sabit istasyon aracılığıyla yapar ve sonuçlar otomatik olarak ‘havaizleme.gov.tr’ adresine yüklenir. Web sitesini açtığınızda önce tek tek bütün istasyonların durumu, renkleri gözükür, bu kirlilik o istasyon bölgesindeki durumunu anlatır. Ankaralı bir vatandaş, Ankara’daki noktaların rengine bakarak hava kalitesinin hangi durumda olduğunu görebilir. Ancak, ikinci bir adres daha vardır. Bu da, internet arama motoruna “Air Pollution in Europe: Real-time Air Quality Index Visual Map” yazdığınızda karşınıza çıkar. Bu site de Avrupa Birliği’nin Hava Kalitesi İzleme Ağı’dır. Bizim Bakanlığın sitesinde bir istasyon bölgesiyle ilgili ‘orta’ ya da ‘hassas’ olarak görülen sonuç AB’nin sitesine baktığınızda ‘çok sağlıksız’ ya da ‘tehlikeli’ kategorisinde olduğu görülebilir.
Aradaki bu farkın sebebi nedir?
1990’lı yıllarda uygulanan birtakım önlemlerle önü alınmış olsa da, hava kirliliği kâbusu bir kez daha büyük kentlerin üzerine çökmeye başladı. Özellikle 2014 yılının son günlerinde kirlilik verileri, ‘uyarı’ eşiğini aşarken, Ankara’nın aralık ayı verileri de, Başkentlilerin soluduğu havaya dair soru işaretleri yarattı. Peki yükselen bu değerler neye işaretti? 1990’lı yıllarda büyük kentlerin büyük problemi olan hava kirliliği kabusu geri mi dönüyordu? 2014 yılı boyunca, Ankara’da hava kirliliği sınır değerleri hangi ilçede kaç kez aşıldı? Başkent’in havası en kirli olan bölgesi hangisi?
Tüm bu soruların yanıtlarını ‘Hava kirliliği’ yazı dizimizin ilk gününde Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu’yla konuştuk.
Ankara’daki hava kirliliğinin boyutlarına dair bir çalışmanız var mı? Örneğin 2014 yılında durum neydi?
Ankara’da ciddi bir hava kirliliği sorunu var. Bunu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesinden aldığımız verilerle de görüyoruz. 2014 yılı rakamlarına baktığımızda, Başkent’in en kirli semtlerinin Sıhhiye ve Cebeci bölgeleri olduğu ortaya çıkıyor. PM10 kirleticisi bakımından Sıhhiye’de bir yıl boyunca, 50 µg/m3 olan AB sınır değeri tam 248 kez aşılmış, Türkiye’nin kabul ettiği sınır değer 100 µg/m3 ise 70 kez aşılmış. Cebeci’de de AB sınır değerinin 220 kez, Türkiye sınır değerinin ise 79 kez aşıldığını görüyoruz. Bu korkunç bir rakam. Sıhhiye ve Cebeci’de yılın büyük bir bölümünde kirli hava solunmuş. Tabii burada 24 saatlik ortalamaya göre konuşuyoruz. Çünkü anlık değerler yanıltıcı olabilir. Bahçeli, Dikmen, Kayaş, Sincan ve Keçiören istasyonlarında da AB sınır değerinin yüzlerce kez aşıldığını görüyoruz. Avrupa Birliği diyor ki, sağlıklı bir şehirde yaşıyorsanız bu değeri bir yıl içinde sadece 35 defa geçebilirsiniz. 24 saatlik ortalamalarınızın sınır değeri aştığı gün sayısı 35’i geçiyorsa önlem almanız gerekiyor.
Bu verileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesinden aldığınızı söylüyorsunuz. Sizce bu ölçümler sağlıklı bir şekilde yapılıyor ve kamuoyuna şeffaf bir şekilde ulaştırılıyor mu?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın en iyi çalışan birimi, hava kalitesi izleme birimi. Türkiye’nin birçok bölgesine konulan istasyonlarla verileri açıkça yayınlıyorlar. Şu an bakanlığın en hassas, en şeffaf birimininin hava kalitesi izleme dairesi olduğunu görüyoruz. Açıkça söylemek gerekirse, bakanlıktan beklemediğimiz bir şeydi bu. Zaman zaman istasyonların çalışmadığı da oluyor ama bunun çeşitli sebepleri var. Eğer kirlilik verilerini saklamak isteseler ben size bu 248 sayısını veremezdim. Bundan dolayı Çevre Mühendisleri Odası olarak bakanlığa teşekkür ediyoruz. Ancak, zaman zaman yetersiz kaldığını da söylememiz gerekir. Örneğin, yaklaşık üç haftadır Sıhhiye’deki istasyon ölçüm yapamıyor. Çünkü, duyduğumuza göre elektrik panosunun TEDAŞ’a bağlanma problemi varmış. Keçiören’de de yılın 77 gün ölçüm yapılamadığını tespit ettik. Şu an Ankara’da istasyon sayısının yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Sanayi bölgesi olan yerlerde, mesela OSTİM’de İvedik Organize Sanayi bölgesinde ölçüm istasyonları bulunmuyor. Bu bir eksiklik, bunun giderilmesi gerekiyor.
Kentlerdeki hava kirliliğini önleme yükümlülüğü hangi kurumlara ait? Bu kurumlar üstlerine düşen görevi yerine getiriyor mu?