ANKARA DİNLEME, anlama, sonra yargılama. Kurumsal adaletin, kişisel vicdanın en basit ölçüsü.
Oysa son zamanlarda hepimiz sadece kendi sesimizi duymaya tahammüllüyüz.
Korkmayın, derin ve sıkıcı analiz niyetim yok.
Aynı gün üç örnek vaka yaşadım, aktarmak istedim.
* * *
Sabah gazetelerde Atilla Yayla haberlerine göz atarken Anavatan Lideri Erkan Mumcu aradı.
Son günlerde artan "duyarlılık" ve tartışılan "özgürlük" arasındaki ince kırmızı çizgiyi çekti:
"AKP’nin hataları nedeniyle toplumda artan gerilimi ve duyarlılığı görüyorum. Atilla Yayla’nın fikirlerine katılmak zorunda değiliz. Ama onun da fikirlerini savunma hakkına saygı duymalıyız. Mesele cadı avına dönmemeli. Başka türlü düşünenler hep olacak."
Mumcu sözlerini Aşık Veysel’in bir dizesiyle tamamladı:
"Koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa."
* * *
Öğleden sonra başkentin en ünlü alışveriş merkezindeki markalı kitapçıya uğradım.
Yurtdışında kitapçı dolaşan bilir, Nobel’i takip eden haftalarda özel vitrin geleneği vardır.
Ödüllü yazarın kitapları vitrine dizilir, özel afişler, köşelerle satış pompalanır.
Sizi bilmem ama Orhan Pamuk onuruna düzenlenen kitapçı vitrinine ben pek rastlamıyorum.
Demek ki onaylamadığımızı dinlemek, okumak bir yana yok saymayı da becermeye başladık!
* * *
Akşam yemeğinde iki Kürt siyasetçisiyle birlikteydim.
Aktif katkıda bulundukları ateşkes sürecinin akıbetini sordum.
"Endişeliyiz, askeri operasyonlar sürüyor, Kürt ailelere tabutlar geliyor" yanıtını aldım.
- Peki ateşkeste ciddiyseler neden Türkiye’yi terk etmediler?
- Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra PKK’ya Türkiye’den çekilme emri verdi.
- Ya sonra?
- Sınır geçişlerinde 500 kişi öldürüldü, tabanda isyan çıktı.
- Ne isyanı?
- "Öcalan bizi ölüme sürükledi" diye kopma oldu, aynı talimatı vermeye bu kez cesaret edemedi.
- Öcalan kendi örgütünden mi korktu?
- Hatta ateşkes için bile üç hafta düşündü, "ya beni dinlemezlerse" korkusu yaşadı.
Anlaşılan kimseyi dinlememenin sonu, herkesin sizi dinlemeyeceği korkusuna dönüşüyor.
* * *
Anketler yalan söylemediyse Türk halkının üçte ikisi Avrupa projesinden yanaydı. Artık Avrupa’dan kim ne anladıysa, işin o kısmı bir yana ama, AB deniz feneri gibi önümüzü aydınlattı.
AB potasında laik-dindar, Türk-Kürt, kentli-köylü farklılıklarımızı koruyarak eriyeceğimizi umduk.
Koalisyonu türban kararı yüzünden önce siyasi İslamcılar bozdu.
Kürtler sabırsızlandı, ulusalcılar AB’nin Kıbrıs ikiyüzlülüğünü iyi kullandı.
Sonuçta AB ışığı zayıflarken, karanlıkta birbirimize çarpıp durmamız o yüzden şaşırtıcı değil.