14 Ekim 2007
ANKARAAKP’li Kürt vekillerin muhalefeti tezkereyi durduramaz, 1 Mart tekrarlanmaz. Ancak son tartışma AKP bünyesindeki üç fay hattından birini ortaya koyması açısından önemlidir. AKP’nin sistemle çatışmasına yol açacak enerjiyi biriktiren bu fay hatlarını tek tek sayarsak;
1) 22 Temmuz seçiminde merkeze kaymak adına bünyeye kazandırılan liberal ve sol kökenli isimler partiyi, sistemin/rejimin geleceği konusunda endişeli kesimlerle karşı karşıya getiriyor. Zafer Üskül Hoca’nın "Kemalizmi Anayasa’dan silme" önerisi daha Meclis toplanmadan heyecan yarattı. Sivil Anayasa hazırlığı AKP’nin niyeti hakkında spekülatif tartışma tetikledi.
2) Yeni Meclis’te güçlü ve AKP tabanında bile puan toplayan MHP Grubu’nun varlığı AB reform hızını düşüreceğe benziyor. "MHP’ye oy kaymasın" kaygısı AKP’nin AB çapasını yerinden oynatır. AKP yönetimi, iktidarın daha fazla demokrasi ve refaha bağlı olduğunu unutmamalıdır.
3) AKP’li Kürt vekillerin seçim bölgelerinde DTP ile kıyasıya rekabeti siyasete yansımaya başladı. İmralı mahkûmu yerine Barzani’yi beğenen kesimin oyları ile Meclis’e taşınan, ekonomik geleceğini Kuzey Irak’ta arayanları temsil eden AKP’li vekillerin tezkere muhalefeti doğaldır. Ama AKP’nin bu çatlağı Ankara’nın batısına izahı da bir o kadar zordur.
AKP’nin ezici seçim zaferine rağmen iki aydır zorlanması bence bu fay hatları yüzündendir.
İkinci AKP dönemi, ilkinden farklı olarak çok sesli siyasete sahne oluyor.
Meclis’te zayıf muhalefetten yakınanlar, AKP içi dengeleri daha iyi izlemeli.
Kuzeyi, güneyi kalmadı
BAKIYORUM, Hürriyet dışındaki gazeteler "bugün sünnet-yarın deniz" havasında.
Kuzey Irak’a giriliyor, kamplar basılıyor, uçaklar bomba yağdırıyor. Zannedersiniz ki, askeri harekát yazı işleri salonunda yapılacak. Galiba bilmiyorlar ki, Irak’ın kuzeyi, güneyi kalmadı.
O topraklara ayak basan her yabancı güç... Sünni ve Şii Araplarla Kürtlerden oluşan şeytan üçgenine düşer. Bu kadar ciddi bir karar öncesi, halka doğrular anlatılmalı, kahramanlık menkıbeleri değil.
ABD’yi paket kurtarır
ERMENİ tasarısına karşı Ankara’nın misilleme senaryoları, manşetleri süslüyor.
Diyelim ki İncirlik’i kapattık, bir yıl sonra açmayacağımız ne malum? Fransa ile dış ticaretimiz bu ülkede benzer tasarının gündeme geldiği yıl üçe katlanmadı mı?
Alınmayın ama galiba ABD yönetimi bizi bizden iyi tanıyor.
Asıl korktukları İncirlik değil, Türk halkının haklı nefretini kazanmaları.
Haklılar, çünkü ABD düşmanlığı Türkiye’de aldı yürüdü... Orta ve uzun vadeli sonuçlarını kestirmek için ABD’nin bizden önce itibar kaybına uğradığı ülkelere bakmak yeterli.
Filistin, Afganistan, Suudi Arabistan gibi...
Maşallah hepsinin toprağından mantar gibi terörist fışkırıyor.
ABD’nin Türk halkını yeniden kazanması için ne gerekli derseniz...
Ermeni tasarısının Temsilciler Meclisi’nden geçmemesi gereklidir ama yetmez!
Yanı sıra ABD’nin PKK konusunda da Türkiye’yi memnun edecek çok somut bir adım atması lazımdır. Örneğin, Barzani’nin misafiri birkaç PKK yöneticisini paketleyip teslimi iyi niyetini kanıtlayan başlangıç olur. Böyle bir paket servisi Türk kamuoyundaki kanaati değiştirebilir.
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2007
<b>ANKARA</b><br>BAYRAM ertesi çıkacak Kuzey Irak tezkeresi...Hemen sınır ötesi harekát anlamına mı gelecek? Hiç sanmıyorum.
Tezkere diplomasisi önce Washington’da sınav verecek. Başbakan, ABD Başkanı Bush’a "ciddiyim" derken cebinde tezkere olacak. Bush, Barzani’yi "Türkleri tutamıyorum" diye uyarırken aynı tezkereyi kullanacak. Ama olmazsa, kimse kimseyi ciddiye almazsa...
Hükümetin kıdemli bir üyesinin söylediği gibi;
- Orada zaten 38 ülke vardı... 39’uncu da biz oluruz.
Koalisyon güçleri Irak’a BM kararı ile mi girdi, hayır! Lahey Adalet Divanı’na, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne mi sordular? Yine hayır.
Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku geçerli o coğrafyada.
O yüzden hiçbir ülkenin Türkiye’ye "dur" deme hakkı yok.
Ama ilginçtir, hiçbir Türkiye Cumhuriyeti bakanı, "asmaktan-kesmekten" söz etmiyor.
Aksine, Türkiye’deki terörle mücadeleden örnek vererek konuşuyor:
- Devletin askeri, polisi, kendisini riske atıyor. Sivilleri koruyor.
- Yani?
- Teröristin peşinde koşuyor, ama halka eziyet etmiyor, adeta cerrah gibi davranıyor.
- Ya Kuzey Irak’a girilirse?
- Aynı tutum orada da sürmeli, PKK’yı Barzani, Talabani, o bünye dışlamalı.
O da geri vermiyor
DİYOR ki, "Pasaportuma uzak kalamam". Ve samimiyetle ekliyor, "Çünkü kimliğimin, kişiliğimin, özümün bir ifadesi..."
* * *
Biliyorsunuz, Türkiye’de Bakan Mehmet Şimşek’in ikinci pasaportu tartışılıyor. Ben dahil çok kişi, "Şimşek artık bakan olduğuna göre İngiliz pasaportunu geri vermeli" diye bastırıyor.
Önerimde hálá ısrarlıyım, ama yazılanlara bakınca, farkımı anlatmak zorundayım.
Mehmet Şimşek’in ikinci pasaportunu suç saymıyorum, sadece artık lüzumsuz görüyorum.
Aslında Şimşek’in ikinci pasaportu Türkiye’ye ihanet değil, aksine devlet politikası eseri.
Malum yurtdışında 4-5 milyon Türk yaşıyor. Bunlardan 900 bini tıpkı Mehmet Şimşek gibi çifte pasaportlu. Yani Türklükten ayrılmadan bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçmiş durumdalar.
Aralarından işadamları, doktorlar, ünlü sanatçılar yetişiyor.
Politikaya atılıp çok başarılı olanlar, hükümete girenler de çıkıyor.
Hollanda’da Nebahat Albayrak, Belçika’da Emir Kır gibi.
Nebahat Hanım 40’ına basmadan Hollanda Hükümeti’nde koltuk sahibi oldu.
Ve bazılarınızın Şimşek’a ait olduğunu düşündüğü girişteki cümleler ona ait.
Çünkü Hollanda medyası, bakan olduktan sonra Türk vatandaşlığından çıkıp pasaportunu iade etmesini istiyor. Nebahat Albayrak ise direniyor.
Demek istediğim, her tartışmada madalyonun mutlaka iki yüzü olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
Ertuğrul Özkök geçenlerde "Vatan neresi?" diye sordu. O sorunun yanıtı Nebahat Hanım’ın bırakamadığı Türk pasaportunda, Mehmet Şimşek’in işini gücünü bırakıp Türkiye’ye dönüşünde yatıyor.
Özetle diyorum ki, karışmayalım da herkes bu vatanda dünya vatandaşı standardında yaşasın.
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2007
<b>ANKARA</b><br>BİR günde on beş şehit veren Türkiye’nin başkentinde dün peş peşe zirveler düzenlendi. Öğle saatlerinde Başbakanlık kaynaklarına, "Kuzey Irak tezkeresi var mı?" diye sordum. "Şu an için gündemde değil, Köşk toplantısında Genelkurmay Başkanı talep ederse durum değişir" denildi.
1 saat 15 dakikalık üçlü (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı) zirveden de tezkere beklentisini güçlendiren bir rüzgár esmedi. Oysa hatırlarsanız, seçim öncesinde göstermelik dahi olsa Meclis’ten geçecek tezkerenin dünyaya Türkiye’nin kararlılığını göstereceği yorumları yapılıyordu. Bugüne gelindiğinde... Muhtemeldir ki, hükümet yarınki sözde Ermeni soykırımı tasarısı oylaması öncesinde ABD ile yeni bir gerginliği tetiklemek istemedi, temkini elden bırakmadı.
Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’na uzun bir aradan sonra Başbakan başkanlık edecek. Dolayısıyla asker kanadından da İkinci Başkan yerine Genelkurmay Başkanı’nın katılması olası. İşte bu kritik toplantıda detayına inilecek Köşk kararları, Başbakan tarafından gelecek ay Washington’da Başkan Bush’a iletilecek. Gerisini şimdiden kestirmek zor!
Vize yüzünden aldım
HAZİNE Bakanı Mehmet Şimşek, 36 yaşında genç bir politikacı. Dün Milliyet’te Önder Yılmaz, başarılı gazetecilik örneği sergiledi. Bakanın İngiliz pasaportu ve çifte vatandaşlığını yazdı. "Doğru mu?" diye sorduk, doğruymuş.
Peki gerekçesi ne? İşte merak edilen yanıtı:
"Merrill Lynch’te biliyorsunuz Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’daki 40-50 ülkeye bakıyordum. Çok sık seyahate çıkıyordum. Türk pasaportu ile vize başvurusu bazen haftalar alıyordu. Çok pratik bir ihtiyaçtan dolayı, işimi kolaylaştırdığı için İngiltere pasaportu edindim."
Hemen ardından ek bir izahat da eksik bırakılmıyor: "Tüm bu süreç Türk makamlarının bilgisi dahilinde ve yasal zeminde yürütüldü." Yani, "Aman benim durumumu Türkiye’ye haber vermeden ABD vatandaşlığına geçen Merve Kavakçı ile karıştırmayın" uyarısı da unutulmuyor.
Biliyorsunuz Şimşek’in ismi Merkez Bankası Başkanlığı için de önerildi, kabul görmedi. Kararnamesi yazılırken çifte vatandaşlığı var mıydı? "Kararname 2006 Nisan ayındaydı, çifte vatandaşlığa temmuz ayında geçti" deniliyor.
Son olarak da bir sitem: "İnsanların pozitif enerjileri bu tür konularla tüketilmesin lütfen."
Belki de Mehmet Şimşek haklıdır... 4 milyon insanı yurtdışında yaşayan Türkiye’de çifte vatandaşlık artık haber olmaktan çıkmalıdır.
Ayrıca tıpkı CHP Lideri Deniz Baykal’ın dediği gibi, "Bir insan sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ülkeye ihanet edebilir, bir insan birden fazla vatandaşlığı olsa bile ülke menfaatlerini koruyabilir."
Yine de Bülent Gültekin’i unutmadan edemiyorum. Tanıyanlar bilir, 1993 yılında Merkez Bankası Başkanlığı’na geldiğinde ABD vatandaşlığını bıraktı.
Sayın Bakan’ın da artık kırmızı pasaportu var.
Ne vizeye ihtiyacı kaldı, ne de başka ülke vatandaşlığına.
Bülent Gültekin örneğinin tekrarı inanın çok daha şık olur.
MHP, CHP’den farklı olmalı
MHP seçimden bu yana Cumhurbaşkanlığı krizinde iki kez AKP’nin imdadına koştu.
Ama öte yandan, terör konusunda hükümeti "ihanet" ile suçlayacak kadar ileri gitti.
Çelişki mi? MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı’ya göre değil.
"Doğrusunu yapıyoruz" diyor ve ekliyor: "CHP ile MHP’nin politikalarında ayrışma olması lazımdı."
Doğrusu seçim öncesinde gündeme gelen CHP-MHP iktidarı senaryosu her iki partiye de yaramadı, tabanın içine sinmedi. O yüzden belki de farklılaşmada hayır vardır.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2007
ANKARAABD Başkanı George Bush’un Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "Ermeni yasası" telefonuna geri dönmesi biliyorsunuz birkaç gün aldı. Bu rötar normal mi, değil mi, diye merak ettim. Liderler arası telefon diplomasisinin protokolünü öğrendim. İzninizle aktarayım.
Diyelim ki Türk Başbakanı, yabancı bir lideri arıyor.
Tabii ki her defasında hemen telefon bağlantısı kurmak mümkün değil. Yabancı diplomatlar Türk tarafına, geri arayabilecekleri gün ve saati bildiriyor. Bu kez de bizim Başbakan’a uymayabiliyor.
Ezcümle eğer "çok acil" kodu yoksa liderlerin görüşmesi birkaç günü bulabiliyor.Formatın yanı sıra içeriğe de girersek;
Türk tarafı, Bush yönetiminin sözde ermeni soykırımı yasa tasarısına muhalefetini samimi buluyor. Başbakan’a dönüşün biraz gecikmesi, Başkan’ın önünü görebilme gayretine bağlanıyor.
Temsilciler Meclisi’nin demokrat başkanı Nancy Pelosi’nin tavrı farklı yorumlanıyor:
"Pelosi bu tasarının Türkiye-ABD ilişkilerinde kalıcı hasar yaratmayacağına inanıyor. İlk şiddetli tepkinin ardından meselenin gündem dışı kalacağını düşünüyor. Bu yüzden tasarının bir an önce geçmesinden yana gözüküyor."
Her yıl 24 Nisan nöbeti ve tasarı korkusundan mustarip bazı Türk yetkililer benzer kanaati taşıyabilir. Açıkçası ben farklı düşünüyorum. Kıdemli bir yabancı diplomatın Türk dış politikasına ilişkin analizini bu açıdan çok önemsiyorum: "Türkiye’nin dış politikasında katı ve kalın çizgiler var. Bu ölçüde katılık Türkiye dışında sadece İran ve Çin’de mevcut. Ama onlar düşman, siz dost ülkelerden gelen baskıya direniyorsunuz. Dolayısıyla işiniz daha zor. Ve itiraf etmek gerekir ki, çoğu kez de ısrarınızda haklı çıkıyorsunuz."
PKK’ya katılım şifresi
KARA Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un durduk yerde PKK’ya katılımdan söz etmesi rastlantı mı? Bence hiç değil... Önce Komutan’ın önündeki rakamlara göz atalım.
Geçen yıl 536 PKK’lı etkisiz hale getirildi, buna karşılık örgüte 783 yeni katılım oldu.
Gelelim bu yıla... Hem etkisiz hale getirilen PKK’lı sayısı arttı, hem de katılım rakamı azaldı.
Demek ki bu iki rakam arasında ters ilişki var. Biri artarken, diğeri düşüyor. Ya da Türkçe mealiyle örgütle mücadele yoğunluk kazandıkça, katılım hevesi düşüyor.
Paşa da o yüzden diyor ki: PKK üstündeki baskı önümüzdeki aylarda daha da artacak. Meseleyi parlamento zeminine taşımaya hazırlananlara dönük mesaj gibi geldi bana!
CHP’nin AKP’ye teklifi
CHP Lideri Deniz Baykal’ın "Referandumu iptal edin, yeni Anayasa’ya ekleyin, destek verelim" diye özetlenebilecek çağrısı AKP’de ilgi uyandırdı. Hatta, "Acaba CHP Anayasa’nın tamamı konusunda yeni bir pazarlık mı açıyor?" sorusuna yol açtı. CHP’ye olumlu yanıt verilmesi ve referandum iptali şimdilik mümkün değil, çünkü AKP, Anayasa değişikliğine kesin gözle bakmıyor.
Meraklısı için düzeltme: Gaziantep’ten CHP’li İbrahim Kılıç uyarıyor. "Gaziantep’te aday belirleme önseçimle olmuş, Sayın Abdülkadir Ateş de aday gösterilmediği için değil, katıldığı önseçim sonucunda 16. sırada yer aldığı için yeniden seçilememiştir." Düzeltiyor ve fakat Ateş’in TBMM ve Avrupa Konseyi’ndeki çalışmalarından mahrum kalan seçmen sıfatıyla üzülmeye devam ediyoruz.
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2007
<b>ANKARA</b><br>CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Strasbourg gezisi 301 tartışması ekseninde geçti. Dönüş yolunda Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ile uzun sohbet imkánı buldum.
Kimi meslektaşlarımın aksine süreçte Cemil Çiçek’in günahı olduğuna inanmıyorum. 301’inci madde tam 7 kere değişti, 4 kez ifade özgürlüğünü kısıtlamak, üç kez de genişletmek amacıyla...
Son değişiklik Avrupa Birliği’nin tam onayını taşıyor, şahidi Dışişleri Bakanlığı.
Ama uygulama sonuçlarını birlikle görüyoruz, Hrant Dink hayatta olsaydı, hapisteydi.
Galiba sorun, aklına gelenin "Türklüğe hakaret" türü muğlak bir gerekçeyle dava açabilmesinde yatıyor. Eskiden davanın açılması bakan iznine bağlıydı, yargı bağımsızlığı gerekçesiyle vazgeçildi.
301 davalarının açılmasını yeniden bakan iznine bırakmak o yüzden uygun düşmez.
Ama neden özel bir meclisin kararına bağlanmasın?
Örneğin Gazeteciler Cemiyeti, TOBB, TÜSİAD, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütü temsilcilerinden oluşan bir heyet yasayla görevlendirilir... Yersiz başvurularla ciddi dosyalar ayıklanır, gerisi yargıya kalır.
Düşünmeye bile değmez mi?
Venedik komisyonu baksın
MADEMKİ Türkiye, Avrupa Birliği istikametinde ilerlemeye niyetli, o zaman yeni anayasa hazırlığında neden AB de söz sahibi olmasın? AB’nin eski Doğu Avrupa ülkelerinin anayasalarını gözden geçirmek üzere kurduğu bir komisyon var. Venedik Komisyonu bu görevi yerine getirdikten sonra gönüllü başvuruları karşılamaya başladı. Örneğin son olarak Finlandiya ve Meksika anayasaları için çalıştı.
Bence egemenlik devri veya "Türkiye muz cumhuriyeti mi?" gibi alınganlığına kapılmaya gerek yok.
Hatta aksine yeni ve sivil anayasaya AB kefaleti en az iki açıdan yararlı olur:
1) Muhafazakár iktidarın laik Avrupa onayı alarak yola devamı güven katsayısını artırır.
2) Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde olası yol kazası riskini peşinen azaltır.
Venedik Komisyonu önerisi teoride kalmadı, kapalı kapılar ardında gündeme gelmedi. Abdülkadir Ateş konuyu Strasbourg’da gazetecilerin önünde Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e açtı.
Bakalım hükümetin tavrı ne olacak?
Gülsün Hanım’ın dönüşü
ESKİ Turizm Bakanı Abdülkadir Ateş, Avrupa Konseyi’nde Siyasi İşler Komisyonu Başkanlığı görevinde gün sayıyor. Partisi CHP tarafından seçimde yeniden aday gösterilmediği için sadece bu önemli komisyondaki başkanlığı sonra ermekle kalmıyor.
Bir Türk’ün Parlamento Genel Sekreterliği ve hatta Başkanlığı’na giden yolu tıkanıyor. Çünkü Parlamento geleneğine göre Genel Sekreter ve başkanlar siyasi işler komisyonundan seçiliyor.
Abdülkadir Ateş ile aynı kaderi paylaşan Gülsün Bilgehan da Avrupa finalini aralık ayında düzenleyeceği Aile İçi Şiddet Kampanyası toplantısıyla yapmaya hazırlanıyor. Avrupa Konseyi de bu iki Türk siyasetçiyi Üstün Hizmet beratı ile ödüllendiriyor.
Bu arada meraklısı için bir dipnot: Abdülkadir Ateş ve Gülsün Bilgehan hafta sonunda CHP yönetimine muhalif 25 eski il başkanıyla Bolu’da buluşuyor. Gözüken o ki Ateş ve CHP’nin bazı kıdemli isimlerin gönlünden Bilgehan’ın parti liderliğine oynaması geçiyor.
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2007
<b>ANKARA</b><br>ABD’nin açık "İran’la iş yapma zamanı değil" uyarısına karşın Türkiye, İstanbul’dan Tahran’a kadar uzanacak hızlı tren projesini hızlandırma talebine sıcak bakıyor. Hızlı tren dosyası geçen hafta New York’ta yeniden gündeme geldi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile kısa görüşmesinde üç konu ele alındı:
1) Doğalgaz antlaşması: İran tarafı ABD’nin baskıları nedeniyle Ankara’da tereddüt oluşup oluşmadığını sordu, "Siz yoksanız Avrupa ile doğrudan görüşelim mi?" imasında bulundu. Avrupa’ya Azeri, Türkmen ve hatta belki de Kazak enerji kaynaklarını taşıyacak Nabucco projesi için İran gazına ihtiyaç duyan Türk tarafı "sonuna kadar gitme" kararlılığını bir kez daha teyit etti.
2) Hızlı tren projesi: Ahmedinejad, Tahran-İstanbul hızlı tren projesini gündeme getirdi. Ulaştırma Bakanlığı’nın üstlendiği bu proje ile İstanbul-Ankara arasındaki hızlı tren hattının Türkiye tarafından yapılması öngörülüyor. Hattın geri kalanı için Türkiye-İran ortak şirket kuracak. Bu projeyle İranlı turist ve işadamlarının zahmetsizce Türkiye’ye ulaşması hedefleniyor.
3) Savunma işbirliği: Bu dosya hakkında daha çok İran tarafı konuştu. Kandil başta olmak üzere PKK’ya dönük son operasyonlar ve top mermileriyle kampların dövülmesi aktarıldı.
New York’taki görüşmeden sonra önemli bir kaynağa havayı sormuştum.
Bana, "İran Cumhurbaşkanı hayatından memnun" yanıtını vermişti. Gözüken o ki, en azından Türkiye ile ilişkiler açısından Ahmedinejad ne kadar memnun kalsa yeridir.
Baykal: Saygımız makama
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Meclis’in açılış konuşmasını yaparken CHP Lideri Deniz Baykal da salondaydı. Ama CHP Lideri iftardan sonra verilen Meclis resepsiyonuna katılmadı.
"Tavır mı?" diye sorduğumuzda Baykal izah etme gereğini duydu:
"Yok, AKP’ye yönelik bir tavır değil. Ben eskiden beri hiç gitmem. Daha önceki dönemlerde de gitmedim. Ama arkadaşlarımıza serbest, isteyen gider."
CHP, Gül’ü Meclis’te dinliyor ama Köşk’e çıkmıyor. Herhalde bu politikayı anlamakta zorluk çekenleri düşünen CHP Lideri Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sanki biz bu konuda ne yapacağını bilmiyor gibi vaziyet içinde gösteriliyoruz. Bu doğru değil. Bizim ilk andan beri çok net biçimde takındığımız tavır var. Biz, Cumhurbaşkanlığı seçiliş tarzına itiraz ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye’deki gerilimi artıracağını, kutuplaşmayı yükselteceğini ve olumsuz gidişe katkı yapacağını görüyoruz. Bu nedenle buna karşı tavır takındık."
Peki CHP, Cumhurbaşkanlığı seçimini meşru görüyor mu, işte Baykal’ın yanıtı:
"Anayasa ortada. Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçileceğini söylüyor. O usule göre seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var. Meşruiyet krizi, tartışması yaratmıyoruz. Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bunda hiçbir tereddüt yok. Meclis bizim Meclisimiz. Meclis’e gelecek, konuşma yapacak. Anayasa’nın kendisine verdiği hak, elbette bunu yapar. Cumhurbaşkanı’na gösterilmesi gereken saygıyı göstereceğiz. O kadar. Bu makama gösterilmiş bir saygıdır.
Ama Cumhurbaşkanı’na karşı mesafeli ve dikkatli bir tavır içinde olacağız. Onların kaygı duyduğumuz ilişkilerini kamufle etmeye yönelik ya da önemsizleştirmeye yönelik tutum içinde kesinlikle olmayacağız. Dikkatli, gözlemci, mesafeli olacağız."
Düzeltme
Malezya dizisinde Başbakan’ın Danışmanı Büyükelçi Ahmet Davudoğlu’nun kızlarının bu ülkede okudukları yazıldı. Ahmet Hoca ile New York’ta beraber olduğumuz için düzeltmeyi benden istedi. Davudoğlu’nun kızları Malezya’da değil, Türkiye’nin güzide bir üniversitesinde okuyor.
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2007
<b>ANKARA</b><br>BAŞBAKAN’ın on günlük ABD gezisinde çok sayıda ikili temas yapıldı, onlarca kritik dosyanın kapağı açıldı. Dolayısıyla toptancı yaklaşım yerine dosya özelinde analiz daha sağlıklı bilanço verir. PKK, Irak’ta söz hakkı için elimizdeki tek kart
ÖNCE Başbakan ABD’de iken Irak ve PKK konusunda hangi gelişmeler yaşandı hatırlayalım.
Madde 1) ABD Kongresi, Irak’ın üçe (Kürt, Arap ve Şii olarak) bölünmesine yeşil ışık yakan tasarıyı kabul etti. Bu tasarı tabii ki bağlayıcı değil ama trendi yansıtıyor.
Madde 2) Başbakan’ın katıldığı uluslararası panelde Bill Clinton, Güneydoğu’yu "Kürt Bölgesi" diye etiketledi. Kuzey Irak ve Türkiye arasındaki sınır en azından zihinlerde kalktı.
Madde 3) Ankara’da Türkiye ve Irak arasında varılan "PKK’ya sıcak takip" uzlaşması Kürt vetosuna takıldı. Yani Bağdat’ın Kuzey Irak topraklarına karışamadığı kanıtlandı.
Madde 4) Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ABD’ye dönük PKK sitemi bu ülkede yankı bulmadı. ABD’nin terörle ilgili özel temsilcisinden neredeyse aylardır ses çıkmıyor.
Başbakan Washington’da iken yönlendirici/belirleyici olamadığı başlıklara tekrar bakarsak;
1) ABD’nin Irak politikalarında Ankara’yı hiç umursamadığı anlaşılıyor.
2) Türkiye’nin "Irak’ın içişlerine karışıyorsunuz" ithamına uğramadan söz hakkı kullanabileceği tek konu, PKK teröründen ibaret kaldı.
Demek ki terör örgütü yaklaşan kışı fırsat bilerek sözde ateşkes ilan ederse, eylemi keserse... Türkiye’nin ABD başkanlık seçimi yılı gibi kritik süreçte Irak’taki son kartı da elden gidecek. Kısaca Irak ve PKK dosyalarında bilanço kayba işaret ediyor.
Musevi lobisi sadece soykırımın adını koymadı
TÜRKİYE sözde Ermeni soykırım tasarısına karşı her zaman Musevi lobisinden destek aldı. Ancak son birkaç aydır Musevi lobisinden farklı sesler duyuluyor. New York’ta Türkevi’nde Başbakan Tayyip Erdoğan ile buluşan Musevi cemaatinin yeni pozisyonu Türk tarafında şöyle algılandı:
Anadolu Ermenilerine karşı yakın tarihte soykırım uygulandı.
Ancak Türkiye-İsrail-ABD ilişkileri bunu söylememize şimdilik engel.
Demek ki bu dosyada da bilanço kazançtan çok kayba yakın.
Bilanço dışı
Sarkozy ile "anlaşamadığımızda anlaştık". Merkel’le işler daha iyi gitti.
ABD resti İran’la doğalgaz anlaşmasını durdurmaya yetmedi.
Kyoto Anlaşması’na ancak özel koşullarla imza konulacağı belli oldu.
Küresel krize karşın Türkiye’ye ekonomik güvenin şimdilik sürdüğü gözlendi.
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2007
<b>New York</b><br>Başbakan bugün öğleden sonra 10 günlük ABD gezisinden yurda geri dönmek üzere yola çıkıyor. Tayyip Erdoğan bu gezide üç günü ailesi ve torununa ayırdı, 30’a yakın dünya lideriyle görüştü, iç siyasete hemen hiç girmedi. Yoğun tempo hatta koşturmayla geçen bu 10 günde çoğu haberin kenar süsü eksik kaldı. İzninizle bazılarını aktaralım.
Torun ziyareti cepten
BaŞbakan’ın Washington’da oğlu Bilal’le buluşmaya ANA uçağıyla gitmesi eleştirildi. Oysa Başbakan torun görmeye gitmese bile resmi uçağı ABD başkentine geçmesi zorunluydu. Çünkü güvenlik açısından ANA uçağının New York’ta değil Washington DC’deki askeri üste parkı kuraldı. Başbakan zaten Washington’a gidecek olan uçakla yola devam etti. Torunuyla geçirdiği üç günün konaklama ve diğer giderleri de bütçe ve örtülü ödenekten karşılanmadı, Erdoğan cebinden ödedi.
Ada’dan gelen tatilci
Tayyİp Erdoğan’ın BM’deki ikili temasları arasında St. Vincent Grenadines isimli ada devletinin başbakanı da yer aldı. Bağımsızlığını elde edeli daha 30 yıl bile olmamış 120 bin nüfuslu bu ülkenin BM oylamalarında Karayipler’deki beş komşusunun tercihini de etkilediği biliniyor. BM Güvenlik Konseyi’nde koltuk hedefleyen Türkiye’nin ada devlete ilgisi bu yüzden. Ayrıca Erdoğan’la görüşen Başbakan Ralph Gonsalves’in temmuz ayında tatile Türkiye’ye geldiği de ortaya çıktı.
Terör muhatabı çıkmadı
BaŞbakan’ın gezisi sürerken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ABD’ye dönük ağır eleştirilerde bulundu. Başbakan bu açıklamaya ilişkin bizzat değerlendirmede bulunmadı. Ama her zamanki gibi bir resim bin söze bedeldi: Erdoğan ile birlikte Washington’a gelen Terörle Mücadele Temsilcisi Rafet Akgünay günlerce muhatap bulamadı. Akgünay’ın mevkidaşı ABD özel temsilcisi General Ralston’un Washington’dan ayrılma takvimi de dikkatlerden kaçmadı.
Rötar eziyeti görün
Türkİye’deki havaalanlarındaki gecikmelerden şikáyet edenler New York JFK’yi görsün. BM toplantısı gibi uluslararası hava trafiğinin iyice sıkıştığı günlerde rötar ve uçakta bekleme süresi saatleri bulabiliyor. Çünkü JFK’ye saatte en iyimser tahminle 44 uçak inmesi gerekiyor. Ama tarifeli seferlere göre bu sayı 57’ye kadar çıkabiliyor. Ne yönetimin sözü geçiyor, ne de havayolu şirketleri tarifelerini elden geçiriyor, olan yolculara oluyor.
Yazının Devamını Oku