25 Eylül 2007
NEW YORKCENTRAL Park’a bakan Ritz Carlton’un kapısında Başbakan Tayyip Erdoğan’ı beklerken genç bir Türk’le sohbet ediyoruz. Resmi heyetin neredeyse tamamını tanıyan bu genci, Egemen Bağış akıldan kolay silinmeyecek mesleğine referans vererek takdim ediyor:
"Eğer burada başımıza bir iş gelirse cenazemizi yıkayıp kaldıracak adam."
Almanya doğumlu Erhan Yıldırım, 13 yıl önce 21 yaşında dil öğrenmek için ABD’ye geldi. Din eğitimi sayesinde Brooklyn’de müezzinlik yaptı. Ardından cenaze şirketini kurdu.
Konuşurken belindeki polis rozetini görüyoruz. Çünkü Erhan Yıldırım’ın yeni işi, New York Emniyet Müdürü Raymond Kelly’ye danışmanlık. Kentte 800 bin Müslüman ve 250 cami var. New York polisi, İslam’ı ve cami cemaatini daha yakından tanımak istiyor.
Akademiden yeni mezun 900 polise kısaca "İslam’a giriş" yani "İslam 101" dersi veriliyor.
Erhan Yıldırım, "Amacımız İslam fobisini kırmak" diyor.
İlginçtir, Türkiye’de "siyasi İslam radikalleşir mi?" tartışması sürüyor.
New York’ta dinlerarası diyaloğun yumuşaması, bir Türk gencine düşüyor!
Dalga boyu yüksek olmaz
HAZİNE Bakanı Mehmet Şimşek, New York’ta Başbakan Tayyip Erdoğan’a katılmadan önce Chicago’da dünya ekonomisini yönetenlerin en çok merak ettiği sorunun yanıtını ilk ağızdan dinledi: ABD ekonomisinin 2008 yılı sonundan itibaren yeniden büyüme trendine gireceği tahminini not etti.
Tahminin böyle kesin takvime bağlanmasının yanı sıra kaynağı da önemliydi. ABD Merkez Bankası, FED kararlarını 12 Eyalet Başkanı’nın katılımıyla alıyor. Bu 12 başkan arasında Chicago’yu temsil eden Micheal Moskow emekliye ayrıldı. Yerine Chicago FED’in akademik çalışmalarını yürüten Charles Evans atandı. Sadece 23 günlük başkan Evans ve araştırma ekibinin şöhreti biraz da yarattıkları büyüme endeksine dayanıyor. O yüzden Evans, kahvaltıda Bakan Şimşek’e "ABD ekonomisi büyüyecek" dediyse ciddiye almak gerekiyor.
Ne var ki Mehmet Şimşek, Londra’daki piyasacı günlerinin alışkanlığı ile FED’in akademik iyimserliğine kuşkuyla yaklaşıyor. "Yarım puanlık indirim aslında işlerin beklendiği gibi gitmeyebileceği riskinin hesaba katıldığını gösteriyor" diye uyarıyor.
Yine de FED’in 18 Eylül’deki faiz indiriminin ardından Türkiye’ye ciddi yabancı girişi yaşandığını doğruluyor. "Ama..." diye ekliyor, "Son iki yıldaki likidite bolluğunun kaynağı ne FED ne de Avrupa Merkez Bankası idi. Rusya ve Ortadoğu (yani petrol ve emtia zenginleri) bu parayı yarattı."
Peki Bakan Şimşek haklı çıkar ve dış şoklar Türk ekonomisini sarsarsa... Mehmet Şimşek, dış gelişmelerden kaynaklanan bir dalganın boyunun fazla yüksek olmayacağına inanıyor.
Bu varsayımın altında kamu maliyesinin sağlamlığı yatıyor. Mehmet Şimşek ayrıca Türkiye’nin olası dalgadan doğrudan etkilenecek dış borç miktarının 20 milyar doları aşmayacağına da işaret ediyor.
Peki ya özel sektör borçları... Şimşek’e göre önemli bölümü orta ve uzun vadeli. Daha küçük şirketlerin kısa vadeli borçları için kamu yardımı istemeleri senaryosunu, "Kim böyle bir kredi açtıysa sonuçlarına katlanır" diyerek reddediyor. Sohbeti noktalarken "Böyle çalkantılı günlerde Merkez Bankası daha aktif politika izlemeli değil mi?" diyecek oluyoruz. Bakan Şimşek sözümüzü hemen, "Merkez Bankası hakkında yorum yapmam" diye kesiyor. Ama ardından eklemeden edemiyor: "Dünyada Merkez Bankaları 18 ay sonrasını görerek hareket ediyor."
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2007
<b>ANKARA</b><br>MUHAFAZAKÁR partiler, özgürlüğün birden fazla bacağı olduğunu nedense hep unutur. Mesela merhum Turgut Özal, iktisadi liberalleşme şampiyonuydu kuşkusuz... Ama 12 Eylül mağduru dört liderin siyasi yasağını halkoyuna sunmakta sakınca görmedi.
AKP siyasi özgürlük alanını AB reformları ile genişletti, son çalışmasını "sivil Anayasa" olarak takdim etti. Oysa taslağı beğenenler de, topa tutanlar da tek bir özgürlükten söz ediyor:
Türban yasağının kalkması.
Öncelikle bu meseleye bakışımı tekrarlayayım:
1) 18 yaşını aşkın genç kızların okula hangi kıyafetle gideceğine kimse karışamaz.
2) Başörtüsü yüzünden okul yasağı, kadınların sisteme katılma hevesini kırma anlamına gelir.
Ancak benim asıl tartışmak istediğim başörtüsünden ibaret değil. Çünkü küresel dünyada din-vicdan ve ifade özgürlüğü kadar önemsenen... Sermaye, mal-hizmet ve emeğin serbest dolaşımıdır.
AKP’nin koyduğu demokrasi ve refah hedefi, küresel bütünleşmeye bağlıdır.
Ama Anayasa taslağına bakıldığında özelleştirme önündeki engellerin aynen korunduğunu görüyoruz.
Sanki alay eder gibi her özelleştirmeyi mahkeme kapısında süründüren maddelerin sadece numarası değişmiş! Metin aynen korunmuş...
Doğal kaynakların mülkiyet yerine işletme hakkı devriyle özelleştirilmesi sınırına dokunulmamış.
Kıyı ve sahil şeritlerinin turizme açılmasını önleyen yasaklara ilişkin düzenleme yapılmamış.
Merhum Özal siyasi liberalizmi algılayamadan iktidardan indi veya indirildi.
AKP de ekonomik reformlardan vazgeçer, sadece türban bacağına yüklenirse...
Koşarken çabuk yorulur, tökezler, bizden söylemesi.
YTL’ye Anayasal koruma
KÜRŞAD Tüzmen’in kökten ihracatçı Anayasa tarifini duydunuz mu?
"İlk 3 maddeyi değiştirmiyoruz.
4. madde ihracat engellenemez.
5. madde faizler düşürülmeli.
6. madde Türk Lirası normal değere gelmeli."
Türkiye, Malezya olmaz
AYRICA olamaz da! Çünkü Malezya başta doğalgaz, petrol ve çinko zengini... Türkiye’nin aksine keyfine göre sermaye hareketlerini kısıtlayan, 22 yıl tek liderle yönetilmiş bir ülke...
Türkiye ise topraktan çıkarttığını değil, ürettiğini yurtdışına satan 40 bin ihracatçıya, 36 bin ithalatçıya ev sahipliği ediyor. Demokrasiyi kör topal da olsa yürütüyor.
Türkiye’yi Malezya gibi sermaye akımlarından, küresel ticaretten ve özgürlükçü bütünleşmeden kopartmak artık çok zor, hatta imkánsız... İçiniz rahat etsin.
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2007
<b>ANKARA</b><br>ABD Ankara’yı İran’la başlayacağı enerji antlaşmasıyla ilgili uyarıyor. ABD’de 1991’de çıkan bir yasa uyarınca İran’da yıllık 20 milyon doları aşan dogalgaz ve petrol yatırımı yapan şirket (dikkat edin ülke denilmiyor) yaptırımla cezalandırılıyor.
Bu yasanın ilk halinde hedefte sadece İran değil Libya da var.
O yüzden "Iran Libya Sanction Agreement" (ILSA) diye biliniyor. Libya üç yıl önce bu yasa kapsamı dışına çıkartılınca adı daha da kısaldı, ISA olarak kaldı.
Peki diyelim ki Türkiye Petrolleri İran’la öngörülen antlaşmayı imzaladı... ABD’nin resmi Türk şirketine yaptırım uygulama imkánı var mı?
Bu soru ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Nicholas Burns’e soruldu.
Net olarak "evet" veya "hayır" diyemedi, "Türkiye ile kriz yok" mesajını verdi.
Türk kaynaklar ise çok daha açık konuştu: "Hayır ABD yaptırım uygulayamaz!"
ABD’nin İran ambargosunu delen şirketlere ceza yazması için önkoşul New York Borsası’na kayıtlı olmaları. Cezalar menkul kıymet ve mal ticaretine bağlı olarak kesiliyor. O yüzden New York Borsası ile hiç işi olmayan Türk petrol şirketlerini tehdit boş laftan ibaret.
Şimdi gelelim Nicholas Burns’ün başkent ziyaretinde akıllara takılan ikinci soruya:
- İran’la ticareti kesme uyarısı sadece Türkiye’ye mi yapıldı?
Hemen söyleyelim, kesinlikle hayır.
ABD’nin yeni İran politikası üç ay önce şekillenmeye başladı.
Önce Körfez ülkelerindeki ABD Büyükelçileri harekete geçti. Zengin Arap ülkelerinden İran’a para ve mal akışı kesilmeye çalışıldı. Yaklaşık bir ay kadar önce en büyük Avrupa bankalarının kapıları çalındı. BM’nin listesi dışında kalan bazı hesapların dondurulması talep edildi. Arap ülkeleri çok hevesli gözükmüyor, Avrupa’da ise sadece Fransa ABD’ye destek verdi.
Washington’un İran’ın nefes borusu sayılan Türkiye’yi ikna çabası bu yüzden.
Ankara İran’la ticaret ve bu ülkede yatırımı müttefiki ABD’ye ihanet sayıyor mu?
Yanıt yine "Hayır", çünkü;
- Türkiye ile İran arasındaki antlaşmanın sonuçları 2011 yılında görülecek. ABD ile İran arasındaki kriz o zamana kadar sürer mi acaba?
FED ve İran krizi
ABD’nin İran pilavını yeniden ısıtmaya başladığına tek işaret Nicholas Burns’ün ziyareti değil.
ABD Merkez Bankası’nın hafta içinde politika faizini yarım puan indirmesi farklı yorumlanıyor.
Amerikan ekonomisini yakından izleyenler bu ülkedeki hemen konut kredisi krizini mutlaka durgunluğun izlediğinin farkında. Nitekim bu kez de dünyanın en büyük ekonomisinin üretim ve istihdam yaratamaz hale gelmesinden korkuluyor.
Ancak konut kredisi batağı ve durgunluk zincirindeki tek istisnaya da dikkat çekiliyor.
Vietnam Savaşı’na denk gelen konut kredisi krizi durgunluğa yol açmamış.
Savaş harcamaları imdada yetişmiş, ekonomi durgunluğa sürüklenmeden yoluna devam etmiş.
Şimdi merak edilen; Irak Savaşı ABD ekonomisini kurtarmaya yetecek mi?
Yoksa gelecek yılki başkanlık seçimi öncesinde yönetim İran’da ikinci cepheyi açacak mı?
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2007
ANKARA11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ilk resmi gezisini Güneydoğu’ya yapacağını öğrenince nedense 16 yıl önceye döndüm. DYP-SHP Hükümeti’nin iki lideri Süleyman Demirel ve Erdal İnönü’nün "Kürt realitesini tanıyoruz" temalı Diyarbakır ziyaretini hatırladım.
O gezide hükümet, halkıyla kucaklaştı. Bu sefer Abdullah Gül, yani devletin başı ve başkomutanı, halkın yanı sıra terörle mücadeleyi yürüten güvenlik güçlerine de moral verecek.
Abdullah Gül’ün gezisinde ilk durak Van.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in memleketi, 11. Cumhurbaşkanı’nı ağırlayan ilk il olacak.
22 Temmuz seçimlerinde Van ve diğer Güneydoğu illerindeki AKP performansı şaşırtıcı ölçüde yüksekti.
Hüseyin Çelik’in bu başarıdaki katkısı büyüktü.
Bakan Çelik sadece Van’ın ismi bizde saklı bir ilçesinde hayal kırıklığına uğradı.
Bu ilçenin köy muhtarları önce Hüseyin Çelik’e oy sözü verdi. Ama hemen ertesi gün caydı.
Gerekçe PKK tehdidi idi. Nitekim o ilçede AKP beklediğinden çok daha az oy aldı.
Hüseyin Çelik bu seçim hatırasını Abdullah Gül ile paylaşır mı bilmiyorum. Ama herkes görevini daha iyi yapsa, güvenlik güçleri vatandaşa güven aşılasa...
Bugünkü parlamento aritmetiği daha farklı olabilir miydi dersiniz?
Bu soru çok haksız sayılır mı?
Atalay’ın macera merakı
KÖŞK’ten sonra ikinci bir resepsiyona daha uğradık. Çankaya’nın yeni sözcüsü Ahmet Sever için verilen resepsiyonun ev sahibi CNN Türk’tü. Bakan, bürokrat ve gazetecilerin buluştuğu bu sıcak davette Beşir Atalay’a rastladık.
Sohbet sırasında konu Beşir Atalay’ın roman merakına geldi.
Tanıyanlar, rahmetli pederden miras polis ve gerilim romanı merakımı/kütüphanemi bilir. Meslekte aynı fanatizmi paylaşan Fehmi Koru’yu tanırdım.
Meğer Beşir Bey, Fehmi Koru ile aramızdaki kayıp halkaymış!
Yeni İçişleri Bakanımız "thriller" tabir edilen, çok satan macera/gerilim romanlarını daha ilk çıktığı günlerde (hard cover fiyatıyla) yurtdışından temin edip okurmuş... Fehmi Koru ile kitap değiş tokuşu alışkanlıkları da varmış.
Bakanın yazar tercihleri de merakına paralel: Robert Ludlum, Frederick Forsyth ve John Grisham... Sonuncu isim Atalay’ın hukukçu mazisine de uyuyor.
Hamiş: Bu arada ben de biraz okuyabilmek için kısa bir izin molası veriyorum.
Artık her maça giderim
ÇANKAYA Köşkü’ndeki resepsiyonda Abdullah Gül’ü kuşattık...
Kuşattık diyorum; ama aslında o da koyu Beşiktaş taraftarı olduğu için pek alınmadı.
Taki Doğan, Ekrem Dumanlı ve bendeniz, 11. Cumhurbaşkanı’nı Beşiktaş’ın Marsilya maçına davet ettik. Tahmin ettiğiniz üzere hiç nazlanmadı, "Gelebilirim" dedi.
Ama hemen ardından gülerek ekledi:
- Yalnız tarafsızlık ilkesi uyarınca artık Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarına da giderim.
Olsun... Yine de Gül soyadı taşıyan bir aile üyesinin sadece Beşiktaş maçlarını kaçırmadığını bilmek de bize yeter!
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2007
<b>ANKARA</b><br>11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e resepsiyonda rastladığımızda ádeti üzere gülümsüyordu. - Efendim sizi çok rahat ve neşeli gördüm.
- Ne yapalım. Bana sürekli "gül" diyorlar, yoksa tedirgin oluyorlar.
- En çok kim gülmenizi istiyor?
- İşadamları siz gülmezseniz, pozitif olmazsanız işimiz rast gitmez diyor.
Çevreden, "Doğru, yoksa borsa düşer" yorumları duyuluyor. Abdullah Gül, Köşk’ün sıkı kurallarına uyum sağladı mı? İşte yanıtı:
- Bakın Londra’ya, Paris’e gittiğinizde oradaki Başbakanlık binalarını, sarayları görüyorsunuz. Bu binalar o ülkelerin tarihini, şanını şöhretini temsil ediyor. Bizimkinin de bazı kuralları var ve biraz sıkışsak da bir anlamı olduğunu kabul etmeliyiz. Bunlara alışıyoruz. Yoksa biz eskiden günde 5 ülke dolaşır, üç ilde miting yapardık.
* * *
57 yaşında siyasetten emekliye ayrılmış Abdullah Gül’ün hükümetle, icraatla bağı kalacak mı?
"Merak etmeyin, işimi çok iyi yapacağım" diyor 11. Cumhurbaşkanı ve ekliyor:
- Cumhurbaşkanlığı icraat makamı değildir. Temsil görevi yapacağım. Günlük işleri hükümet takip edecek. Ben daha geniş vizyonla bakacağım.
Köşk’ün yeni sahibinin penceresinden gündem nasıl izlenecek öyleyse?
- Öncelikle Avrupa Birliği... Çünkü hükümet politikası değil. Atatürk’ün çağdaş medeniyetleri aşmak hedefinin ta kendisi... Sonra Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliği var. Bu konularda ülkeye önderlik etme görevimiz var. Yurtdışına büyük uçaklarla, geniş heyetlerle gideceğiz.
Gül başka bir soru üzerine, Celal Talabani ile program çerçevesinde görüşebileceğini yineliyor.
Görev tanımı uzayınca bir meslektaşımız yeni Anayasa değişikliğini hatırlatıyor.
11. Cumhurbaşkanı’na "Yetkilerinizin daraltılması sizi rahatsız eder mi?" diye soruluyor.
Gül önce duymazdan geliyor, ısrarın sürmesi üzerine, "Hayır etmez" yanıtını veriyor.
İşadamları, Hayrünnisa Gül’ü de merak ediyor. Bir tanesi takılıyor:
- Efendim, Hayrünnisa Hanım’ı gölgede bırakmayın.
- Hiç merak etmeyin, Hayrünnisa Hanım gölgede kalacak kadın değildir.
Aynı soruyu Uçan Süpürge Derneği Genel Koordinatörü Halime Güner daha açık formatta yöneltiyor:
- Hayrünnisa Hanım yan binada, neden burada değil.
- Kendisi katılmak istemiyor, onun da olacağı zaman gelecek.
11. Cumhurbaşkanı’na kalsa sohbet uzayacak. Ama Başyaver, Gül’ü diğer programları için uyarınca resepsiyon sona eriyor.
İlk ziyaret karakollara
ABDULLAH Gül’ün Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk ziyareti nereye olacak? Adaylığı sırasında Türkiye’nin önceden seçtiği bazı kentlerinde gecelemeyi düşündüğünü biliyorum. Ama dün öğrendiğime göre, ilk ziyaretin adresi değişebilir. Gül, Cumhurbaşkanı ve tabii ki başkomutan sıfatıyla fazla şehit veren karakolları ziyaret etmeyi düşünüyor.
Büyükler mazeret bildirdi
11. Cumhurbaşkanı’nın ikinci resepsiyonuna 500 kişi katıldı. TÜSİAD, TOBB ile MÜSİAD Başkan ve yöneticileri Köşk’e gelirken, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Çukurova ve Doğuş Holding patronları mazeret bildirdi. Hahambaşı resepsiyonda hazır bulunurken Ermeni ve Rum patrikleri gelemedi.
Kuşkusuz davetiyelerin resepsiyona bir-iki gün kala ulaşması katılımı zorlaştırdı.
Salonda görebildiklerim; Anadolu Grubu’ndan Tuncay Özilhan, Doğan Holding adına Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı, eşi Ali Sabancı, Ramsey’den Remzi Gür, Hasan Doğan, Ali Kibar, Zorlu Holding’den Ahmet Nazif Zorlu ve Erdoğan Demirören. Ahmet Ertürk ile THY yönetimi de tam kadro Köşk’teydi.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2007
<b>ANKARA</b><br>ÇANKAYA Köşkü’nün halkla ilişkiler üslubu sakinine göre değişir. Merhum Turgut Özal ile Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel açıklıktan yanaydı. Ahmet Necdet Sezer mesafe ve ketumiyeti seçti. O yüzden olsa gerek, Metin Yalman gibi çok tecrübeli Köşk Sözcüsü bile fazla mesai yapamadı. Dün Çankaya Köşkü’nde medya ve halkla ilişkiler müşavirliğinde görev devir teslimi tamamlandı.
Yıllarını Brüksel, İstanbul ve Ankara üçgeninde geçiren Ahmet Sever göreve başladı.
Sever’in ilk projesi, Köşk’ü medya ve halka açmaktı, önerileri Abdullah Gül tarafından onaylandı:
1)Başvuru internetten:
Beyaz Saray’ı gezmek üzere düzenlenen halk turlarını andırır biçimde Çankaya Köşkü de vatandaşlara açılacak. Başvurular internet üzerinden alınacak. Köşk’ün görüşme ve iş trafiğine göre haftanın belirli günleri seçilecek. Yine değişen saatlerde 20-30 kişilik gruplar halinde mihmandarlı turlar düzenlenecek. (Sezer öncesinde sadece Müze Köşk gezilebiliyordu.)
2) Medyaya tanıtım:
Medya bugüne kadar Çankaya Köşkü’nün resepsiyon ve davetler için kullandığı bölümleri tanıdı. Ahmet Sever’in projesine göre, Köşk’ün diğer bölümleri de medyaya açılacak. Mihmandarlı medya turlarında görüntü alınması, bilgi sunumu planlanıyor.
Madem konu Köşk’ten açıldı, genel sekreterlik tahminiyle devam edelim. Bana sorarsanız, bu hafta içinde ismi açıklanacak genel sekreter ne diplomat olacak, ne de vali. Asker kökenli bir isim de seçilmeyecek. Köşk kaynaklarına göre, yeni genel sekreter herkes için (olumlu) sürpriz olacak.
Ölçü, sosyal yaşama katılma niyeti olmalı
ÜNİVERSİTEDE türbanın serbest olmasını savunduğum yazılarda ölçüm tekti: Yasaklar bile dışlayıcı değil, davetkár, kavrayıcı, bütünleştirici uygulanmalı.
Türbanlı genç kızlar eğer üniversite binalarına girip okumak, eğitim almak istiyorlarsa engel çıkartılmamalı. Asıl caydırıcılık bu genç kızları okuldan, kitaptan, eğitimden uzak tutmaya çalışan zihniyete karşı gösterilmeli.
Eğer bu zihniyeti abartıyorum sanıyorsanız, buyurun Mehmet Şevket Eygi’yi okuyun bir zahmet.
Mehmet Şevket Eygi’ye göre türban ve tesettür yetmez, kadın dediğin ortalıkta gözükmemeli. (Tabii ki üstadın örtülü tavsiyesinin Hayrünnisa Gül’e olduğu anlaşılıyor.)
Hangi cenahtan gelirse gelsin marjinaller ne güzel anlaşıyor görüyor musunuz?
Bir yandan, laikliği yasakçılıkla karıştıranlar türban görmek istemediği için Çankaya Köşkü yakında "kamusal alan" değil "kadına kapalı alan" ilan edilecek...
İslam alimi geçinenler de fırsatını bulsa kadınlara sokağa çıkmayı yasaklayacak.
Üstelik bu rezaletin izahı, din veya bilimle yapılacak. Hayret!
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2007
<b>ANKARA</b><br>MERAMIMI böyle taksitle anlattığım için kusura bakmayın. Ama tek yazıya ne hayat sığıyor, ne de tecrübe. İlk iki yazıda Abdullah Gül’ü geçmiş cumhurbaşkanı ve siyasi liderlerle kıyaslamamı yadırgayan ve kızanlar mutlaka çıktı. Zaten amacım da buydu!
Çünkü türban ezberini bozmadan Abdullah Gül’ü tartışmanın mümkün olmadığına inanıyorum.
Konjonktürel gerginliği zaman tünelinde analiz çabam bu yüzden.
* * *
Rejim muhalifine her ülkede rastlanır, ama Türkiye’de nedense sistem seri üretime ayarlıdır.
İnanmıyorsanız 12 Eylül öncesine bakın.
Türkiye’deki imanlı Marksist sayısı muhtemelen Sovyetler Birliği’nden fazlaydı.
Muhalefetin kitleselliği iki sonuç yarattı: Siyasetin merkezi sağa-sola kaydı, bu bir.
Rejim bekçisi konumundaki Türk Silahlı Kuvvetleri, elini ayağını siyasetten çekmedi, bu da iki.
Ama daha kötüsü, muhalefeti siyaseten eritemeyen yerleşik düzen faullü oynamaya başladı.
12 Eylül öncesinde her kış vakti komünizmi bekleyenler MHP’yi sokağa sürdü.
Darbeden sonra sola ve ülkücülere panzehir olarak Türk-İslam sentezi uyduruldu.
Bakıldı ki siyasi İslam yükseliyor, etnik tansiyon artıyor... 12 Eylül mağduru sol kesimin ulusalcı damarı kaşındı, İslam’a/Kürt’e karşı derin ittifaka gidildi.
* * *
Şimdi isterseniz bu şablona isimleri siz yerleştirin, dilerseniz yardım edeyim: 1970’lerin sol tehdidi, Bülent Ecevit’i rejimin ve askerin gözünde tehlikeli kıldı, merhumun başına gelmeyen kalmadı. Ama 1990’larda, Sovyetler dağıldıktan sonra Ecevit’in söylemi tehdit olmaktan çıktı. Devletle tam uyum içinde başbakanlık yaptı, son yolculuğuna rejim bekçisi sıfatıyla uğurlandı.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de aynı sırat köprüsünden geçti. İkinci siyasi yaşamında mağduru olduğu darbeleri unutmadan 28 Şubat sürecini yönetti.
Demek istediğim şu ki, yerleşik düzenin düşman eşkáli ile ittifakları;
1) Dış konjonktüre,
2) İç tehdide göre dramatik şekilde değişiyor.
11 Eylül, dünya dengelerini değiştirdi.
Türkiye’de siyasi İslam, küresel gidişe ayak uydurdu.
AB entegrasyonu yerleşik düzeni rahatsız etti.
Ve bu dönemin rejim muhalefetine simge olarak türban seçildi.
Türbanlı genç kızlar "olur mu hiç" diye boşuna tepki göstermesin. 40 yıl önceyi hatırlayan bilir, o tarihte bugün sıradan ve masum sayılan "Bağımsız Türkiye" sloganı bile sakıncalıydı.
Yani her rejim, kendi muhalifini ve simgesini seçer.
Ama düşmanlar ve müttefikler konjonktüre göre değişir.
"Bağımsız Türkiye" yüzünden yenilen dayaklar nasıl unutulduysa türban eziyeti de bir gün mazi olur.
* * *
11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşk’e rejim muhalifi olarak çıktı. Ama öyle kalmayacak. Çünkü önümüzdeki 7 yılda, Türkiye’ye türbandan çok daha büyük tehdit oluşturacak dış gelişmeler kapıda.
Irak, İran, Ermeni soykırımı meselesi gibi sorunlar yakında türbanı unutturur.
Abdullah Gül’ü de tıpkı geçmiş örneklerde olduğu gibi rejimin bekasına hizmet eden Cumhurbaşkanı konumuna taşırsa kimse şaşırmasın.
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2007
ANKARAYENİ kabinede "sekreter bakan" sayısındaki anlamlı artışa dikkat ettiniz mi bilmem. İzninizle önce "sekreter bakan" nedir, önce bu kavramı açalım. Başkanlık sistemiyle parlamenter sistem arasındaki önemli farklardan biri Bakanlar Kurulu’nun kime karşı sorumlu olduğunda yatar.
Parlamenter sistemde malum bakanlar Meclis önünde sorumludur.
Başkanlık sisteminde ise "sekreter bakan" başkana hesap verir.
* * *
60’ıncı hükümeti "sekreter bakan" kriterine göre analiz edersek;
1) Türkiye’de sekreter işlevine en yakın bakanlar, devlet bakanlarıdır.
Anayasa’da Başbakan Yardımcılığı diye statü yoktur.
Başbakan Yardımcıları aslında başbakanın unvan verdiği devlet bakanlarıdır.
Devlet bakanlarının Maliye, Dışişleri veya diğer icracı bakanlıklar gibi önceden yasayla belirli görevi olmaz. İngilizce’de "dosyasız bakan" diye anılırlar. Görevi başbakan verir.
Geçmiş hükümetle yenisini kıyasladığımızda tek artış devlet bakanları sayısındadır.
Eski hükümette üçü başbakan yardımcısı toplam 8 devlet bakanı vardı.
Yeni kabinede bu sayı yine 3 başbakan yardımcısı dahil 9’a yükseldi.
Ama Abdullah Gül eski hükümette hem Başbakan Yardımcısı hem de Dışişleri Bakanı’ydı. Yeni hükümette Dışişleri Bakanlığı ayrıldı. Böylece devlet bakanlığı sayısı fiilen 2 adet arttı.
Böylece Başbakan’ın kabine içindeki konumu daha da pekişti.
2) Yeni kabinede Başbakan’ın İstanbul günlerinden tanıdığı ve güvendiği isim sayısı arttı. "Reis" Tayyip Erdoğan’ın ilk kabinesinde Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım, Hilmi Güler, Mehdi Eker ve Mehmet Ali Şahin "İstanbul ekibi" olarak anılırdı. Yeni hükümette bu isimlere Veysel Eroğlu (İSKİ Genel Müdürü) ile Hayati Yazıcı (avukatı) eklendi.
Böylece Başbakan’ın kabinedeki özel ekibi genişledi.
3) Almanya, Avusturya ve İsviçre’de hemen her bakanlıkta iki müsteşar bulunur. Biri bakanlığın memurudur, diğerini hükümet atar. Hükümetin atadığı isim bir anlamda siyasi komiser gibidir.
Bu bilgiyi hatırda tutarak Dışişleri Bakanlığı atamasına bakarsak... Dış politika Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın yarışacağı ve iddia taşıdığı tek alandır. Peki Ali Babacan’a ne düşüyor derseniz... Yanıtı Alman örneğinde yatıyor.
Bence Babacan’a biçilen rol bakanlıktan çok teknisyenliktir.
Demek ki yeni kabinede sekreter bakanların yanı sıra müsteşar bakanlar da olacak.
* * *
Gözüken o ki, Başbakan yeni beş yıllık iktidarında icraatını şansa bırakmayacak.
Seçim ertesinde Türkiye’yi pistin ucunda kalkışa hazır uçağa benzetti.
Bu uçağın kalkıp irtifa kazanması ülkede refah ve demokrasi artışı anlamına gelir.
Türkiye ilginç bir ülke; etnik ve sosyal sorunlar yaşayan benzerlerinden farklı olarak dışa açılma sürecine ara vermiyor, içine kapanmıyor.
AKP iktidarında Avrupa ve dünyaya siyasi/ekonomik entegrasyon adımları hızlandı.
Eğer ikinci beş yılda da aynı anlayış sürerse korkmaya gerek yok.
Bu durumda hem demokrasi (laiklik), hem de refah (ekonomi) güvence altında demektir.
Türbanı, diğer şehir efsanelerini boş verip AKP’yi hakiki ve izlenebilir kriterlerle eleştirme zamanı gelmedi mi artık?
Yazının Devamını Oku